16 Eylül 2014 Salı

Kıpçaklar ve Kumanlar / Doç. Dr. Ahmet Gökbel

Kıpçaklar ve Kumanlar / Doç. Dr. Ahmet Gökbel
A. Kıpçak ve Kuman Kelimeleri 1. Kıpçak Kelimesi

Kıpçak, bir Türk kavimi ve bu kavmin rehberliği altında kurulan kavimler birliğinin adıdır. Kelimenin asıl şekli Kıvcak olup daha sonraları seslerin değişmesiyle Kıfçak, Hıfçak; Hıfçah şekillerinde söylenmiştir. Uygur vesikalarında bir şahıs adı olarak geçen bu kelime, Mahmud Kaşgari'de Kıvcak şeklinde geçmekte ve Türklerden büyük bir bölük, bu bölüğün oturduğu bölge, Kaşgar yakınında bir yer adı gibi anlamlara gelmektedir.1

Kutadgu Bilig'de bu kelime dört yerde geçmektedir.2 Radloff'un da işaret ettiği gibi burada bu kelime "kovı" kelimesi ile birlikte geçtiği için bu iki kelime arasında bir yakınlık düşünülebilir. Halk inanışlarında da Kıpçak kelimesi kovı veya kovuk kelimeleri ile birleştirilmektedir.3 Örneğin Oğuz Destanı'na göre, Oğuz Kağan'ın "İt Barak" ülkesini fethi esnasında beylerinden birinin karısı hamile kalmış, kocası da savaşta öldürülmüştü. Bu savaş yerinde kadının doğumu yaklaşınca yakınlardaki içi oyulmuş olan bir ağacın içinde çocuğunu doğurdu. Durum Oğuz Kağan'a intikal ettirilince, Kağan ona Türk dilinde içi çürümüş ve oyulmuş ağaç anlamına gelen Kıpçak adını koydu.4 İranlı Tarihçi Reşidüddin Câmiü't-Tevârih adlı eserinde Kıpçak/Kıwcak adını çürümüş, yıpranmış bir ağaç kovuğu şeklinde açıklayarak Kutadgu Bilig ve efsanelerde geçen anlamları teyid etmiştir.5 Ahmed Rıfat ise Kıpçak kelimesini bir kavim adı şeklinde değerlendirerek şöyle tarif etmiştir: "Kazan, Volga ve Don nehirleri ile Kırım havalisinde Cengizoğullarının bir şubesini oluşturan hükümete veya orduda bulunan Tatar kavimlere verilen isimdir."6 Rasovsky de Kıpçak kelimesini bir Türk kavmi olan Kimeklerin bir kabilesinin ismi olarak değerlendirmiş ve zamanla bu kelimenin bütün Kimeklere şamil olduğunu belirtmiştir.7

Kıpçak Türklerinin önem arz eden bir özelliği, tarihleri boyunca bu kavmi tanımlamak için birçok adın kullanılmış olmasıdır. Pritsak, analiz amacıyla bunları "yerli adlar" ve "yabancı adlar" olmak üzere iki sınıfa ayırmıştır.
Yerli adlar:
Kıpçak: VIII. yüzyıldan itibaren Müslümanlar tarafından İslâmî tarih ve coğrafya edebiyatında kullanılan Kıpçak kelimesi, 1240 yıllarında Moğol metinlerinde, XIII. yüzyıldan itibaren de Çin metinlerinde geçmektedir. Muhtemelen Moğollara Türklerden, Çinlilere de Moğollardan geçmiştir.

Kuman: Takriben 1080 yıllarından başlayarak genellikle Bizans yazarları tarafından kullanılmıştır.
Kun: Bu Macarların Polovetsler için kullandığı addır. 1086'dan itibaren kullanılmıştır.

Yabancı adlar:

Polovets: 1055'den itibaren eski Rus metinlerinde geçmektedir.
Pallidi: Bremenli Adam tarafından "Gesta"sında muhtemelen 1072-1076 yıllarında kullanılmıştır.

Valwen: (Latincesi: Valvi, Flavi/Falones/Valoni), XIII. yüzyılın ilk yarısındaki Orta, Aşağı Almanca (ve Latince) metinlerde görülmektedir.
Xarteks: Urfalı Mateos'un Ermenice yazılmış kitabında 1050/1051 olaylarında geçer.8
Bu tasnife göre, bu boy için kullanılan yedi ad, kronolojik olarak; Kıpçak, Polovets, Kuman, Kun, Pallidi, Valwen/Falavi, Xarteks şeklinde sıralanabilir.

Yukarıda zikredildiği üzere bu göçebe kavmin en eski Türkçe adı Kıpçaktır. Bu ad "kıp" köküne güçlendirici "çak" ekinin verilerek isme dönüştürülmesinden meydana gelen Türkçe "Kıpçak" teşkilinden kaynaklanmaktadır. Bu ek Osmanlıca "kabıcak-kabucak"da da vardır (kabık-kabuk+çak).9

Netice itibariyle yukarıda belirtmeye çalıştığımız bütün verilerden bu kelimenin, bir Türk kavmi veya kavimler birliğine veya belli bir bölgeye verilen ad olarak algılandığı; içi çürüyüp boşalmış ağaç ve kovuk, boş-ağaçsız çöl gibi anlamlara geldiği anlaşılmaktadır.
2. Kuman Kelimesi
Dilciler, kuman kelimesinin temelinde Türkçe (>Moğolca) kuba kelimesinin yattığı görüşündedirler. Aslen Hakas-Altay Türkçesi grubunda görülen bu kelimenin manası soluk, solgun, sarımtrak'tır. Kelime Kaşgarlı'nın Divan'ında (1074-1076'da) görülmekte ve "kırmızı ile sarı arası bir renk"olarak izah edilmektedir.10

Şark kaynaklarındaki Kıpçakların adı Batı kavimlerinde ve Ermenilerde farklı şekilde geçmektedir. Bu bakımdan bozkırlı Türk toplulukları arasında istisna teşkil ederler. Onlara Bizanslılar "Kumanos, Kumanoi, Cumanus, Komani", Ruslar "Polovets", Almanlar ve diğer bazı Batılı milletler "Falben, Falones, Valani, Valwen, Pallidi", Ermeniler "Xarteks", Macarlar "Kun" demişlerdir.11 Latin kaynaklarında Bizanslıları takiben Kuman adı geçiyor. Türkçedeki Kuman adı ise Bizans'tan alınmış olabilir.
Ruslar, Almanlar, diğer Batılılar ve Ermeniler tarafından verilen isimler, aslında renk (sarı, sarımsı, açık sarı, saman sarısı) ifade eder. Adlarının ilk defa geçtiği Rus Kroniki'nde (1055-1056) Türkmen, Peçenek ve Tork'larla (Uz) aynı cinsten oldukları belirtilen Kumanlar,12 anlaşıldığına göre buralarda, daha ziyade dış görünüşleri ile tanıtılmak istenmiştir. Esasen Doğulu ve Batılı kaynaklar, Kumanların kumral saçlı ve sarışın olduklarında fikir birliği içerisindedirler.13

Pritsak, Kuman ve Kun kelimelerinin etimolojisi üzerinde durmuş ve bu konuya yaklaşımı şöyle olmuştur: Ona göre, Kuman kelimesinin sonundaki "n" harfi problem meydana getirmektedir. Karl Heinrich Menges buna şu şekilde yaklaşır: "Bu nâdir rastlanan bir isim eki, -n veya daha ziyade eski tip bir çokluk eki -an/-en olabilir. Meselâ Kaşgarlı'da da er "erkek" kelimesinin çokluğu er-en "erkekler" olarak görülür.14

Yine Pritsak, şimdiye kadar bilim adamlarının Arap-Norman coğrafyacı el-İdrisî'nin (1154) naklettiği şekiller olan el-Kumânin (Kumanlar) ve Kumâniye'yi (Kumân Ülkesi) dikkate almadıklarını belirtmekte ve bunların ikinci hecedeki "a" harfinin uzun olduğunu açıkça gösterdiğini açıklamaktadır. Ona göre bu da Kumân kelimesindeki "-n" ekinin kaldırılamayacağı manasına gelir. Geriye kalan tek alternatif çokluk eki olan- an' ekidir ki, bu da, terim kollektif bir boy konfederasyonunu tanımladığı için mantıkîdir. Böylece kelimenin Türkçe olduğu, gramer açısından (kuba' soluk, solgun' tanımlamasının) kolektif şeklidir ve "soluk/solgun (halk) " anlamına geldiği anlaşılmaktadır.15

Nemeth ise, Kuman ve Kun kelimelerini, aynı kökten geldiği düşüncesiyle bir arada izah etmiştir. Nemeth'e göre, Kuman kelimesi Kumanların kendi Türk isimleridir, bu ad onlara herhangi bir yabancı millet tarafından verilmemiştir. Yabancı milletlerin Kumanlara verdiği ad, bu kelimenin tercümesidir. Bu nedenle, dört dilde aynı anlama gelen Xarteks, Polovtsi, Falben, Türkçe kûn ve kuman, Kumanların halk ismidir. Zikredilen dört dilde de sarı, sarışın, soluk renkli vb. anlam ifade eder. Ona göre Kuman ve Kun kelimeleri Türkçe sıfat olan Kû Kuman adının önce bir şahıs adı olduğu; daha sonraları ise bütün bir kabileyi ifade eden bir ad şekline geldiği konusunda rivayetler söz konusudur. Ayrıca Rus vekayinamelerinde Kuman adını taşıyan bir başbuğun varlığından da bahsedilmektedir.18
B. Kıpçakların Menşei
Kıpçak ve Kuman kelimelerinin anlamları ve nereden geldikleri hakkında bilgi verdikten sonra şimdi de Kıpçakların kimliği ve menşeleri üzerinde durmaya çalışalım. Bir iki görüş dışında bütün tarihçiler Kıpçakların bir Türk boyu olduğunda birleşmektedirler.
Kıpçak/Kuman kabilelerinin etnik menşei sorunu, Türkolojinin en çapraşık problemlerinden birisidir. Bunların menşeine dair ilk geniş araştırmayı yapmış olan Marquart'ın19 Kumanların Uzak Doğu'da Amur Nehri dolaylarında yaşadığını ileri sürdüğü "Murqa" adlı bir Moğol kavminin "Kun" kabilesine bağlama iddiası, onun kaynaktaki bazı kelimeleri yanlış okuması (Örneğin "fırka" sözünü kavmin adı zannederek "Murqa") dolayısıyla kabul görmemiştir.20 Marquart'ın verdiğimiz örneğe benzer birçok yanlışı Pelliot ve Eberhard tarafından düzeltilmiş ve tarihçiler nezdinde Kumanların Moğollara dayandığı fikri benimsenmemiştir.21

Ayrıca "Kun" isminin, yine bir Moğol-Tibet karışımı olan T'u-yü-hun kavim adından kısaltma olabileceğine dair G. Haloun'un düşüncesi de22 ikna edici görülmemiştir. Nedeni de beyaz ırkın seçkin vasıflarını taşıyan Kumanların çehrelerinde ve bedeni yapılarında hiçbir Moğol çizgisi bulunmadığı gibi Kıpçak-Kuman dilinde de Moğolca unsurlara rastlanmaması olabilir.23

Bütün bunlara rağmen, Kumanların ırkî özellikleri bazı araştırıcıları, onlarla Âriler (Hind-Avrupalılar) arasında ilgi kurmaya sevketmiştir. Gerek soy, gerek kültür bakımından Türkü Moğoldan pek ayıramadıkları bilinen Marquart, Pelliot, Barthold ile aralarında Rassovsky'nin de bulunduğu Batılı bilginler, tam Türk olarak saymadıkları Kuman-Kıpçak tipinin nihayet Moğol bölgesinde Türkleşmiş bir Hint-Avrupalı kavimden ileri gelebileceği üzerinde durmuşlardır.24 Buna karşılık M.Ö. II. yüzyılda Tanrı Dağları'nın kuzey yamaçları ile Isık Göl dolaylarında oturan ve başbuğları "Kun-mo" veya "Kun-mi" (Kun-beğ, Kun-bi) diye anılan Hun soyu ve kültürüne mensup ve Türklere mahsus bir kurt efsanesine sahip ve milattan sonraları da varlıklarını sürdüren Wu-sun (veya Vu-sun) kavminin25 Çin kayıtlarında kırmızı saçlı (kumral), mavi-yeşil gözlü olduğu ifade edilmiştir.26 Öte yandan İslâm kaynaklarından (Birûnî 1050 sıraları, Mervezi XII. asrın ilk çeyreği) anlaşıldığına göre Orta Asya'da Kun adlı bir Türk kavmi, X. yüzyıl başında Kuzey Çin'de kurulan Moğol K'i-tan Devleti'nin bilhassa 936'da Çin'de Liao sülalesi olarak bütün kıtayı ele geçirme teşebbüsü karşısında, yerlerini terkedip "sarılar ülkesi"ne (Şâriya) doğru çekilmiştir.27 Bu "sarı"larla, adları aynı manaya gelen Kunların, menşei bakımından ilgisi araştırılmıştır: Mervezî'ye göre kısmen Aral Gölü'ne kadar çekilmiş olan bu "sarı"ların ya "Sarı-Uygur"lardan olabileceği28 veya "sarı-su" ırmak isminde ve Tûrgiş hâkanının başkenti civarındaki (Çu'nun batısı) İbn Hurdâdbih'in bahsettiği "Sarigh" kasabasında hâtırası mevcut "Sarı Tûrgiş"lerle birleştirilebileceği düşünülmüştür.29 Ayrıca Kimek ülkesine uzandığı sanılan yol üzerinde Gerdizî'nin (Ulu Kuman) diye kaydettiği bir bozkır sahası bulunmaktadır.30

Kıpçak-Kuman-Kun meselesine dâir son zamanlarda önemli araştırmalar yapan Czegledy'nin olaya şu şekilde baktığı nakledilmektedir: Kumanların batıya göçünden önce Orta Asya'da İdil-Seyhun-İrtiş arasında Oğuzlar; Tobol, İşim çevresinde Kıpçaklar bulunuyor, daha doğuda Nan-Şan bölgesinde (Mervezî'deki Şâriya) Sarı-Uygurlar yer alıyordu. Hoang-ho dirseği dolaylarında Nesturi (Hıristiyan) öngütler vardı. Kunlar da bu civarda bir yerde yaşamakta idiler.31

Bahaeddin Ögel, Kıpçakları Kuzey Türklerinden kabul eder. Ona göre, Kuzeybatı Sibirya'da İrtiş Nehri ile Ural Nehri arasında yaşayan Türklere genel olarak Kıpçak adı kullanılmıştır. O, Bulgarlar ve Macarların başlangıçta Türk tesirlerini, en çok Kıpçaklardan aldığını ve VI. yüzyılda Bulgarlarla Macarları bu bölgelerden kovan Sabır Türklerinin de kök itibariyle Kıpçaklardan olabileceği düşüncesindedir.32
Kaynaklarda Kimek, Kun gibi Türk zümreleri yanında zaman zaman Başkurt, Uz ve As gibi müstakil sayılan boylar da Kıpçaklar içerisinde veya onlarla birlikte zikredilmişlerdir. Bazı tarihçilere göre de Kıpçak, Kanglı, Kimak ve Kun gibi kabileler geniş anlamda Kıpçak zümresinin ayrı şubelerinden ibarettir.33 Birçok kaynağın Kıpçak-Kimek ve Kıpçak-Kanglı ilişkisinden bahsettiğini görüyoruz. Genel kanaate göre Kıpçaklar, Kimekknezin,34 büyük ve etkili kollarından birini oluşturmaktadırlar. X. yüzyılda Kimeklerin "İmi", "İmâk", "Tatar", "Balandır", "Khıfçâğ", "Lngâz" ve "Eclad" ismindeki boylardan oluştuğu anlaşılmaktadır.35

Rasovsky, IX ve X. yüzyıllarda İrtiş ve Ural arasındaki Kimek adlı Türk kavmini Kuman olarak değerlendirmektedir. Ona göre bunların bir oymağı Kıpçak idi. X. yüzyıldan itibaren Kıpçak adı bütün Kimeklere tedricen isim olmuştur.36

Kaşgarlı, Kimek (Yimek-İmek) kavminden ve bu kavim Kıpçakların büyüğü sayıldığı halde Kıpçakların kendilerini ayrı tuttuklarından bahseder.37 Marquart'a göre, bundan, o sırada (XI. asrın son yarısı) ikili federasyon (Kimek=İki Yimek, İki İmek) hâlinde yaşayan Kimeklerde idareciliğin Kıpçak kolunda olduğu anlaşılmaktadır.38

Kıpçakları Batı Göktürk topluluklarından bir kitle olarak görenler de vardır. Bunlar da Kıpçakları İrtiş boylarındaki Kimeklere dayandırmaktadırlar.39

Kıpçak-Kanglı ilişkisine gelince, Göktürkler devrindeki boylar arasında Kanglı adına rastlanmamaktadır. Kanglıların VI. yüzyılda Türkler tarafından hakanlığa itaat ettirildikleri ve 640 yılında batı Türk hakanlarından birinin Kanglılara kaçıp orada öldüğü rivayetler arasındadır.40 XII. yüzyıla geldiğimiz zaman Kıpçaklarla Kanglıların iç içe olduklarını görmekteyiz. XII. yüzyılda kuvvetli ve kalabalık bir Türk kavmi olarak sahnede olan bu kavim, Kıpçaklara mensup bir kol olarak mütalâa edilmektedir.41 Kaşgarlı, kendi zamanında Kanglı adlı ünlü bir Kıpçak beyinin olduğunu belirtir.42 Kıpçaklardan olduğu anlaşılan bu boydan bir bölüğün Kıpçaklarla beraber Mısır'a da gittikleri nakledilmektedir.43
Mitoloji, her ne kadar bir tarih belgesi olarak kabul
edilmese de milletlerin, komşuları hakkında fikir ve düşüncelerini aydınlatmaları bakımından bir tarihçi için büyük önem taşır. Türk mitolojisine göre Kıpçaklar, Oğuz-Han'ın bir evlatlığı idiler. Oğuz-Han Destanı'na göre, Kıpçak'ın babasını Oğuz-Han evlatlık olarak almış ve yetiştirmiştir. Sonradan kuzey bölgelerini idare etmek için Oğuz-Han, Kıpçak'ı göndermiş ve bu bölgeler Kıpçak'ın soylarından meydana gelmiş olan Kıpçak Türkleri ile dolmuştur.44
Genel olarak Türk boylarının menşeleri hakkında söylenen efsanelerde ağacın da önemli bir yeri vardır. Örneğin, Uygur efsanelerinde Uygur hakanlarının ağaçtan türedikleri söylenir. Dede Korkut kitabında adı geçen bir kahraman (Basat): "Atam adını sorarsan kaba ağaç, anam adını sorarsan kağan arslan" diyor. Kıpçak boyunun menşei hakkındaki rivayette de ağaçtan türeme efsanesinin izi mevcuttur.45 Rivayete göre Oğuz-Han bir seferden dönüşünde, savaşta ölen bir askerinin eşi bir ağaç kovuğunun içinde bir oğlan doğurur. Oğuz-Han da bu çocuğu evlat edinerek ona Kıpçak adını verir.46

Netice olarak, çoğunluk tarafından kabul görmeyen bir iki rivayetin dışında bütün tarihçiler menşei itibariyle Kıpçakların Türk olduğunda hemfikirdirler. Başta Oğuz destanları olmak üzere Türk mitolojisi de bunu desteklemektedir.
C. Kıpçakların Siyasî Tarihi
1. Kıpçakların Ortaya Çıkışları
Kıpçak kelimesinin VIII. yüzyıldan itibaren Türkler ve İslâmî tarih ve coğrafya edebiyatında, Kuman kelimesinin de 1055'den itibaren eski Rus metinlerinde geçmeye başladığını belirtmiştik.47 Kıpçak ve Kıpçaklar için kullanılan diğer kelimelerin kaynaklarda ilk rastlanılmaları tarih itibariyle yukarıda belirtildiği gibi olsa da, bu kavmin tarih sahnesine ne zaman çıktığı henüz tam netlik kazanmış değildir. Ünlü Alman bilgini Marquart'ın Kıpçaklara dair uzun ve derin araştırmalar yapmasına rağmen bunların Avrupa'ya gelmelerinden önceki tarihleri hakkında inandırıcı neticeler ortaya koyamadığı48 ancak bu kavmin ilk olarak kendi adları ile 1120-1121 yıllarında tarih sahnesine çıktıklarını göstermeye muvaffak olabildiği anlaşılıyor. Fakat Rus kronikleri bu tarihten önce XI. asrın ortalarından itibaren Kıpçakları zikretmeye başlamışlardır.49 Bazı tarihçiler de Kıpçakların ilk ortaya çıkışlarını VIII. asrın sonlarına kadar götürmekte ve o dönemde Kıpçakların merkezî Kazakistan çöllerinde yaşadıklarını belirtmektedirler. Onlara göre o dönemde Kıpçaklar, Kimekler, Başkurtlar ve Peçenekler ile komşudurlar.50

Kıpçakların tarih sahnesine çıkmalarını IX. yüzyıldan itibaren başlatanlar da vardır. Onlara göre, Kimeklerin daha IX. yüzyılda dağılmaya başladıkları ifade edilmektedir. Bu asırda bile Kıpçakların müstakil bir Türk kavmi gibi zikrolunduğu ağırlıklı görüşler arasındadır. Aynı asırda Kimeklerden ayrılan Kıpçakların batıya doğru göç ederek Oğuzlara kuzeyden komşu oldukları belirtilmektedir.51 Kıpçakların bir taraftan nüfuslarının çoğaldığı, diğer taraftan muhtemelen Kimeklere mensup diğer bazı grupların katılması ile kuvvetlenerek X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Oğuzları sıkıştırmaya başladıkları ve onların göçlerinde önemli bir etken oldukları görülmektedir.52

X. yüzyıldan başlayarak XI. yüzyılda Kimek adının ortadan kalkıp Kıpçak adının yaygınlaştığını bütün tarihçiler teyit etmektedirler.53

A. Nimet Kurat, Kıpçak/Kumanların Asya'daki ilk vatanlarından batıya doğru hareketlerini 916 tarihinde Kuzey Çin'de teşekkül eden Kıtay Devleti'nin ortaya çıkmasına bağlamaktadır. Ona göre gittikçe büyüyen Kıtaylar bazı Türk kavimlerini batıya doğru itmiştir. Bunlar arasında Kıpçaklar da vardı. Yine Kurat, X. yüzyılda İrtiş boylarında yaşayan büyük bir Türk boyu olan Kimeklerle Kıpçak ve Kumanlar arasında taşımış oldukları isimlerden başka bir fark olmadığını belirterek yukarıda (Kimeklerle ilgili) bahsedilen görüşlere katılmaktadır. Aynı yazar, şark müelliflerinin Orta Asya'daki kavimler hakkında bilgi verdikleri zaman (IX. asırda) İrtiş'e yakın yerlerde Kıpçakların en kuvvetli zümreyi oluşturduğunu ve bu adın oradaki diğer bazı gruplara da isim olduğu üzerinde durmuştur. Daha sonra (XI. asır ortalarında) bu kavmin Avrupa'ya giden kısmı orada Kuman adı ile anılmıştır.54
Kıpçakların tarih sahnesine çıkması ve tarihteki rolleri üzerinde derinlemesine çalışma yapan şahsiyetlerden biri de Rasovsky'dir. Onun bu konudaki teorisini şu şekilde özetlemek mümkündür: "IX. ve X. yüzyılda İrtiş ve Ural arasında Kimek adlı bir Türk kavmi yaşamıştır. Bunlar Kumanlardır. Bunların bir oymağı Kıpçak idi. X. yüzyıldan başlayarak Kıpçak ismi yavaş yavaş bütün Kimeklere ad oldu. Uzak Doğu'da Kıtay Devleti'nin kuruluşu bozkır halklarını harekete geçirdi. Kıpçaklar bu yolla güney ve batıya ulaştılar. Bu ilerleyiş Orta Ural ile Don-Dnyeper arasındaki geniş bir cephede vukua geldi. Kendi önlerindeki Oğuzları kovalayıp takip etmeleri yaklaşık otuz sene devam etti.

Kıpçak Devleti İrtiş ve Balkaş Gölü'ne kadar uzanır hale gelmişti. Kuzey sınırları Sibirya'da 56­57 enlem dairesinde, kendileri için önemsiz olan orman bölgesine kadar ulaşıyordu. Avrupa'da Kama Nehri aşağı mecrası ve Bulgar Devleti, kuzeyde ise Ryazan, Novgorod-Syeversk ve Pereyaslavl Rus prenslikleri sınırdı. Güney sınırları da Don mansabından Volga mansabına oradan da Hazar Denizi ve Aral gölü kuzeyinde Talas ve Çu çevresinde Hvarizm komşusu olarak bulunuyordu. Bu fevkalâde geniş alanda kışın daha çok güneyde konaklıyorlar, yazın ise orman bölgesi kıyılarına, Karpatlar'ın, Urallar'ın yamaçlarına ve Volga'nın batı kıyısındaki yaylalara çıkıyorlardı. Tam manasıyla birlik kuramayıp ancak tehlike anlarında bazı kısımlarının bir araya gelebildiği Kıpçaklar beş bölükten ibaretti: 1- Orta Asya, 2- Volga-Yayık, 3- Donyeç Don, 4- Aşağı Dnyeper, 5- Tuna Bölüğü. Batı tarafta bulunanların içlerine daha sonradan karışan kavimler olduysa da onlar kısa zamanda Kıpçaklaştılar."55

Görüldüğü üzere Rasovsky'nin bu konudaki tezi Kıpçakların tarih sahnesine çıkışlarını içerdiği gibi daha sonra oluşturdukları siyasî birliğin sınırlarını da içermektedir.

Kıpçakların ortaya çıkışlarında genel kanaat bu şekildedir. Az da olsa, VIII. asırdan başlayarak IX. ve XI. asırlarda tamamen tarih sahnesinde görünmüşlerdir. Bizim kanaatimiz de bu yöndedir. Ancak bu görüşler dışında, VI. yüzyılda Bulgarlarla Macarları Karadeniz'in kuzeyinden (Güney Rusya) kovan Sabir Türklerini, kök itibariyle Kıpçaklara dayayarak56 Kıpçakların ortaya çıkışlarını V. ve VI. yüzyıla kadar geriye çekenler olduğu gibi, bu kavmin daha I. yüzyıldan itibaren Kafkasya dağlarının kuzeyinde yer alan stepler ülkesinde oturduğunu ve bu bölgeye de "kumanya" denildiğini iddia edenler de vardır.57
2. Kıpçakların Bağımsızlığı Meselesi
Tarih itibariyle, ortaya çıkışlarında ortak bir görüş bulunmayan Kıpçakların, XI. yüzyılın ortalarından itibaren Kiyev Rus sınır boylarında zuhurundan Moğol istilasına kadar süren yaklaşık iki yüzyıllık bir süre Avrasya step bölgesine hükmettiği anlaşılıyor. Bu kavim birliği Orta ve Yeni Çağ'ın çeşitli Türk halklarının teşkilatında önemli roller üstlendiği gibi, etrafında bulunan Macaristan, Bulgaristan, Bizans, Rus, Gürcistan Harezmşahlar devletleriyle sıkı siyasî, iktisadî ve içtimai ilişkilere girmiş ve bu yerleşik toplumlar üzerinde büyük tesirler yapmıştır.58 Deşt-i Kıpçak'ta yaşayan bir kısım boyları Kıpçaklaştıran bu kavim, Cengizoğullarının hüküm sürdükleri Çin'de önemli memuriyetlere yükselmiş59 ve "askeri dağılma" kapsamında Moğol hakimiyeti altında olmayan Hindistan'daki Delhi ile Suriye ve Mısır'daki Memluk Sultanlıkları içerisinde önemli başarılara imza atmışlardır.
Kıpçaklar, belirtildiği üzere çeşitli bölgelerde ayrı ayrı etkili hamleler yapıp Türk tarihinde önemli bir yer tutmalarına rağmen büyük bir boy birliği olarak hiçbir zaman belirli bir merkez etrafında toplanıp güçlü bir siyasî birlik meydana getirememişler ve bağımsız bir Kıpçak (Kuman) Devleti kuramamışlardır.60 Bunun en önemli sebeplerinden birisi, Kıpçak boylarının koyu göçebe olmaları yani göçebelik gelenek ve usullerini titizlikle muhafaza etmeleridir.61 Bu özellik onların yerleşik hayata geçememelerine, dolayısıyla da hiçbir yerde tutunamamalarına neden olmuştur. Kıpçakların başka ülkelerde veya tâbiiyetleri altına düştükleri zümrelerin baskısı ile yerleşik hayata alışabildikleri, daha sonra da şu veya bu şekilde eriyip gittikleri anlaşılıyor.

Bazı tarihçilere göre ise Kıpçaklar, bir devlet kurmayı istememişlerdir. Çünkü göçebelik için çok uygun bol otlaklı yerlere sahip olup, yağmacılık ve ücretli askerlik vasıtasıyla gelirlerini artırabilen göçebe kavimler, devlet kurma yoluna az meyillidirler. Bunun da iki sebebi olup; ya dıştan bir askeri tehdide karşı koymak mecburiyeti ya da çoğu zaman otlak darlığından çıkan iç kavgalardır. Kıpçakları, üyeleri birbirlerine aykırı olup, farklı amaçlar güden bir boy reisleri ittifakı olarak görenler de vardır.62 Her boy, kendi hükümdar ailesinin rehberliği altında bulunup, kendi çıkarına göre bir siyaset güderek, birkaç boyu içine alıp birleştiren çeşitli alt birlikler teşkil etmekteydiler.
3. Karadeniz'in Kuzeyinde ve Kafkaslar'da Kıpçaklar
Bu başlık altında Kıpçakların sırasıyla Hazarlar, Peçenekler, Ruslar, Gürcüler, Harezmşahlar, Selçuklular ve Moğollar ile münasebetleri üzerinde durulacaktır.
Kıpçaklar ve Hazarlar
Kıpçakların Hazarlar ile münasebetleri daha çok Hazarların çöküş dönemlerine rastlamaktadır. IX. yüzyılın bilhassa ekonomik faaliyetler bakımından en önemli devletlerinden biri sayılan Hazarlara karşı Bizans'ın politikasını değiştirerek cephe alması, Rusların ve komşu Türk boylarının saldırıları ile iç ayaklanmalar, X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu devletin iyice zayıflayıp çökmeye başlamasına neden olmuştur.

Önceleri Hazarların egemenliği altında bulunan Ruslar, Hazarların zayıflamasından faydalanarak onların bu bölgedeki geniş ticarî imkanlarını ele geçirmek ve ticaret yollarını kontrolleri altına almak istiyorlardı. Ruslar bu emellerine ulaşmak için bir yandan komşu Türk boylarını Hazarlara karşı kışkırtırken, öbür taraftan o dönemin bölgedeki en güçlü devletlerinden biri olan Bizans ile işbirliğine girmiş ve onlardan yardım almayı başarmıştır. Hazarların aleyhine olarak ortaya çıkan bu üçlü ittifakın sonunda Hazar Devleti ortadan kalkmış ise de Ruslar umduklarını elde edememişlerdir.63 Hazar Devleti yıkıldıktan sonra o bölgeye Oğuz ve Peçeneklerin yanı sıra büyük ölçüde Kıpçak Türkleri yerleşmiştir.64
Kıpçakların Yayık Nehri'nin batısında İdil istikametinde ilerleyişi en geç XI. yüzyıl başlarına rastlar. Bu hareket çok geniş bir cephe üzerinde yapılmıştır. Kıpçakların bir kısmı İrtiş boyundan Uralları aşarak Kama-İdil sahasına sokulmuşlar ve böylelikle İdil Bulgarları ile karışmağa başlamışlardı. Orta İdil boyunun Kıpçaklaşması bu şekilde olmuştur.65 Kıpçakların diğer zümreleri ise Aşağı İdil boyuna girmişler ve Hazarların ortadan kalkmasında başlıca amil olmuşlardır.66 Kıpçaklar bu bölgede yaklaşık iki asır hüküm sürmüşlerdir.67

Hazarların bağımsızlığını kaybetmesiyle, Hazar Devleti zamanında Aşağı Volga bölgesinde kurulan şehirler, şehirlerin etrafında bulunan tarlalar ve nihayet yerleşik hayat birdenbire kaybolmamıştı. İşte Güney Rusya'da yayılan Kıpçaklar böyle zengin bir miras üzerine konmuşlardı. Kazan şehrinden İran'a kadar olan ticareti ellerinde tutan Hazar tüccarlarından Kıpçaklar çok şey öğrenmişlerdir. Hazarlar sayesinde yavaş yavaş bu hayatı benimsemeye başlayan Kıpçaklar, dil ve kültür bakımından Hazarların Kıpçaklaşmasına neden olmuşlardır.68 Ancak Kıpçaklar bu bölgeye hakim olunca onların arasında Hazarların hemen erimedikleri bölgede belli bir süre ikinci derecede hakim unsur olarak varlıklarını sürdürdükleri görülmektedir. Hüsameddin Emir Çoban'ın Kırım'a yapmış olduğu sefer sırasında savaştan canı yanan Kıpçakların şu sözleri o tarihte hâlâ Hazarların varlığının hissedildiğini göstermektedir: "Esas suçlu olan Soğd ve Hazar halkı. Onların sebep olduğu bu karışıklığa bizim karşı gelmemiz gerekti. Fakat iş işten geçti. Şimdi bari aptallar ve budalalar gibi davranarak kellemizi kaybetmeyelim."69

Hazarların yıkılmasından sonra iki asır Kıpçakların elinde kalan Hazar ülkesi 1229 yılında Sübidey idaresindeki Moğol ordusu tarafından istila edilmiştir.70
Kıpçaklar ve Peçenekler
Kıpçak-Peçenek münasebetlerini IX. asırdan itibaren ele almanın isabetli olacağı kanaatindeyiz. Araplar ve Karlukların 751 yılında Talas Nehri boyunda Çinlileri yenmelerinden sonra, Karlukların Peçenekleri tazyik etmeye başladıkları kuvvetli rivayetler arasındadır. Bu arada Karlukların kuvvetlenmesi Orta Asya Türk toplulukları arasında mücadelelerin yeniden canlanmasına neden olmuştur. İli, Çu ve Talas boylarındaki meralar yüzünden vuku bulan mücadeleler sonunda Peçeneklerin yenildiği ve Sır-Derya ve Aral Gölü civarına çekilmek zorunda kaldıkları görülmektedir.71 Bu mücadelelerin yankısı X. asır İslâm kaynaklarında da göze çarpar. Arap müelliflerinden Mes'udi o dönemde Peçeneklerin düşmanları arasında Uz, Karluk ve Kimekleri (Kıpçakları) de zikretmektedir. Başta Gerdizî olmak üzere bazı kaynaklar da IX. asrın sonlarında ve X. asrın ilk dönemlerinde Kıpçaklar, Peçeneklerin doğu ve kuzey komşusu olarak gösterilmektedir.72 Bu dönemlerde Hazarlarla Kama Bulgarları arasında sıkışan Peçeneklerin doğuya kaymalarına Kıpçakların ve Uzların izin vermedikleri belirtilmektedir.73
1030 tarihlerinde Kıpçakların İdil boyuna geldikleri ve batıya doğru ilerleyerek Uzları Don boylarından çıkardıkları anlaşılıyor. Yerinden oynatılan Uzlar da Peçenekler üzerine atılarak Dnyeper Nehri'nin sol sahilini ele geçiriyorlar.74 Bu şekilde yerinden oynatılan Peçenekler X. asırda bölgede yaşarken sekiz boydan oluşan ve daha sonra 13 boyu bulan büyük nüfusa sahip kalabalık bir topluluk haline geliyor.75

Kıpçakların 1060'dan sonra Uzları takiben Tuna boyuna doğru süratle ilerledikleri 1064'de Uzları Tuna'nın güneyine attıkları ve aynı zamanda Kıpçak/Kumanların Transilvanya-Macaristan istikametinde ilerledikleri anlaşılıyor. Böylelikle XI. yüzyıl sonlarında Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlar tamamıyla Kıpçakların eline geçmiş ve bu bölge şark kaynaklarında "Deşt-i Kıpçak" adını almaya başlamıştır.76 Bu adın Moğol istilasından sonra umumileştiğini görüyoruz.

1087'de Bizanslılarla Peçenekler arasında Derster (Silistre) yakınlarında vuku bulan meydan muharebesi esnasında, Peçenek başbuğu Tatuş, Tuna'nın doğu istikametinde bulunan Kıpçaklardan yardım istemiş, Kıpçak/Kumanlar da bu davete icabet etmişler ve yardıma gelmişlerdir. Bu suretle Kıpçaklara Tuna kıyısındaki zengin otlakları ve Balkan yolunu gösteren Peçenekler olmuştur.77 Hatta bazı rivayetlere göre Kıpçakların aynı yıl Peçeneklerle beraber Bulgaristan, Makedonya, Yeni Pazar, Kosova, Bosna ve Arnavutluk'u zapt ettikleri ve başkenti Kumanova olan "Kuman-Peçenek Türk Federasyonu"nu kurmaya muvaffak oldukları bildirilmektedir. Böylece ilk defa Türk olmayan unsurlara karşı bölgede millî birliğin sağlanması yönünde bir adım atılmıştır.78

Silistre'de Peçeneklerin Bizanslıları bozguna uğratmaları neticesinde bu savaşta Peçeneklere önemli miktarda ganimet kaldığı anlaşılmaktadır. Peçenek başbuğu Tatuş'un isteği üzerine yardıma gelen Kıpçaklarla-Peçenekler arasında yukarıda zikredilen ganimetin paylaşımı problem olmuştur. Peçenekler, ganimeti Kıpçaklarla eşit şekilde paylaşmak istemeyince Kıpçak-Peçenek topluluklarının arası açılmış ve bu yüzden iki kardeş kavim birbiriyle çarpışmıştır. Kıpçakların galibiyeti ile neticelenen bu savaş Peçenekler ile Kıpçakların birbirlerine karşı yaptıkları ilk büyük mücadele mahiyetindedir.79

Çoğu tarihçiler Peçeneklerle Kıpçaklar arasında meydana gelen ve iki kavmin aralarının açılmasına neden olan sadece bir ganimet paylaşımı olmayıp Bizans siyaseti, yani Bizans'ın bir göçebe kavmi, öbürü üzerine düşürmekteki ustalığının bir neticesi olduğunda birleşmektedirler.

Bizanslılar, Silistre'de Peçenekler karşısında aldıkları mağlubiyetin hemen akabinde Peçeneklerle onların yardımına gelen Kıpçakların aralarını açmayı başarınca tekrar bir toparlanma imkanı bulmuştur.
1089 yıllarında Peçeneklerin Trakya'ya akınları söz konusudur. Yine bu sıralarda Bizans'ın hem İznik sultanı Kılıç Arslan, hem de İzmir beyi Çakan'ın hücumlarına uğradığı görülmektedir. Bu tehditler altında bunalan Bizans, Avrupa Hıristiyan devletlerinden yardım istemiş ve bu suretle I. Haçlı Seferi tertip edilmiştir.80

1090 sonlarında Bizans İmparatorluğu, tarihinin buhranlı anlarından birini daha yaşıyordu. Çünkü Peçenekler Anadolu'daki soydaşları ile işbirliği içine girmişlerdi. On yıla yakın bir zamandan beri kuvvetli donanması ile adalardan bazılarını fethederek Ege Denizi'ne hakim olan Oğuzların Çavuldur boyundan, İzmir beyi Çakan İstanbul'u fethetmek üzere Peçenek komutanlar ile temas kurmayı başarmıştı. Ege'de Çakan'ın donanması, Marmara sahillerinde Selçuklular, Edirne'de Peçenekler tarafından üç ağızlı Türk kıskacı arasına alınmış olan Bizans'ın 1091 ilkbaharındaki durumu, Fatih'in İstanbul'u fethinden hemen önceki günleri hatırlatıyordu.81

Bizans imparatoru Aleksios Batı Hıristiyan dünyasından zamanında yardım göremedi ise de imparatorluğunu bu tehlikeden yine Türklerin eliyle kurtarmayı başarmıştır. Kıpçak/Kumanların Tugorkan (veya Tugor Han) ve Bönek (Bonyak) adlı başbuğları ile anlaşarak onları, Çakan'ın sahillere yanaşmasını beklemek üzere Meriç Nehri kenarında Lebunium'da (Omurbey Mevkiinde) karargah kurmuş olan Peçenek kuvvetleri üzerine saldırttı. Kırk bin Kıpçak süvarisinin baskınına uğrayan Peçenekler tamamen ezildiler (29 Nisan 1091).82 Tarihi kaynaklar, bu iki akraba kavmin o dönemde birleşmeleri halinde Avrupa'nın çoğunu işgal edebileceklerini kaydetmektedirler.83

Siyasî tarihleri böylece sona eren Peçeneklerden arda kalanlar dağıldılar. Macaristan'a gidenler Peşte çevresinde ve Fertö vilayetinde yerleştirildiler. Bir kısmı da Uzlar ve Kıpçaklarla karıştı. Balkanlar'da kalanlar daha çok Vardar Nehri boyuna iskan edilmişlerdir.84
Kıpçaklar ve Ruslar
Kıpçakların Rus yurduna ilk gelişleri 1054 senesine rastlar. Pereyaslavl Knezliği steplere en yakın olması hasebiyle Kıpçaklar önce buralara gelmişlerdi. Başlarında Boluş adında bir komutan vardı. Preyeslavl knezi Vsevolod, Kıpçaklarla barış yapmış ve onları hediyelerle tatmin ederek düşmanca hareketlerini önlemişti.85 Bu kayıtlardan Ruslarla Kıpçaklar arasındaki ilk karşılaşmanın anlaşma ile sonuçlandığı anlaşılmaktadır.

Kıpçakların Ruslarla 1055 yılında yaptığı barış çok sürmedi. 1061 yılında bu defa Kıpçaklar savaşmak üzere, Pereyaslavl Knezliği'ne hücum edip onları mağlup ettiler.86 Bu münasebetle Rus vekayinamesinde konuyla ilgili şunlar yazmaktadır: "1061 yılı Polovetsler ilk defa savaşmak üzere Rus yurduna geldiler. Vsevolod onlara karşı 2 Şubat tarihinde şehirden çıktı ve savaş oldu. Vsevolod'u yendiler ve savaştıktan sonra geri gittiler. İşte bu murdar ve Allah'sız düşmanların Rus yurduna ilk kötülükleri idi. Onların Beyi de (İskal) idi."87 Kıpçakların Rus arazisine bu ilk saldırısı Pereyaslavl Prensliği'ne idi. Kıpçak başbuğu "İskal"in adını "Sakal" diye okuyanlar da vardır.
Bu arada Kıpçakların Peçenek ve Uzları takip ettikleri ve önlerinden kaçan bu Türk kavimlerinin önemli bir kısmının Rus sahasına iltica ederek Ruslar tarafından hizmete alındıkları anlaşılmaktadır. Bunun Kıpçaklar nazarında düşmanca bir hareket olarak görülmesi Kıpçakları 1068 yılında tekrar Rus Preyaslavl Knezliği'ne hücuma sevk etmiştir. Kiyev yakınlarında üç Rus prensinin birleşmiş kuvvetlerini ağır yenilgiye uğratarak Çernigov Prensliği'ne kadar ilerlemişlerdir.88

Kıpçakların bunu müteakip o yıllarda her yıl veya her iki-üç yılda bir Ruslar üzerine hücum ettiklerini görüyoruz. Ancak 1090 yılına kadar yaptıkları akınlar Rus topraklarında belirli bir sahayı geçmemiş, Preyaslavl, Çernigov ve Kiyev'in güney kısımları ile sınırlı kalmıştır.

Kıpçakların 1090'lardan itibaren Rus topraklarında daha geniş bir sahada akınlara başladıkları görülmektedir. 1090 ile 1110 yılları arası Kıpçakların en kudretli dönemlerini teşkil eder. Bu dönemde Kıpçakların başında Benek (Bonyak), Tugorhan, Sarıhan ve Altınoba gibi cesur ve kabiliyetli başbuğları bulunmuştur. Özellikle bu dönemde Kıpçakların Ruslara karşı hareketleri daha çok Rus knezlerinin kendi davetiyle olduğu gibi, Rus knezlerinden "tahta çıkışları" münasebetiyle bir nevi bahşiş kabilinden para, kıymetli kumaşlar veya davar istekleri şeklinde cereyan etmiştir. Örneğin Kiyef tahtına yeni bir Knez çıkar çıkmaz Kıpçaklar hemen bir takım hediye taleplerinde bulunmuşlar ve barışı koruma karşılığında altın, kumaş ve davar istemişlerdir. Knezler de bunu yerine getirmek mecburiyetinde kalmışlardır. XII. yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vuran ve o dönemin meşhur Rus knezi Vladimir Monomach, çocuklarına hitaben bıraktığı "Nasihatlerinde, "Kumanlarla on dokuz defa barış akt ederek, onlara çokça davar ve kıymetli kumaş verdiğini"89 kaydetmiştir. Demek ki bu konudaki talepleri yerine getirilmediği takdirde Kıpçakların hemen atlarına binerek Ruslar üzerine yöneldikleri anlaşılıyor. Netice itibariyle XI. yüzyılın sonlarından başlayarak XII. yüzyılın özellikle ilk çeyreğinde başta Preyaslavl ve Kiyef knezleri olmak üzere bazı diğer şehir knezleri menfaatleri icabı Kıpçaklarla iyi geçinmek zorunda kalmışlardır. Bu maksatla onlardan bazılarının Kıpçak Beyleri ile akrabalık kurmaya ve Kıpçak kızlarını almaya başladıkları belirtilmektedir. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, zaman zaman diğer grupların katkısı olsa da Ruslara karşı en çok harekette bulunan Kıpçakların Don-Dnyeper sahasında yaşayan Uruğlar olduğu anlaşılıyor.

Kıpçak-Rus münasebetlerinde zaman zaman Rus knezlerinin birbirleri arasında ihtilafa düştüklerinde biri diğerine karşı Kıpçaklardan yardım istediği gibi, Rusların başka milletlerle savaştıklarında da, Kıpçaklardan yardım istedikleri olmuştur. Bunun bir örneği 1099 yılında yaşanmış ve Kıpçaklar Rus prenslerinin Macarlara karşı yaptıkları bir sefere onların yardımcısı olarak katılmışlardır. Macarlara karşı zaferin kazanılması da Kıpçak başbuğu Bonyak'ın sayesinde mümkün olabilmiştir. Bu zaferden iki yıl sonra 1101'de Rus prensleri ile Kıpçaklar arasında yeniden barış yapıldığı görülmektedir.90

Kıpçak akınları karşısında devamlı sıkıntıya düşen Rus knezleri -vaktiyle Peçeneklere yaptıkları gibi- Kıpçakları durdurmak amacıyla sağlam şehirler yapıyorlar veya kilometrelerce uzanan hendekler, toprak tabyalar inşa ediyorlardı. Fakat bu müdafaa tertibatının Kıpçak hücumlarını durduramadığı zikrediliyor. Rus knezleri bazen karşı hücumlarla Kıpçakları zaafa düşürme ve Rus topraklarına akınlarını önlemeye çalışıyorlardı. Vladimir Monomach'ın bu husustaki gayretleri vekayinamede özellikle belirtilmiştir. Bu knezin özelliği, diğer knezleri de Kıpçaklara karşı savaşa katılmak için toplantılar tertip etmesiydi. Bu amaçla yapılan toplantılardan biri olan Dolob Gölü yanındaki toplantıda, Kiyef knezi Svyatopolk ile Kıpçaklara karşı bir sefer düzenlenmesi kararlaştırıldı. 1103 yılında yapılan bu seferde Kıpçakları ağır yenilgiye uğrattılar. Ruslar yirmi Kıpçak büyüğünü öldürdü ve birçok davar aldılar.91
Kıpçaklar buna karşı fasılalarla şiddetli akınlar halinde cevap verdiler. 1105 ve 1106 yıllarında Kıpçak başbuğu Bonyak, Kiyef ve Preyaslavl çevrelerini tahrip etti. Zaman zaman Rus knezleri Kıpçaklara karşı üstün gelseler de Kıpçak akınlarından oldukça rahatsız olan Rusların durumu, Knez Vladimir Monomach tarafından şu sözlerle ifade edilmişti: "Köylü tarlasına çıkıp tam sürmeğe başlarken bir Kumanlı gelerek onu okla vurur, atını alır, sonra köyüne giderek karısını, çocuklarını, varını yoğunu alır götürür"92 yani bununla göçebe Kıpçakların Rus köylüsüne nasıl eziyet ettikleri anlatılmak istenmektedir.

1109 yıllarında Kıpçak başbuğlarının en kuvvetlisi olan Bonyak'ın Kiyef arazisindeki bir çarpışmada ölmesi, Şaruhan ile Tugor Han'ın sahneden çekilmeleri ve 1109, 1111 ve 1116 yıllarında Ruslar karşısında alınan mağlubiyetler, Kıpçak camiasının zayıflamasında önemli rolleri olan olaylardır.

Rusların artan baskısı karşısında, Kıpçak başbuğlarından Atrak, 1118 yılında damadı Gürcü kralı David II'nin daveti üzerine büyük bir Kıpçak grubu ile Gürcistan'a gitti.

Kıpçakların Doneç boyundan Gürcistan'a gitmeleri ile, Rus topraklarında Kıpçak akınları bir müddet için duraklamıştır. 1120 yılında Preyaslavl knezi Aşağı Don boyuna bir sefer açtığı zaman orada Kıpçakları bulamamış ve eli boş geri dönmüştür.

Vladimir Monomach'ın ölümünden sonra Rus knezlerinin aralarında başlayan iç mücadeleye, Kıpçak başbuğları da karıştırılmıştır. Daha önce belirtildiği üzere Çernigov ve Kiyef knezlerinin hanımları Kuman kızları idi. İç çekişmeler sırasında knezlerden bazıları, akraba oldukları Kıpçak başbuğlarını çağırarak, kendi pozisyonlarını sağlamlaştırıp rakiplerini ezmek istedikleri görülüyor.

Rus knezlerinin birbirleriyle mücadeleleri ve bu münasebetle Kıpçakları davet etmeleri neticesinde, güneydeki Rus knezlikleri mütemadiyen tahribata uğramıştı. Bundan en çok Pereyaslavl, Çernigov ve Novgorod-Seversk knezlikleri zarar gördükleri gibi, daha kuzeydeki bazı bölgeler de harabe haline getirilmişti. Aynı şekilde Kiyef Knezliği de devamlı Kıpçak akınlarına sahne olmuştur. Öyle ki bu Kıpçak akınları yüzünden adı geçen bu yerlerde insan kalmamış, köyler ve şehirler tamamen boşalmış, halkın büyük bir çoğunluğu Kıpçaklar tarafından esir edilmiş, öldürülmüş, geriye kalan kısmı da hayatını sürdürmek için daha emin olan Kuzey Rusya'ya, Suzdal bölgesine göç etmişti.
1170 yıllarına doğru Kıpçaklar ile Ruslar arasındaki karşılıklı akınlar ve çarpışmaların tekrar canlandığı göze çarpmaktadır. 1170'de Kıpçakların başında Konçak ve Kobyak (Köpek-Kebek) adlı başbuğlar bulunuyordu. Bu iki başbuğun 1174 yılında Pereyaslavl Knezliği'ne yaptıkları akınlar geri püskürtüldüyse de, 1177'de Ruslar tam bir yenilgiye uğratıldı. 1179 yılında Konçak yeniden Pereyaslavl Knezliği'ne girerek büyük tahribat yaptı. Seneler bu şekilde karşılıklı seferlerle geçerken 1184 yılında Rus knezleri birleşerek Kıpçaklar üzerine hücum edip yendiler.93 Bundan cesaret alan Rus knezleri, 1185 yılında, Novgorod knezi İgor'un ön ayak olmasıyla yeni bir sefer hazırladılar. Ruslar ilk çatışmada üstün geldiler, Kıpçaklar çekildi. Cesareti daha da artan Ruslar takibe başladılar. Ancak bu zaman zarfında Rus hareketi duyulmuş ve diğer Kıpçak kabilelerine mensup insanlar savaş bölgesine gelmeye başlamışlardı. Rus knezi İgor kuvvetleri Aşağı Don sahasındaki Kagalnik ırmağına geldiklerinde Kıpçaklar tarafından sarıldı. Pek çok Rus askeri öldürüldü. Sefere katılan Rus knezlerinin hepsi esir alındı. Bu suretle Konçak bir önceki yılki mağlubiyetinin intikamını almış oldu. Başta İgor almak üzere bütün Rus knezlerine iyi muamele edildiğinden bahsedilmektedir. Bu savaş Rusların meşhur milli destanı olan İgor Destanı'nın yazılmasına sebep olmuştur. Bu destan Rus edebiyatının en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilir.94 İgor destanında seferin ayrıntıları, tabiat, üzüntü, İgor'un hanımının feryatları ustalıkla anlatılmıştır.95

Bu tarihten itibaren Kıpçak-Rus savaşları eski hızını kaybetmiştir. Hatta 1221 yılında Selçuklulara karşı Suğdak'ta yapılan savaşta Kıpçaklarla-Ruslar ittifak yapmışlardır.96 Ayrıca 1223'de de Moğolların (Subutay-Batur ve Cebe Noyon kuvvetleri) Ruslar üzerine hücumunda Kıpçaklar Rusların yanında yer almışlar, ancak Moğollara karşı mağlup olmuşladır.97 Görülüyor ki 1185 Kıpçak-Rus Savaşı'ndan sonra Kıpçaklarla Rusların arasında ciddi bir sefer ve savaş meydana gelmemiş aksine üçüncü bir devlete karşı birbirlerini desteklemişlerdir.
Kıpçaklar ve Gürcüler
Brosset, Gürcü kroniklerine dayanarak M.Ö. IV. yüzyılda Kur Nehri boyuna Bun-Turkî ve Kıpçak isminde iki kavmin gelip yerleştiğinden98 bahsetse de M.S. XI. asrın son yıllarına kadar Kıpçak-Gürcü münasebetlerini ortaya koyacak herhangi bir bilgiye sahip değiliz.

Gürcülerle irtibat kuran Kıpçaklar daha çok Don ve Kuban bölgelerinde bulunan kabilelerdir.99 Gürcü kralı Bağratlı David II (1088-1125), Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun en kudretli çağına tesadüf eden hükümdarlığının başlarında, Selçuklu baskısına karşı durabilmek ve mümkün olduğu takdirde Abhaza ülkesini ve diğer Gürcü bölgelerini Selçuklulardan geri alabilmek için, Kıpçaklarla irtibata geçerek askeri destek arama yollarına başvurmuştur. 1109/1110'da Gürcü kralının ünlü Kıpçak komutanı Atrak'ın kızı ile evlendiği100 ve ilişki kurmak istediği Kıpçaklarla Gürcüleri bu yolla yakınlaştırdığı anlaşılıyor. Don-Kuban boyundaki Kıpçaklarla Gürcüler arasında oluşan bu yakınlığın 1118'de meyvesini vermeye başladığı görülmektedir. 1090 ile 1110 yılları arasında en kudretli dönemlerini yaşayan Kıpçaklar, 1110 yıllarından itibaren özellikle Rus knezleri karşısında birtakım yenilgiler almaya başladıkları görülüyor. 1111, 1113 ve 1116'da Rus knezlerinin Kıpçak ordularına üstünlük sağlaması, Kıpçak başbuğu Atrak'ın 1118 yılında damadı Gürcü Kralı David II'nin,101 davetini kabul etmesinde önemli etken olmuştur kanaatindeyiz.
Gürcistan'a giden Atrak'ın etrafında aileleri ile birlikte üç yüz bini aşan kalabalık bir Kıpçak kitlesinin bulunduğu zikrediliyor.102 Kral, kayın pederi ve biraderlerini memleketinin güzel bölgelerine yerleştirip onlardan kırk bin kişilik bir ordu kurarak askerlerini at, silah ve diğer malzemeler ile donatmıştı. Hatta beş bin Kıpçak çocuğunu da -Selçuklularda olduğu gibi- saraya alarak Hıristiyan terbiyesi ile kendi muhafız kıtasını oluşturdu. Kral David II, böylece Kıpçak-Gürcü ordusunun başında Azerbaycan'a, Karabağ'a (Erran), Şirvan'a ve Doğu Anadolu'ya akınlar yaparak Selçuklulara karşı önemli başarılar sağlamıştır.103 1120 yılında Kral David II'nin oluşturduğu Kıpçak-Gürcü ordusu ile Gürcistan'da kışlayan Türkmenlere saldırdığı ve bu kalabalık göçebeleri imha, esir ve kaçmaya mecbur ettiği anlaşılıyor. Böylece yaklaşık dört yüzyıl Müslüman Arap ve Türk fatihlerinin elinde kalan, ilmî, dinî ve hayır müesseseleri ile Türk-İslâm medeniyet merkezlerinden birisi haline gelmiş olan Tiflis'i 1121 veya 1122'de zapt ederek, burasını Gürcü Krallığı'nın başşehri yapmıştır.104

Yukarıda değindiğimiz üzere, Kral David II, Türklere karşı kazandığı zaferler ve başardığı önemli işlerden sonra, Karabağ ve Azerbaycan'a yönelmiş ve başında bulunduğu Kıpçak ordusu ile birlikte 1124 yılında İspir ve Oltu'ya kadar ilerleyerek Şirvan-şahları vergiye bağladığı gibi Saltuklu, Sökmenli, Mengücekli, Artuklu beyleri ve daha sonra da Azerbaycan Atabeyliği ile devamlı bir mücadelenin temellerini atmıştır.105 Bu arada Haçlılara karşı önemli başarılar elde eden Mardin Artuklu hükümdarı İl-Gâzi'yi de Tiflis yakınlarında büyük bir bozguna uğratmayı başaran (Ağustos 1122) David II, Kafkas geçitlerini de ele geçirmek üzere harekete geçmiş bulunuyordu. Ancak 1124 Temürkapı (Derbent) kumandanı kendisine bağlı Kıpçaklar ile Kral David II'nin karşısına çıkmıştır. Böylelikle karşı karşıya gelen iki Kıpçak ordusundan David II'nin emrinde bulunan Kıpçaklar, karşı cephede bulunan soydaşları ile savaşmak istemeyip isyan etmesi üzerine Kral David II, bozguna uğrayarak geri çekilmek zorunda kalmıştır.106 Kıpçaklarla Gürcüler arasındaki bu ihtilaf; İbn'ül-Esir'de de geçmektedir. Ancak İbnü'l-Esir karşıdakilerin de Kıpçak askerleri olduğundan bahsetmez.107

Bu arada Hartli'de kışlık mahaller inşa eden Kıpçakların Kur ve Çoruh havzasında kışlayan Türkmenlere saldırdıklarını ve Ahılkelek'i (Akşehir) işgal ederek Oltu'yu yaktıklarını ve Kral David'in 1125 yılında öldüğünü görmekteyiz.108 Öte yandan Rus knezi Vladimir Monomach'ın aynı yılda (125) ölümünden sonra Kıpçak başbuğu Atrak'ın damadının daveti üzerine geldiği Gürcistan'dan tekrar kendi yurduna döndüğü anlaşılmaktadır. Ancak onunla birlikte gelen Kıpçaklardan büyük bir kısmının geri dönmeyerek orada kaldığı ve bugünkü Kür, Çoruk ve Çıldır gölü havalisinde yaşayan Türklerin atalarını teşkil ettiği anlaşılmaktadır.109

Kral Giorgi III (1156-1184) zamanında Gürcü askeri gücünü meydana getiren Kıpçaklar, 1177'de âsi ordu komutanı İvane Orbelian'dan kralı himaye etmek suretiyle başkomutanlığı devralan ünlü Kıpçak başbuğu Kubasar ile hakimiyeti tamamen ele geçirdiler. Anası tarafından Kıpçak olan güzel Kraliçe Thamora (1184-1213) döneminde Gürcü Devleti, kuzeyden Kıpçaklar başbuğunun kardeşi Sevinç idaresinde yeni Kıpçak kütlelerinin ülkeye gelmesi ile de (ikinci büyük göç: "Yeni Kıpçaklar") askeri ve siyasî alanda tarihinin en parlak çağını yaşamıştır.110 Ancak bu sırada Karahıtay baskısıyla Türkistan'dan göçederek denizdeki kumlar misali Azerbaycan ve Karadağ'ı dolduran Türkmenler, Kıpçaklar eliyle gerçekleştirilen Gürcü yayılmasını önemli ölçüde durdurdukları gibi, bizzat bu krallığın topraklarına karşı da yeniden akınlar yapmaya başlamışlardı.111 Buna rağmen Gürcülerin Kıpçaklara dayanarak faaliyetlerini devam ettirip 1207 yılında Erzurum'a girdikleri gibi, 1210'da da dönemin önemli Türk-İslâm merkezlerinden birisi olan Ahlat önlerine kadar ilerledikleri anlaşılmaktadır.112 Bu arada Selçuklu döneminin tanınmış şahsiyetlerinden Azerbaycan Atabeyliği'nin (1146-1225) kurucusu, İl Deniz'in113 Kafkaslar'dan gelmiş bir Kıpçak Türkü olduğunu belirtmekte fayda vardır. Bu faaliyetlerde gösterilen başarının temelinde yatan Kıpçak unsurunu görmek istemeyen Avrupalı tarihçiler, Türk-İslâm dünyasını arkadan vuran söz konusu Gürcü taarruzlarını "Gürcülerin Haçlı Seferleri/La Croisade Georgiens" olarak nitelendirmektedirler.114 Ancak 1225'de ölen Atabey Özbeg'in ülkesini ele geçirerek yeni bir devlet teşkil etmek için harekete geçen ve ilk iş olarak Gürcistan üzerine yürüyen Celaleddin Harezmşah karşısında, daha önce yakın ilişkilerin etkisiyle Gürcü ordusunda yer alan yirmi bin civarında seçme Kıpçak askerinin cepheden çekilmesi nedeniyle yaklaşık bir asır başşehirlik yapmış Tiflis'i dahi kaybederek (1226) Doğu Anadolu ve Azerbaycan'daki Türk varlığı için artık bir tehlike olmaktan çıkan,115 Gürcülerin yükselişinde Kıpçakların oynadıkları rolün önemini inkar etmek mümkün değildir.
Tiflis'in Celaleddin Harezmşah tarafından zapt edilmesiyle, Gürcistan Harezmşahların idaresine geçince, haliyle Kıpçak-Gürcü münasebetleri de siyasî olarak sona ermiştir.
Kıpçaklar ve Harezmşahlar
Harezm'de hüküm süren hanedanların İslâm öncesi çağlardan beri taşıdıkları unvana Harezmşahlar denmektedir. Fakat Harezm'in büyük bir imparatorluk merkezi olması, tarihte ilk ve son olarak Anuş Tigin'in (Tegin) çocukları zamanına rastlar. Bu sebeple "Harezmşahlar" adı bu Türk hanedanının kurduğu devlete ad olmuş116 ve 1097 tarihinden itibaren Harezmşahlar devri başlamıştır.

Kıpçaklar ile Harezmşahlar arasındaki ilişkilerin aktif olarak XII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başladığı görülse de Harezm bölgesine bir kısım Kıpçak kabilelerinin daha önceden gelip yerleştiği anlaşılmaktadır.

Harezmşahların seçkin devlet adamlarından biri olarak kabul edilen İl-Arslan'ın oğlu Alauddin Tekiş (1172-1200) döneminde Sir-Derya'nın kuzeydoğu bölgesindeki geniş bir sahada Kıpçak, Kanglı, Yimek ve Uran vb. kabileleri adı altında Kıpçak topluluklarını görüyoruz. Bu Kıpçaklar, artık XII. asrın sonlarına doğru "Deşt-i Kıpçak" bütünlüğü içerisinde siyasî kudrete sahip Kuman (Kıpçak) topluluğu kalmayınca doğu tarafa kayan gayri müslim kabilelerdir. İşte bu Kıpçak bölgesinin Tekiş döneminde Harezmşahların emri altına alındığı ve Harezmşahların bu kalabalık Kıpçak topluluğundan hem iktisaden hem de insan gücü bakımından büyük faydalar sağladığı zikredilmektedir.117 Harezmşahlar arasında bu noktayı en iyi kavrayan sultan, Tekiş olarak bilinir.
Selçukluların başlangıcından beri önemi bilinen, daha sonra da Tekiş'in oğlu Nâsiruddin Melikşah'ın vali olarak bulunduğu Harezmşahlar zamanında önemli bir sınır şehri olan Cend şehri, artık Müslüman-Türk devletlerini gayrı müslim Türklerden ayıran müstahkem mevkii olmaktan çıkarak iki Türk alemini birleştiren bir merkez haline gelmişti. Bu arada Tekiş tarafından Gur hükümdarı Gıyasüddin'e yazılan "Ocak 1181" tarihli mektupta Kıpçak ülkesine gidileceği ve o tarafın işinin halledileceği bildirilmişti. Ancak "Mayıs 1181" tarihli ikinci bir mektup öncekinin aksine Karahıtaylara karşı olmak üzere, Kıpçaklardan Uran kabilesi reisi Alp-Kara'nın kalabalık miktarda bir Kıpçak kuvveti ile Cend sınırlarına gelerek Harezmşah'a hizmet arz ettiği ve kendisinin en büyük yardımcısı oğlu Kıran'ı Yuğuroğullarından bir grupla birlikte Gürgenç'e yollayıp bütün kavmiyle hizmete hazır olduğunu bildirdiği, ayrıca Harezmşah'dan bu kış ne yapması lazım geldiğini, bir tarafa hareketi icap edip etmeyeceğini sorduğunu belirtmektedir.118

1182 Kasımı'nda Irak'a gönderilen bir mektupta da Kıpçaklardan yeni birliklerin devamlı olarak Türkistan'dan gelerek Harezmşah'ın hizmetine girdikleri119 ifade edilmektedir. Bu mektupta Alp Kara için (Razzakahu Allah izze'l-İslâm) denmesinden onun Müslüman olmadığı anlaşılmasına rağmen Harezmşah Devleti'ne, Müslüman olmayan Karahıtaylara karşı bu derecede yardımda bulunması dikkat çekicidir.120

Öte yandan Harezmşahlar Devleti'nin doğu taraflarındaki Kıpçak komutanlarından Katır Bugu ile Tekiş'in 18 Mayıs 1195'te karşı karşıya geldikleri, Ancak Harezm ordusundaki Uran Kıpçaklarının karşı tarafta yer alan akrabaları ile savaşmak istemeyerek Katır Bugu ile anlaştıkları, savaş esnasında da Uranların mevzilerini terkedip ordunun ağırlık ve levazımatını yağmalayarak Müslümanların (Harezmşah ordusu) hezimete uğradığı nakledilmektedir.

Aradan kısa bir müddet geçtikten sonra Şubat 1198 yılında Harezmşah Tekiş, tekrar toparlanarak Nisâbur valiliği ile bütün Horasan işlerinin başına getirmiş olduğu oğlu Kutbüddin Muhammed'i derhal merkeze çağırıp onu da yanına alarak Sirderya'ya doğru ilerledi. Cend civarında Alp Direk'in arkasından gelmekte olan Katır Bugu ile karşılaştılar. Bu çatışmada Kıpçaklar ağır bir hezimete uğradı. Katır Bugu Kutbüddin tarafından esir edilerek sultanın huzuruna çıkarıldı ve hepsi Harezm'e sevk edildi.121

Netice itibariyle, Harezmşahlarla beraber temasa geçen Kıpçakların yukarıda belirtilen iki çatışma istisna edilirse, Harezm ülkesinde kendileri için çok müsait şartlar bulduklarında şüphe yoktur. Yine bu iki anlaşmazlık bir kenara bırakılırsa, bozkır sahası ile derinleşen iyi münasebet, bilhassa Tekiş'in bir Kıpçak prensesi olan Terken Hatun ile evlenmesi üzerine büsbütün artarak, kalabalık, Kanglı-Kıpçak kütlelerinin Harezmşahlar ülkesine akın etmesini sağlamıştır.122 Kıpçaklar bu dönemde Harezmşahlar Devleti'nin yüksek askeri mevkilerini işgal ve ordunun çekirdeğini oluşturan bir unsur haline gelerek bu devletin en belirli damgalarından biri olmuşlardır.123

Tekiş'in, çoğunluğunu Kıpçaklardan oluşturduğu yüz yetmiş bin civarındaki ordusu kendisinden sonra uzun bir süre savaş kudretini kaybetmemiştir. Bu gücün belli bir süre korunup devam ettirilmesi Terken Hatun'un ihtimamı neticesinde olmuştur. Kumanda heyetinin çoğunluğunu kendi akrabalarından (Kıpçaklardan) seçen ve onları himaye eden Terken Hatun'un böylece devlette sultan kadar nüfuzlu bir sima oluşuna hayret edilmemelidir.124 Bu şartlar altında Tekiş'in oğlu Harezmşah Muhammed önemli başarılar elde etmiştir.
1215 yılından itibaren Harezmşahların başında bu devletin son hükümdarı olan Celaleddin Harezmşah'ı görmekteyiz. Bundan önce olduğu gibi bunun döneminde de Kıpçakların Harezmşahlara önemli katkıları olmuştur. Kısaca belirtmek gerekirse, Moğolların hâlâ doğuda uğraştıkları bir sırada Gürcüleri etkisiz hale getirerek, Moğol tahribatı karşısında Türkistan'dan kopan sel misali Azerbaycan ve Doğu Anadolu'ya akan Türk dalgalarının göç yollarını emniyete alan Celaleddin Harezmşah'ın önce Hindistan'a sonra da Doğu Anadolu'ya sığınması sebepsiz olmayıp büyük ölçüde bu bölgelerde yaşayan Kıpçaklar ile alakalıdır. Nitekim onun Hindistan'da olduğu gibi, Doğu Anadolu'da Kıpçaklara dayanmaya çalıştığı gözden kaçırılmamalıdır.125
Kıpçaklar ve Selçuklular
XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren direkt olmasa da dolaylı olarak Kıpçaklarla Selçukluların karşı karşıya geldikleri görülmektedir.

1065 yılında, Alp Arslan'ın hanedana ve devlete ait işleri düzene koyduktan sonra büyük bir ordu Aral gölü bölgesi ve Hazar denizinin doğu kıyılarını dolaşarak Oğuzlar ve Türklerin bir yurdu olan "Mankışlağ" yarım adasına varıp "gayri müslim Türkler ile birleşerek çevre bölgeleri ve tüccarları yağma eden" Türkmenlerin, Kıpçaklara karşı seferler düzenlediği bildirilmektedir. Bu seferler esnasında karşı tarafın otuz bin kişilik ordusunu bozguna uğratmış ve Kıpçaklardan pek çok kişi ailelerini bırakarak Hazar denizinde bir adaya sığınmıştır. Kışı da orada geçiren Alp Arslan, "Cazıg" adlı Kıpçak boyu komutanı Kafşıt/Kafşut'u itaat altına almıştır. bu arada büyük dedesi Selçuk'un mezarını ziyaret amacıyla Cend, Sabran (Savran) şehirlerine ve Sırderya boylarına varan Alp Arslan'ı, Selçuklulardan ve Yabgu-Oğuzlarından sonra burada hüküm süren Cend Hanı (Kıpçaktır) uzak mesafeden değerli hediyelerle karşılamıştır. Alp Arslan'ın bu Kıpçak hanına dokunmadığı ve iyi muamelede bulunduğu zikredilmektedir.126

1071 Malazgirt Muharebesi'nde ise, bazı Kıpçak boylarının paralı asker olarak yine Alp Arslan karşısında, Bizans imparatoru Romen Diyojen'in yanında yer aldıklarını görüyoruz. Selçuklular ile Bizanslılar arasında geçen bu savaşta Bizans ordusunu kendi askerinden başka Bulgar, Alman, Frank, Gürcü ve Hazarların yanı sıra, Peçenek, Uz, Kıpçak (Kuman) gibi şamanî Türk ücretli askerleri oluşturuyordu.127

Diğer taraftan Gürcülerin XII. yüzyılın ilk çeyreğinde kendilerine büyük destek veren Kıpçaklar sayesinde Selçuklulara karşı önemli başalarılar elde ettiklerinden daha önce bahsettik128

O dönemlerde bazı Kıpçak grupları Gürcülerle beraber olarak Selçuklulara karşı koyarken, bir takım Kıpçak kabilelerinin de Selçuklular ve diğer Türk devletlerine yardımlarının dokunduğu anlaşılmaktadır. Örneğin XI. asrın sonlarında Kirman Selçuklularında bir Kıpçak kumandanı rol oynuyor; Artuklu Devleti 1120 yılında Meyyâfârıkın'da bir Kanglı emirini vali bulunduruyordu. Musul havalisinde Şehrizur kalesini merkez yapan Arslantaş oğlu Kıpçak emiri de bu dağlık bölgede müstakil bir beylik kurmuş ve Türkmenler arasında önemli bir nüfuza sahip olmuştu. Musul atabeği "İmadeddin Zengi" (1127-1146), onun hakimiyetine son vermek isteyince yakınları kendisine Kıpçak emirinin kuvveti ve sıkışınca memleketini Selçuklu Sultanı Mesud'a teslim edebileceği fikrini ileri sürmüşler. Bununla beraber Atabeg kararından dönmemiş; birkaç çarpışma sonunda 1140 yılında teslim olmuş ve emir Kıpçak ile evlatları, XIII. asrın başlarına kadar Atabegler hanedanına hizmet etmişlerdir.129 Ayrıca son Selçuklu hükümdarı Sultan Tuğrul'un (1177-1194) ordusunda on bin civarında Kıpçak süvarisinin bulunduğu zikredilmektedir. Türkiye Selçuklularında, ordunun esasını toprağa bağlı sipahiler oluşturmakla beraber, ücretli Müslüman ve Hıristiyan askerlerin yanında Kıpçak kıtalarının da varlığından bahsedilmektedir.130 Yine Selçuklular döneminde özellikle XII. asrın ikinci yarısında Kıpçak köle ve cariyeleri kuzeyden İslâm ülkelerine sevk edilmiş ve bu büyük yolun en önemli kavşağını da Sivas oluşturmuştur.131 Ayrıca Anadolu'nun bazı şehirlerindeki "Gulam-hâne"lerde (köle mektep) Selçuklu sarayı, ordusu, devlet büyükleri ve zenginlerin konakları için sarışın Kıpçak çocukları tahsil ve terbiye görerek seçkin köle ve cariyeler yetiştiriliyordu.132
Alaaddin Keykubat I zamanında Kıpçakları bir kez daha Selçukluların karşısında görmekteyiz. Bu dönemde Selçuklu-Kıpçak karşılaşması Kastamonu uç beyi Hüsameddin Çoban kumandasındaki Selçuklu ordusunun Suğdak'ı istilası sırasında yaşanmıştır.133

Daha önceleri olduğu gibi bu tarihten sonra da Selçuklular yıkılıncaya kadar, Selçuklu ordusunda Kıpçakların küçümsenemeyecek derecede önemli bir yere sahip oldukları anlaşılıyor.134
Kıpçaklar ve Moğollar
Cengiz orduları daha Türkistan seferine başlamadan önce, İrtiş boyunda Kıpçaklarla karşı karşıya gelmişlerdi. Askeri gücünün büyük bir bölümünü Kıpçakların meydana getirdiği Harezmşah kuvvetleri ile Cengiz arasında şiddetli çarpışmalar olmuştu. İdil nehri, hatta daha da batıya uzanan bütün bozkırların kendi kontrolünde olmasını isteyen Cengiz, 1220-1221 yıllarında Türkistan'ın zaptını tamamladıktan sonra 1222 yılının ilk baharında Harezmşah Muhammed'i takip maksadıyla Subutay ve Cebe Noyan idaresindeki iki tümeni, Gürcistan üzerinden Kıpçaklara göndermişti.135

Moğol önlerinden kaçıp Ruslara sığınan Kıpçak başbuğları ve bilhassa bunlar arasında bulunan Kotyan ve Bastı Han, Moğol tehlikesinin büyüklüğünü Rus prenslerine anlatarak Moğolların kısa bir süre içinde Rus topraklarını da işgal edebileceklerini belirtmek suretiyle onları Moğollara karşı birlikte harekete teşvik ettiler. Durumdan ciddi şekilde endişe duyan Rus prensleri Kiyet'de bir toplantı yaparak durumu aralarında tartıştılar. Kıpçakların tek başlarına bırakıldıkları takdirde Moğollara yenilecekleri veya onlarla birleşerek Rus yurdunu eskisinden daha kötü bir şekilde tahrip edecekleri konusunda görüş birliğine vardıktan sonra, hep birlikte hareket etmeye karar verdiler.136 Rusların bu kararı Kıpçaklar üzerinde büyük etki yapıp Kıpçak başbuğlarını oldukça sevindirmiştir. Bunun üzerine Kıpçak başbuğu Bastı Han'ın hemen Hıristiyan olduğu da rivayet edilmektedir.137
Alınan bu karardan sonra Rus prenslerinin bir çoğunun kıtaları ile katılarak oluşan Rus-Kıpçak ordusu Moğolların üzerine yürüdü. İki taraf karşı karşıya gelince Rus prensleri hemen saldırıya geçerek Moğolları geri sürdüler. Sabutay-Batur ve Cebe-Noyan karşılarında bu kadar büyük bir kuvvet bulunca ciddi bir varlık gösteremeden Don istikametine doğru geri çekildiler. Ruslar ile Kıpçaklar Moğolların korktuğunu düşünerek onları takibe koyuldular. Halbuki Moğol komutanının planı düşmanı imha edebilecekleri elverişli bir yere çekmekti. Beş günlük çekiliş ve takipten sonra Kalka nehri boyuna gelinince Moğollar oldukça yorgun düşen Rus-Kıpçak ordusunun üzerine saldırdı. 31 Mayıs 1223 günü cereyan eden savaşta yirmi bin kişilik Moğol kuvveti kendisinden kat kat üstün olan Rus-Kıpçak ordusunu büyük bir yenilgiye uğrattı.138 Kaynaklar bu savaşta Rus ordusunun sadece onda birinin geri dönebildiğini Kıpçakların kaybının Ruslar kadar olmadığını, çünkü Kıpçakların Moğollar karşısında mağlubiyetin kaçınılmaz olduğunu anlamalarından sonra Ruslardan ayrılarak hızla Kiyef prensi arazisine ve Balkanlar'a yöneldiklerini kaydederler. Bu arada Kırım'a sığınan Kıpçaklar takip edildiklerini anlayınca meşhur ticaret şehri Suğdak üzerinden deniz yoluyla Sinop limanına çıkarak Karadeniz'in güney kıyılarına yayılmaya başlamışlardır.139 Bu tarihten itibaren Moğolların geri döndüğü anlaşılmaktadır.

1223 yılında ülkelerine geri dönmüş olan Moğolların 1237 yılında tekrar sahneye çıktıkları görülmektedir. Bu kez kumanda Cengiz'in torunu Batu Han'dadır. 1238'de Rusya'nın kuzey kısmı tamamıyla Batu Han'ın eline geçti. Moğolların hedefi yalnız Rus sahasını değil aynı zamanda Kuman-Kıpçak illerini de itaat altına almaktı.140

Batu Han'ın 1239 yılında Kıpçaklarla meşgul olduğu anlaşılıyor. Bu defa Moğol orduları Kıpçak (Kuman) ların başlıca yığınak sahası olan Don-Doneç sahasına doğru yürüdüler. Kalka muharebesinde adı geçen Kıpçak başbuğu Köten (Rus yıllıklarında Kotyan) hâlâ hayatta ve Kıpçakların en önde gelenlerinden idi. Özellikle Köten komutasındaki Kıpçakların Moğollara karşı şiddetle karşı koyduğu ve bir müddet dayandığı belirtiliyor. Ancak Moğolların hem çokluğu hem de savaştaki maharetleri karşısında fazla dayanamayarak başta Köten olmak üzere kırk binden fazla Kıpçak Macaristan'a kaçtı.141 Macar kralı Bela'nın Kıpçakları iyi bir şekilde karşıladığı zikrediliyor.

Moğolların Doneç havzasında Köten kuvvetleriyle savaştıkları sırada bazı Moğol birliklerinin de İdil boyunda hareket halinde bulundukları ve bunun neticesinde Aşağı İdil ve Don boyundan birçok Kıpçak unsurunun, Orta İdil boyuna, yani Bulgar yurdundaki ormanlık sahaya sığındıkları biliniyor. Bu suretle Moğol istilası, eski İdil-Bulgar ülkesinin tamamen Kıpçaklaşması sonucunu vermiş ve eski Bulgar dili yavaş yavaş ortadan kalkarak, yerini Kıpçak Türkçesine bırakmıştır.142

1240 yılında Karadeniz'in kuzey bozkırları, Kırım yarımadası ve güney bozkırları tamamen Batu Han'ın eline geçmişti. Buralarda yaşayan Kıpçakların bir çoğu savaşlar esnasında ya öldürülmüş ya da kaçmıştı. Geride kalan ve Moğol hakimiyetine giren kısım ise, yeni başbuğlar eline verilerek yeni göç sahalarına gönderilmiş ve Kıpçak beyleri artık buraların hakim zümresi olmaktan çıkarak, Altınordu'nun temellerini oluşturmaya başlamıştır.143 Moğolların önünden kaçan Kıpçakların bir kısmı daha önce belirttiğimiz gibi Macaristan'ın yanı sıra diğer Balkan topraklarına gitmiştir. Bazı Kıpçak guruplarının da Gürcistan ve İran taraflarına giderek Kafkaslar'ın Türkleşmesinde önemli rol oynamıştır. Bununla beraber Karadeniz kuzeyindeki geniş bozkırlar asıl bundan sonra Deşti Kıpçak diye anılarak XVIII. yüzyıla kadar bu adla yaşamıştır.
İki yüz yıl kadar Karadeniz'in kuzeylerini ellerinde tutan Kıpçakların siyasî hayatları Moğollar vasıtasıyla sona ermekteydi. Kıpçaklar her ne kadar yerleşik bir step imparatorluğu kuramamışlarsa da çeşitli ülkeler üzerinde büyük etkileri olmuştur.
4. Doğu Avrupa ve Balkanlar'da Kıpçaklar
Bu başlıkta Kıpçakların Doğu Avrupa ve Balkanlara göçleri ile bu bölgede sırasıyla Macarlar, Romenler ve Bulgarlar ile münasebetleri üzerinde durulacaktır.

 Kıpçaklar ve Macarlar: Kıpçakların 1060 yılından sonra Uzları takiben Tuna boyuna doğru süratle ilerleyip 1064'de Uzları Tuna'nın güneyine doğru kovaladıkları belirtilmektedir. Aynı zamanda Transilvanya (Erdel)-Macaristan yönünde de ilerledikleri belirtiliyor. Dolayısıyla XI. yüzyılın sonlarına doğru, Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlar tamamen Kıpçakların (Kuman) eline geçmiş bulunuyordu.144 Bu arada bazı Kıpçak boylarının Macaristan kralı Laszlö (1077-1095) zamanında, Karadeniz'in kuzey bölgelerinden Karpatlar Havzası'na gelerek adı geçen Macar kralının himayesine girdikleri ve eski Macaristan'ın farklı bölgelerine yerleştirildikleri, sonra da Slovakya'da otuzun üzerinde köy kurdukları rivayet ediliyor. Bazılarının da Avusturya'ya veya Morova'ya geçtikleri belirtiliyor. 145

XI. yüzyılın sonunda Güney Rusya, Moldova ve Eflak bölgelerini tamamıyla ele geçiren Kıpçaklar, takip eden yıllarda Bizans'a, Macaristan'a, Güney Rusya prenslik topraklarına, hatta onların sınırlarını aşarak Lehistan'a akınlar ettiler. Bu dönemde bu bölgelerde aktif ve devamlı akınlarla uğraşanların büyük çoğunluğunu, Kıpçakların beş bölüğünden biri olan Tuna bölüğü Kıpçakları oluşturuyordu.

1091'de Macaristan'a akınlar düzenleyerek Macar topraklarına giren Kıpçaklardan146 Tuna bölüğüne mensup olanların bir kısmının XII. asrın ilk yıllarında Macaristan'da askerlik hizmetinde bulundukları belirtiliyor. 147

1099 yılında Bonyak (Benek) komutanlığındaki bir Kıpçak ordusu Rus prenslerinin Macarlara karşı yaptıkları bir seferde, Rusların yanında yer almış ve Rusların galip gelmesinde Kıpçak komutan Bonyak'ın büyük rolü olmuştur. Bu tarihlerden itibaren XII. yüzyıl boyunca Kıpçaklar ile Macarlar arasında geçen olaylar fazla bilinmemektedir. Bu dönemde Kıpçaklar muhtemelen Dnestr boyları ve Tuna'nın aşağı taraflarına kadar göç ederek normal hayatlarını devam ettirmişlerdir. Bu sıralarda o bölgede Kıpçaklara baskı yapacak herhangi başka bir göçebe Türk boyu da kalmamıştı. Daha önce
de
değindiğimiz gibi Kıpçaklardan bir çoğunun Macaristan'a gittiği ve Macar kralları tarafından çeşitli bölgelere yerleştirildiği biliniyor. Onlar, Macar kralının ordusunda atlı asker vazifesi görüyorlardı. Hatta 1132 yılında Çek kralının Alman imparatoruna İtalya seferi esnasında, Kıpçaklardan oluşan bir kıta gönderdiği malumdur. Bohemya'da Kıpçaklar bulunmadığına göre, bu kuvvetlerin Macar kralına ait olduğu anlaşılıyor. Çok daha sonraları, 1203'de Alman imparatoru Otto IV'ün Türingiye'deki kuvvetleri arasında Kıpçakların bulunduğu belirtiliyor. Bunların da Macaristan'dan gelmiş olmaları büyük ihtimaldir.148 İşte bu şekilde Kıpçakların batıdaki kolları devamlı Macaristan'a kaymış ve orada kralların askeri hizmetine girerek yerleşik hayata geçmişlerdir.

1239 yılında Doneç havzasında Batu Han önderliğindeki Moğol ordusu ile Kıpçaklar arasındaki çarpışma sonucunda, Kıpçak ordusu mağlup olmuş ve Kotyan (Köten) başkanlığında kırk binin üzerinde Kıpçak Macaristan'a sığınmıştı. Böylece Macaristan'a azımsanamayacak miktarda Kıpçak nüfusunun daha girdiği anlaşılmaktadır.149

Macaristan kralı Bela, Moğolların savaş usullerini iyi bilen Kıpçak hafif süvarisinden faydalanarak, Kıpçakları Moğollara karşı kullanmak istiyordu. Halbuki Moğol ordusuna Kıpçakların doğudaki üç veya dört grubundan binlerce süvari katılmıştır. Moğol ordusundaki süvarilerin Türkçe bilmesi, Avusturya prensi Fridrik Badenberg'in Macarlar tarafındaki Kıpçak Hanı Köten'in Moğol casusu olduğu yolundaki iddiasını destekliyordu. Galeyana gelen halk masum Köten'i parçaladı. Bunun üzerine Kıpçaklar, Moğollar ile Macarlar arasında vuku bulan büyük mücadeleden önce Macar ordusundan ayrılarak Macaristan'dan Balkanlar'a doğru çekildi ve Macar ordusu Moğollar karşısında yalnız kaldı. Macar ordusu eski süvari taktiğini unuttuğu için, hafif Moğol süvarisinin ok yağmuru altında hezimete uğradı. Büyük nüfus kaybına uğrayan Macaristan'ın yeniden toplanmasında Kıpçakların büyük rolü olmuştur. Çünkü Moğolların geri çekilmesinden sonra Macar kralı Bela'nın hatasını anlayarak Kıpçakları memleketine tekrar kabul ettiği kaydedilmektedir.150

Özellikle XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren nüfusu seyrekleşen Macaristan'da Kıpçaklar büyük askeri güç haline gelmişlerdir. Ülkenin üçte biri Kıpçakların idaresi altına geçmişti. Macaristan'a kabul edilmelerinin ilk şartı Hıristiyanlığı kabul olduğu halde bu sözde kalmıştı. Kıpçaklar eski inançları üzere duruyorlardı.151 Kıpçakların ülkedeki bu etkinliği kendilerini şımartmıştı. Macarlar da bu durumdan rahatsız oluyorlardı. Bu nedenle memleket içinde iç karışıklıklar arttı. Şu veya bu tarafı tutma sırasında iç çekişmeler yüzünden memleketin Macar ve Hıristiyan karakteri tehlikeye girmişti. Macarlar aleyhine batıda Haçlı seferi hazırlıklarına başlanıyordu ki, Kral Laszlö IV. (ana tarafından Köten Han'ın torunu) içlerinde Uzur, Alpar ve Tolun'un da bulunduğu yedi Kıpçak oymak başkanı ile toplanarak Kıpçakların belli bir düzene sokulup bazı kurallar getirilmesi konusunda anlaştılar. Bu anlaşma ve "Teteny Kurultayı" kararları uyarınca Kıpçaklar, Hıristiyan olmayı, göçebe hayatı bırakmayı, ev yapmayı, Hıristiyan esirleri serbest bırakmayı kabul ettiler. Bu anlaşma sırasında Kıpçaklar eski geleneklerine uyarak başlarını traş etme müsaadesi aldılar. Bu kanunla, Kıpçakların yerleşme alanı da Tuna ile Tisza nehirleri ve Maroş-Temeş ırmakları arası olarak tespit edilmiştir. Kararlardan memnun olmayan Kıpçaklar ayaklanarak Moldva tarafından akın eden Oldamur Han'a tabi oldular. Oldamur'un akını başarısızlıkla sonuçlanınca, Kıpçaklarla ilgili alınan kararlar yürürlüğe kondu.152
XV. yüzyılın sonlarına doğru gelindiğinde hâlâ bir kısım Kıpçaklarda eski inançlarının devam ettiği anlaşılıyor. Ancak zamanla onların da Macar hayatına intibak ettiği kaydediliyor. Ayrıca 1470'de Dnyester havalisinden Macaristan'a gelen Kıpçak zümrelerinin de Macarlaştığı verilen bilgiler arasındadır.153

XVI. yüzyıldan itibaren Kıpçakların tarihi Macar tarihine karışmakta ve bu gün onlar köklü Macar olarak kabul edilmekte iseler de, onların işgal ettikleri sahalardaki yer adları, eski arşiv belgelerinden tespit edilen şahıs adları ve hatta günümüzde kullanılan bazı soy adları onların Türk olduklarına şahitlik etmektedir.154
Kıpçaklar ve Romenler
Peçenek ve Oğuzlardan sonra Kıpçakların XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Harezm'den Tuna nehri kıyısındaki "Demir Kapılar" mevkiine kadar uzanan geniş bir mıntıkayı zapt edip Dobruca'nın güneyine, Karadeniz bölgelerine, ve Deli-Orman taraflarına kadar yerleştikleri belirtilmektedir.155 Kıpçakların Karpat-Tuna bölgesindeki hakimiyeti büyük Moğol istilasına (1241) kadar, yani hemen hemen iki asır sürmüştür. Kıpçak (Kuman) lar diğer Türk kavimlerinin aksine hakimiyetlerinin sonuna doğru kitle halinde Hıristiyan olmuşlardır.156 Ancak Dobruca bölgesindeki ve diğer Türk kavimleriyle iç içe yaşayan Kıpçakları dışarıda tutmak gerekir kanaatindeyiz.

Romenlerin Balkanlar'da, bilhassa Eflak'ta ve Moldavya'da Peçeneklerle ve daha sonra da Kıpçaklarla bir arada yaşadıkları kesindir. Kıpçakların zamanında buralara "Kumania" denildiği bilinmektedir. Romen tarihçi Filitti, "Kumania"nın kuman tabakası ile onlara tabi Romen toprağı olduğunu kabul eder.157

Romenler tarafından işgal olunan sahaların yerleşme tarihinde ve hatta Romen Devleti'nin teşekkülünde Türklerin büyük rolü olduğunu Romen şahıs isimlerinin incelenmesi teyit etmektedir. Eflak ve Boğdan ırmak adlarının büyük kısmı Türkçedir. Bilindiği üzere yerleşme tarihi bakımından ırmak adları birinci derecede önemlidir. Ayrıca Romen tarihinin başladığı yer "Curteo de Arges" Türkçe olduğu gibi Romen Devleti'ni kuran şahısta Kıpçaklı bir Türk'tür.158

Moğol istilasından sonra bugünkü Romanya topraklarında Romenler çok az olmasına karşılık Kıpçaklar önemli bir role sahipti. Moğollardan sonra burada bir asır kadar sükunet hakim oldu. 1330'lara gelindiğinde aniden bir Romen prensinin ortaya çıktığı ve askeri ve siyasî alanda başarılı olduğu görülüyor. Basaraba adındaki bu şahıs Romenlerin ilk Hükümdar sülalesi kurucusu oldu.159 Ancak bir asır önce "Kumania" olan bir ülkenin aniden "Romania" oluvermesi tarihçiler tarafından şaşkınlıkla karşılanmaktadır.
"Basaraba"nın Kıpçak Toktemir Han'ın oğlu olduğunu söyleyenler160 olduğu gibi onun bir Türk veya Türkleşmiş Moğol olduğu üzerinde duranlar da olmuştur.161 Basaraba ismi (basar+aba) o dönemde Türk bölgelerinde ve bilhassa Altınordu'da moda idi.162 Aba (aga, Türkçe unvan) eki ile yapılan adlar Oğuzlar da (Ay-aba, Boz-aba) ve Doğu ve Orta Avrupa ve Mısır Kıpçak çevrelerinde (Altın-aba, Tonuz-aba, it-aba, Arslan-aba vb.) yaygındır. Romanya'nın kuzeyindeki Basarabya bölgesi de aynı adı taşır.163 Moğol hakimiyeti döneminde Türkçe konuşulduğu ve halkın büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu gözününde bulundurulursa, Basaraba, Türkleşmiş Moğollardan olsa bile164 Türk kültürünü temsil ettiği apaçıktır. Rasonyi Macar arşivlerine dayanarak bu bölgede Kıpçaklar ile Tatarların (Moğollar) iç içe olduğunu göstermektedir. Şöyle ki, Basaraba'nın babasının adının "Tokomer" olduğu bilinmektedir. Rus salnamesine göre, Basaraba'dan bir nesil önce, Basarabya'da ve onun çevresindeki topraklarda "Toktomer" (Tok Temir) adlı bir Tatar prensi yaşıyordu. Cengiz'in oğlu Coçi ailesinde iki yüzyıl zarfında dört defa Tok-Demir adının geçtiği biliniyor. Acaba Basaraba'nın babası olan Toktomer, Coçi'nin oğlu Orda'nın torunu olan Toktomer ile aynı şahıs mıdır, yoksa Tokta Han'ın oğlu İlbasar'ın kardeşi olan Toktomer midir? Netice itibariyle hangisinin oğlu olursa olsun Cengiz Han'ın beşinci veya altıncı göbekten torunu sayılır.165

Kıpçakların ve dolayısıyla Tatarların Romanya'da oynadıkları bu önemli rolleri sadece "Basaraba" değil, diğer belgeler de teyit eder. XV ve XVI. yüzyıl belgelerinde belirtilen Romen devlet büyükleri ve soylu ailelerin adları arasında, Akbaş, Akkuş, Bozdoğan, Bilik, Berendey, Barak, Bars, Bağbars, Buğa, Belçir, Kara, Kızıl, Kazan, Şişman, Temirtaş, Tok ve Ötemiş...gibi birçok Kıpçak adına rastlanır.166 Romanya'daki pek çok köy adları arasında da bu gibi şahıs adlarından esinlenmiş olanlar mevcuttur.167

XIV. yüzyılın ikinci yarısında, Dobruca'da kurulan devleti de Kıpçaklara bağlamak gerekir. Bir taraftan Bulgar, bir taraftan da Bizans iktidarlarının zayıf düştüğü bir dönemde, Bizans imparatoriçesi Anna tarafından yardımına müracaat edilen (1346'da) aşağı Tuna bölgesi mahalli komutanlarından Balika'nın (Türkçe Balık'tan) oğlu Dobrotiç (Dobruca, buradan geliyor) 1354'lerden itibaren-daha sonra kendi adıyla anılacak olan bölgenin hakimi olarak 1385 yılına kadar Balkanlar ve Karadeniz'de önemli siyasî rol üslenmiştir.168 Dobruca Devleti'ni, 1354 yerine Dobrotic'in babası Balika dönemiyle, yani 1320 yılında başlatanlar da söz konusudur.169 Bakır paraları ele geçmiş olan Dobrotic'in oğlu İvanko (Vanko-Yanko) zamanında XIV. asrın sonlarına doğru bir ara Romen egemenliği altına girdiği tahmin edilen bu küçük "Dobruca Devleti"nin toprakları 1417 yılında Osmanlıların eline geçmiştir.170

Günümüzde Dobruca ve Deli-Orman bölgelerinde Kıpçak nüfus bölgeye daha önce gelen Peçeneklerin yanı sıra Osmanlı hakimiyeti döneminde buraya hicret eden Anadolu Türkleriyle tamamen karışmış durumdadır. Esasen Hıristiyan olmayan bu türk kavimleriyle ilişki kuran ve onlarla iç içe olan Kıpçaklar, kimliklerini kaybetmeyip benliklerini devam ettirmektedirler. Hıristiyan olan ve büyük bir yekun tutan Kıpçak topluluğu Macaristan'da olduğu gibi Romanya'da da Türklüklerini kaybetmişlerdir.
Kıpçaklar ve Bulgarlar
Bulgar Kıpçak münasebetlerini XI. yüzyılın ikinci yarısından sonra başlatmak doğru olur kanaatindeyiz. XI. yüzyılın sonlarından itibaren XII. yüzyılda Kıpçaklar, Ukrayna ve Romanya üzerinden adeta bir kasırga gibi Balkanlar'a inmeğe başlamışlardır. İlk olarak Kuzey Bulgaristan'ın Tuna boyu ve Dobruca bölgelerine, daha sonra güneye doğru inerek Rodoplar ve Makedonya'nın doğu kısımlarına yerleşmişler ve dağıldıkları yerleşim birimlerine de coğrafi isimlerini vermişlerdir. Örneğin, Makedonya'daki Kumanova, Sofya'daki Kumantsi, Nevrokop'ta Kumança, Kesriye'de Kumaniçevo, Vidin'de Kumani adası, Niğbolu'da Komana, Lofça'da Kumanitsa gibi yer ve köy isimleri bütün onların eserleridir.171 Şunu da belirtmek gerekir ki, Kıpçaklarla Bulgarların ilk temasını Kıpçakların bu bölgeye gelmesinden sonraya hasretmemek lazımdır. Çünkü 1060'lı yıllarda Aşgıl (Isgıl) Bulgarlarının göç sahaları olan Don nehri civarında Kıpçaklar ile temas ve ilişki kurdukları, takip eden yıllarda da Cimc (Emba) ve Yayık boyunda göç eden Oğuz ve Kıpçakların bir kısmı ile ticarî ilişkiler içerisine girdikleri172 anlaşılıyor.

Kıpçakların 1087 yılında Peçeneklerin de desteğini alarak Bulgaristan, Makedonya, Yeni Pazar, Kosova, Bosna ve Arnavutluk'u içine alan ve merkezi Kumanova olan "Kuman-Peçenek Türk Federasyonu"nu kurdukları ve böylelikle de ilk defa Türk dışı unsurlara karşı "milli birliğin" oluşması yoluna gittikleri rivayet edilmektedir. Ancak bu Kıpçak-Peçenek birliği 1091 yılında politik fonksiyonunu kaybetmiştir.173 XI. yüzyılın sonlarında bu bölgedeki Kıpçak etkinliği Bulgaristan'daki Bizans hakimiyetini sona erdirmiş ve bölge insanına bir rahatlama sağlamıştır. Bu dönemde bu bölgeye gelen Kıpçaklar büyük ölçüde Hıristiyanlaşıp Slavlaşmıştır.174 Bu şekilde Batı Trakya, Makedonya ve Bulgaristan'ın dağlık kesimlerinde kalmış olan pek çok Kıpçak Türkü, daha sonraları yine Karadeniz'in kuzeyinden gelen Kıpçak grupları ve Osmanlılar döneminde Anadolu'dan gelen Türkler sayesinde kendilerini yenileme imkanı bulmuştur.

XII. yüzyılın sonlarına doğru gelindiğinde Kıpçakların, Romenlerin ve Bulgarların teşkilatlanmasında ne derece etkili oldukları daha iyi görülür. Vaktiyle Avarların Slâvları teşkilatlandırması gibi, Kıpçak idarecilerinin de Balkanlar'da benzer büyük hizmetleri görülmüştür. 1185-1237 yılları arasında Tuna'nın güney bölgesinde kalabalık halde yaşayan Kıpçakların Bizans'a karşı Bulgar İstiklal mücadelelerinde başlıca rolü oynadıkları anlaşılmaktadır. Mücadeleyi kazanarak II. Bulgar Devleti'nin başına geçen Çar Asen (1187-1196) Kıpçak menşelidir.175 O dönemde Bizans'ın Anadolu Selçuklularıyla uğraşmak zorunda kalması, Asen'in işini kolaylaştırmıştır. Asen ile kardeşi Peter komutasındaki Kıpçaklar Bizans'ı barış yapmaya zorlamıştır.

Bizans'ın Haçlı seferleri sırasında Latinlerin eline düşmesinden sonra İstanbul'daki Latin İmparatorluğu'nun yeni Bulgar Krallığına karşı açtığı savaş da Edirne civarında tam bir bozgunla sonuçlandı (1205). İmparator Bulgar kralına esir düştü.176 Böylece Latin İmparatorluğu sarsıldı.

Asen'in ikinci kardeşi Kaloyan döneminde Bulgar Krallığı daha da güçlendi ve Kaloyan, Bulgar kilisesinin Roma kilisesiyle birleşmesini benimsedi. Böylece başında bir Kıpçak Türkü'nün bulunduğu II. Bulgar Krallığı , Avrupa devletleri arasında varlığını resmen tanıtmış oldu. Nihayetinde Kaloyan, Boyarlardan Kıpçak asıllı biri tarafından öldürüldü. (1207). Yerine Boril geçti.
1218'den itibaren eski Asen'in soyundan olan ve Bulgar krallarının en büyüklerinden biri sayılan II. Asen (1218-1241) Sırp kralı ile sıkı dostluk ilişkileri kurdu. Güneyde, Epir'deki Komnenoslara karşı kazandığı zaferle de (1230) krallığın sınırlarını oldukça genişletti. Meriç ırmağı ağzına kadar Trakya, Makedonya ve Arnavutluk'un tümünü krallığa dahil etti. I. Asen'in aksine Roma ile birleşme politikasından vazgeçerek İznik Rum kilisesi ile anlaştı.

Bulgar kilisesini patriklik haline getirdi. Kral II. Asen, İstanbul'da zayıf bir Latin İmparatorluğu'nun bulunmasından yaralanarak Bulgar Krallığı'nı Balkanlar'ın en güçlü devleti haline getirdiği bir sırada, doğudan gelen Moğol orduları, Bulgaristan Krallığı'nı büyük ölçüde sarstı ve krallık gerileme sürecine girdi.177

1240-1241'de Rus topraklarının ve Kıpçak bozkırlarının Moğollar tarafından istilaya uğraması sonucu Kıpçaklardan bir grubun Aşağı İdil ve Don boyundan Orta İdil ve Bulgaristan'ın dağlık ve ormanlık alanlarına gelerek Balkanlarda'ki Kıpçak nüfusunu artırdıkları görülüyor.178 Bu arada Bizans imparatoru Johannes Vatatzes'in Balkanlar'da tekrar etkinliğini artırdığı ve Moğolların önünden çekilen Kıpçakların bir kısmını toprak karşılığı askeri hizmet yükümlülüğü ile Trakya'da, Makedonya'da ve Batı Andolu'da (Menderes Vadisi, vb.) yerleştirdiği179 ve Bulgar Krallığı içerisinde yoğun olarak bulunan diğer Kıpçak gruplarına karşı en iyi şekilde kullandığı anlaşılıyor.

1280'de Bulgar Krallığı'nın başına yine Kıpçak asıllı biri olan Terter'in geçtiği görülüyor. Terter döneminde Kıpçak ileri gelenleri Bulgar Krallığı'nı tamamen ellerine aldılar. 180 Terter, Bizans'ın etkisine son verip Moğolların üstünlüğünü kabul etmiş ve kendisini de o dönemde Altınordu'nun batısında olan Nogay Han'a dayamıştır. O sırada Bulgaristan'ın gerçek egemeni Nogay Handı. Bulgar krallarını o tahtan indirip çıkarmakta idi.181

Terter'den sonra başa sırasıyla oğlu Svetoslav ve torunu II. Terter geçmiş ve Terter hanedanı 1323 yılına kadar iktidarda kalmıştır.182

1323 yılından itibaren Bulgaristan'ın başında yine Kıpçak asıllı Şişman sülalesini görüyoruz. Mikhail Şişman da Nogay Han'ın isteğiyle bu göreve getirilmişti. Şişman döneminde Bulgaristan'da tam bir birlik söz konusu değildir. Şişman'ın bizzat kendisi Vidin kentinin beyi olmuştu. Terter'in kardeşi Eltimir, Güney Bulgaristan'da Kızanlık bölgesinin egemeniydi. Yine aynı yüzyılda (XIV), daha önce de belirtildiği üzere, başka bir Kıpçak komutanı Balık da Dobruca'da hakimiyet kurdu. Asıl Bulgar menşeli olanlar Güney Bulgaristan'a hakimdi. Nogay Han'ın yardımıyla Bulgaristan'da birliği sağlama çabaları içine giren Şişman, bu konuda amacına ulaşamamıştır. Şişman'dan sonra yerine Aleksandır İvan (1331-1365), ve yine aynı hanedandan II. Şişman (1365-1393) geçmiştir.183

1393 yılından itibaren bölgede Osmanlı Türk hakimiyeti kurulunca II. Bulgar Krallığı sona ermiş ve dolayısıyla Bulgaristan'daki Kıpçak egemenliği de bitmiştir. Sonuç itibariyle II. Bulgar Krallığı'nda Kıpçaklar büyük bir rol oynamışlardır. Gerek kral hanedanları, gerekse yüksek soylu sınıfı onlardan olmuştur. Aynı zamanda Moğolların ağırlığı ile kurulan Altınordu Devleti hızla Kıpçaklaştığı için Nogay Han dönemindeki Tatar egemenliği sırasında da bu Kıpçak üstünlüğü sürüp gitmiştir.
Biz burada Altınordu Devleti'ni baştan sona anlatmaktan ziyade Kıpçakların bu devlet içerisindeki konumu üzerinde duracağız.

XIII. asırda Asya ve Ön Asya'yı sarsan Moğol istilasının ortaya çıkardığı yeni siyasî oluşumlardan biri de Altınordu Devleti olmuştur (1241-1502). Bu devlet, Doğu Avrupa'da ağırlık merkezi Aşağı İdil (Volga) boyunda kurulmuş bir Türk-Moğol Devleti'dir.184 Altınordu Devleti, başta "Deşt-i Kıpçak"taki Kuman/Kıpçaklar olmak üzere Volga kıyılarındaki Bulgar Türklerini, Hazarları, Slavları ve bunların dışında bazı kavimlerini de içinde barındırmıştır. Bunların içerisine bu bölgeyi fetheden ve XIII. yüzyılın sonlarına doğru Türkler içerisinde kaybolan Moğolları (Tatarlar) da katmak gerekir.185 Görülüyor ki Altınordu Devleti etnik yapı bakımından bir birlik göstermez.

Deşt-i Kıpçak adı, Moğollar döneminde muhafaza edilmekle kalmayarak o zamanki kültür aleminde Çin'den Endülüs'e kadar geniş ölçüde yayılmıştı. Batu han ile beraber Deşt-i Kıpçak'a önemli bir Moğol (Tatar) kütlesinin geldiği ve göçebe halk arasında Moğolların çokluğu teşkil ettiği zaman zaman ileri sürülmüştür. Aileleri ve bütün malları, özellikle hayvanları ile beraber Coçi ulusuna gelen Moğolların sayıca az olmadıkları şüphesizdir. Ancak bu toprakların işgaliyle sıkı sıkıya bağlı olan bu hareket, bir göç olarak düşünülmemelidir. Moğolların çoğunluğunu oluşturan esas kitlesi Moğolistan'da kalmıştı. Bu durum karşısında işgal olunan memleketlerin (Kıpçak Bozkırlarının) Moğollaşmasından söz etmek uygun değildir. 186

Güneydoğu Avrupa'da eski Türk unsurlarının kuvvetli oldukları ve Kıpçakların Deşt-i Kıpçak'ta esas göçebe kitlesini oluşturduğu Çağdaş Arap tarihçisi el-Ömerî'nin şu ifadelerinden anlaşılıyor: "Bu devlet (Altınordu) eskiden Kıpçakların yurdu idi. Lakin Tatarlar tarafından işgal edilince, Kıpçaklar onlara tabi oldular. Sonra (Tatarlar) onlarla (Kıpçaklarla) karıştılar ve akraba oldular. Toprak, onların (Tatarların) Tabiat ve soylarına galip geldi. Tatarlar tamamıyla Kıpçaklaştılar. Çünkü Moğollar (Tatarlar) Kıpçak topraklarında yerleştiler, onlardan kız aldılar ve onların yurtlarında kaldılar". 187

El-Ömerî'nin bu ifadesi bu bölgeye gelen Moğolların Türkleşmesi olayının çağdaş aydınlar tarafından çok güzel müşahede edildiğini gösteriyor. Moğolların Kıpçak bozkırlarında yaşayan esas halk kitlesine oranla sayıca çok fazla olmadıkları görülüyor. Esasen bunun aksini düşünmek de doğru olmaz. Bu Türkleşme olayının ne kadar süratli ve geniş olduğu, XIV. yüzyılda Coçi ulusunda (Altınordu'da) Moğolca yerine Türkçe bir edebi dilin teşekkül etmesinden anlaşılıyor. Buna karşılık Kıpçak bozkırlarında Kıpçaklar çoğunluğu oluşturuyordu.

Moğolların Türkleşmesi olayı öncelikle bozkırlarda başlamış ve diğer bölgelere yayılmıştır. Kuruluşundan kısa bir süre sonra bu Moğol şube devleti bir Türk devleti olarak karşımıza çıkmıştır.188

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Cengiz ailesi (Moğollar) Deşt-i Kıpçak bölgesinde kısa zamanda Türkleşmiş ve Kıpçak kavimler birliğine katılarak bu şekilde hayatlarını sürdürmüştür. Bunu ispat için 1327'de vefat eden Arap tarihçisi Dımeşkî (Dimişkî)'den bazı cümleler nakletmek yerinde olur. Dımeşkî Altınordu dönemi ile ilgili olarak şunları bildirmektedir: "Kıpçakların birçok oymakları vardır. Bunların hepsi Türktür: Bergü, Toksaba, İtaba, Barak, İleris, Burçoğlu, Konguroğlu, Yimek. Bunların daha sonra Havarizm'e yerleştiği anlaşılmaktadır. Kıpçakların daha küçük boyları da vardır. Bunlar: Tok, Başkırt Kumandur, Berendi, Beçene, Karabörklü, Uzun ve Çurtan vb.'dir."189
Netice itibarıyla, Altınordu Devleti'nin etnik yapı bakımından bir birlik oluşturmadığı anlaşılmaktadır. Etnik yapı olarak birliğin olmadığı bu ülkede, genellikle bozkırlarda olmak üzere Kıpçakların nüfus itibariyle önemli bir yere sahip olduğu, hatta en kalabalık nüfusu bunların oluşturduğu ortaya çıkmaktadır.

Kıpçakların, Altınordu'nun yönetim birimlerinde ve genel ekonomisi içerisinde de etkin rol aldıkları görülmektedir. Altınordu Devleti'nde askeri kuvvetlerin kuruluşu Cengiz Han ordusundan farksızdı. Bu orduda tümen beyleri, bin beyleri, yüz beyleri, on beyleri vardı. İşte bu mekanizmaya sahip olan bu devletin gerek askeri, gerekse yönetim mekanizmasının önemli yerlerinde Moğolların yanı sıra Kıpçakların da yer aldığı tarihî kaynaklarca sabittir. 190 Hatta bazı tarihçiler Altınordu Devleti'nden bahsederken "Bir miktar Moğol kanı olan Kıpçak Türklerinin devamıdır" şeklinde ifadeler kullanmışlardır.191

1246 yılında Deşt-i Kıpçak'tan geçen Plano Carpini, Kıpçak bozkırlarındaki göçebelerin zenginliğinden bahseder. Onun şu cümlesi dikkat çekicidir: "Deve, sığır, koyun, keçi ve at gibi hayvanları çoktur. Bütün dünyada bu kadar çok yük hayvanı bulunmadığını sanıyorum". Carpini, bu sözlerle her ne kadar Deşt-i Kıpçak'taki Moğolları kastetse de bölgedeki göçebe ahalinin büyük çoğunluğunu Kıpçaklar oluşturmaktadır. Dolayısıyla Carpini'nin bu sözlerinin Kıpçaklara da teşmil edilmesi yanlış olmaz. Altınordu Devleti'nde, göçebeler, göçebe ekonomisi ve göçebe yaşayışının önemli bir yeri vardı. Göçebelerin ana kütlesini de Kıpçaklar oluşturmakta idi. 192 Dolayısıyla Kıpçakların devlet teşkilatı ve yönetimdeki etkinliklerinin yanı sıra, Altınordu Devleti'nin ekonomik hayatında da belirli bir yere sahip olduğu göz ardı edilmemelidir.

Altınordu Devleti'nin çöküşüyle ortaya çıkan hanlıklar içerisinde de Kıpçakların rolü ve etkilerinin devam ettiğini tarihi kaynaklardan öğrenmekteyiz193 Bazı kaynaklar bu hanlıklardan Kıpçak hükümetleri şeklinde bahseder.
6. Suriye ve Mısır'da Kıpçaklar
Müslüman ülkeler içerisinde gerek idari görevlerde gerek saray işlerinde yada orduda, para ile satın alınan memluk unsurunu istihdam eden kuruluşundan itibaren yabancı unsura önem veren Abbasiler olmuştur.194 Onlara gelinceye kadar köleler, sadece hizmet işleri, ziraat işleri ve benzeri işlerde çalıştırılıyordu.

Abbasi halifelerinin şahsi hakimiyetlerini pekiştirmek amacıyla devamlı memluk satın alması ve valilerin de bulundukları bölgelerde bağımsız olma arzularını gerçekleştirmek için tek dayanak olarak "memlûklerden" oluşturulacak orduları görüp bu amaçla "memluk" satın almaları, kısa süre sonra bu memlûklerin İslâm Devleti'nin her yerinde yayılmasına sebep olmuştur. Küçük yaşta ülkelerinden getirilip efendilerinin lütfu ile hür olan bu memlûkler, zamanla nüfuzlarını artırarak, liyakat ve kabiliyetleri sayesinde, yeni vatan edindikleri topraklar üzerinde idareyi ellerine almaya başlamışlardır. Göstermiş oldukları başarının karşılığı olarak çeşitli vilayetlere vali tayin edilen Türk komutanların bu yabancı topraklarda "memluk sistemi"ni maharetle tatbik ettikleri görülüyor.195
İslâm tarihinde "memluk asker" sisteminin en bariz örneklerine Mısır'da kurulan Tulunoğulları ve İhşidîknezde rastlanılmaktadır. 196

969 yılında İhşidîleri ortadan kaldırarak Mısır'ı ele geçiren Fatımîknezin de saltanatlarını devam ettirebilmek için ordularında Türk memlûklerine yer verdileri görülmektedir. Önceleri ordularını genellikle Berberî ve zencilerden kuran Fatımî hükümdarları Mısır'daki hakimiyetlerini sürdürebilmek için Türk unsuruna başvurmuşlar ve onlardan birlikler kurmuşlardır.197

Bazı kaynaklar Tolunoğulları, İhşidîler ve Fatımîler devletlerinin ordularında bulunan Türk Memlûkler içerisinde Kıpçakların da bulunduğuna dair görüşler belirtseler de Suriye ve Mısır'da Kıpçak unsuruna XII. yüzyılın yarısından itibaren ve 1171 yıllarında kurulan Eyyubîler Devleti'nde rastlamak mümkündür. Gerek Eyyubîler Devleti'nin kurucusu Selahattin Eyyubî, gerekse haleflerinin orduya çok sayıda memlûk aldıkları zikredilmektedir. Zamanla birbirlerine düşen Eyyubî emirler, gerek aralarında çıkan çatışmalarda gerek bölgedeki diğer devletlere karşı yaptıkları savaşlarda istihdam için memlûklerden daha çok yararlanmaya gitmişler ve bunlardan oluşan kalabalık birlikler kurmuşlardır.198 Eyyubîlerin son dönemlerinde (1240-1250) başta Kıpçak olmak üzere çeşitli Türk kavimlerinden oluşan birliklerin etkisinin arttığı anlaşılıyor. Bilhassa Moğolların istilasına uğrayan Kıpçak bozkırlarından getirilen Kıpçakların hep birlikte ayrı kışlalarda tutuldukları için ana dillerini unutmadıkları ve gittikçe devletin idarî ve askerî mevkilerine geçerek etkili olmaya başladıkları belirtiliyor. 199

XIII. yüzyılın başlarından itibaren başlayıp Eyyubîler Devleti'nin son dönemlerinde daha yoğun bir şekilde Mısır'a memluk olarak gelen Kıpçakların gelişleri 1250 yılında Memluk Türk Sultanlığı'nın kuruluşundan sonra da devam etmiştir. XIII. yüzyılda Suriye ve Mısır'a özellikle Kıpçakların çok gelmesinde Kıpçak Bazkırlarında ekonomik durumlarının bozulup, kıtlık ve hastalık epidemilerinin hayvanlarını yok etmesi etkili olmuştur. Bu sebeplerden dolayı Kıpçaklar da Rusların âdetlerine uyarak gençlerini parayla satmışlardır.200

Kıpçak köle ve cariyeleri, İslâm ülkelerine Orta Asya'dan dolaşan eski yoldan ziyade yeni açılan Anadolu yolundan sevkediliyordu. Bu büyük ticaret yolu üzerinde Sivas ve Halep şehirleri önemli iki pazarı oluşturuyordu. Anadolu'nun bazı şehirlerinde bulunan "Gulâm-Hane"ler (köle-mektep) Selçuklu saray ve ordusu ile devlet büyükleri ve zenginlerin konakları için sarışın Kıpçak çocuklarını eğiterek köle ve cariyeler yetiştiriyorlardı.201 İbn Bîbi, 1205 yılında Trabzon Rumlarının Sinop ve Samsun'a varan yolu karadan ve denizden kesmeleri dolayısıyla Kıpçak, Rus ve Rumlarla ticaret yapan kafilelerin Sivas'ta izdiham halinde yığıldıklarını, neticede de halkın büyük zarara uğradığını ve bunun üzerine Selçuklu sultanı I. Keyhüsrev'in bir sefer açmak zorunda kaldığından bahseder.202
Aslında Sivas o dönemde kuzey ve güney kavimlerinin bir mübadele merkezi idi. Kuzeyden gelen köleler, cariyeler ve kürkler İslâm ülkelerine buradan dağılıyordu. Menşei Kıpçak ve Kafkas kavimlerinden olan Mısır Memlûk Devleti orduları ve bir kısım Selçuklu devlet adamları olan köleler hep Sivas'ta satılmış, Sivas'tan götürülmüştür. Bu münasebetle İlhanî hükümdarı Abaga Han Memlûk sultanı Baybars'a yazdığı bir mektupta "Sivas'ta satılmış bir köle" ifadesiyle onu tezyif etmiştir.203 Bu yolda XIV. yüzyılın sonuna kadar bu faaliyetin devam ettiği anlaşılıyor.

Memluk gruplarının daha düzenli ve muntazam teşkilatlar halinde ortaya çıkması, Selahaddin'den sonra Eyyubîlerin başına geçen el-Melikü'l-Kamil Muhammed ve gayesi Mısır, Filistin, Suriye ve Irak'ı da içine alan bir devlet kurmak suretiyle Eyyubî Devleti'ni merkezileştirmeye çalışan el-Melikü's-Salih Necmeddin Eyyub zamanlarına rastlar. Memluk satın alma işine özel önem veren Necmeddin Eyyub Moğol istilasının sebep olduğu karışıklık sırasında cesaretleri, binicilikleri, ok atma ve savaşmaktaki üstün vasıfları, vücut yapıları ve sadâkatleri gibi özellikleri sebebiyle pek çok Kıpçak satın alır.204 Çoğunluğunu Kıpçak ve Harezmlilerin oluşturduğu ayrı bir memluk grubu kurup bunları, Nil nehri üzerindeki Ravza Adası'nı kara ile irtibatını keserek müstahkem bir hale soktuktan sonra oraya yerleştirir.205 Nil nehrine izafeten çoğunluğunu Kıpçakların meydana getirdiği bu memluk grubuna Bahrî Memlûkler (Memaliku'l-Bahriyye) ismi verildi.206 Bahrî Memlûkler başlangıçta Necmeddin Eyyub'u güçlendirmişse de zamanla memlûklerin çok kuvvetlenmesi Fatımîlerde olduğu gibi, Eyyubî sülalesinin de çökmesine sebep olmuştur.

Zira Slav, Macar ve Rumlara göre çoğunluğu oluşturan Bahriye Memlûkleri, kendi iktalarında yaşayan Eyyubi meliklerinin aralarındaki kavgaları sırasında el-Melikü's-Salih Necmeddin Eyyub'e ve haleflerine bağlı kalarak nüfuzlarını git gide artırmışlar ve ismen saltanat süren diğer Eyyubi meliklerini bertaraf etmeyi başarmışlardır. Nitekim Kutuz, Baybars ve Kalavun gibi Bahrî memluk komutanlarının desteğini alan Melikü's-Salih, rakiplerine üstünlük sağlamıştır.207 Ancak Melikü's-Salih'in ölümü (1249) üzerine tahta çıkan oğlu Turan Şah zamanında artık bu aileye kendilerini bağlı sayamayan Oğuz-Türkmen gurubu ile Bahrî Memlûkleri, Mansûra'da birlikte mağlup ettikleri IX. Louis ile yapılan müzakerelerin kendilerine danışılmadan yapıldığı iddiasıyla Turanşah'ı öldürdüler (1250).208 Onun ölümü Eyyubîlerin sonu demekti. Böylece Mısır'ın mukadderatı tamamen Bahriye Memlûklerinin eline geçmiş oldu.

Turanşah'ın ölümü üzerine Mısır'da tek söz sahibi olan Kıpçakların ağırlığını oluşturduğu Memlûkler, Melikü's-Salih'in dul karısı Türk asıllı Şecerüddür'ü sultan seçtiler. Muhtemelen Kıpçak asıllı olan bu kadın, zekası, dirayeti ve cesaretiyle maruftu. Melikü's-Salih onu köle olarak satın almış ve hür yaptıktan sonra evlenmişti.209 Şecerüddür'ün bu özelliklerinden dolayı bazı tarihçiler bu kadını Mısır'daki ilk Memluk sultanı olarak zikrederler.
Şecerüddür, kocası Melikü's-Salih'in son günlerinde kalabalık bir ordu ile Mısır'ı istilaya gelen Haçlı ordusu kumandanı IX. Louis'i Mansûra'da yenip esir etmiş ve Fransız komutanı ile kendisi ve diğer Haçlı esirlerinin kurtuluş akçası olarak sekiz yüz bin dinar ödemeyi kabul edip Mısır'dan çekilip giderek bir daha böyle bir sefere kalkışmamayı kabul etmesi şartıyla anlaşmıştı.210 Böylece kocasının son zamanlarında harici bir tehlikeye maruz kalan Mısır'ı kurtarmış olmasına rağmen tahtında çok rahat değildi. Çünkü, kendisi her şeyden önce bir kadındı ve Müslümanlar bir kadının hükümdarlığına alışık değillerdi. Nitekim kendisi de bunu bildiği için, hutbe, sikke ve diğer resmî muamelelerde kocası veya oğluna olan nisbetlerini zikrediyor, kendi adını kullanmıyordu.211 Neticede Şecerüddür kendisini hal edip daha önce Bahriye Memlûkleri tarafından Atabekü'l-Asakir seçilen İzzeddin Aybek et-Türkmâni ile evlenerek saltanatı ona bıraktı. (1250).

Bazı kaynaklar 1250-1257 yılları arasında başta bulunan Aybek'in Kuman-Kıpçak Türklerine mensup olduğunu belirtseler de212 çoğunluğun görüşü bu komutanın Kıpçak kökenli olmayıp Türk asıllı başka bir kavimden olduğu yönündedir. Türk Memluk Devleti içerisinde tarihe mal olmuş olup önemli başarılar gösteren Kutuz, Baybars I ve Kalavun Kıpçak asıllıdır. Ayrıca ister Bahrî, isterse Burcî Memlûklerinde olsun, Kıpçakların devletin idari ve askeri yapısında genel olarak etkili oldukları ve önemli görevler üstlendikleri muhakkaktır213

Bu arada Sultan Kutuz'dan başlayarak Çerkez Memlûklerina kadar (1382), Mısır Türk Devleti'ni Kıpçak menşeli sultanların yönettiğini söylemek yanlış olmaz. Zira bu dönemde, Arapça konuşan yerli halkın dışında kalanlar için dil Türkçe (Kıpçakça), kültür de Türk kültürü olmuştur. Bu sürecin Çerkez Memlukleri döneminde de büyük ölçüde devam ettiği o dönem kaynaklarından anlaşılmaktadır.
7. Hindistan'da Kıpçaklar
Hindistan'da Kıpçaklar deyince akla ilk olarak Delhi Türk Sultanlığı gelir. Biz çeşitli hanedan ve aileler tarafından yönetilen bu Türk devletinin Kıpçakların etkili olduğu (1211-1266) Şemsiyye Hanedanı ile Balaban ailesinin (1266-1290) başta bulunduğu dönem üzerinde duracağız.

Şemsiyye Hanedânı: Suriye ve Mısır'da önemli roller üstlenen Kıpçaklar, diğer bazı Türk kavimleriyle birlikte XII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren köle tüccarlarının elinde "memluk" olarak Hindistan'a girmeye başlamışlardır. Memluklerin değeri, yaptıkları iş ve gösterdikleri etkinliklerle ölçüldüğü için, o sırada Türkistan ve Maveraünnehir'den getirilen genç Türk memluklerinin ünü o bölgeye yayılmıştı.214 Bölgede uzun boylu, mavi gözlü, kadınlarının güzelliği, erkeklerinin yakışıklılığı ve çalışkanlıklarıyla meşhur Kıpçak kabilelerinden gelen memlukler daha da tercih sebebi idi.

XIII. yüzyılın başlarında kurulan (1206-1290) ve o yüzyıla damgasını vurup Hindistan'a Türk kültürünün ve İslâmiyet'in yayılmasına önderlik eden Delhi Türk Sultanlığı'nda215 Kıpçakların etkin bir şekilde yer aldığı görülmektedir. Özellikle Şemsiyye Hanedanı ile Balaban ailesinin başta bulunduğu dönemlerde devletin bizzat Kıpçak menşeli sultanlar tarafından yönetildiği nakledilmektedir. Şimdi gerek devletin başında bulunan gerekse idari teşkilat ve orduda önemli yer tutan Kıpçakların ve onları destekleyen diğer Türk kavimlerinin faaliyet ve icraatlarından kısaca bahsetmeye çalışalım.
Delhi Türk Sultanlığı'nın kurucusu Türk komutan Kutbettin Aybeg'dir. Türkistan'da doğan ve muhtemelen Kıpçak kabilelerinden birine mensup olan216 Aybeg, aynı zamanda Hindistan'da İslâm idaresinin temellerini atan ilk sultan olmuştur. Delhi Türk Sultanlığı, Aybeg ile iyi bir başlangıç (1206) yapmış, Hindistan'da güçlü bir merkezî idare oluşmuş ve kurulan bu sistem uzun yıllar, daha sonra gelenlere hizmet etmiştir.217 1210 yılında sultanın ani ölümü üzerine emir ve melikler, Aram Şah'ı geçici olarak Delhi tahtına seçmişlerdir.

1211 yılında Delhi Türk Sultanlığı'nın başında Aybeg'in kölesi, aynı zamanda damadı olan ve Türkistan'daki Kıpçakların İlbari (Alp-Eri-Uluğ Borlı) kabilesinden olan Şemseddin İltutmuş'u (İletmiş) görmekteyiz.218 Babası, adı geçen Kıpçak kabilesinden kendisine bağlı olanlar ve akrabalarının çokluğuyla ün salmış Aylam Han'dır. İltutmuş'un Kıpçak menşeli oluşundan, başta "Tabakat-ı Nâsırî" ve "Fütûhu's-Selatin" olmak üzere konuyla ilgili olan bütün tarihi kaynaklar bahsetmektedir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi 1210 yılında Aybeg'in ani ölümü üzerine kısa bir süre başta kalan Aram Şah'ın yerine geçmesi için Badaun'dan Delhi'ye çağırılan İltutmuş, kuvvetleriyle birlikte gelerek şehri zapt edip tahta oturmuştur. Aram Şah'ı mağlup edip tahta geçtikten sonra Şemseddin unvanı verilen İltutmuş ile Hindistan'daki Türk hakimiyetinde yeni bir dönem açılmıştır. O dönemin kaynaklarına bu dönem, "Şemsiyan-ı Hind" veya "Selâtin-i Şemsî" şeklinde geçmektedir.219

Başa geçtiği zaman birçok sıkıntı ile karşı karşıya kalan İltutmuş'un,bütün bunların üstesinden başarıyla gelip bir takım önemli seferler sonucu hakimiyet alanını genişlettiği ve sonunda Vindhya dağlarının kuzeyindeki bütün Hindistan'ı ele geçirdiği belirtilmektedir. O, Abbasi halifesi Muntasır Billah tarafından tanınan Hindistan'ın ilk Müslüman Türk sultanı olmuş ve Halife ona "Nasır emir el-Müminun" lakabını vermiştir (1229). Bir ara İsmaililerin onu öldürmeyi ve devleti ele geçirmeyi tasarladıkları, ancak bunda başarılı olamadıkları rivayet edilmektedir (1234). Daha sonra ülkenin uzak topraklarının merkeze bağlılığını güçlendirmek için ikta sistemini uygulamaya başlayan İltutmuş, 1236 yılında ölmüştür.220

Kısaca İltutmuş, daha başlangıçtan itibaren ülkeyi bölünme tehlikesinden kurtarmak ve mevcut olanı düzene sokup kuvvetlendirme yönünde çaba sarf etmiştir. Bunu başarmak için de kafasındaki planı her hangi bir endişeye mahal vermeksizin uygulamaya koymuştur. Kafasındaki plan çerçevesinde gerek devletin yerinin sağlamlaştırılması, gerekse genişlemesi için Hindu veya Müslüman olmasına bakmaksızın önündeki bütün engellerle savaşmıştır. Başa geçtiği dönemdeki karmaşık problemleri çözüşündeki incelik ve ülkenin birlik ve beraberliğinin bozulmaması uğruna gösterdiği yorulmak bilmez hareketlilik, askeri dehasının en büyük başarısıdır.221 Sultan İltutmuş haklı olarak Delhi Türk Sultanlığı'nın en büyük devlet adamı unvanını almıştır. Bazı tarihçiler onu Hindistan'daki Türk Sultanlığı'nın gerçek kurucusu olarak kabul ederler.

İltutmuş'un 1236 yılında ölümünden sonra, Türk Sultanlığı otuz yıl kadar süren siyasî kargaşa ve karışıklık dönemi yaşamıştır. O ölmeden önce oğullarının beceriksizliği ve eğlenceye düşkünlüğünü bildiği için çok istidatlı kızı Raziye'nin kendi yerine geçmesini tavsiye etmesine rağmen, devlet büyükleri bu vasiyete uymayarak oğullarından Rükneddin Firuz'u tahta geçirmişlerdir. Başarısız bir yönetim sergileyen Firuz tahttan indirilinceye kadar, idareye annesi Terken Hatun hakim olmuştur. Altı ay başta kaldıktan sonra bir isyan sonucu tahttan indirilerek öldürülen Firuz'un yerine çeşitli itirazlara rağmen İltutmuş'un kızı Raziye Sultan ilan edilmiştir. İslâm dünyasında hükümdarlık etmiş ender kadınlardan biri olan Kıpçak asıllı Raziye erkek kardeşlerine nazaran daha başarılı bir yönetim sergilemiş ve birçok zorlukların üstesinden gelmeyi başarmıştır. Sultan Raziye'den sonra başa geçen gerek Behram Şah (1240-1242), gerekse ondan sonra tahta çıkan Alaaddin Mesud Şah (1242-1246) Raziye'den önce başa geçen Sultan Firuz gibi devleti idare edecek güç ve kudrete sahip olamadıkları için azledilmişlerdir. Alaaddin Mesud Şah'tan sonra İltutmuş'un en küçük oğlu Nasıruddin Mahmud, sultanlığa getirilmiştir. Kibar ve dindar bir kişiliğe sahip olan Mahmud Şah, Kıpçak menşeli bir Memluk olan Balaban'ı kendisine vezir tayin etmiş ve böylece yirmi yıl bu görevde kalmıştır.222
Balaban Ailesi: Delhi Türk Sultanlığı'nı Kutbiler (Kutbeddin Aybeg ve Aram Şah) ve Şemsilerden (Şemseddin İltutmuş ve çocukları) sonra 1266-1290 yılları arasında Balaban ailesi yönetmiştir. Bu ailenin başı Gıyasûddin Balaban'dır.

Balaban, Kıpçak kabilelerinden Alp-eri'ye (İlbari) mensuptur.223 Babası bu kabilenin on bin çadır halkından oluşan büyük bir bölümünün hanı idi. Delhi'ye getirilip İltutmuş'a satılan Balaban, belirli bir süre sarayda yetiştirildi.224 İnsan tanımada kabiliyetli ve tecrübesi olan İltutmuş, onu özel hizmetine alarak "kırklar" diye anılan kırk büyük azatlı Memluk emirlerinden biri yaptı. Balaban İltutmuş'un kızı Raziye zamanında (1236-1239) emir-i şikarlığa getirildi. Behram Şah döneminde ise ona Hansi ve Ravari bölgeleri verildi. Alaadin Mesud başa geçince de (1241-1246) emir-i hacipliğe yükseltildi. 1245 yılında Sultan Mesud'u ve emirleri teşvik ederek kumanda ettiği kuvvetli bir ordu ile Sind'i istila eden Moğolları bozguna uğratıp istilayı durdurdu. Böylece yalnız halk arasında değil, Türk emirleri ve ordu arasından da büyük bir nüfuz kazanan Balaban, 1246'da başa geçen Nasıruddin Mahmud tarafından vezir tayin edildi ve yirmi yıl bu görevde kaldı ve daha sonra Sultan oldu.225

Balaban dönemini birkaç cümle ile özetlemeye çalışırsak, İltutmuş gibi Kıpçak Türklerinden olan Balaban döneminde Türk idaresi, bir kere daha bütün gücü ve enerjisiyle yükselmiştir. Onun anlayışına göre soylu ve asil demek, Türk demekti. Hayatı boyunca Türk olmayanlara devletin idari kademelerinde yer vermemeye özen göstermiştir.226 Devleti yaklaşık kırk yıl süreyle idare etmiş olan Balaban, yönetimdeki tecrübesi, iyi bir diplomat oluşu, cesurluğu ve samimi bir Müslüman olmasıyla dikkat çekmiştir. Tahtta bulunduğu dönem içerisinde büyük fetihler görülmemekle beraber Moğol istilasına karşı koyup başarılı bir siyaset izlemesi İltutmuş'tan sonra çökmeye yüz tutmuş olan devleti yeniden kuvvetlendirip, daha sonraları Hindistan'da İslâm'ın iyice nüfuz etmesine yol açan fetihlere zemin hazırlaması bakımından Ortaçağ Türk tarihinin büyük hükümdarları arasında yerini almıştır.

Balaban ailesinin ikinci sultanı Muizzeddin Keykubad'tır.227 O sırada on yedi yaşında olan Keykubad, dedesi Balaban'ın yerini dolduracak kapasitede değildi. Balaban'ın koyduğu ve katı olarak gördüğü bazı kuralları kaldırarak sefahat hayatını tercih etti. Sıkı bir sosyal hayattan serbestliğe geçiş toplumda etkisini göstermiş ve hissedilir değişiklikler meydana gelmişti. Devlet kademelerine tayin edilen kimseler zayıf karakterli ve hasis kimselerdi. Naibü'l-Mülk Melik Nizameddin, kısa sürede sultanı etkisi altına alarak sarayda kontrolü eline geçirmişti. Kendisine rakip olan diğer Türk beylerini de değişik bahanelerle kimini öldürterek kimini de gözden düşürerek uzak iktalara sürdürmüştü.228 Belli bir süre sonra devletin gidişatından rahatsız olan Sultan Keykubad'ın babası Buğra Han oğlu ile Ghagra (Gagra) nehrinde buluşarak bazı nasihatlerde bulundu. Babasının nasihatlerinden de fazla etkilenmeyen Sultan Keykubad ağır bir hastalığa tutulunca tahtan indirilerek yerine küçük yaştaki oğlu Keyümers getirildi. Gittikçe devlet kademesinde ağırlıkları artan Kalaçlar (Halaciler) ve onların temsilcisi Firuz Şah işe el koyarak çocuk yaştaki Sultan Keyümers'i ve babası Keykubad'ı öldürterek Balaban ailesine aynı zamanda da Kıpçak idaresine son vermiş oldu (1290). Böylece iktidar, özellikle Balabanlıların son zamanlarında devletin askeri gücünde etkili olmaya başlayan Kalaç Türklerine geçmiş oldu. Gerek iktidarı 1290-1320 yılları arasında ellerinde tutan Kalaç ailesi dönemi, gerekse 1321-1413 yıllarında başta bulunan Tuğluk ailesi döneminde olsun229 Kıpçaklar devlet idaresinin bizzat başında bulunamamışlarsa da devletin çeşitli kademelerinde ve ordu teşkilatında önemli görevler üstlenmeye devam etmişlerdir.
Aybeg'in güçlü, İltutmuş'un ince ve akıllı idare şekli ve Balaban'ın demir eli artık yok olmuştu. Büyük bir hızla büyüyen Delhi Türk Sultanlığı Balaban'dan sonra süratle gerilemeye başlamıştı. Balaban'dan sonra yerine geçen Keykubad ve Keyümer ünlü Kıpçak komutanın hiçbir özelliğini taşımıyorlardı. Bu nedenle 1287 yılında Balaban'ın ölümünden itibaren üç sene gibi kısa bir sürede Kıpçakların ağırlıkta olduğu ve Memluk Türklerinin idaresinde kurulup büyüyen Delhi Türk Sultanlığı sona ermiş ve yönetim el değiştirmiştir. Bazı tarihçiler,"Balaban'dan sonra Türk İmparatorluğu'nun ani çöküşü, Orta Çağ tarihinin en acıklı konularındandır" görüşüne yer verirler.

Verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere Kıpçak Türkleri Delhi Türk Sultanlığı'nda Şemsiyye Hanedanı ve Balaban ailesi adıyla bir asra yakın bir süre (1206-1290) bizzat devletin yönetiminde bulunmuşlar ve sultanlığın altın çağını yaşatmışlardır.

Kıpçaklar, sultanlığın etnik yapısını oluşturan yerli Hindular, Kalaçlar ve Orta Asya Hunları arasında önemli bir yere sahiptirler. Esasen başta Kıpçaklar olmak üzere Kalaçlar ve Türgişler Hindistan'daki hükümet ve askerlik işlerinde en yüksek yerleri işgal etmişlerdir.230 Nitekim çoğu tarihçi, 1526-1858 yılları arasında hüküm süren Babür İmparatorluğu'na Delhi Türk Sultanlığı'nın sağlam bir insan gücü ve Türk-İslâm kültürü potansiyeli hazırladığı üzerinde önemle durmaktadır.
8. Günümüzde Kıpçakların Bulunduğu Yerler
Genel olarak Türk tarihine baktığımız zaman Türk menşeli olupta Kıpçaklar kadar çok geniş bir sahaya yayılan ikinci bir Türk kavmi yoktur sanırız. Günümüzde Kıpçakların yoğun olarak yaşadığı ve bizzat Kıpçak ile Kuman adı altında önemli bir şehir veya yerleşim merkezi yoktur. Gerçi Kıpçak veya Kuman adını taşıyan bazı yer isimleri varsa da bu isimlerin bulunduğu bölgeler bizim kastettiğimiz bir yerleşim birimi seviyesinde değildir. Bu derece geniş coğrafi bir alana yayılan bu insanlar, daha önce de belirttiğimiz gibi tam bağımsız bir devlet kuramayıp genellikle göçebe bir hayat sürdürmeleri nedeniyle çeşitli bölgelerde yerleştikleri veya egemenlikleri altına girdikleri toplumların ve bölgelerin adları altında hayatlarını devam ettirdikleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle bu gün Kıpçak menşeli insanların nerelerde yaşadıkları ve ne kadar nüfusa sahip olduklarını tespit etmek oldukça zor bir iştir. Kıpçakların demografik yapısından ziyade, günümüz yerel kaynaklarından da faydalanılarak yaşadıkları bölgeleri tespit etmek mümkündür. Günümüzde Kıpçakların yaşadığı yerleri, genel anlamda Türkistan, İdil-Ural Bölgesi, Doğu ve Güney Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Anadolu şeklinde belirtebiliriz.231
1 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügati't-Türk, (çev: Besim Atalay), Ankara 1992, II, s. 276; III, s. 351.
2 Yusuf Has Hacîb, Kutadgu Bilig-I, Metin, (nşr: Reşid Rahmeti Arat, (Beyt: 2477, 2639, 3407, 5133), Ankara, 1991, s. 261, 277, 343, 512.
3 G. Hazai, "Kıpçak", The Encyclopedia of Islam, (New Edition), V, Leiden, 1979, s. 125; Türk Ansiklopedisi, "Kıpçak", XXII, (M. E. B), Ankara, 1975, s. 40.
4 A. Zeki Velidi Togan, Oğuz Destanı, "Reşideddin Oğuznamesi" Tercüme ve Tahlili, İstanbul, 1982, s. 26; Mehmet Eröz, Hıristiyanlaşan Türkler, Ankara, 1983, s. 14; Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, (haz: Zühal Kargı Ölmez), Ankara, 1996, s. 238-239; Bahaeddin Öğel, Türk Mitolojisi I, Ankara, 1998, s. 185-186.
5 E. Bretschneider-M. D, Medieval Researches, II, London, 1888, s. 68-69; Nevzat Özkan, Türk Dünyası (Nüfus-Sosyal Yapı-Dil-Edebiyat), Kayseri, 1997, s. 25.
6 Ahmed Rıfat, Lügat-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye V, İstanbul, 1300, s. 267.
7 Hazai, "Kıpçak", The Encyclopedia of Islam, V, s. 126; Laszlo Rasonyı, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, III/11-12, Ankara, 1939, s. 408.
8 Bu tasnif için bkz: Omeljan Pritsak, "Polovetsler ve Ruslar", (çev: Eşref Bengi Özbilen), T. D. A, sa: 94 İstanbul, 1995, s. 153-154; Urfalı Mateos Vekayi-Namesi ve Papaz Grigor'un Zeyli, (çev: Hrant D. Andreasyan), Ankara, 1987, s. 91; G. Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of Islam, V, (New Edition), Leiden, 1979, s. 373.
9 Pritsak, "Polovetsler ve Ruslar", T. D. A, sa: 94, s. 154-163; Bretschneider-M. D, s. 69; Kıpçak kelimesi hakkında daha geniş bilgi için bkz. Melek Özyetkin, "Kıpçak (Kuman) Türkleri I", Kırım Dergisi, II/6, Ankara, 1994, s. 16-18.
10 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügati't-Türk, III, s. 217; IV, s. 372; Pritsak, "Polovetsler ve Ruslar", T. D. A, sa: 94, s. 156.
11 Hazai, "Kıpçak", The Encyclopedia of Islam, V, s. 125-126; Laszlo Rasonyı, Tarihte Türklük, Ankara, 1993, s 136; Mustafa Uğurlu, Münyetü'l-Guzât, Ankara, 1987, s. 7; Şerif Baştav, Bizans İmparatorluğu Tarihi (1261-1461), Ankara, 1989, s. 11; Yusuf Hamzaoğlu, Balkan Türklüğü, Ankara, 2000, s. 409.
12 Akdes Nimet Kurat, Peçenek Tarihi, İstanbul, 1937, s. 183.
13 Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of Islam, V, s. 373; İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul, 1993, s. 175; Akdes Nimet Kurat, IV-XI11. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1972, s. 70-71.
14 Pritsak, "Polovetsler ve Ruslar", T. D. A, sa: 94, s. 156.
15 Pritsak, "Polovetsler ve Ruslar", T. D. A, sa: 94, s. 156-157.
16 Saadet Çağatay, "Codex Cumanicus Sözlüğünün Basılışı Dolayısıyla" D. T. C. F Dergisi, II/1, Ankara, 1943, s. 760.
17 Pritsak, "Polovetsler ve Ruslar", T. D. A, sa: 94, s. 157; Z. V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1981, s. 159.
18 Hazai, "Kıpçak", The Encyclopedia of Islam, V, s. 125-126; Kurat, Peçenek Tarihi, s. 184.
19 Marquart, J., Über das Volktum der Komanen, Berlin, 1914.
20 Marquart, J., s. 80.
21 Lazslo Rasonyı, Türk Devletinin Batıdaki Vârisleri ve İlk Müslüman Türkler, (haz: Ş. K. Seferoğlu-Adnan Müderrisoğlu), Ankara, 1983, s. 28; Kurat, Peçenek Tarihi, s. 184-185.
22 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 175.
23 Kurat, Peçenek Tarihi, s. 185.
24 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz: Peter B. Golden, "Kıpçak Kabilelerinin Menşeine Yeni Bir Bakış", Uluslararası Türk Dili Kongresi (1988), Ankara, 1996, s. 47-63; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 71; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 176.
25 Bahaeddin Ögel, "Çin Kaynaklarına Göre Wu-sunlar ve Siyasî Sınırları Hakkında Bazı Problemler", D. T. C. F. Dergisi, VI/4, Ankara, 1948, s. 277-278.
26 W. Eberhard, Çin'in Şimal Komşuları, (çev: Nimet Uluğtuğ), Ankara, 1996, s. 104-105.
27 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 176.
28 Minorsky, Hudud al-Alam, s. 284.
29 Minorsky, Hudud al-Alam, s. 306, 315.
30 Rasonyı, Tarihte Türklük, s. 137; Aynı yazar, "Kuman Özel Adları", Türk Kültürü Araştırmaları (1966-1969), Ankara, 1973, s. 72; Melek Tekin, Türk Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul,
1991, s. 147.
32 Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Ankara, 1979, s. 152.
33 Hazai, "Kıpçak", The Encyclopedia of Islam, V, s. 126; Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 159; Özyetkin, II/6, s. 16.; Faruk Sümer, Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller ve Türk Destanları, İstanbul, 1997, s. 53-55.
34 Tarihte geçen İmek ve Yimekler farklı boyları teşkil etmeyip Kimeklerin devamı durumundadırlar (Hasan Eren, "Kimek ve İmek Boy Adları Hakkında", Türk Dili Dergisi, IV, sa: 45, Ankara, 1955, s. 550-551.).
35 Gerdizi, (Ebu Said Abdulhayy b. ed- Dahhak b. Mahmud, Zeynu'l- Ahbar, (tahkik/editör: Abdu'l Hay Habibi, Bünyad-ı Ferheng- i İran, 1968, s. 257- 258; Hazai, "Kıpçak", The Encyclopedia of Islam, V, s. 126; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 69; Sümer, Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller., s. 53-55; Aynı Yazar, Eski Türklerde Şehircilik, İstanbul, 1984, s. 62; Türk Ansiklopedisi, "Kimekler", XXII, (M. E. B.), Ankara, 1975, s. 109.
36 Rasonyı, Tarihte Türklük, s. 139-140; Faruk Sümer, "Kimek", İA, VI, (M. E. B.), İstanbul, 1967, s. 809.
37 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügati't-Türk, III, s. 29; Ramazan Şeşen, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara, 1985, s. 28.
38 Minorsky, Hudud'al-Âlam, s. 316; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 177.
39 Cevat Hey'et, Türklerin Tarih ve Medeniyetine Bir Bakış, Bakü, 1993, s. 34-35; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 177.
40 Türk Ansiklopedisi, "Kanglı", XXI, s. 203.
41 Sümer, Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller., s. 73-75.
42 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügati't-Türk, III, s. 379.
43 Türk Ansiklopedisi, "Kanglı", XXI, s. 203.
44 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara, 1986, s. 65.
45 Bretschneider-M. D, s. 69; İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 65. Türk Ansiklopedisi, "Kanglı", XXI, s. 203;
47 S. M. Ahincanov, Kapçaku-Kıpçaki, Almatı, 1995, s. 184. Pritsak, "Polovets ve Ruslar", T. D. A, sa: 94, s. 153;.
48 Kurat, Peçenek Tarihi, s. 184.
49 Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of Islam, V, s. 373; Ögel, İslâmiyet'ten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1988, s. 290.
50 S. M. Ahincanov, Kapçaku-Kıpçaki, s. 156.
51 Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul, 1980, s. 32; Türk Ansiklopedisi, "Kimekler", XXII, s. 109.
52 Sümer, Oğuzlar, s. 32.
53 Minorsky, Hudud'al Alam, s. 305.
54 Kurat, Peçenek Tarihi, s. 32; Aynı yazar, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 72; Mustafa Safran, Yaşadıkları Sahalarda Yazılan Lügatlere Göre Kuman/Kıpçaklarda Siyasî, İktisadî, Sosyal ve Kültürel Yaşayış, Ankara, 1993, s. 10.
55 Rasonyı, Tarihte Türklük, s. 139-140; Rasonyı, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, s. 32-33; Ayrıca Kıpçaklar ile Kimeklerin X. yüzyılda yerleşmiş olduğu bölgeler ve Kıpçak-Kimek yakınlığı için bkz. Ahincanov, s. 168-170.
56 Abstracta, Iranica (Suppl. Studia Iranica), XV-XVII, 1992-1993, Tehran, 1997, s. 95; Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 152.
57 Yakup Aygil, Hıristiyan Türklerin Kısa Tarihi, İstanbul, 1995, s. 24.
58 Golden, s. 47.
59 Bahaeddin Ögel, Sino-Turcica-Cengiz Han ve Çin'deki Hanedanının Türk Müşavirleri, Taipei, 1964, s. 275-292.
60 Seyf-i Sarayi, (Kitab Gülistan bi't-Türki)-Gülistan Tercümesi, (haz: Ali Fehmi Karamanlıoğlu), Ankara, 1989, s. XXV; Sümer, Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller, s. 63.
61 Golden, s. 51.
62 M. Artamanov, The History of The Chazars, Leningard, 1962, s. 521; Şaban Kuzgun, Hazar ve Karay Türkleri, Ankara, 1993, s. 64-68.
63 Maraja D'ohsson, Moğol Tarihi, (çev: Mustafa Rahmi), İstanbul, 1940, s. 155.
64 Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 72.
65 Artamanov, s. 520; Togan, "Hazarlar", İA, (M. E. B), V, s. 402.
66 D'ohsson, s. 155.
67 Ögel, İslâmiyet'ten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 291.
68 İbn Bîbî, Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Caferî er-Rugadî, el-Evamiru'l-Ala'iye fi'l-Umuri'l-Alaiye, I, Ankara, 1956, s. 316-318.
69 Kuzgun, Hazar ve Karay Türkleri, s. 69.
70 Kurat, Peçenek Tarihi, s. 30-31.
71 Sümer, "Peçenekler (IX-XII. Yüzyıllarda Yaşamış Ünlü Bir Türk Eli)", T. D. A, sa: 94 (Şubat), İstanbul, 1995, s. 63; Kurat, "Peçenekler", İA, (M. E. B), IV, İstanbul, 1964, s. 537.
72 Kurat, Peçenek Tarihi, s. 39.
73 Kurat, Peçenek Tarihi, s. 128.
74 Sümer, "Bayındır Peçenek ve Yüreğirler", A. Ü. D. T. C. F. Dergisi, XI, 2-4 sayılarından ayrı basım, Ankara, 1953, s. 323.
75 Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 73; Aynı yazar "Doğu Avrupa Türk Kavimleri ve Devletleri", T. D. E. K, Ankara, 1976, s. 746.
76 Kurat, Peçenek Tarihi, s. 175.
77 Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of Islam, V, s. 373; Hüseyin Memişoğlu, Bulgaristan'da Türk Kültürü, Ankara, 1995, s. 19.
78 Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, (çev: Fikret Işıltan), Ankara, 1981, s. 330-332; Kurat, Peçenek Tarihi, s. 180-182.
79 Auguste Bailly, Bizans Tarihi, II, (çev: Haluk Şaman), İstanbul, Tarihsiz, s. 314.
81 Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, III/11-12, s. 405; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 173-174.
82 Ostrogorsky, s. 333; Baılly, II, s. 315-316; Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of Islam, V, s. 373; Cami, Osmanlı Ülkesinde Hıristiyan Türkler, İstanbul, 1338, s. 74; Kurat, Peçenek Tarihi, s. 214-227; Özyetkin, II/6, s. 19.
83 Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, s. 31.
84 Baılly, II, s. 316-320; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 174.
85 Mualla Uydu, İlk Rus Yıllıklarında Türkler, (Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Ün. Sosyal Bil. Enstitüsü), İstanbul, 1998, s. 31-32 Kamuran Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, I, Ankara, 1981, s. 253.
86 Hüseyin Namık, Türk Tarihinin Ana Hatları Eserinin Müsveddeleri, No: 14 (Başvekalet Müdevvenat Matbaası), Ankara, Tarihsiz, s. 94; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 177.
87 Uydu, İlk Rus Yıllıklarında Türkler s. 32, 33; Kurat, Karadeniz Kuzeyinde Türk Kavimleri, s. 77.
88 Kossanyi Bela, "XI-XII. Asırlarda Uzlar ve Komanların Tarihine Dair", (çev: Hamit Koşay), Belleten, VIII/29, (II. Kanun), Ankara, 1944, s. 126; Heyet, s. 34.
89 Kurat, Karadeniz Kuzeyinde Türk Kavimleri, s. 78; Ayrıca Rus knezi Vladimir Monomach ve dönemi için bkz: aynı yazar, Rusya Tarihi (Başlangıçtan 1917'ye kadar), Ankara, 1987, s. 40-42.
90 Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 139; Fahrettin Kırzıoğlu, Yukarı-Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar, Ankara, 1992, s. 108-109.
91 Kurat, Rusya Tarihi, s. 40.
92 Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 82.
93 Namık, s. 108-109; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 85-86.
94 Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, III/11-12, s. 409; Heyet, s. 35; Gürün, s. 255-256.
95 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 179.
96 A. Yakubovski, "İbn-i Bîbî'nin XIII. Asır Başında Anadolu Türklerini Suğdak, Polovets (Kıpçak) ve Ruslara Karşı Yaptıkları Seferin Hikayesi", (çev: İsmail Kaynak), D. T. C. F. Dergisi, XII, sa. 1-2, Ankara (Mart-Haziran), 1954, s. 207-226.
97 M. Brosset, Histoire de la Georgie, Saint Petersburg, 1849, I, s. 33; Fahrettin Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, İstanbul, 1953, s. 378; Türk Ansiklopedisi, "Gürcistan", XVIII, (M. E. B), Ankara, 1970, s. 206.
99 Heyet, s. 35.
100 Uydu, İlk Rus Yıllıklarında Türkler, s. 36; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 179; Tekin, s. 150.
101 Fahrettin Kırzıoğlu, Gürcü kralı David'i "Yukarı Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar" isimli kitabında (s. 112-120), David IV olarak, "Kars Tarihi I" adlı kitabında (s. 376) David II olarak, "Gürcistan'da Eski Türk İnanç ve Geleneklerinin İzleri" adlı makalesinde de David III olarak belirtip tam birlik sağlayamamıştır. David II doğrudur kanaatindeyiz.
102 Kırzıoğlu, Yukarı Kür ve Çoruk., s. 112.
103 Brosset, I, s. 362.
104 Urfalı Mateos Vekayi-Namesi (952-1135) ve Papaz Grigor'un Zeyli (1136-1162), s. 270; Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, İstanbul, 1993, s. 270.
105 Bu mücadeleler hakkında geniş bilgi sahibi olmak için bkz. Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul, 1980, s. 6 vd, 19 vd, 62, 91, 105, 148; Faruk Sümer, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu'da Türk Beylikleri, Ankara, 1990, s. 15 vd., 28 vd., 54, 71 vd., 81, 82.
106 Brosset, a.g.e., I, s. 365 vd.
107 İbnü'l-Esir, El-Kamil fi't-Tarih, X, Beyrut, 1979, s. 615-616.
108 Brosset, I, s. 369-370.
109 Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 84; Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, s. 376-377.
110 Brosset, I, s. 363 vd; Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, s. 38; Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten III/11-12, s. 414; Salim Cöhçe, "Doğu Karadeniz Bölgesinin Türkleşmesinde Kıpçakların Rolü", I. Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri (13-17 Ekim 1986), Samsun, 1988, s. 481.
111 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyet, s. 272, 272.
112 Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 107; Kırzıoğlu, Yukarı Kür ve Çoruk., s.
113 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyet, s. 272.
114 Alaaddin Ata Melik Caveynî, Tarih-i Cihan Guşa, (çev: Mürsel Öztürk), Ankara, 1999, s. 362-363; Aydın Taneri, Harezmşahlar, Ankara, 1993, s. 65-68; Cöhçe, s. 481-482.
115 V. V. Barthold, Four Studies On The History of Central Asia, (Translated From The Russian: V. and T. Minorsky), I, Leiden, 1956, s. 30-32; M. F. Köprülü, "Harizmşahlar", İA, V, (M. E. B), İstanbul, 1964, s. 279; Z. V. Togan, "Harizm", İA.V, (M. E. B), İstanbul, 1964, s. 250-252.
116 Kafesoğlu, "Harezmşahlar Devleti", T. D. E. K, Ankara, 1976, s. 877; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 180.
117 V. V. Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, (haz: Hakkı Dursun Yıldız), İstanbul, 1981, s. 423-424; Fuad Köprülü, "Uran Kabilesi", Belleten, VII/26, Ankara, 1943, s. 235; İbrahim Kafesoğlu, Harezmşahlar Devlet Tarihi, Ankara, 1984, s. 93.
118 Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, s. 424.
119 Kafesoğlu, Harezmşahlar Devlet Tarihi, s. 94.
120 Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, s. 426.; Kafesoğlu, Harezmşahlar Devlet Tarihi, s. 130.
121 Barthold, "Orta Asya'da Moğol Fütuhatına Kadar Hıristiyanlık" (Almancadan Osmanlıcaya çev: Köprülüzade Ahmed Cemal), Türkiyat Mecmuası, I, İstanbul, 1925, s. 93; Köprülü, "Uran Kabilesi", Belleten, VII/26, s. 236-237; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 180; Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyet, s. 267.
122 Togan, "Harizm", İA, V, (M. E. B), s. 250-253; Kafesoğlu, "Harezmşahlar Devleti", T. D. E. K, s. 878-879.
123 Cüveynî, Tarih-i Cihan Guşa, s. 306-308; Kafesoğlu, "Harezmşahlar Devleti", T. D. E. K, s. 880.
125 Cöhçe, s. 482.
126 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 158-159; Kırzıoğlu, Yukarı-Kür ve Çoruk., s. 70.
127 M. Altay Köymen, Alp Arslan ve Zamanı II: "Selçuklu Askerî Teşkilatı", Ankara, 1983, s. 223-225, 239; Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, s. 373; Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul, 1993,s. 23;.
128 Bu konu için bakınız; Brosset, I, s. 362-369; Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, s. 376-377, 379-382; Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 239-240; Kırzıoğlu, Yukarı-Kür ve Çoruk., s. 118-120; Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 165-166.
129 İbnü'l-Esir, el-Kamil fi't-Tarih, XI, s. 75-76.
130 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 275; M. Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul, 1976, s. 105-115.
131 Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu'da Türkler, İstanbul, 1994, s. 168; Turan, Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul, 1993, s. 119-120.
132 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 273.
133 Bu konu için bkz: İbnü'l-Esir, el-Kamil fi't-Tarih, XII, Beyrut, 1982, s. 388; İbn Bîbî, I, s, 302-304, 310-333; M. Altay Köymen, "Selçuklu Hükümdarı Büyük Alâeddin Keykubad ve Anadolu Savunması", Belleten, LII/205, 1988, s. 1539-1547; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, VIII, İstanbul, 1988, s. 288; Yaşar Yücel, Çoban-Oğulları Candar-Oğulları Beylikleri, Ankara, 1980, s. 38.
134 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Ahmet Gökbel, Kıpçak Türkleri, İstanbul, 2000, s. 64­69.
135 Bu seferle ilgili bkz: İbnü'l-Esir, el-Kamil fi't-Tarih, XII, s. 385-386; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 92; Aynı Yazar, Rusya Tarihi, s. 63. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 274.
136 İbnü'l-Esir, el-Kamil fi't-Tarih, XII, s. 387.
137 Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 93; Tekin, a.g.e., s. 152.
138 İbnü'l-Esir, el-Kamil fi't-Tarih, XII, s. 387-388; Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 141-142; Gürün, I, s. 257; Sümer, Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller, s. 66.
139 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 274.
140 Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 95-96; Sümer, Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller, s. 68-69; Ayrıca doğudaki Kıpçaklarla ilgili kayıtlar için bkz: Ögel, Sino-Turcica, s. 275-292.
141 Bretschneider-M. D, s. 70-71; Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of Islam, V, s. 373; Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 142; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 96-97.
142 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 181; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 97; Gürün, I, s. 257.
143 Rasonyi, "Ortaçağda Erdelde Türklüğün İzleri", II. Türk Tarih Kongresi (20-25 Eylül 1937), İstanbul, 1943, s. 577-581; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 73; Baştav, s. XI.
144 F. Eckhart, Macaristan Tarihi, (çev: İ. Kafesoğlu), Ankara, 1949, s. 36-37; Yusuf Blaşkoviç (Kumanoğlu), "Çekoslovakya Topraklarında Eski Türklerin İzleri", Reşid Rahmeti Arat İçin, Ankara,
1966, s. 344-345.
146 Kossanyı Bela, s. 127; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 178.
147 Reşid Rahmeti Arat, "Kıpçak", İA, VI, (M. E. B), İstanbul, 1967, s. 713-716; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 179; Safran, s. 15.
148 Eckhart, s. 48-49; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 81 -85.
149 Eckhart, s 49, 64-65; Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, III/11-12, s. 410­411.
150 Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 142; Eckhart, s. 49-50; Özyetkin, II/6, s. 20.
151 Eckhart, s. 54-55; Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, s. 35.
152 Eckhart, s. 65-66, 71; Tekin, s. 155-156; Rasonyi, " Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, III, 11-12, s. 411-412.
153 Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, s. 35-36; Aynı yazar, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, III/11-12, s. 412.
154 Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 143.
155 Müstecib Ülküsal, Dobruca ve Türkler, Ankara, 1966, s 15; Ekrem, VIII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, s. 1709-1710; Müstecib Ülküsal, "Romanya Türkleri", T. D. E. K, Ankara, 1976, s. 1082.
156 Maria Lazarescu-Zobian, "Cumania as the name of thirteenth Century Moldavia and eastern wallachia", Journal of Turkish Studies (Turks, Hungarians and Kıpchaks), VIII. Hardvard, 1984, s. 265; Mihail Guboğlu, "Romen Ulusunun Eski Türk Kavimleri ile İlişkileri Hakkında", VIII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, II, Ankara, 1976, s. 769-770.
157 Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, s. 42-43; Ayrıca bkz: Mehmet Ali Ekrem "Türk Medeniyetinin Romen Ülkelerinde İzlerine Dair Bazı Mülahazalar", VIII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, (Ankara, 11-15 Ekim1976), Ankara, 1983, III, s. 1709.
158 Zobian, s. 266-267; Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, III/11-12, s. 418­419.
159 Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 150.
160 Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, III, Ankara, 1990, s. 165; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 183; Heyet, s. 36.
161 Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 150.
162 Gürün, s. 259.
163 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 183-184.
164 Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 150.
165 Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, III/11-12, s. 419-420.
166 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 184; Öztuna, III, s. 164.
167 Zobian, s. 265-272; Rasonyi, "Kuman Özel Adları", Kültürü Araştırmaları (1966-1969), s. 74.
168 Aurel Decel, "Dobruca", İA, III, (M. E. B), İstanbul, 1977, s. 633.
169 Öztuna, III, s. 161.
170 Decel, "Dobruca", İA, III, s. 633.
171 A. Yakubovskiy, "IX ve X. Asırlarda İtil ve Bulgar'ın Tarihî Topoğrafisi Meselesine Dair", Belleten, XVI/62, 1952, s. 273-297; Hüseyin Memişoğlu, Bulgaristan'da Türk Kültürü, Ankara, 1995, s.
18-19; Baılly, II, s. 316; M. Abdulhaluk Çay, "Bulgaristan Türkleri", Türk Kültürü, XXIII/262, Ankara, 1985, s. 66; M. Abdulhaluk Çay, "Bulgaristan Türkleri", Türk Kültürü, XXIII/262, Ankara, 1985, s. 66; Ahmet Gökbel, "Bulgaristan Türk Halk Kültüründe Kuman (Kıpçak) Türkleri'nin Yeri", II. Uluslar arası Bulgaristan Türk Halk Kültürü Sempozyumu, 11-12 Ekim 2001, Edirne; Bulgaristan'a Kıpçaklar gelmeden önce Bulgar-Peçenek ilişkileri için bakınız: Gökbel, Kıpçak Türkleri, s. 82-83.
172 İlker Alp, "Bulgar Türk Devleti", Tarihte Türk Devletleri I, Ankara, 1987, s. 252-257; Kurat, "Bulgar", İA, II, (M. E. B), İstanbul, 1970, s. 785.
173 Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of Islam, V, 373; Memişoğlu, Bulgaristan'da Türk Kültürü, s. 19.
174 Niketas Khoniates, Hıstoria, (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), (çev: F. Işıltan), Ankara, 1995, s. 120-123; Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 153-154; Zobian, s. 271; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 183.
175 Khoniates, s. 123-125; Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, s. 48; M. Türker Acaroğlu, Bulgaristan'da Türkçe Yer Adları Kılavuzu, Ankara, 1988, s. 12-13; Nazif Kuyucuklu, "Bulgaristan" İA, (D. İ. A), VI, İstanbul, 1992, s. 396.
176 Acaroğlu, s. 13; bkz: Geza Feher, Bulgar Türkleri Tarihi, Ankara, 1984.
177 Ostrogorsky, s. 402-406; Kurat "Bulgaristan", İA, II, (M. E. B), İstanbul, 1970, s. 799; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 97.
178 Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 154; Tekin, s. 157.
179 Baştav, s. 8; Acaroğlu, s. 14.
180 Acaroğlu, s. 14.
181 Öztuna, s. 157.
182 Acaroğlu, s. 14-15.
183 Mehmet Saray "Altınorda Hanlığı". İA, II, (D. İ. A), İstanbul, 1989, s. 538-540.
184 Janos Eckmann, "Die Kiptschakische Literatur", Philologiae Turcicae Fundamenta II, Wiesbaden, 1964, s. 275-276; Fuad Köprülü, "Altınordu'ya Ait Yeni Araştırmalar", Belleten, V/19, Ankara, 1941, s. 397.
185 A. Yakubovskiy, Altınordu ve Çöküşü, (çev: Hasan Eren), Ankara, 1992, s. 34; B. Y, Vladimirtsov, Moğolların İctimai Teşkilatı, (çev: A. İnan), Ankara, 1995, s. 185.
186 Yakubovskiy, Altınordu ve Çöküşü, s. 34.
187 Vladimirtsov, s. 184-185; Abdülkadir Yuvalı, "XIII. Yüzyılda Ön Asya'daki Siyasî Bloklaşma", Türk Kültürü, XXIII/262, Ankara, 1985.
189 Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 145.
190 Yakubovskiy, Altınordu ve Çöküşü, s. 64.
191 Öztuna, III, s. 165.
192 Yakubovskiy, Altınordu ve Çöküşü, s. 54-57.
193 Altınordu Devleti'nin çöküşüyle ortaya çıkan hanlıklar içerisinde Kıpçakların rolü ve etkileri konusunda geniş bilgi için bakınız: Gökbel, Kıpçak Türkleri, s. 90-97.
194 D. G. B. İ. T, VI, İstanbul, 1992, s. 434; Richard N. Frye-Aydın Sayılı, "Selçuklulardan Evvel Orta Şarkta Türkler", Belleten, X/37, Ankara, 1946, s. 112-113.
195 Kazım Yaşar Kopraman, "Mısır Türk Sultanlığı (Memlûkler)", Tarihte Türk Devletleri, II, Ankara, 1987, s. 444.
196 Geniş bilgi için bkz: İbn Tağriberdî, Ebu'l-Mehâsin Cemaleddin Yusuf, en-Nücûmu'z-Zâhire fî mülûk-i Mısr ve'l-Kahire, III, Beyrut, 1992, s. 26; Makrizî, Takiyyûddin Ebu'l-Abbas Ahmed b. Ali, Kitabu'l-Mevâiz ve'l-İtibâr bi-zikri'l-Hıtat ve'l-Âsâr, I, Beyrut, Tarihsiz, s. 94; Hasan İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, IV, (terc: İ. Yiğit ve arkadaşları), İstanbul, 1992, s. 26-33; İsmail Yiğit, İslâm Tarihi, VII, İstanbul, 1991, s. 13.
197 Bernard Lewis, "Mısır ve Suriye (Fatımî Hilafetinin Sonuna Kadar)", İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, İstanbul, 1997, s. 195 vd.
198 D. G. B. İ. T, VI, s. 436-437; İsmail Yiğit, İslâm Tarihi, VII, İstanbul, 1991, s. 14.
199 İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed, Kitabü'l-İber ve Divanü'l-Mübteda ve'l-Haber, V, Beyrut, 1992, s. 432-438; Kurat, Karadenizin Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 99; Eckmann, "Die Kiptschakische Literatur", Philologiae Turcicae Fundamenta, II, s. 297.
200 Janos Eckman, Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar, (yay. haz: Osman Fikri Sertkaya). Ankara, 1996, s. 52, 67; Heyet, s. 35-36; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 181.
201 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 273.
202 İbn Bîbî, I, s. 102-104.
203 Turan, Selçuklular ve İslâmiyet, s. 120; Yuvalı, s. 117-118.
204 Makrizî, el-Hıtat ve'l-Âsar, II, s. 236; K. Y. Kopraman, Mısır Memlûkleri Tarihi, Ankara, 1989, s. 3; M. Çağatay Uluçay, İlk Müslüman Türk Devletleri, Ankara, 1975, s. 125-126.
205 D. G. B. İ. T, s. 438; Kopraman, Mısır Memlûkleri Tarihi, s. 4.
206 Yiğit, İslâm Tarihi, VI, s. 16; Uluçay, s. 126.
207 Tekindağ, "Mısır ve Suriye'de Kurulmuş Türk Devletleri", T. D. E. K, s. 870-871; Kopraman, Mısır Memlûkleri Tarihi, s. 4.
208 İbn Tağriberdî, en-Nücûm, VI, s. 329-331; D. G. B. İ. T, VI, s. 440.
209 İbn Haldun, el-İber, V, s. 443, 444; Suyûtî, Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr, Târîhu'l-Hulefâ, Beyrut, 1989, s. 518-519.
210 İbn Tağriberdî, en-Nücûm, VI, s. 333-336; İbn Haldun, el-İber, V, s. 444, 445.
211 D. G. B. İ. T, VI, s. 442; Kopraman, Mısır Memlûkleri Tarihi, s. 4-5.
212 Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 99.
213 Kutuz, Baybars I ve Kalavun'un menşeleri konusunda bakınız: Makrizî, Takiyyüddin Ebu'l-Abbas Ahmed b. Ali, Kitabü's-Sülûk li-Ma'rifeti Düveli'l-Mülûk, I/2, (Mustafa Ziyade Neşrî), Kahire, 1957, s. 435; İbn Haldun, el-İber, V, s. 468; İbn Şeddad, Baybars Tarihi, (çev: M. Şerafüddin Yaltkaya), İstanbul, 1941, s. 12-13; Philip K Hitti, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, II, (çev: Salih Tuğ), İstanbul, 1995, s. 1096; Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 159, 179 M. C. Şehabettin Tekindağ, "Kutuz", İA, VI, (M. E. B.), İstanbul, 1967, s. 1057-1058; Tekindağ, "Mısır ve Suriye'de Kurulmuş Türk Devletleri", T. D. E. K, s. 871; Yiğit, İslâm Tarihi, VII, s. 30; Ali Aktan, "Sultan Kutuz ve Aynu-Calut Zaferi", Atatürk Ün. İlahiyat Fak. Dergisi, sa. 10, Erzurum, 1991, s. 187, 188; M Fuad Köprülü, "Baybars I", İA, II, (M. E. B), İstanbul, 1970, s. 357; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 181; Atilla Çetin, "Türk Asıllı Bir Memluk Sultanı: Baybars el-Bundukdârî", T. D. T. D, İstanbul, 1993, sa: 79, s. 29-30; İnci Koçak, "Arap Kaynaklarında Türk Memlûk Sultanı Baybars", X. Türk Tarih Kongresi Bildirileri (Ankara, 22-26 Eylül 1986), III, Ankara, 1991, s. 1101, 1102; Türk Ansiklopedisi, Baybars I, V, (M. E. B), İstanbul, 1967, s. 441; Sobernheim, "Kalavun", İA, VI, (M. E. B), İstanbul, 1967, s. 121, 122; Sobernheim, "Kalavun", İA, VI, (M. E. B), İstanbul, 1967, s. 121, 122. Türk Ansiklopedisi, "Kutuz", XXII (M. E. B.), Ankara, 1975, s. 395.
214 M. Aziz Ahmet, Siyasî Tarihi ve Müesseseleriyle Delhi Türk İmparatorluğu, İstanbul, Tarihsiz, s. 22-23.
215 İbrahim Kafesoğlu, "Türkler", İA, XII/2, (M. E. B), İstanbul, 1988, s. 263.
216 D. G. B. İ. T, IX, s. 375; Enver Konukçu, "Hindistanda Kurulan Türk Devletleri", Tarihte Türk Devletleri I, Ankara, 1987, s. 350; N. R. Farooqi; "Delhi Sultanlığı", İA, IX, (D. İ. A), İstanbul, 1994, s. 130.
217 Aziz Ahmet, s. 141-160; Konukçu, "Hindistanda Kurulan Türk Devletleri", Tarihte Türk Devletleri I, s. 350-351.
218 Aziz Ahmet, s. 165; Farooqi, s. 130.
219 Y. Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi I, Ankara, 1987, s. 277-278; Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 1993, s. 322-323; A. J. Wensinck, "İltutmuş", İA, V/2, (M. E. B), İstanbul, 1977, s. 975; D. G. B. İ. T, IX, s. 379.
220 Aziz Ahmet, s. 184-185.
221 İltutmuş ile Balaban arasındaki dönem için bkz: Aziz Ahmet, s. 187-235; Bayur, Hindistan Tarihi I, s. 281-296; Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 323-324; D. G. B. İ. T, IX, s. 389-407; Farooqi, s. 130.
222 M. Fuad Köprülü, "Balaban", İA, II, (M. E. B), İstanbul, 1970, s. 263: Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü. s. 182; Eröz, Hıristiyanlaşan Türkler, s. 14; Orhan F. Köprülü, "Balaban Han", İA, V, (D. İ. A), İstanbul, 1992, s. 3.
223 Aziz Ahmet, s. 237; Türk Ansiklopedisi, "Balaban", V, (M. E. B), İstanbul, 1967, s. 103.
224 İbn Batuta, Rıhle, I-IV, Beyrut, 1992, s. 436-438; O. F. Köprülü, s. 3; Türk Ansiklopedisi, "Balaban", V, s. 103. Köprülü, "Balaban", İA, II, (M.E.B), s. 264-265; Aziz Ahmet, s. 238-241; Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 324-325.
225 O. F. Köprülü, "Balaban Han", s. 3; Bayur, Hindistan Tarihi I, s. 296-298; Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 325; Aziz Ahmet, s. 268-270.
226 İbn Batuta, Rıhle, I-IV, s. 437; D. G. B. İ. T, IX, s. 412.
227 D. G. B. İ. T, IX, s. 412-413.
228 İbrahim Kafesoğlu, "Delhi Türk Sultanlığı (1206-1413)", T. D. E. K, Ankara, 1976, s. 865.
229 Seferoğlu-Müderrisoğlu, s. 145-149.
230 Günümüzde Kıpçakların bulunduğu yerler için bkz: Gökbel, Kıpçak Türkleri, s. 135-163.

Abstracta, Iranica (Suppl. Studia Iranica), XV-XVII, 1992-1993, Tehran, 1997. Acaroğlu, M. Türker, Bulgaristan'da Türkçe Yer Adları Kılavuzu, Ankara, 1988. Ahincanov, S. M., Kapçaku-Kıpçaki, Almatı, 1995.

Aktan, Ali, "Sultan Kutuz ve Aynu-Calut Zaferi", Atatürk Ün. İlahiyat Fak. Dergisi, sa. 10, Erzurum, 1991.

Alp, İlker, "Bulgar Türk Devleti", Tarihte Türk Devletleri I, Ankara, 1987.

Arat, Reşid Rahmeti, "Kıpçak", İA, VI, (M. E. B), İstanbul, 1967.
Artamanov, M., The History of The Chazars, Leningard, 1962.

Aygil, Yakup, Hıristiyan Türklerin Kısa Tarihi, (Ant yay.), İstanbul, 1995.

Bailly, Auguste, Bizans Tarihi, II, (çev: Haluk Şaman), İstanbul, Tarihsiz.

Bala, Mirza, "İl-Deniz", İA. (M. E. B), V/2, İstanbul, 1977.

"Kumuklar", İ. A, VI, (M. E. B.), İstanbul, 1967.

Barthold, V. V., Moğol İstilasına Kadar Türkistan, (haz: Hakkı Dursun Yıldız), İstanbul, 1981.

, "Orta Asya'da Moğol Fütuhatına Kadar Hıristiyanlık" (Almancadan Osmanlıcaya çev: Köprülüzade Ahmed Cemal), Türkiyat Mecmuası, I, İstanbul, 1925.
, Four Studies On The History of Central Asia, (Translated From The Russian: V. and T. Minorsky), I, Leiden, 1956.
, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, (haz: Kazım Yaşar Kopraman-Afşar İsmail Aka), Ankara, 1975.
Baştav, Şerif, Bizans İmparatorluğu Tarihi (1261-1461), (T. K. A. E.), Ankara, 1989.
Bela, Kossanyi, "XI-XII. Asırlarda Uzlar ve Komanların Tarihine Dair", (çev: Hamit Koşay), Belleten, VIII/29, (II. Kanun), Ankara, 1944.

Blaşkoviç (Kumanoğlu), Yusuf, "Çekoslovakya Topraklarında Eski Türklerin İzleri", Reşid Rahmeti Arat İçin, (T. K. A. E.), Ankara, 1966.

Bretschneider, E. -M. D, Medieval Researches, II, London, 1888.

Brosset, M., Histoire de la Georgie I, Saint Petersburg, 1849; II, 1956.

Cahen, Claude, Osmanlılardan Önce Anadolu'da Türkler, (E. Yay.), İstanbul, 1994.

Cahun, Leon, Introduction a l'Histoire de L'Asie, Turcs et Mongols, Paris, 1895.

Cami, Osmanlı Ülkesinde Hıristiyan Türkler, İstanbul, 1338.

Cöhçe, Salim, "Doğu Karadeniz Bölgesinin Türkleşmesinde Kıpçakların Rolü", I. Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri (13-17 Ekim 1986), Samsun, 1988.
Cüveynî, Alaaddin Ata Melik, Tarih-i Cihan Gûşa, (çev: Mürsel Öztürk), Ankara, 1999.
Çağatay, Saadet, "Codex Cumanicus Sözlüğünün Basılışı Dolayısıyla", D. T. C. F Dergisi, Ankara, 1943.
Çay, M. Abdulhaluk, "Bulgaristan Türkleri", Türk Kültürü, XXIII/262, Ankara, 1985.
Çetin, Atilla, "Türk Asıllı Bir Memluk Sultanı: Baybars el-Bundukdârî", T. D. T. D., sa: 79, İstanbul, 1993.

D'ohsson, Maraja, Moğol Tarihi, (çev: Mustafa Rahmi), İstanbul, 1940. Decel, Aurel, "Dobruca", İA, III, (M. E. B), İstanbul, 1977.

Dede, Abdurrahim, "Batı Trakya Türklerinde-Eski Türk Dini Şamanizm'den Kalıntılar", II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV, Ankara, 1982.

Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, V. VI. VIII, (Çağ yay.), İstanbul, 1992.

Eberhard, W., Çin'in Şimal Komşuları, (çev: Nimet Uluğtuğ), (T. T. K.), Ankara, 1996.

Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, (haz: Zühal Kargı Ölmez), (Simurg yay.), Ankara, 1996.
Eckhart, F., Macaristan Tarihi, (çev: İ. Kafesoğlu), (T. T. K.), Ankara, 1949.
Eckman, Janos, Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar, (yay. haz: Osman Fikri Sertkaya), Ankara, 1996.
, "Die Kiptschakische Literatur", Philologiae Turcicae Fundamenta II, Wiesbaden, 1964.
Ekrem, Mehmet Ali, "Şamanlığın ve Eski Türk Kültürün Dobruca'daki Kırım Türkleri Folklorunda İzleri", I. Uluslarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, I, Ankara, 1976.
, "Türk Medeniyetinin Romen Ülkelerinde İzlerine Dair Bazı Mülahazalar", VIII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, (Ankara, 11-15 Ekim1976), III, Ankara, 1983.

Eren, Hasan, "Kimek ve İmek Boy Adları Hakkında" Türk Dili Dergisi, IV, sa: 45, Ankara, 1955.

Eröz, Mehmet, Eski Türk Dini ve Alevîlik Bektaşîlik, (T. D. A. V.), İstanbul, 1992.

, Hıristiyanlaşan Türkler, (T. K. A. E.), Ankara, 1983.

Farooqi, N. R., "Delhi Sultanlığı", İA, IX, (D. İ. A), İstanbul, 1994.

Feher, Geza, Bulgar Türkleri Tarihi, (T. T. K.), Ankara, 1984.

Frye, Richard N. -Sayılı, Aydın, "Selçuklulardan Evvel Orta Şarkta Türkler", Belleten, X/37, Ankara, 1946.
Gabain, Annemarie Von, "Codex Cumanicus'un Dili", Tarihi Türk Şiveleri, (çev: Mehmet Akalın), Ankara, 1979.

Gerdizi, (Ebu Said Abdulhayy b. ed-Dahhak b. Mahmud, Zeynu'l-Ahbar, (tahkik/editör: Abdu'l Hay Habibi, Bünyad-ı Ferheng-i İran, 1968.

Golden, Peter B., "Kıpçak Kabilelerinin Menşeine Yeni Bir Bakış", Uluslararası Türk Dili Kongresi (1988), Ankara, 1996.

Gökbel, Ahmet, "Bulgaristan Türk Halk Kültüründe Kuman (Kıpçak) Türklerinin Yeri", II. Uluslararası Bulgaristan Türk Halk Kültürü Sempozyumu, 11-12 Ekim 2001, Edirne.
, Kıpçak Türkleri, (Ötüken yay.), İstanbul, 2000.
Grousset, Rene, Bozkır İmparatorluğu, (çev: M. Reşat Uzmen), (Ötüken yay.), İstanbul, 1993.
Grönbech, K., Kuman Lehçesi Sözlüğü (Codex Cumanicus'un Türkçe Sözlük Dizini), çev: Kemal Aytaç, Ankara, 1992.

Guboğlu, Mihail, "Romen Ulusunun Eski Türk Kavimleri ile İlişkileri Hakkında", VIII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, II, Ankara, 1976.

Gürün, Kamuran, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, I, (Karacan yay.), Ankara, 1981.

Hamzaoğlu, Yusuf, Balkan Türklüğü, Ankara, 2000.

Hasan, İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, IV, (terc: İ. Yiğit ve arkadaşları), İstanbul, 1992.

Hazai, G., "Kıpçak", The Encyclopedia of Islam, (New Edition), V, Leiden, 1979.

, "Kuman", The Encyclopedia of Islam, V, (New Edition), Leiden, 1979.

Hey'et, Cevat, Türklerin Tarih ve Medeniyetine Bir Bakış, Bakü, 1993.

Hitti, Philip K, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, II, (çev: Salih Tuğ), (M. Ü. İ. F.), İstanbul, 1995.

İbn Batuta, Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed et-Tanci, Rıhle, I-IV, Beyrut, 1992.

İbn Bîbî, Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Caferî er-Rugadî, el-Evamiru'l-Alaiye fi'l-Umuri'l-Alaiye, I, Ankara, 1956.
İbn Fazlan, Seyahatnâme, (çev: Ramazan Şeşen), İstanbul, 1995.
İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed, Kitabü'l-İber ve Divanü'l-Mübteda ve'l-Haber, V, Beyrut, 1992.
İbn Tağriberdî, Ebu'l-Mehâsin Cemaleddin Yusuf, en-Nücûmu'z-Zâhire fî Mülûk-i Mısır ve'l-Kahire, III, Beyrut, 1992.

İbnü'l-Esir, İzzuddin el-Cezeri eş-Şeybani, El-Kamil fi't-Tarih, X, XII, Beyrut, 1979-1982.

Kafalı, Mustafa, Altın Ordu Hanlığı'nın Kuruluş ve Yükseliş Devirleri, İstanbul, 1976.

Kafesoğlu, İbrahim, "Delhi Türk Sultanlığı (1206-1413)", T. D. E. K, Ankara, 1976.

, "Harezmşahlar Devleti", T. D. E. K, Ankara, 1976.

"Türkler", İA, XII/2, (M. E. B), İstanbul, 1988.

, Harezmşahlar Devlet Tarihi, (T. T. K.), Ankara, 1984.

, Türk Millî Kültürü, İstanbul, 1993.

Kalafat, Yaşar, Doğu Anadolu'da Eski Türk İnançlarının İzleri, (T. K. A. E.), Ankara, 1990.

Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügati't-Türk, (çev: Besim Atalay), Ankara 1992.

Khoniates, Niketas, Hıstoria, (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), (çev: F. Işıltan), Ankara, 1995.
Kırzıoğlu, Fahrettin, "Karapapak (Borçalı-Kazak) Uruğunun Kür-Aras Boylarındaki 1800 Yılına Bir Bakış", A. Ü. E. F. A. D. sa: 2, Nisan, 1971.
, Kars Tarihi, I, İstanbul, 1953.
, Yukarı-Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar, (T. T. K.), Ankara, 1992.
Koçak, İnci, "Arap Kaynaklarında Türk Memlûk Sultanı Baybars", X. Türk Tarih Kongresi Bildirileri (Ankara, 22-26 Eylül 1986), III, Ankara, 1991.
Konukçu, Enver, "Hindistan'da Kurulan Türk Devletleri", Tarihte Türk Devletleri I, Ankara, 1987.
Kopraman, Kazım Yaşar, "Mısır Türk Sultanlığı (Memlûkler)", Tarihte Türk Devletleri, II, Ankara, 1987.

, Mısır Memlûkleri Tarihi, Ankara, 1989.

Köprülü, M. Fuad, "Altınordu'ya Ait Yeni Araştırmalar", Belleten, V/19, Ankara, 1941.

"Baybars I", İA, II, (M. E. B), İstanbul, 1970.
, Türk Tarih-i Dinisi, İstanbul, 1341.

"Harizmşahlar", İA, V, (M. E. B), İstanbul, 1964.

"Balaban", İA, II, (M. E. B), İstanbul, 1970.

Köprülü, Orhan F., "Balaban Han", İA, V, (D. İ. A), İstanbul, 1992.

Köymen, M. Altay, "Selçuklu Hükümdarı Büyük Alâeddin Keykubad ve Anadolu Savunması", Belleten, LII/205, 1988.

Köymen, M. Altay, Alp Arslan ve Zamanı II: "Selçuklu Askerî Teşkilatı", Ankara, 1983.

, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul, 1976.

Kurat, Akdes Nimet, Rusya Tarihi (Başlangıçtan 1917'ye kadar), Ankara, 1987.

"Bulgar", İA, II, (M. E. B), İstanbul, 1970.

, "Doğu Avrupa Türk Kavimleri ve Devletleri", T. D. E. K, Ankara, 1976.

"Peçenekler", İA, (M. E. B), IV, İstanbul, 1964.

"Bulgaristan", İA, II, (M. E. B), İstanbul, 1970.

, IV-XI11. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1972.

, Peçenek Tarihi, İstanbul, 1937.

Kuun Kont, Geza, Codex Cumanicus, Budapestını, 1981. Kuyucuklu, Nazif, "Bulgaristan" İA, (D. İ. A), VI, İstanbul, 1992. Kuzgun, Şaban, Hazar ve Karay Türkleri, Ankara, 1993.

Lewis, Bernard, "Mısır ve Suriye (Fatımî Hilafetinin Sonuna Kadar)", İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, I, İstanbul, 1997.
M. Aziz Ahmet, Siyasî Tarihi ve Müesseseleriyle Delhi Türk İmparatorluğu, İstanbul, Tarihsiz.
Makrizî, Takiyyûddin Ebu'l-Abbas Ahmed b. Ali, Kitabu'l-Mevâiz ve'l-İtibâr bi-zikri'l-Hıtat ve'l-Âsâr, I-II, Beyrut, Tarihsiz.
, Kitabü's-Sülûk li-Ma'rifeti Düveli'l-Mülûk, I/2, (Mustafa Ziyade Neşrî), Kahire, 1957.
Memişoğlu, Hüseyin, Bulgaristan'da Türk Kültürü, Ankara, 1995.

Merçil, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 1993.

Minorsky, V., (çev.) Hudûd al-Âlam, The Regions of the World, London, 1937.

Namık, Hüseyin, Türk Tarihinin Ana Hatları Eserinin Müsveddeleri, No: 14 (Başvekalet Müdevvenat Matbaası), Ankara, Tarihsiz.
Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, (çev: Fikret Işıltan), Ankara, 1981.
Ögel, Bahaeddin, "Çin Kaynaklarına Göre Wu-sunlar ve Siyasî Sınırları Hakkında Bazı Problemler", D. T. C. F. Dergisi, VI/4, Ankara, 1948.

, Sino-Turcica-Cengiz Han ve Çin'deki Hanedanının Türk Müşavirleri, Taipei, 1964.

, Türk Kültür Tarihine Giriş, VII, Ankara, 1984.

, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Ankara, 1979.

, İslâmiyet'ten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1988.

Öztuna, Yılmaz, Devletler ve Hanedanlar, III, (Kül. Bak. yay.), Ankara, 1990.

Özyetkin, Melek, "Kıpçak (Kuman) Türkleri I", Kırım Dergisi, II/6, Ankara, 1994.

Parmaksızoğlu, İsmet, (haz), İbn Batuta Seyahatnâmesinden Seçmeler, (M. E. B.), İstanbul, 1971.
Pritsak, Omeljan, "Polovetsler ve Ruslar", (çev: Eşref Bengi Özbilen), T. D. A, sa: 94 İstanbul, 1995.

Rasonyı, Laszlo, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, III/11-12, Ankara, 1939.

, "Kuman Özel Adları", Türk Kültürü Araştırmaları (1966-1969), Ankara, 1973.

, Tarihte Türklük, Ankara, 1993.

, Türk Devletinin Batıdaki Vârisleri ve İlk Müslüman Türkler, (haz: Ş. K. Seferoğlu-Adnan Müderrisoğlu), Ankara, 1983.
, "Ortaçağ'da Erdel'de Türklüğün İzleri", II. Türk Tarih Kongresi (20-25 Eylül 1937), İstanbul,
Safran, Mustafa, Yaşadıkları Sahalarda Yazılan Lügatlere Göre Kuman/Kıpçaklarda Siyasî, İktisadî, Sosyal ve Kültürel Yaşayış, (T. K. A. E.), Ankara, 1993.

Saray, Mehmet "Altınorda Hanlığı", İA, II, (D. İ. A), İstanbul, 1989.

Sobernheim, "Kalavun", İA, VI, (M. E. B), İstanbul, 1967.

Suyûtî, Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr, Târîhu'l-Hulefâ, Beyrut, 1989.

Sümer, Faruk, "Kimek", İA, VI, (M. E. B.), İstanbul, 1967.

, "Peçenekler (IX-XII. Yüzyıllarda Yaşamış Ünlü Bir Türk Eli)", T. D. A, sa: 94 (Şubat), İstanbul, 1995.

, Eski Türklerde Şehircilik, İstanbul, 1984.

, "Bayındır Peçenek ve Yüreğirler", A. Ü. D. T. C. F. Dergisi, XI, 2-4 sayılarından ayrı basım, Ankara, 1953.

, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu'da Türk Beylikleri, Ankara, 1990.

, Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller ve Türk Destanları, İstanbul, 1997.

, Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul, 1980.

Şapşapoğlu, Süreyya, "Kırım Karaî Türkleri", Türk Yılı I, Ankara, 1928.

Şeşen, Ramazan, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara, 1985.

Taneri, Aydın, Harezmşahlar, (T. D. V.), Ankara, 1993.

Taymas, Abdullah Battal, Kazan Türkleri, (T. K. A. E.), Ankara, 1966.

Tekin, Melek, Türk Tarihi Ansiklopedisi, (Milliyet yay.), İstanbul, 1991.

Tekindağ, M. C. Şehabeddin, "Mısır ve Suriye'de Kurulmuş Türk Devletleri", T. D. E. K., Ankara, 1976.

"Kutuz", İA, VI, (M. E. B.), İstanbul, 1967.

Temir, Ahmet, "Kıpçak Edebiyatı" T. D. E. K., Ankara, 1976.

Tiesenhausen, W. De., Altınordu Devleti Tarihine ait Metinler, (çev: İsmail Hakkı İzmirli), İstanbul, 1941.
, Bugünkü Türk İli Türkistan ve Yakın Tarihi, İstanbul, 1981.

, Oğuz Destanı, "Reşideddin Oğuznamesi" Tercüme ve Tahlili, İstanbul, 1982.

, Umumi Türk Tarihine Giriş, (İ. Ü. E. F.) İstanbul, 1981.

Harizm", İA.V, (M. E. B), İstanbul, 1964.

Turan, Osman, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul, 1980.

, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, İstanbul, 1993.

, Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul, 1993.

, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul, 1993.

Türk Ansiklopedisi, "Balaban", V, (M. E. B), İstanbul, 1967.

"Gürcistan", XVIII, (M. E. B), Ankara, 1970.

"Kanglı", XXI, (M. E. B), Ankara, 1974.

"Kıpçak", XXII, (M. E. B), Ankara, 1975.

"Kimekler", XXII, (M. E. B.), Ankara, 1975.

"Kutuz", XXII (M. E. B.), Ankara, 1975.

"Baybars" I, V, (M. E. B), İstanbul, 1967.

Uluçay, M. Çağatay, İlk Müslüman Türk Devletleri, (M. E. B.), Ankara, 1975.

Urfalı Mateos Vekayi-Namesi ve Papaz Grigor'un Zeyli, (çev: Hrant D. Andreasyan, notlar: Edouard Dulaurer, (çev: M. Halil Yinanç), (T. T. K.), Ankara, 1987.

Urmançeyev, F, "Orta Asya Türk Tarihi ve Folklorunda Boz/Ak Kurt", (çev: Mehmet Tezcan), Kardaş Edebiyatlar, sa: 7, Erzurum, 1983.

Uydu, Mualla, İlk Rus Yıllıklarında Türkler, (Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Ün. Sosyal Bil. Enstitüsü), İstanbul, 1998.
Ülküsal, Müstecib, "Romanya Türkleri", T. D. E. K, Ankara, 1976.
, Dobruca ve Türkler, (T. K. A. E.), Ankara, 1966.
Vladimirtsov, B. Y., Moğolların İctimai Teşkilatı, (çev: A. İnan), (T. T. K.), Ankara, 1995.

Wensinck, A. J., "İltutmuş", İA, V/2, (M. E. B), İstanbul, 1977.

"IX ve X. Asırlarda İtil ve Bulgar'ın Tarihî Topoğrafisi Meselesine Dair", Belleten, XVI/62, Ankara, 1952.
Yakubovski, A. Yu, "İbn-i Bîbî'nin XIII. Asır Başında Anadolu Türklerini Suğdak, Polovets (Kıpçak) ve Ruslara Karşı Yaptıkları Seferin Hikayesi", (çev: İsmail Kaynak), D. T. C. F. Dergisi, XII, sa. 1-2, Ankara (Mart-Haziran), 1954.

Altınordu ve Çöküşü, (çev: Hasan Eren), Ankara, 1992.

Yiğit, İsmail, İslâm Tarihi, VII, (Kayıhan yay.), İstanbul, 1991.

Yusuf Has Hacîb, Kutadgu Bilig-I, Metin, nşr: Reşid Rahmeti Arat, (T. D. K.), Ankara, 1991.

Yuvalı, Abdülkadir, "XIII. Yüzyılda Ön Asya'daki Siyasî Bloklaşma", Türk Kültürü, XXIII/262, Ankara, 1985.
Yücel, Yaşar, Çoban-Oğulları Candar-Oğulları Beylikleri, (T. T. K.), Ankara, 1980.
Zobian, Maria Lazarescu, "Cumania as the name of thirteenth Century Moldavia and eastern wallachia", Journal of Turkish Studies (Turks, Hungarians and Kıpchaks), VIII. Hardvard, 1984.

Hiç yorum yok: