29 Ekim 2008 Çarşamba

son kıpçaklar

KIPÇAKLAR VE “SON KIPÇAKLAR”…

KIPÇAKLAR VE “SON KIPÇAKLAR”…

FAHRETTİN ÇİLOĞLU

Bir miktar tarih kitabı, ansiklopedi karıştırırsanız, bir zamanlar Aral Denizi ile Karadeniz’in kuzeyinde geniş bira alana uzanan ve Deşt-i Kıpçak denilen topraklarda yaşayan Kıpçakların tarih sahnesinden silindiğini, onlardan geriye yalnızca Codex Cumanicus adlı bir sözlük ve metin derlemesinin kaldığını okursunuz. Eğer kafanız “codex” ve “Cumanicus” sözcüklerine takılırsa, o zaman biraz daha sözlük taraması yapar, bu sözcüklerin Latince olduğunu, “codex”in kodeks, “Cumanicus” Kumanca ve Kumanlarla ilgili olduğunu öğrenirsiniz. Sonra Kumanları merak ederseniz; o zaman da Kıpçaklar dediğimiz topluluğun aslında bir konfederasyon olduğu, içinde değişik boyların bulunduğu bilgisine ulaşırsınız. Biraz kafanız karışır gibi olur, ama olsun, zaten tarih biraz kafa karıştırıcı bir sosyal bilim dalıdır.
Codex Cumanicus’un ne olduğunu biraz daha netleştirmek için, ulaştığınız düzgün kaynakların sayfalarını biraz daha çevirirsiniz. Bu yapıtın birinci bölümünde Latince-Farsça-Kumanca sözlüğün bulunduğunu okursunuz. İkinci bölümde Kumanca-Almanca bir sözlüğün olduğu, metinlerin Latin, Got ve Yunan alfabesiyle yazıldığı bilgisine de ulaşırsınız. Sonra, Kumanca Hıristiyan duaları, vaazlar, ilahiler de vardır Codex Cumanicus‘ta. Bunun tek nüsha bir eser olduğunu ve Venedik’te San Marco Kütüphanesi’nde saklandığını öğrenirsiniz. Yazılış tarihi 1303’tür bu tek nüsha eserin. Sonra kafanıza bir soru daha takılır. Bir Türk boyu olan Kumanlar, 14. yüzyılda Hıristiyan mıydı, diye. Bunun sizin için bir önemi varsa, biraz daha okur, öğrenirsiniz. Ama bu soruyu kendinize sormayabilirsiniz de.
Tarihin, bu ilginç sayfalarından çıkıp günümüze, Kumanlara göre daha yaygın kullanıma sahip Kıpçaklara dönerseniz, 13. yüzyılın ilk çeyreğindeki Moğol istilaları sırasında Kıpçakların büyük bölümünün Macaristan, Bulgaristan, Rusya, Gürcüstan, Suriye ve Mısır’a dağılarak zamanla yerli halk arasında eridiğini öğrenirsiniz. Kalan bölümünün, aynı topraklarda Moğolların kurduğu Altın Orda Devleti içinde kaldıklarını görürsünüz.
Tarihin dışına çıkarsanız, günümüzde de geçmişleri Kıpçaklara dayananların olduğunu sağda solda okursunuz. Kıpçakların soyundan geldiğini ileri süren bu “Son Kıpçaklar”ı, tarihin ciddiyeti içinde anlamanız mümkün olmayabilir. Çünkü Kıpçakların soyunun, neden sadece Gürcüstan’ın güneybatı kesiminde sürdüğü, ama başka yerlerde sürmediği size çok anlaşılır gelmeyebilir. Muhtemelen, Kıpçakların soyunun kendileriyle sürdüğünü iddia eden “Son Kıpçaklar”, ince bir mizah ürünüdür. “Son Kıpçaklar”ın en başta gelen özelliği de mizahı sevmeleridir. Gelin, biz de bu mizahın hakkını verelim.
“Son Kıpçaklar”, Acara değil Acaristan demeyi severler, ama aralarında “Muslim Georgia” diyenlerine de rastlanır. Örneğin Acara’ya gidip fotoğraflar çeker ve yazdıkları yazıya da, “Ajara: Muslim Georgia” derler. Henüz İngilizce Acaristan yazmayı öğrenememişlerdir. “Son Kıpçaklar”, bazı yer adlarının, sonuna –i getirilerek yazılmasından hoşlanmazlar. Henüz “Muslim” olmamış Georgia’nın doğusundaki bir kentin adının bile nasıl yazılması gerektiğini bu “Son Kıpçaklar”a sormanız gerekir. Kazara Telavi yazmışsanız, –i harfini atar, bu kentin adının Telav olduğunu anında size bildirirler. Buranın, bir zamanlar “tel” ile çevirili bir “av” sahası olduğunu belirtip, kelimenin hemen etimolojisini de yaparlar. “Son Kıpçaklar”, Gürcistan yerine Gürcüstan yazanlara da kızarlar, ama sadece kızarlar. Gürcistan içindeki sözcüğün Gürci olduğunu ve bunun da yanlış olduğunu, 1950’lerden önce resmi yayınlarda bile Gürcüstan yazıldığını duymak istemezler.
“Son Kıpçaklar”, Kıpçakça’da olmayan bazı kelimeleri de kullanırlar. Gamarcoba derler, lamazi, simindi, gogo, kali. Kendilerine Gürcü dedikleri anlara da rastlanır, çünkü “Kıpçak” demeye dillerini bir türlü alıştıramamışlardır. Öte yandan lamazi, simindi, kali gibi kelimelerden –i harfini atmayı henüz akıl edememişlerdir. Artvin yöresindeki kiliselerin ve manastırların, Kıpçaklar tarafından yapıldığını ileri sürmek yerine, oralarda kilise-manastır benzeri yapıların olmadığını söylerler. İçlerinde dilleri sürçüp biz Gürcüyüz diyenler, anında lafı çevirip köklerini ilk insan Adem’e dayandırırlar. Köklerini bazen Nuh’a kadar uzatmakla yetinenler de vardır. Nuh zamanında Tufan olduğu için, sonra kökler karışmıştır, onun için kökenlerinin ne olduğunu tam olarak bilemezler. Neden sadece “Son Kıpçaklar”ın yaşadığı yerlerdeki insanların köklerinin karışıp, mesela Araplarınkinin neden karışmadığını kendilerine sormazlar. Acara’da Hüseyin adını taşıyan herkesin Türk olduğunu söylerler, ama Arabistan’daki Hüseyin’lerin neden Türk olmadığını açıklayamazlar.
“Son Kıpçaklar”, ailelerinde Kıpçak adını hiç duymamışlardır ve Codex Cumanicus’tan tek bir kelime bile okumamışlardır.

Moğol İstilasına Kadar Kıpçakların Kafkasyadaki Faaliyetleri

Moğol İstilasına Kadar Kıpçakların Kafkasyadaki Faaliyetleri nelerdir?

Tarih içinde Kıpçaklar, yakın akrabaları olan Oğuzlar’dan sonra mühim rol oynamış Türk kavimlerinden biridir. Ancak, İrtiş ırmağı boylarından, Tuna’nın güneyine kadar uzanan geniş hareket sahaları içinde Kıpçaklar merkezi bir devlet vücuda getirememişler, daha çok göç hareketleri sırasında önlerine kattıkları Türk boylarının da dahil olduğu bazı kabileler federasyonu halinde yaşamışlardır. Kıpçak kelimesinin etimolojik olarak hangi manaya geldiği tam olarak açıklanamamakla birlikte, Oğuz Kağan destanından da etkilenerek kelime “ kof ağaç kabuğu” olarak manalandırılmıştır. Bununla birlikte batıya doğru göçlerinden itibaren kaynaklarda Kıpçaklar hakkında verilen bilgiler de çoğalmıştır.

Kıpçaklar ; Rus kaynaklarında Polavstı, Bizans ve Latin kaynaklarında Kuman, Komani, Cumanus, Kumanoi, Kumanos, Macarlar tarafından Kun, Kuman ve Paloç, Almanlarca Falon ve Falb, Ermeniler tarafından ise Çhardeş olarak isimlendirilmişlerdir. Tüm bu isimlendirmeler Kıpçaklar’ın fiziksel özelliklerini belirtir mahiyette olup “ sarışın, sarışınlar, saman rengi sarı saç “ manasını taşımaktadır. İslam kaynaklarında ise İdrisi’deki Kuman, Kumanıyyun şekli haricinde Kıpçak, Khıfçak veya Hıfçak olarak adlandırılmışlardır.

Kıpçaklar’ın ilk yaşadıkları bölge Orta Asya’daki İrtiş ırmağı civarı olmuştur. Kıpçaklar’ın güneyinde Peçenekler yer alırken, kuzeyinde ise ıssız topraklar bulunuyordu. Birbirine yakın dönemde yazılmış iki Farsça eserden, 982 yılı civarından tamamlanmış olan Hudud el-Alem’de Kıpçaklar, Kimekler’den ayrı bir kabile olarak tanımlanırken, Gerdizi’nin ( ö.1053 ) Zeyn el-Ahbar’ında ise Kıpçaklar, aynı bölgede yaşayan Kimekler’e bağlı yedi kabileden biri olarak gösterilir.

Bu iki eserden bir müddet sonra 1072 senesinde Divan-ı Lugati’t-Türk adlı eserini tamamlamış olan Kaşgarlı Mahmud’a göre ise Kimekler, Kıpçaklar’a bağlı bir kabile olarak tanımlanmıştır . Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere önceleri Kimekler’e bağlı olarak yaşayan Kıpçaklar sonraları güçlenmişler ve Kimekler’den ayrılarak yeni bir birlik oluşturmuşlardır. Bu tahminen X. yy. başlarında olmuş olmalıdır. Daha sonraları güçten düşen Kimekler de bu birliğe dahil olmuşlardır.

X. asrın başlarından itibaren Çin’in kuzeyinde bir devlet kurmuş olan Moğol-Kitanlar’ın ( Kıtaylar ) baskısı sebebiyle İrtiş boylarında yaşayan Kıpçaklar batıya doğru hareket etmek mecburiyetinde kaldılar. XI. yy. içinde yoğunluğu giderek artan bu göç hareketleri esnasında Kama ve İtil nehirlerinin bulunduğu bölgeye gelen Kıpçaklar burada yaşayan İtil Bulgarlarıyla münasebete geçtiler. Yine bu göçler sırasında kendilerinden daha önce buralara gelmiş olan Peçenek ve Uzlar’ı da daha batıya sürerek, XI. yy. sonlarında Karadeniz’in kuzeyine tamamen hakim oldular.


Buna bağlı olarak Karadeniz’in kuzeyinde daha önceleri “Mefazetü’l Guziyye” olarak adlandırılan İdil boylarından Dnyeper nehirine kadar uzanan saha Kıpçaklar’a ithâfen “ Deşt-i Kıpçak” olarak anılmaya başlanmıştır. Kıpçaklar’ın asıl nüfuz sahası ise; Doğu’da İrtiş nehiri ve Balkaş gölü ile bunların güneyinde kalan Harezm sınırından, batıda Tuna nehirinin güneyine kadar uzanıyordu. İdrisi de ise Kıpçaklar’ın ; Ak Kıpçak ve Kara Kıpçak olarak ayrıldıklarını belirtmiştir.

R. Rahmeti Arat, Rasovsky’nin bu yayılmaya bağlı olarak Kıpçaklar’ı ; Orta Asya Bölüğü, Volga-Yayık Bölüğü, Donetsk-Don Bölüğü, Aşağı Dnyeper Bölüğü ve Tuna Bölüğü olarak beş gruba ayırdığını söyler .

Kıpçaklar’ın batıya göçleriyle beraber karşılaştıkları ilk yabancı kavim Ruslar olmuştur.

İlk Kıpçak-Rus münasebetleri 1055 senesinde iki taraf arasında yapılan bir barış anlaşmasıyla başlamıştır. Ancak bu barış uzun sürmedi. Kıpçaklar 1061 senesinden itibâren kendilerine yakın olan Preyeslav, Kiev, Çernigov Rus knezliklerinin topraklarını ağır yağma akınlarına maruz bıraktılar. Bu arada 1068 senesi içinde Kıpçaklar, birleşik bir Rus ordusunu Alta ırmağı kıyısında hezimete uğratmışlardır.

Bunu takip eden senelerde Kıpçaklar, daha sonra önlerinden kaçarak daha batıya giden Peçenek ve Oğuzlar’ı cezalandırmak üzere harekete geçtiler. Ancak, Balkanlar’daki yerli bir beyin aracılığı ile Bizans’a karşı savaşan Peçenekler’e yardıma karar verdiler. Fakat Peçenekler, Kıpçaklar’ın yardımına gerek kalmadan Silistre’de Bizans ordusunu yenmeleriyle, elde edilen ganimetten pay isteyen Kıpçaklar’la anlaşmazlığa düştüler(1088) .

İki taraf arasında doğan bu düşmanlıkta Tuna’nın güneyindeki toprakların verimliliği ve Bizans İmparatorluğu’nun zenginliğinin Kıpçaklar tarafından fark edilmesi de önemli rol oynamıştır. Bu arada Peçenekler İzmir’de bir beylik kurarak Bizans İmparatorluğu’nu ele geçirmek üzere faaliyet gösteren Çakan Bey ile ortaklaşa hareket etmek üzere anlaşmışlardı. İki taraf arasında sıkışıp kalan Bizans imparatorluğu ise, Tugor Han ve Bönek kumandası altındaki 40.000 kişilik Kıpçak ordusunun Meriç nehri kenarındaki Lebunion ( Omurbey ) denilen yerde konaklayarak Çakan Bey’den haber beklemekte olan Peçenekleri bir baskın sonucu ağır bir hezimete uğratması ile bu zor durumdan kurtuldu(1091).

Bunun sonucu Balkanlarda bir kuvvet olarak önemlerini yitiren Peçeneklerin yerini Kıpçaklar aldı. Peçeneklerin imhasını takip eden senelerde Bizans ve Macar topraklarına sayısız akınlar yaparak tahribatta bulunan Kıpçaklar Bizans İmparatoru Aleksios Kommenos I. ve halefleri tarafından mağlup edilerek Tuna’nın güneyindeki etkinliklerini kaybettiler. Ardından Bizans ve Macar ordularında paralı askerlik yapmaya başlayan Kıpçaklar, Bizans tarafından müslüman soydaşlarına karşı bir sed vazifesi görmek üzere Anadolu’da Menderes vadisi ve Frigya’da iskan edilmişlerdir .

Karadeniz’in kuzeyindeki mücadelelerde ise; Kıpçaklar kendi önlerinden kaçan bazı Peçenek ve Oğuz ( Uz ) gruplarının, Ruslar tarafından kabul edilerek askeri alandaki istihdamlarına karşı duydukları kızgınlık ve yeni bir knezin başa geçişi sırasında geleneksel olarak kendilerine verilen hediyelerin verilmemesi v.b. sebeblerle Rus topraklarına yaptıkları akınlarını sıklaştırmaya başladılar.

Rus knezleri, Kıpçak hanlarının kızlarıyla evlenmek veya mal ve para vermek suretiyle onlarla anlaşmaya çalışmışlar, ancak yapılan anlaşmaların hiçbiri çeşitli nedenlerle uzun ömürlü olmamıştır. Bu dönem içinde Kıpçaklar’ın etki alanı giderek Rusya’nın içlerine doğru kaymaya başladı. Fakat, önce Çernigov, sonraları sırasıyla Preyeslavl ve Kiev knezi olan Vladimir Monomach’ın liderliğinde birleşen Ruslar 1103’deki Süteni savaşında, 1111, 1113 ve 1116’da Kıpçak üzerine yaptıkları akınlarda kazandıkları başarılar sayesinde onlara üstünlüklerini hissettirmeye başladılar.

Rusların, Kıpçak topraklarına yaptıkları bu karşı akınların, üzerlerinde doğurduğu ağır baskı sebebiyle Kıpçaklar, Rus akınlarının erişemeyeceği yeni yerleşim sahaları arayışı içine girdiler.

Bu arada Kıpçak bozkırlarının güneyinde yer alan Kafkasya’nın güneyinde Kutayıs başkent olmak üzere İmeret, Megrel, Suvanet ve Apkazet şehirleri ile Karadeniz kıyılarındaki dar bir kıyı şeridine hakim olan Gürcü-Abhaz kralı David IV., Kıpçak beylerinden Atrak’ın kızı ile evli bulunuyordu. Kral David IV., Sultan Melikşah’ın 1092’de Bağdad’da zehirlenerek öldürülmesinin ardından Büyük Selçuklu Devleti bünyesinde meydana gelen taht kavgaları ve Haçlı seferlerinin sebeb olduğu karmaşa ortamından faydalanmak istiyordu.

Bu sayede dağınık ve feodal bir şekilde yaşayan Gürcüleri tek bir bayrak altında toplamak ve Selçuklu akınları sırasında Türklerin eline geçmiş olan Yukarı Kür ve Çoruh boylarındaki toprakları yeniden ele geçirerek krallığını genişletmek arzusundaydı. Ancak bu girişimi başarıya ulaştırmak için elinde yeterli bir askeri güce sahip bulunmadığından, Kıpçak hanı Atrak’ı yardıma çağırdı. Zaten Rus akınlarından iyice bunalmış olan Kıpçaklar, bu teklifi hemen kabul ederek 1118-1119 seneleri içinde Atrak Han idaresinde geniş kitleler halinde Kafkaslardaki Daryal geçidinden geçerek Gürcistan’a girdiler .

Kıpçaklar’ın muhaceretiyle beraber büyük mücadelelere sahne olacak olan saha içinde ; Ani, Gence şehirleri ve civarı Şeddadilerin, Erzurum ve civarı Saltukluların, Ahlat ve Van çevresi Sökmenlilerin, Kemah, Erzincan ve Divriği Mengüceklerin ve daha güneydeki Mardin, Hısn-ı Keyfa ve Harput şehirleri ve civarı ise Artukluların elinde bulunuyordu.

Yine Anadolu’da Haçlı seferleri sonunda Bizans’ın, Karadeniz, Marmara ve Ege kıyılarını yeniden ele geçirmesiyle birlikte Orta Anadolu’ya çekilmek zorunda kalan Anadolu Selçukluları ise Bizans ve Haçlılarla mücadeleye devam ediyordu. Azerbaycan, Tiflis ve Irak’ta ise; Gürcüler ve onların müttefikleri Kıpçaklara karşı en zorlu mücadeleyi vermek ve bu seferleri düzenlemek zorunda kalan Irak Selçuklularının elinde idi.

Daha sonraları bu devlete bağlı olarak, bir Kıpçak Türk’ü İldeniz tarafından Azerbaycan, Arran ve Cibal bölgelerinde kurulacak olan Azerbaycan Atabekleri de Gürcüler ve Kıpçaklara karşı yapılan mücadelelerde daima ön saflarda yer alacaklardır. Kral David IV. müttefiki Kıpçaklardan kırk bin kişilik bir ordu meydana getirdi. Yine beş bin kadar Kıpçak’ı da hristiyan dinine sokarak kendi özel hizmetine aldı. Bu kuvvetlerle feodal bir halde yaşayan Gürcü devletçiklerine karşı harekete geçen David IV., bunlara kendi hakimiyetini kabul ettirdi. Bu yüzden kendisi tarihçiler tarafından “Islahatçı” lakabıyla anılmıştır.

Ardından 1120 senesi içinde Kür ve Çoruh boylarındeki Türkmenlere karşı harekete geçen Gürcü-Kıpçak ordusu, bunlara ani bir baskın yaparak bol miktarda ganimet ve esir elde ettiler. Borçalı müttefiklerin eline geçti. Akınlarını Şirvan, Azerbaycan ve D. Anadolu’ya yönelten Gürcü-Kıpçak ordusunun faaliyetlerinden sıkıntıya düşen yerli halk ve Türkmenler, Irak Selçuklu hükümdarı Sultan Mahmud’un yanına giderek bu durumu ona şikayet ettiler. Bunun üzerine Sultan Mahmud ; kardeşi Melik Tuğrul ve onun atabeği Gündoğdu’yu , Haçlılara karşı başarıyla mücadele veren Mardin Artuklu Emiri İlgazi’yi, Bitlis ve Erzen Emiri Togan Arslan’ı Gürcü ve Kıpçaklara karşı bir sefer düzenlemeye memur etti. Bu birleşik ordudaki asker sayısı otuz bin kişiyi buluyordu.

Mardin Artuklu emiri İlgazi yanında Hille emiri Dübeys b. Sadaka olduğu halde harekete geçti. Ancak diğer müttefikleriyle buluşacağı mevkide onları bulamayınca tek başına Tiflis şehrine doğru ilerlemeye devam etti. 18 Ağustos 1121 günü Tiflis’in güneydoğusunda dağlık bir arazi olan Did-Gorni’de sayısı elli beş bin kişiyi bulan birleşik Gürcü-Kıpçak ordusu ile karşılaştı. Savaştan hemen önce Türk ordusu saflarına katılan iki yüz kadar Kıpçak fedaisinin etrafa ok atarak çıkardıkları karışıklıktan faydalanan Gürcü-Kıpçak ordusu, İlgazi’nin yönetimindeki kuvvetleri ağır bir bozguna uğrattı . Türk ordusu birçok ölü ve dört bin kadar esir verirken, İlgazi ve Dübeys b. Sadaka ise kaçmak zorunda kaldılar.

Bu zaferin ardından Tiflis üzerindeki baskılarını arttıran Gürcü-Kıpçak ordusu 14 Ağustos 1122’de yardım alamadığından dolayı teslim olmak zorunda kalan şehire girdiler. Şehrin tesliminden önce yapılan anlaşmaya rağmen şehir yağmalanarak beş yüz müslüman katledildi.

Did-Gorni bozgunu ve Tiflis’in kaybı üzerine Sultan Mahmud bizzat harekete geçmek zorunda kaldı. Şemahı’ya gelindiğinde birleşik Gürcü-Kıpçak ordusunun elli bin kişilik bir mevcudu olduğu yolundaki haberler üzerine Sultan, veziri Şemsülmülk Osman b. Nizamülmülk ile görüştükten sonra geri dönmeye karar verdi. Ancak o sırada orduda bulunan ve kendisini bölgeye davet etmiş olan Şirvan ve Derbend halkının ısrarı onu bu kararından dönmeye mecbur bıraktı .

Yürüyüşü sürdüren Sultan Mahmud, David IV.’in damadı Şirvan-şah’ı huzuruna çıktığı sırada yakalayarak hapse attırdı. Bu arada Türk ordusunu karşılamak üzere harekete geçen Gürcü-Kıpçak ordusu da sebebi bilinmeyen bir ihtilaf nedeniyle daha Türk ordusu ile karşılaşmadan dağılmıştı. Bunda bir önceki savaşta yeterli ganimeti sağlayan Kıpçakların savaşmak istememesi etkili olmuş olabilir.

Mirza Bala’ya göre ise karşılarında kendi ırkdaşlarını gören Kıpçaklar savaşmak istememişlerdir. Ancak yazar, Kıpçakların Did-Gorni savaşında ırkdaşlarına karşı Gürcülerin safında savaşarak Gürcülerin zaferinde önemli rol oynadıklarını gözardı etmektedir.Bütün bu lehte duruma rağmen Irak’daki iç karışıklıklar nedeniyle geri dönmek zorunda kalan Sultan Mahmud, Arran Atabeyi Aksungur’u bölgede bıraktı. Bu durumdan faydalanan David IV., Kıpçaklarla olan uyuşmazlığını gidererek zayıflayan Türk kuvvetlerini yenmeye muvaffak oldu. Ardından Şirvan şehri, Pasinler ve İspir’e kadar olan bütün bölge Gürcü-Kıpçak ordusu tarafından ele geçirildi.

Yine 1064 senesinde Sultan Alparslan tarafından fethinden beri müslümanların elinde bulunan Ani içerideki Ermenilerin de yardımıyla Gürcülerin eline geçti(1124). Bölgedeki hakimiyetin Gürcü ve Kıpçaklar’ın eline geçmesi üzerine yerlerinden ayrılan Türkmenlerin yerine Cavakhet’den İspir’e kadar olan bütün yerler Kıpçaklar tarafından iskan edildi. Kral David IV. bu güçlü müttefiklerine Kartli yöresinden de kışlaklar tahsis etti. David IV. bu sayede ele geçirdiği yerlerde kendine bağlı Kıpçaklar sayesinde daha kalıcı olmak amacını güdüyordu.

Bu arada hristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen mezhebleri de yavaş yavaş Kıpçaklar arasında yayılmaya başlamıştır. Kıpçaklar yerleşimleri konusunda David IV. ile bir çok kere anlaşmazlığa düşmüşler ve bunun neticesi olarak kendisine altı yedi kere, başarısız kalan suikast girişimlerinde bulunmuşlardır. Herhalde bunun sebebini, David IV.’in yeni ele geçirdiği topraklar üzerinde doğrudan bir hakimiyet kurmak istemesi, fakat buralarda yerleşen Kıpçaklar’ın buna imkan tanımaması ve bunun iki taraf arasında meydana getirdiği gerginlikte aramak gereklidir.

Hepsinden önemlisi Kıpçaklar’ın, Gürcü ordusunun ana kuvvetlerini oluşturdukları halde, başkumandanlığın ve yeni ele geçirilen Ani şehri yönetiminin Gürcü Orbelyanlar ailesine verilmesinin Kıpçaklar arasında doğurduğu hoşnutsuzluğu da dikkate almak lazımdır. Zira sadece kendi beylerinden emir almaya alışmış olan Kıpçaklar’ın böyle bir şeyi kabullenmelerinin zor olduğu aşikardır.

Nitekim David IV.’in ölümünden sonra yerine geçen oğlu Dimitri ilk iş olarak Türkmenlerden boşalan Kür ve Çoruk boylarındaki arazileri Kıpçaklara ikta ederek onları teskin etme yoluna gitmiş, ancak başkumandanlık görevi yine Orbeliyanların elinde kalmıştır.

Dimitri’nin başa geçmesinden kısa bir müddet sonra Ani 1126’da eski hakimleri Şeddadiler tarafından yeniden ele geçirildi. Bu arada eski düşmanları Kiev Knezi Vladimir Monomach’ın 1125 senesindeki ölümü üzerine Atrak Han yanında bir miktar Kıpçak ile birlikte geri döndü ise de Kıpçaklar’ın büyük bir kısmı Gürcü kralı tarafından kendilerine ikta edilen topraklarda kaldılar. Kıpçaklar yerleştikleri bu topraklardan her sene Gürcülerle birlikte müslüman beyliklerin topraklarına akınlar yaparak, hem buralardaki müslüman hakimiyetini zayıflatmaya çalışıyor, hem de bu akınlar sayesinde bol miktarda ganimet ve esir elde ediyorlardı.

1131 senesi içinde Orbelyanlı İvane idaresinde Saltuklu beyliği topraklarına saldıran Kıpçak-Gürcü ordusu, yardıma gelen Dilmaçoğlu Hüsamüdevle Kurti tarafından ağır bir mağlubiyete uğratıldı .

1138’de Azerbaycan ve Gence Atabeyi Kara Sonkur’un, Fars ve Huzistan bölgelerine sefer yapmasını fırsat bilen bir Gürcü-Kıpçak ordusu Gence’ye kadar bütün Atabeylik topraklarını yağmaladı. Ancak onların bu hareketini haber alarak süratle geri dönen atabey, Gürcü-Kıpçakları yenerek geri çekilmek zorunda bıraktı.

Gürcistan kralı Dimitri’nin 1156 senesindeki ölümüyle Gürcü tahtına oğlu David geçti. Ancak onun da bir ay gibi kısa bir süre sonra ölümü üzerine III. Georgi Gürcistan tahtına oturdu. Bu arada Azerbaycan Atabeyliği, Irak Selçuklu Sultanı Mahmud’un, Kıpçak asıllı memlüklerinden İldeniz’in idaresi altında bulunuyordu. Bu zat, Irak Selçuklu Sultanı Tuğrul I.’un ölümü üzerine onun dul kalan eşiyle evlenerek bu kadının Sultan Tuğrul’dan olan oğlu Arslan Şah’ı, Irak Selçuklu tahtına geçirmek için çaba gösteriyordu.

Nitekim 1161 senesi içinde bunu gerçekleştirip, kendisi de Atabekü’l Azam ünvanını aldı. Ancak buna karşı gelen Rey emiri İnanç ile uzun süre uğraşmak zorunda kaldığından Azerbaycan işlerini ihmal etmişti. Onun bölgede olmamasını fırsat bilen bir Gürcü-Kıpçak ordusu Ağrı dağı eteklerine kadar olan bütün bölgeyi işgal etti(1161). Bu harekat sırasında Şeddadilerin elindeki Ani şehri ikinci defa Gürcü-Kıpçak ordusunun eline geçti.

Bunun üzerine Ahlat emiri Sökmen II., Saltuklu emiri İzzeddin Saltuk II., Dilmaçoğlu Devlet Şah, Kars Emiri Keremüddin, Sürmari emiri kuvvetlerinden oluşan birleşik bir müslüman ordusu harekete geçerek Ani’yi kuşattı. Ancak şehre yardıma gelen Gürcü-Kıpçak ordusu karşısında Saltuklu emirinin savaş meydanından çekilmesi sonucu ağır bir mağlubiyete uğradı . Birleşik orduya katılmak için Malazgirt’e kadar gelen Mardin Artuklu Emiri Necmeddin Alpı de bozgun haberi üzerine geri dönmek zorunda kaldı. Önlerinde kendilerine karşı koyabilecek herhangi bir kuvvetin kalmamasından faydalanan Gürcü-Kıpçak ordusu Kars ve Düvin şehirlerini de ele geçirdi.

Gence de bu akınlardan nasibini alarak yağma ve tahrib edildi. Bu haberler üzerine Azerbaycan’a geri dönen Atabey İldeniz, yanına üvey oğlu Arslan Şah, Ahlat emiri Sökmen II., Dimaçoğlu Devlet Şah ve Meraga hakimi İbn Aksungur’u alarak harekete geçti. Müttefik kuvvetler Gence’de bulunduğu sırada sulh istemek için gelen Gürcü elçisi geri çevrilerek ileri harekata devam edildi. Neticede bazı müslüman Gürcülerin de yardımıyla Gürcü-Kıpçak ordusu 1163 Temmuz’unda ağır bir mağlubiyete uğratıldı . Gürcülerin eline geçmiş olan Ani şehri yeniden müslümanların eline geçti.

1167’de Arran’a saldıran Gürcü-Kıpçak kuvvetleri Atabey İldeniz tarafından geri püskürtüldü. 1174 senesinde Ani içerideki ermenilerin yardımıyla tekrar Gürcülerin eline geçti. Ertesi sene Atabey İldeniz kumandasında harekete geçen müslüman Türk ordusu şehri yeniden ele geçirdiği gibi, kral Georgi’nin karşı çıkmaya cesaret edememesinden de istifade ederek Tıryelet ovasına kadar olan bütün bölge yağma ve tahrib edildi.

1171 senesi içinde Kıpçaklar’ın, Gürcistan krallığı üzerindeki nüfuzlarının artmasına yol açacak bir olay meydana geldi. Vesayetleri altında bulunan veliaht prens Demne’yi tahta çıkarmak üzere harekete geçen Orbelyan ailesi, kral Georgi III.’e karşı bir komplo düzenledi. Bu harekete destek sağlamak amacıyla Azerbaycan Atabeyi Pehlivan ve Ahlat hakimi Sökmen II.’e elçiler gönderdiler. Bunun üzerine Tiflis’deki iç kaleye sığınan kral, Kıpçaklar’ın en kudretli beylerinden Kubasar’ın yardımı ve prens Demne’ nin kendisine sığınması sayesinde isyanı bastırmaya muvaffak oldu. Orbelyan ailesi mensupları idam edilerek, başkumandanlık görevleri ve iktaları Kubasar’a verildi.

Bu olayla birlikte Kıpçaklar, Gürcü krallığının iç işlerinde de rol oynamaya başladılar. Nitekim Georgi III’nin 1178’deki ölümünden önce, Kubasar’ın yardımlarıyla, ana tarafından Kıpçak kanı taşıyan kızı Thamara’yı Gürcü tahtına vasiyet ederek diğer beylerden de bu konuda biat aldı. Gürcü tahtına bir kadının geçmesinden istifade etmek isteyen Kıpçak beylerinden mali işlerden sorumlu Kutluğ Arslan, kraliçenin yetkilerinin kısıtlanarak kendilerinin yönetime daha çok katılmalarını sağlayacak bir Devlet Şurası kurulmasını teklif etti. Devlete ait alınacak kararlarda bir danışma meclisi niteliğinde olacak olan bu şura fikri Kıpçaklar’ın eski Türk geleneğine ne kadar bağlı olduklarını göstermesi açısından dikkat çekicidir .

Kraliçe ilk başlarda bunu kabul etmeyip Kutluğ Aslan’ı hapse attırdı. Ancak ona bağlı birliklerin ayaklanması sonucu bu teklifi kabul etmek zorunda kaldı. Böylece Kutluğ Aslan, Gürcü krallığının en önemli simalarından biri olurken, Kıpçaklar’ın, krallık üzerindeki nüfuzları da doruk noktasına ulaşıyordu. Kraliçe bu durumu biraz olsun hafifletebilmek için, bu sırada çok yaşlanmış olan Kubasar’ın elinden başkumandanlık yetkilerini alarak bu görevi Kürt asıllı bir aile olan Koluuzunoğullarına verdi.

Görüldüğü üzere 1118’de Gürcistan’a girerek askeri yönden bu devletin temel dayanağı olan Kıpçaklar bu güçlerini kullanarak krallık yönetiminde de etkili olmaya başlamışlardı. 1195 senesi içinde Sevinç Han idaresindeki ikinci bir göç dalgasının Gürcistan’a girmesi, Kıpçaklar’ın Gürcü krallığı üzerindeki etkisini pekiştirdiği gibi, Gürcü krallığı da yeni bir canlanma dönemine girmiştir.

Bu yeni göç dalgasını ilkinden ayırmak üzere Gürcüler, ilk göç dalgasını “ Eski Kıpçaklar “, ikincisini ise “ Yeni Kıpçaklar “ olarak isimlendirmişlerdir. Bu yeni göç dalgasını ilkinden ayıran önemli özelliklerden biri, Eski Kıpçaklar’ın, Gürcistan’a girdikten sonra hristiyanlık bünyesine dahil olmalarına rağmen, Yeni Kıpçaklar, Rusların da etkisiyle hristiyanlığı daha önceden kabul etmişlerdi. Nitekim Yeni Kıpçaklar’ın başında bulunan Sevinç Han’da hristiyanlığın ortodoks mezhebine mensup bulunuyordu.

Yeni Kıpçaklar’ın gelişiyle birlikte, askeri alanda yeni bir atılım gücü kazanan Gürcü-Kıpçak ordusu Şemkür savaşında Azerbaycan Atabeği Ebu Bekir’in ordusunu yenmeye muvaffak oldu. Atabeyin ordusundan on iki bin kadar esir ve pek çok ganimet elde edilmişti(1196). Ardından Ani bir kez daha el değiştirerek Gürcülerin eline geçti. Kıpçaklar sayesinde Gürcü krallığının güçlenerek nüfuz sahasını genişletmesi Anadolu Selçuklu Sultanı Rükneddin II. Süleyman Şah’ı rahatsız ediyordu. Zira Gürcüler 1194 senesinde Irak Selçuklu Devletinin yıkılması ve bölgedeki müslüman beyliklerin zayıf durumda olmaları sebebiyle Azerbaycan ve Türkistan’dan gelen göç yollarını tehdit eder duruma gelmişlerdi.

Yine Gürcü sınırındaki tampon görevi gören beyliklerin bu krallık tarafından yıkılması, Anadolu Selçuklu sınırını da tehlikeye sokabilirdi. Bu arada bir Gürcü-Kıpçak ordusunun Erzurum surlarının önüne kadar sokularak bölgeyi yağma etmeleri üzerine harekete geçen Rükneddin II. Süleyman Şah, çıktığı sefer esnasında huzura gelmekte geciktiği bahanesiyle son Saltuklu Emiri Melik Nasıreddin’i yakalayarak hapsettirdi.

Saltuklu beyliği ilhak edilerek Erzurum ve civarının yönetimi sultanın kardeşi Mugiseddin Tuğrul Şah’a verildi. Ardından kraliçe Thamara’ya, ya müslümanlığı kabul etmesi ya da savaş için hazırlıklara başlamasını bildiren tehditkarane bir mektup yazıldı . Mektubun ardından 1202 senesinde harekete geçen Anadolu Selçuklu ordusu Pasinler ve Sarıkamış istikametinde ilerlerken Micingerd denilen yere gelindiğinde başkomutan Zakare, Kıpçak İvan ve Şalve kardeşler komutasındaki Gürcü-Kıpçak ordusunun baskınına uğradı.

Bu sırada Sultanın çetrinin taşıyan kimsenin atının ayağının sürçmesiyle çetrin yere düşmesi sonucu çıkan kargaşa ve panik ortamında Anadolu Selçuklu ordusu ağır bir mağlubiyete uğradı. Aralarında sultanın eniştesi Erzincan Mengücekli emiri Behram Şah’ın da bulunduğu pek çok kişi Gürcülerin eline esir düşerken sultan da kaçmak zorunda kaldı. Bu başarıları karşısında iyice cesaretlenen Gürcü-Kıpçak ordusu, müslüman topraklarına akınlarını sıklaştırdığı gibi, 1203 senesinde Azerbaycan Atabekliğinin elindeki Düvin şehrini de ele geçirdiler.

Malazgirt, Erciş ve Ahlat’a kadar uzanan Gürcü-Kıpçak akınları karşısında harekete geçen Erzurum Meliki Tuğrul Şah, 1205’de bir Gürcü-Kıpçak ordusunu bozguna uğrattı. Ancak ertesi sene, uzun zamandan beri Gürcü-Kıpçaklar’ın kuşatması altında bulunan Kars şehri hiçbir tarafından yardım ümidi kalmayınca bizzat kraliçenin oğlu Georgi Laşa tarafından teslim alındı. 1208 senesinde Ahlat halkı ile burayı ele geçiren Eyyübilerden Necmeddin Evhad arasındaki çekişmeden faydalanan Gürcü-Kıpçaklar hiç bir direnişle karşılaşmadan Ahlat’a kadar olan bölgeyi yağma ve tahrib ederek Erçiş’i ele geçirdi.

Ardından iki sene sonra bu kez Ahlat’ı hedef alan Gürcü-Kıpçak saldırısı kırıldığı gibi müslümanlar , başkumandan İvane de olmak üzere bir çok esir ve ganimet elde ettiler. İvane seksen bin altın ve Gürcülerin elinde bulunan müslüman esirlerin serbest bırakılması karşılığında Necmeddin Evhad tarafından serbest bırakıldı. Bu akın birleşik Gürcü-Kıpçak ordularının D. Anadolu üzerine giriştikleri son akın hareketi olmuştur. Zira kraliçe Thamara’nın 1214 senesinde ölümünün ardından yerine geçen oğlu Georgi Laşa’nın, onunla aynı idari başarıyı gösterememesi ve ardarda gelen Harezmşah ve Moğol istilaları Gürcü ve Kıpçakları savunmaya geçmeye zorlamıştır.

1210 yılı içerisinde Harezm Sultanı Celaleddin Mengüberti’ti takip eden Subutay ve Cebe komutasındaki yirmi bin kişilik bir Moğol öncü ordusu Derbend geçidini aşarak Borçalı’ya kadar bütün bölgeyi yağma ve tahrib etti. Moğol ordusu karşılarına çıkan bir Gürcü-Kıpçak ordusunu da mağlup etmesinin ardından bölgeden uzaklaştı. Bu arada Moğolların önünden kaçan Kıpçaklar’ın oluşturduğu elli bin kişilik yeni bir göç dalgası da Derbend’i geçerek Gürcistan’a girdi. Ancak Gürcü kralı tarafından kabul edilmeyen bu Kıpçaklar, Gürcülere ait bir kaleyi yağmaladıktan sonra Gence tarafına yerleştiler. Gürcülerin bunları cezalandırmak üzere düzenledikleri sefer ise Gürcü ordusunun ağır mağlubiyetiyle sonuçlandı .

Aynı dönemlerde Moğollar önünde tutunamayarak batıya doğru çekilmek zorunda kalan son Harezm Sultanı Celaleddin Mengüberti, 1225 senesinde Tebriz’i alarak Azerbaycan Atabeyliğine son verdi. Daha sonra Gürcistan üzerine yürüyen Sultan, Gerni ( Karni ) savaşında Gürcü-Kıpçak ordusunu yenmesinin ardından Gence ve Tiflis’i aldı(1226). Gürcüler, Kıpçaklar’ın da yardımıyla yeni bir ordu hazırlayarak 1229 senesinde tekrar Celaleddin Mengüberti’nin karşısına çıktılar. Ancak Sultan’ın, Gürcü ordusunda bulunan Kıpçaklara ekmek ve tuz göndererek onlar için yapmış olduğu şeyleri hatırlatması üzerine Kıpçaklar savaş alanından çekildiler . Kıpçaklar’ın ayrılmasıyla yalnız kalan Gürcüler, Harezmşah ordusu tarafından ağır bir mağlubiyete uğratıldı.

Celaleddin Mengüberti, gittikçe batıya doğru yaklaşmakta olan Moğol tehlikesine karşı, Derbend’i geçerek Gürcistan’a girmiş olan Kıpçaklara haber göndererek, ortak düşmana karşı kendisine yardımcı olmalarını istedi. Bunun üzerine bu Kıpçaklar’ın lideri Kürike 1229 senesinde Celaleddin Mengüberti ile görüşerek ona itaatini bildirdi . Fakat Celaleddin’in 1230’daki Anadolu Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubad ve Eyyübilerden Melik el-Eşref’e karşı Yassıçemen’de uğradığı mağlubiyetinin ardından 1231’de öldürülmesiyle Gürcistan, onu takip eden Moğollar tarafından istila edildi. Kuzeydeki Kıpçak bozkırlarında yaşayan Kıpçakları da idareleri altına alan Moğollar, Kafkasya ve D. Anadolu’daki, Tiflis, Gence, Kars ve Ani başta olmak üzere bir çok şehri alarak buraları yağma ve tahrip ettiler(1236).

Bu olayların ardından Moğollara bağlanmak zorunda kalan Kıpçaklar ve Gürcüler Moğol ordusunda yardımcı kuvvet olarak görev yapmaya başladılar.

Netice olarak Gürcü kralı David IV.’in daveti üzerine 1118’den itibaren bölgeye gelerek, Azerbaycan ve D. Anadolu’da faaliyet gösteren Kıpçaklar, buralarda siyasi, askeri ve kültürel alanlarda oldukça kalıcı izler bırakmışlardır. Selçuklu ve Türkmen akınları karşısında ormanlık ve bataklık yerlere çekilmek zorunda kalan Gürcüler, bu akınların tazyikiyle ezilip yok olmaktan ancak kendilerine yardıma gelen Kıpçaklar sayesinde kurtulmuşlardır. Kıpçaklar’ın gelişiyle bölgede değişen güç dengeleri sonucu savunmadan çıkarak taaruz durumuna geçen Gürcüler , Kıpçaklara dayanarak önemli bir güç haline gelmişlerdir.

Kıpçaklar’ın askeri alandaki yardımları yanında hristiyan dinini kabulleri sonucu Gürcüler içinde eriyerek bu millete yeni bir canlılık kazandırmışlardır. Kıpçaklar Kafkasya ve Doğu Anadolu’da sadece Gürcülerin müttefiki olarak faliyette bulunmamışlardır. Bu bölgeye inen müslüman Kıpçaklarda kendi ırkdaşları ve gürcülere karşı müslüman topraklarının korunması için başarıyla savaşmışlar ve bu konuda hep ön saflarda yer almışlardır.

Azerbaycan’da kendi Atabeylik sülalesini kuran Kıpçak asıllı İldeniz bunun en güzel örneğidir. Yine Kıpçaklar, bölgede faaliyet gösterdikleri sahalar içinde kültürel bakımdan da önemli izler bırakmışlardır. Kıpçaklar daha önce yoğun olarak yaşadıkları yerlerdeki şehir ve kasaba adlarını Kafkasya ve D. Anadolu’ya taşımışlardır. Bunlara örnek olarak Alazan civarındaki Sığnak kenti ve Şavşat’ın kuzeyinde Tukharıs şehri yakınlarındaki dağlara ve burada bulunan bir köye Kıpçak evliyalarından Masar Ata’nın ismi verilmiştir. Kafkasya ve D. Anadolu’da bu gibi Kıpçaklardan kalma pek çok yer adı bulunmaktadır. XVI. yy’da dahi bölgede Kıpçaklardan kalma adlara rastlanmakta idi .

kıpçaklar üzerine - n-marmara.blogspot.com


İçinde Türk Tarihi’nin olmadığı bir dünya tarihinden söz etmek hayali bir kahramanın resmini yapmağa benzer. Günümüzde liselerde ve üniversitelerde Türk Tarihi adıyla verilen dersler insanda kendi tarihine karşı nefret uyandırıyor. Malesef, hâlâ Türk tairçiliği diyalektik bir kurguya sahip değildir. Oysa Türk tarihçiliği zengin bir literatüre sahiptir. Aynı şey dil, kültür, sosyal yaşam alanları için de söz konusudur. Türk Tarihinin genel anlamda bugüne kadar yazılmış en değerli eseri Ahmet Zeki Velidi Togan’ın kaleminden çıkan ve bir kısmını İsmet İnönü döneminde cezaevinde tamamlamak zorunda kaldığı Umumi Türk Tarihine Giriş (İstanbul 1981)eseridir. Bu eseri yeniden gözden geçirip, dil bakımından sadeleştirip ve yeni diplondırmalarla okurlara kazandırmak günümüz tarihçilerinin en temel görevidir. Günümüz Türk tarihçileri parasız ve pulsuz olmanın dışında birde çok tembeller. Üniversitelerimizde kariyer yapan tarihçilerimizin tamamı profesörlük unvanı alana kadar birkaç çalışma yaparak kendilerini mesleki faaliyetlerini tamamlamış addederler. Bu yüzden Türkiye’de Togan’ın, Fuat Köprülü’nün bir davamcısına rastlamak zor. Türk Edebiyatçılığı ise daha vahim durumdadır. Türk edebiyat araştırmacıları, Köprülü gibi dünya tarihçilerinin ve edebiyatçılarının korkulu rüyası haline gelen bir devin çizgisini bırakarak Banarlı gibi “ölü doğmuş bir divan edebiyat araştırmacısı” peşine takıldı. Bereket versin, Ahmet Yaşar Ocak gibi birkaç araştırmacı Köprülü mirasının yağmalanmasını engellediler.

Türk tarih araştırmalarının yaşı 260 yılı bulmaktadır. Metodolojik anlamda Türk tarihinin ilk araştırmacısı Fransız De Guegnes kabul edilmektedir. Onun Hunların, Türklerin, Moğolların ve Sair Tatar Halklarının Tarihi adlı VIII. Ciltlik eseri bu alanda yapılmış ilk adım olarak değerlendirilmektedir. Bu eser Hüseyin Cahit Yalçın tarafından 1923-25 yılları arasında Osmanlıcaya tercüme edilmiştir. De Guegnes’i Çuvaş kökenli Rus tarihçi N. Ya. Biçurin (Yakinf) izlemiştir. Her iki müellifin eseri de bazı konularda aşılmış olmasına karşılık değerini günümüzde de muhafaza etmektedir. Söz konusu üzerinde duracağımız Kıpçaklar hakkında ilk tarihsel çalışmalar bu eserlerde bulunmaktadır.

Karahanlılar adlı bir çalışmamda Türk tarihinde büyük bir iz bırakmış üç kavimden söz edilebileceğine dikkat çekmiştim: Hunlar (devamcıları Göktürkler ve Karluklar); Tiler (Ting-Lingler, Tölesler, Uygurlar, Ogurlar, Türgizşler, Kimaklar, Kıpçaklar) ve Oğuzlar (Selçuklular ve Türkmenler). Hunların ve Oğuzların boy yapılanmaları ve tarihleri araştırıldığı halde Tiler’in tarihi üzerinde hiç durulmamıştır. Bu yüzden Karahanlılar adlı çalışmamızın giriş kısmında bu Türk topluluğu hakkında geniş bilgi vermeye çalıştık. Ancak yapılanların yeterli olduğunu söyleyemeyiz (Bkz. E. N. Necef, Karahanlılar, Selenge Yay, İstanbul 2005, s. 78-123).

Öncelikle Tilerin adı üzerinde durmak gerekmektedir. “Ti” adı Çin yıllıklarında “Di” olarak geçmektedir. Çin kaynaklarında geçen bu ad “köpek” şeklinde belirtilmiştir. Burada Türklerde totem hayvanı olan “kurt”a gönderme vardır. Yani, Ti – kurt demektir. Ancak bu ad Ting adının kısaltılası da olabilir. Bazı araştırmacılar göre bu ad “araba, tekerlek” anlamındadır. Ancak, atlı araba daha sonradan icat edildiğinden, Ting adının bu anlamı vermesi biraz zor gözükmektedir. Benim kanımca Türk adının en eski biçimi “Ting” olsa gerek. Tüng-Türk ses değişiminde “n”-“r” değişimini ben kelimenin Çince okunuşuna bağlıyorum. Bu durumda Türk adının karşılığı “kurt” olmaktadır. Bir totem hayvanının boy adı olarak alınması tarihte olağan bir şeydir. Ancak bu iddiayı daha da araştırmakta yarar görmekteyim.

Günümüzde bizim Çinliler olarak tanıdığımız halkın fiziki görünümü eskilerde oldukça farklıydı. Bugünkü Çince birbirini anlamakta büyük zorluklar yaşanan 7 dile ve 50’den fazla lehçeye ayrılamkatdır. Bu dilsel fark etnik farkı da ortaya koymaktadır. Çinliler en fazla nüfus almış ve en fazla etnik kaynaşım geçirmiş bir topluluk görüntüsü vermektedir. Bugün bizim Çinli dediğimiz halka eskiden Çinliler kendileri “kara saçlılar” adını veriyorlardı. Onların kuzeyinde oturan kalbalık Ti boyları (Türklerin ataları) ise “sarı saçlı ve mavi gözlüydüler” (G. Y. Grumm-Grjimaylo, Zapatnaya Mongoliya i Uryanhayskiy kray, Lenişngrad 1926, c. II, s. 34-35). Çinliler, Huang-ho vadisinde Ti, Ti-li ve Ting-ling kavimlerinden söz ederler. Bunlar bir ve aynı kimliğe sahiplerdi. M.Ö. X. Yüzyılda bunlar üç kısıma ayrılacaklardı: Kırmızı Tiler, Ak Tiler ve Yeşil Tiler. Böyle bir ayrımın coğrafi yönlere göre yapılmış olacağı düşünülmektedir. Bilindiği gibi, Eski Türkler ve Çinliler yönleri renklere göre tanımlarlardı. Bu yüzden renkler kutsal kabul edilmiştir. Buna göre, Güneşin doğduğu yer Dünyanın başlangıcıydı ve kırmızıydı. Bu yüzden Eski Türkler çadırlarının girişini doğuya çevirir, doğuya dönerek toprağı öperlerdi. Yeşil muhtemelen merkezi ifade ediyordu, ak ise sulu bölgeye göndermedir. Nitekim Ak Tilerin torunları olan Eftalitler Maveraünnehr gibi sulak bölgede oturuyorlardı. Ancak bu renkler yönü değil farklı anlamlar da içeriyor olabilir. Yani taktıkları başlıklara göre de bu adı almış olabilirler. Bir başka açıklama ise bunları fiziki görünümüne bağlı olabileceği yönündedir. Ancak bu durumda derisi yeşil olan bir topluluktan söz edilmesi komik olur doğrusu (Bkz. L. N. Gumilev, Avrasyadan – Makaleler 1, Çev. A. Batur, İstanbul 2006, s. 159-176; S. V. Kiselev, Drevnaya istoriya yujnoy Sibiri, Moskova 1951, 114-116).

Tiler daha başlarda iki dil grupa ayrılmış gözüküyorlar. Ogurlar ve Oğuzlar. Ogur Türkleri: Ogur, Utigur, Bitigır, Bulgar, Kutigur, Altdiziçur (Ağaçeri), Bunturg, Saylanturklar olarak gruplaşmışlardı. Bunlar Türkçeyi biraz farklı konuşmaktaydılar. Yani Oğuz’a Ogur, yılan’a vilan, yaik’e caik diyorlardı. Bu gruplar daha sonra Kıpçak kimliği içinde yer alacak ve günümüzde de Kıpçak Dil Grubuna giren Kazak, Kırgız, Tatar halklarını meydana getireceklerdir. Tilerin diğer grubu Oğuzlar ise Orta Asya’dan Horasan’a, İran’a, Azerbaycan’a, Anadolu’ya, Irak ve Suriye’ye yayılacaktır. Bunlar konuştuğu Türkçe bugünkü Türkiye Türkçesini, Gagauzca’yı, Azerbaycan Türkçesini ve Türkmence’ni oluşturacaktı. Bugün bunlara toptan Oğuz Grubu türkleri adı verilmektedir. Bu gruba giren Türkler: Türkmenler, Azerbaycan Türkleri, İran Türkleri, Irak Türkmenleri ve Anadolu Türkleri adıyla Türklerin nüfus bakımından en kalabalık kısmını oluşturmaktadır. Bu halklar arasında dil olarak anlaşabilirlik oranı çok yüksektir. Nüfus olarak bakıldığında Türkmenistan 5 milyon, İran Türkleri (Horasan ve Azerbaycan Türkleri, Türkmenler, Kaşkaylar, Bıçakcılar, Kirman’da Selçuk Türkleri ve diğerleri) 27 milyon, Azerbaycan 8 milyon, Irak Türkmenleri 2 milyon, Türkiye ise 70 milyon; toplamda 112 milyon nüfusa sahiptirler.

Kıpçak adının tarih sahnesine ne zaman çıktığı belli değildir. V. Carlgen’e göre, Kıpçak adı Çin kaynaklarında Tsucşe/Kucşe, Kuçe, Kıueşe, Kuşi, Kuşu ve Kuçuk olarak daha miladi 201 yılında geçmektedir. Kaynaklarda ise Kıpçak adı şu şekillerde geçmektedir: Kipçak, Qipçaq, Qifcaq, Xifcaq, Kimçag, Kimça'ud, Kuçak, Kyfçak, Kimak, Kibi, Kukici, Kucşe, Kuçe, Kyueşe, Kuşi, Kuşu, Kuçuk, Kuman, Quman, Komani, Kumandi, Kun-ok, Kun, Kangli, Kengeres, Qangli, Seyanto, Sir, Tele, Tsyn-ça, Falven, Falones, Val(e)we(n), Phalagi, Skythicon, Sakaliba, Kharteş, Рlаvсi, Рlаwсу, Рlаuсi, Рlаwci, Раlусz(оk), Polovetsy, Polovtsy ved.

Ancak Kıpçaklar ilk kez Büyük Bozkırda (Kuzey Kazakistan) Kimak Devleti (766-1150) içinde yer almışlardır. Kıpçak adı genel bir açıklamaya göre Oğuz Destanında geçen “kapçak”tan, yani “ağaç kabuğundan” gelmektedir (Bu konuda bkz. M. Safran, Yaşadıkları Sahalarda Yazılan Lûgâtlara Göre Kuman/Kıpçaklar’da Siyasi, İktisadi, Sosyal ve Kültürel Yaşayış, Ankara 1993, s. 8-9; E. N. Necef, Karahanlılar, s. 358-371; İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1993, s. 177; L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara 1992, s. 136-137).

Kıpçaklar Kun/Kuman ve Kıpçak olarak iki boydan oluşsa gerek. Bunlar Doğu Moğolistan’da oturuyorlardı. Ancak Kara-Kitapların bölgeye yayılması sonucu Osmanlıların ataları olan Kayılar veya Kaylar şimdiki Cungarya bölgesinden çıkarıldılar. (Osmanlı Devleti gibi 600 yıllık siyasi bir güçün temellerini atan devletin malesef etnik kökeni tam olarak belirlenmiş değildir. Bu konu tarihçilikte fazlaca tartışılsa da hâlâ sağlıklı bir görüş ortaya koyulmamıştır. Bu konuda en iyi açıklama Togan’a aittir. Togan, Osmanlıların kökeni hakkında çok zekice bir tespitte bulunmuştur. Ona göre, Osmanlıların dedeleri olan Kayılar Çin kaynaklarında adları geçen Hsi’ler olmalıdır. Buna göre, Kayıların Oğuz olmadıkları ortaya çıkmaktadır. Yani, onlar 24 Oğuz grubuna sonradan katılmışlardır (Bu konuda son değerlendirme için bkz. E. N. Necef – B. Cavanşir, Türk Halk İslam Anlayışında Kızılbaşlık ve Şah İsmail”, Şah İsmail Külliyatı, Kaknüs Yay, İstanbul 2006, s. 46-48). Togan’ın görüşüne ilaveten Ermeni kaynaklarına da bakılması gerekmektedir. Zira burada ilk dönem Kayıların tamgalarında “yılan” işareti olduğundan söz edilmektedir. Ben, Ermeni tarihçisi Urfalı Mateos’ta geçen bu bilgiyi Karahanlılar adlı eserimde yalnış değerlendirmişim. Zira müellif burada “Ots” – yani “Yılan” adını verdiği bir halktan söz etmektedir. Bunlar kuzeyden Peçenekler ve Oğuzlara saldırmışlardır. Eğer Kayılar tamgasında “yılan” işareti varsa bunların Kayılar olması gerekmektedir. Ancak denilebilir ki Kayıların Kuzey Karadeniz bölgesinde ne işleri vardı? Hondemir adlı bir başka Ortaçağ müellifinin eserin yer alan bir görüş bu soruyu yanıtlamaktadır. Müellif şöyle der: “Osmanlılar Kırım yoluyla Deşti Kıpçaktan Rum ülkesine indiler”. Yani Osmanlıların ataları olan Kayılar Anadolu’ya iki yoldan gelmişlerdir: büyük bir kısmı İran ve Azerbaycan üzerinden, diğeri ise Kırım üzerinden. Bu konuda bkz. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 322, n. 39, 229, 230). Onlar da Kun/Kuman ve Kıpçakların topraklarını işgal ettiler (Bkz. K. Wittfogel – Feng Chin-Sheng, History of Chinese society Liao, Philadelphia 1949; L. N. Rudov, Kidani”, V sb. Dalnıy Vostok, Moskova 1961, s. 167). Bunun üzerine Orta Asya’da sonuncu büyük kavimler göçü yaşandı (Bazı tarihçilere göre Kıpçaklar Altay’da Yılanlı Dağ denilen bölgede oturuyordu. Bkz. Grumm-Grjimaylo, Zapatnaya Mongoliya, s. 54). Bu göç geniş Asya ve Doğu Avrupa’yı yakından etkilemiştir. Kun ve Kıçaklar Kimakların ülkesini ve Sır-derya boylarında Oğuzların devletini ortadan kaldırdılar. Bunun üzerine Oğuzların bir kısmı Mangışlağa gitti ve burada şimdiki Türkmenlerin oluşumunu sağladı. Uzlar adıyla Doğu Avrupa’ya giden kısımlarının günümüzdeki devamcıları Gagauzlardı. Geri kalanlarının bir kısmı kendi yurtlarında kılırken, diğerleri de İran üzerinden Azerbaycan’a ve Anadolu’ya geldiler. Gelenler arasında Baranlu (Baran – Türkçe “koyun” anlamına gelmekte olup, bunun Farsça “yağmur” anlamına gelen baran’la bağlantısı yoktur) boyları da vardır ki bunlar daha sonra Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da merkezi Tebriz olan Kara-koyunlu Devletini (1410-1468) kuracaklardır (S. G. Agacanov, Oğuzlar, Türkçe çev. E. N. Necef – A. Annaberdiyev, İstanbul 2004 (3. bsk), s. 228-240).

Böylece Kuman-Kıpçaklar Sır-derya bölgesini ellerine geçirdikten sonra Hazar Denizinin kuzeyi boyunca Doğu Avrupa’ya yöneldiler. 1030 yılında Kıpçak orduları İdil boylarında belirdi. Rus vekayinameleri onlardan 1055 yılında Polovtsi adıyla söz etmektedir. Kıpçaklar sırasıyla Peçenekleri, Uzları (Avrupa Oğuzları) ve Torkları (Rus kaynakalrında Tork olarak geçen bu boy Oğuzlara bağlı olup, Ruslar onlara Türk, yani Tork diyorlardı) yendiler. Daha sonra ise sayısı 10’dan fazla olan küçük Rus çarlıklarını kendi etkileri altına aldılar. Bu dönemde Kıpçaklar 5 yere ayrılıyorlardı: 1. Orta Asya Kıpçakları – Irtış nehrinden Sır-Derya’ya kadar olan alanda yayılmışlardır; 2. İdil-Yayık Kıpçakları – şimdiki Ural bölgesi eteklerinden Volga nehrine kadar olan sahayı ellerinde bulunduruyorlardı, 3. Don Kıpçakları – Don ve Donyeç nehirleri arasında iskan tutmuşlardı; 4. Dnyeper Kıpçakları – özellikle Aşağı Dnyeper nehri civarında oturuyorlardı ve 5. Tuna Kıpçakları – bunlar Tuna boyunca yerleşimler edinerek durmadan Bizans toporaklarına saldırıyorlardı (Bkz. L. Rasonyı, Tarihte Türklük, s. 140; Akdes Nimet Kurat, Kuzey Karadeniz Bölgesinde Türk Kavimleri ve Devletleri, İstanbul 2003, s. 73; Kıpçak, İslam Ansiklopedisi, s. 714).

Kıpçaklar Rus toprakları, Kuzey Hazar denizi, Karadeniz, Macaristan bölgesi ve Kuzey Kafkasya sahasında 200 yıla yakın egemen oldular. Onların varlığına Moğollar son vermiştir. Moğalların 1223 ve 1240 tarihli saldırılarından sonra Kıpçakların büyük bir kısmı onlara katıldılar ve Altın Orda’nın Türkleşmesinde rol oynadılar. Küçük bir kısmı Bizans’a sığındı. Bir grubu ise Ruslaştı. Geri kalan grupları ise Mısır’a gittiler. Mısır’da 1250 yılında kurulacak olan Memlüklü Devleti Kıpçak kökenliydi.

Kıpçaklardan bize zengin bir edebiyat intikal etmiştir. Bu edebiyatın büyük bir kısmını Türkçe Sözlükler oluşturmaktadır. Kıpçaklar sözlük dışında demek olarak her alanda eser vermişlerdir. Hayvancılık, okçuluk, fıkıh ve diğer alanlarda bize çok sayıda eser bırakmışlardır. Bugüne kadar Kuzey Karadeniz Kıpçakları hakkında elimize sadece bir sözlük geçmiş, diğer edebi yapıtların tamamı ise Mısır Kıpçakları tarafından ortaya çıkarılmıştır. Söz konusu bu sözlükler hakkında kısa bilgiler verelim:
Codex Cumanicus: Bu sözlük Venedik Saint Marcus Kütüphanesinde Cod. Marc. Lat. DXLIX numarasıyla kayıtlıdır. Sözlüğü dönemi şairlerinden Petrark oluşturmuştur. Bu eserin orjinali 1294 yılında yazılmış bize kadar gelen yazması ise 11 Temmuz 1303 tarihini taşımaktadır. Eser Latin-Fars-Kuman ve Kıpçakça-Latince ve Kıpçakça-Almanca olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Türk dili bakımında bu yazmaya değere biçilemez. Kanımca bu sözlüğün en güzel araştırmasını İran Türklerinden Davud Münşi-zade tarafından Almanca yapılmış neşri oluşturmaktadır (Bak. Davoud Monchı-zadeh, Das Persısche ım Codex Cumanıcus, Uppsala 1969).

Kitab-u Mecmu-i Tercüman-i Türkî ve Acemî ve Mongolî ve Farsî: Mısır’da Konyalı Halil b. Muhammed b. Yahya tarafından yazılmış Kıpçakça bir sözlük-gramer eseridri. 25 Ocak 1343 yılında yazılmıştır. Yazmanın yegane kopyası Leyden Akademi Kütüphanesinde korunmaktadır. Bu eserin yapılmış en güzel neşri Martin Thedor Houtsma’ya aittir (Bkz. Ein Tûrkisch-Arabisches Glossar, Nach der Leidener Handschrift, 1894).

Kitabü’l-İdrak li-Lisani’l-Etrak: Esirüddin Ebu Hayyan tarafından 1312 yılında yazılmış olup bir sözlük çalışmasıdır. Eseri, benim de hemşerim sayılacak rahmetli Ahmet Caferoğlu tarafından 1933 yılında Türkiye’de yayınlanmıştır.

Et-Tühfetü’z-Zekiyye Fil-Lûgat-it-Türkiyye: Müellifi belirsiz olan bu eserin elimizdeki kopyası 1425 tarihinden önceye aittir. Eser 3000 civarında Türkçe kelime içeren bir çeşit Araplara Türkçe-Kıpçakca öğreten çalışma özelliği taşımaktadır. Bu eserde Türkiye’de basılmıştır (Bak. Besim Atalay çev, İstanbul 1945)

El-Kavaninü’l-Külliye li-Zabtı’l-Lügat-it-Türkiyye: İstanbul Süleymaniye Kütüphamesinde korunan bu yazma Arap grameri esas alınarak oluşturulmuştur. Eser, Türkiye’de 2 defa basılmıştır. İlk baskısı 1928 yılında Kilisli Rıfat Bilge, diğeri ise son yıllarda Recep Toparlı tarafından yapılmıştır. Eserde yer alan 754 kelimenin 686’sı Türkçe olup, geri kalanı Farsça ve Arapçadır.

Ed-Dürretü’l-Mudia Fi’il-Lugat-it-Türkiyye: Bir sözlük çalışması olan bu eserin elimize gelen ilk kopyası 1534 tarihi taşır. Bu eser üzerinde Polonyalı Türkolog A. Zajacskowski çalışmalar yapmıştır (Bak. A. Zajacskowski, Yeni Bulunmuş Arapça-Kıpçakça bir Sizlük”, TKAE, cilt III-IV, s. 183).

Sözlükler dışında Kıpçaklar bize fıkıh kitapları (4 fıkıh eseri), bir okçulukla ilgili eser, 3 atçılıkla ilgili eser ve bir tane de edebi yapıt bırakmışlardır (Bak. M. Safran, age, s. 46-48).

Türkiye’de Recep Topralı Kıpçakça’nın nefis bir sözlüğünü hazılamıştır (Bak. Recep Topralı, Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, Erzurum 1993). Anlaşılacağı gibi, Kıpçaklar, birçoklarının iddia ettiği gibi Kuzey Karadeniz’de başıboş dolaşan “barbar” bir topluluk olmayıp, Türk dili, tarihi, kültürü ve edebiyatında derin izler bırakmış bir halk olmuştur.





İçindekiler:

ÖNSÖZ

KAYNAKLAR VE BİBLİYOGRAFYA

I. BÖLÜM

HAZAR DENİZİ İLE KARADENİZ ARASINDA İLK-KIPÇAKLAR (M.Ö. VIII.-M.S. VI.yy)

A- MİLLİ DESTANLAR'DA KIPÇAKLAR

B- KARTEL (Gürcistan) TARİHİ'NDE KIPÇAKLAR, TÜRLKER

C- KAFKASLARA AİT KAYNAKLARDA VE COĞRAFYADA KIPÇAKLAR

II. BÖLÜM

KÜR VE ÇORUK BOYLARI'NDA SELÇUKLU FETİHLERİ (1064-1080) VE SON KIPÇAKLAR'IN BATI'YA GÖÇLERİ

A- SELÇUKLULAR'IN YUKARI-KÜR VE ÇORUK BOYLARINI FETHİ

B- DOĞU'DAN SON-KIPÇAKLAR'IN KARADENİZ KUZEYİ'NE GELİŞİ

III. BÖLÜM

SON-KIPÇALAR'IN KÜR VE ÇORUK BOYLARI'NA GELİŞLERİ

A-"ESKİ-KIPÇAKLAR"IN GELİŞİ VE ORTODOKSLUKLA GÜRCİSTANI CANLANDIRMASI, YUKARI-KÜR VE ÇORUK BOYLARI'NA GELİŞİ (1195) VE KRALİÇE TAMAR ÇAĞI'NI YÜKSELTMELERİ

C- "ESKİ -KIPÇAKLA"IN ORTODOKS-ÂTABEKLER HÜKÜMETİ"

Ç-ATABEK-YURDU/SA-ATABAGO'DAKİ KIPÇAKLAR'IN TÜRKÇE YER VE KİŞİ ADLARI'NIN KARTEL VE TÜRK KAYNAKLARINDA GEÇENLER

RÈSUMÈ

I. BÖLÜM'E İLAVELER

DİZİN

HARİTALAR

kıpçaklar(kumanlar)

Kıpçaklar (Kumanlar)
Avrupalıların “Kuman” adını verdikleri kuzey Türkleri.
Kıpçakları, Bizanslılar “Kumanos”, Macarlar “Kun”, Ruslar “Polovets”, Almanlar “Falben” adıyla bilirler. İslamî kaynaklar ise “Kıpçak” (Kıfşak, Hıfşak) diye zikrederler. Genellikle, beyaz tenli, sarı saçlı ve mavi gözlüdürler.Batı Göktürkleri'nin bir kolu olduğu söylenen Kıpçakların, Kimek, Yimek, Kanglı ve Oğuz gibi Türk boyları ile irtibatları vardır.
Karahıtayların baskını ile, Güneybatı Sibirya’da İrtiş ve Ural nehirleri arasındaki yurtlarından, 11. yüzyılda çıkarıldılar. Volga üzerinden batıya göçtüler. Özi (Dinyeper) Nehrine kadar Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara hakim oldular. Buralar “Deşt-i Kıpçak” şeklinde kendi isimleriyle anıldı. Bölgede yaşayan Bulgar, Alan, Burtas, Ulah, Mordva ve Hazarlar'ı hakimiyetleri altına aldılar. Rus sınırında yerleşen Karakalpaklarla savaştılar. Ruslarla, uzun yıllar (1061-1220) süren savaşlar yaptılar. Esir aldıkları Rusları, Kırım’daki Bizanslı tacirler vasıtasıyla Akdeniz ülkelerine sattılar. Bilhassa Rus knezleri arasındaki mücadelelerde yardıma çağrılmaları sebebiyle, akınlarını büsbütün arttırdılar. On ikinci yüzyıl boyunca Ruslarla savaştılar. Rusların meşhur İgör Destanı, 1185’te Kıpçaklara karşı düzenledikleri, fakat yenildikleri seferi konu almaktadır. Beylikler hâlinde yaşayan Kıpçaklar, çevreyi bu şekilde kontrol altında tutmalarına rağmen, tam bir birlik sağlayamadılar.
1222 yılında Moğollar, Kafkasları Derbent geçidinden aşarak Kıpçaklar üzerine yürüdüler. Ancak Kıpçak Başbuğları, Rus knezleri ile işbirliği yapıp, Moğolları Kalka Nehrine kadar sürdü. 1223’te yapılan Kalka Meydan Muharebesinde ise Rus knezleri ve Kıpçaklar müthiş bir bozguna uğradılar. Birçok Rus köy ve şehri yakılıp yıkıldı. 1236’da Batu Han, batı seferine çıktı. Rusları yendikten sonra İdil ile Özi nehirleri arasındaki bozkırlarda yaşayan Kıpçakları dağıttı (1239). Kıpçaklardan bir kısmı, Özi’nin batısına gidip kitleler hâlinde Macaristan’a girdiler. Bir kısmı ise, Orda İdil (Volga) sahasına yani Bulgar Türklerinin yurduna ulaştılar. Bulgar Türkleri, Kıpçaklarla kaynaşıp Kazan Türklerini meydana getirdiler. Batu Han, Macaristan’ı da itaatine aldıktan sonra, ordularını İdil’e kadar çekti ve Aşağı İdil boyunda, Altınord Devleti'nin temelini attı (1242).
Yerli Kıpçak Türkleri, işgalci Moğolları, kısa zamanda kültürlerinin etkisi altında erittiler. Devlet adeta bir Kıpçak devleti hâlini aldı. Moğolların sadece adı kaldı. Türkçe konuşup Türkçe yazmaya başladılar. Bilhassa Batu’nun oğlu Berke Hanın Müslüman olması, Moğollar arasında İslâmiyet'in hızla yayılmasına yol açtı. İslâmiyet, 922 yılında Bulgar Hanı Almas Hanın Müslüman olarak Abbasî halifelerine tâbi olmasından sonra, bölgedeki Türk boylarının ortak dini hâline geldi. Yüzyıllarca, Rusları, Sibirya soğuğuna mahkûm eden Kıpçak Türklerinin hakim olduğu Altınordu Hanlığı, Timurlular'la giriştiği mücadele sonunda zayıf düştü.
Altınordu’nun hakim olduğu bölgelerde, Kazan (1437-1552) ve Kırım (1430-1783) hanlıkları kuruldu. Bu hanlıkların nüfusu, Kıpçak Türklerinden meydana geliyordu. Kazan Hanlığı'ndaki taht kavgaları, Rusları iyice güçlendirdi. 1552’de Korkunç İvan, Kazan Hanlığını yıktı. 1783’te Kırım Hanlığı, Rusya hakimiyetine girdi. Osmanlılar'ın zayıf dönemlerini iyi kullanan Ruslar, işgal ettikleri bölgelerdeki cami ve medreseleri yakıp yıktılar. Birçok Müslüman, Osmanlı topraklarına göç etti. Geride kalanlar, Rusların korkunç zulümlerine maruz kaldılar. 1917 Bolşevik ihtilali ve sonrasında din tamamen yasaklandı. Fakat bölgede meskûn olan Müslüman ahali, benliğini İslâmiyet sayesinde korudu. 1990’lara doğru dinî inançların serbest bırakılması ile bölgede İslâmiyet, eski günlerine kavuşma yolunda hızla ilerlemektedir.
Macaristan ve Romanya gibi ülkelere gidip yerleşen Kıpçaklar, Hıristiyanlaşarak benliklerini kaybettiler. On ikinci yüzyıl ve sonrasında, Mısır’daki Eyuubi ve Memluklu devletlerine satılan Kıpçak çocukları, zamanla devletin idaresini ele geçirdiler. 1250-1382 yıllarında, Mısır’ı Kıpçak asıllı Memlûk hükümdarları idare ettiler.
Kıpçak Türkleri, kendilerine mahsus bir lehçe ile konuşurlardı. Macaristan ve Mısır’da Kıpçak lehçesinde kitaplar yazmışlardır. Kırım’da ticaretle uğraşan Kıpçak Türkleri ile irtibat kuran İtalyanlar, Codex Cumanicus adıyla ticareti ilgilendiren Kıpçakça bir lügat kitabı hazırladılar. Ayrıca, Alman misyonerleri, bu kitabı dinî yönden tamamlayan ilâhiler kısmını yazdılar.


Kaynak : Genel Türk Tarihi / dallog.com

kıpçaklar

Kıpçaklar

Kumanlar, tarihte uzun zaman ve çok değişik bölgelerde kendilerinden söz ettirmiş bir Türk kitlesidir. Bunlar, yine kendileri gibi Göktürk İmparatorluğu'nun Batı toprakları üzerinde yaşayan Kıpçaklar' la birleşerek batıya yöneldiler ve Kumanlar, Rus Prenslerinin ortak kuvvetini mağlub ederek Karadeniz kuzeyindeki bozkırlara yerleştiler. On birinci Yüzyıl sonraları Balkaş Gölü'nden Batı Karadeniz' e kadar muazzam bir bölge Kuman-Kıpçaklar'ın eline geçmişti, bu bölgeye Kıpçak sahası veya Kumanya deniyordu.

Rus prenslikleri Kumanlar'ı bu bölgeden atabilmek için birleşerek devamlı hücum ediyorlardı. Bu savaşlarda bazen Ruslar, bazen Kıpçaklar galip geldiler. Fakat 1185'te Kıpçak Başbuğ' u Könçek komutasındaki Türk kuvvetleri, Prens İgor'un emrindeki müttefik Rus ordusunu tamamiyle imha etti. Bir kısım Kumanlar Kırım' da yerleşik hayata geçerek, orada şehir ve kasabalar kurdular.

Kuzey Kafkas bölgesindeki Kuman-Kıpçaklar ise Gürcistan Krallığı'yla ilişkiler kurduktan sonra, Gürcistan üzerinden o sırada Selçuklu beyleri idaresinde bulunan doğu Anadolu şehirlerine kadar sarktılar. Kutlu Arslan ve Sevinç Beyler zamanında güney Kafkasya'ya çok sayıda Kıpçak yerleşti.

Kıpçak sahasının Doğu bölgesinde bulunanlar, Harezmşahlar Doğu bölgesinde bulunanlar, Harezmşahlar devleti hizmetinde çalıştılar. Meşhur Celaleddin harezmşah (Mengüberdi)' in annesi bir Kıpçak prensesi idi. Harezmşah ordusunun büyük kısmı Kıpçak Türkleriydi.

Mısır'da Eyyubi Devleti yerli halktan ordu kuramadığı için yabancıları ücretli asker olarak alıyordu. Çok sayıda Kuman-Kıpçak genci Mısır' a giderek orada özel eğitimle Eyyubi ordusuna girmeye başlamıştı. Bunlar kısa zamanda orduda yüksek mevkiler kazanıyorlardı. 1250 yılında Kıpçak beylerinden İzzeddin Aybeg, kendisini sultan ilan etti ve böylece Mısır' da on dördüncü Yüzyıl sonralarına kadar sürecek olan bir Türk Devleti kuruldu.

Mısır Kıpçak sultanlarından Baybars, "yenilmez" denen Moğol ordularını müthiş bir bozguna uğratmıştır. Fakat Asya' da kalan Kuman-Kıpçaklar, Moğol baskısına dayanamayıp dağıldılar. Burç Han idaresindeki bir kısım Kumanlar Moldavya'ya yerleşerek Hıristiyan oldu; Köten Bey' in Kumanları Macaristan' a yerleştiler. Geri kalanların herhangi bir siyasî varlığı olmadı.


kıpçaklar - devlet.tr.gg

KIPÇAKLAR

Doğuda Kıpçak, batıda Kuman adıyla tanınan bu Türk kavmi, aslında iki Türk kavminin birleşmesinden meydana gelmiştir. Batı Göktürk topluluklarından Kimeklerin bir kolu olan Kıpçaklar, önceleri Balkaş gölünden İrtiş ırmağına kadar olan bölgede oturuyorlardı. Güneyden Kumanların kendilerine katılmalarıyla güçlerini daha da artırmışlar ve çeşitli sebeplerle İtil ırmağını geçerek batıya yönelmişlerdir. Batıda daha çok dış görünüşleri ile alâkalı olarak, sarışın manasına gelen çeşitli adlar verilen Kıpçaklar, kaynaklarda beyaz tenli, sarı saçlı, güzel görünüşlü insanlar olarak tasvir edilmektedirler.

Uzun süren mücadelelerden sonra Uzları batıya sürerek, XI. yüzyılın ikinci yarısında Karadeniz'in kuzeyindeki geniş bozkırlara gelip yerleştiler. Bu Uz (Oğuz)-Kıpçak mücadeleleri ünlü Dede Korkut destanlarının esas konusunu oluşturur. Kıpçaklar Karadeniz'in kuzeyindeki yeni yurtlarında, 150 yılı aşan bir süre hâkimiyet kurmuşlar, Rus ve Balkan tarihinde derin izler bırakmışlardır. Yaşadıkları bölge, o zamandan başlayarak, İslâm kaynaklarında Deşt-i Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) adını alacaktır.

Kıpçaklar bir çok kere Tuna'yı geçerek Balkanlar'a ve Macaristan'a akınlar yaptılar. Bizans ile zaman zaman savaşmakla birlikte genellikle iyi ilişkiler kurmuşlardır. Nitekim 1091 yılında Çakan Bey ile ittifak yapan Peçenekler'i ağır bir yenilgiye uğratarak, Bizans'ı kurtarmışlardır. Kıpçak ülkesi, 1238-39 yılarında Altınorda Hanı Batu han tarafından tamamen işgal edilmiştir. Kıpçakların bir kısmı Macaristan'a çekilmişler, bir kısmı da İtil Bulgarları ile karışarak Kazan Türklerinin oluşmasında önemli rol oynadılar. Karadeniz'in kuzeyinde kalan Kıpçaklardan pek çoğu daha sonraki yıllarda Mısır'a götürülmüş, bir kısmı yüksek mevkilere kadar yükselmiştir. Hatta aralarında sultanlık mertebesine erişenler dahi olmuştur.

KUMANLAR - öztürkler.com

Kuman Adı, Menşei ve Irki Özellikleri

Adlarının mana ve menşei ile kavmî terkipleri yıllardır münakaşa edilegelmekte olan Kumanlar kaynaklarda başka başka isimler altında zikredilmişlerdir. Bu bakımdan bozkırlı Türk toplulukları arasında istisna teşkil ederler. Onlara Bizanslılar ve Latinler "Kumanos, Kumanoi, Cumanus, Ko- mani", Ruslar "Polovets", Almanlar ve diğer Batılı milletler "Falben, Falones, Valani, Valwen, Pallidi", Ermeniler "Khartes", Macarlar "Kun", İslamlar Kıpçak" (Kıfşak, Khıfçakh) demişlerdir.

Ruslar, Almanlar, diğer Batılılar ve Ermeniler tarafından verilen isimler aslında renk (sarı, sarımsı, açık sarı, saman sarısı) ifade eder. Adlarının ilk defa geçtiği Rus Kronikinde (1055-1056'lardan hatıra) Türkmen, Peçenek ve Tork (Uz)'larla aynı cinsten olduklan belirtilen Kumanlar anlaşıldığına göre buralarda, daha ziyade dış görünüşleri ile tanıtılmak istenmiştir. Gerçekten doğulu, Batılı bütün kaynaklar Kumanların, kumral saçlı sarışın olduklarında fikir birliği halindedirler.

İbn Hurdadbih (885'lerde)'den itibaren îslam ve sonra Gürcü kaynaklarında geçen Kıpçak adı Türkçe olarak ("öfkeli, birden kızan") şeklinde açıklanmakta, Kuman ve Kun adlarının Türk lehçelerinde de "sarımtrak", "solgun" manasına geldiği bildirilmektedir.

Kuman-Kıpçakların menşeine dair ilk geniş araştırmayı yapmış olan J. Marquart'ın Kumanları Uzak Doğu'da Amur nehri dolaylarında yaşadığını ileri sürdüğü "Murqa" adlı bir Moğol kavminin "Kun" kabilesine bağlama iddiası, onun kaynaktaki bazı kelimeleri yanlış okuması (Arapça "fırka" sözünü kavim adı sanarak "Murqa") dolayısiyle kabul edilmemiştir. "Kun" isminin, yine bir Moğol-Tibet karışımı olan T'u-yü-hun kavim adından kısaltma olabileceğine dair G. Haloun'un düşüncesi de ikna edici görünmemiştir.

Çünkü beyaz ırkın seçkin vasıflarını taşıyan Kumanların çehrelerinde ve bedenî yapılarında hiçbir Moğol çizgisi bulunmadıktan başka, Kuman-Kıpçak dilinde de Moğolca unsurlara rastlanmamaktadır. Fakat Kumanların ırkî özellikleri bazı araştırıcıları, onlarla Arî'ler (Hind-Avrupalılar) arasında ilgi kurmağa sevk etmiştir. Gerek soy, gerek kültür bakımından Türk'ü Moğol'dan pek ayıramadıkları bilinen ve aralarında J. Marquart, P. Pelliot, W. Barthold, D. Rassovsky vb.'nın da bulunduğu Batılı bilginler, Türkler'e ait saymadıkları Kuman tipinin nihayet Moğol bölgesinde Türkleşmiş bir Hind-Avrupalı kavimden ileri gelebileceği üzerinde durmuşlardır.
Hatta Rus Grum-Grzimajlo Çin'in kuzeyinde böyle bir topluluğun yaşadığını keşfetmek iddiasında bulunmuştur. Buna karşılık, M.Ö. 2. yüzyı da Tanrı Dağları'nın kuzey yamaçları ile Isık Göl dolaylarında oturan ve başbuğları "Kun-mo" veya "Kun-mi" (Kun-beğ, Kun-bî?) diye anılan Hun soyuna ve kültürüne mensup ve Türklere mahsus bir kurt efsanesine sahip ve miladdan sonraları da varlıklarını sürdüren Wu-sun (veya U-sun) kavminin Çin kayıtlarında (Han devri) "kırmızı saçlı (kumral), mavi-yeşil gözlü olduğu belirtilmiştir.

Diğer taraftan îslam kaynaklarından (El-Bîrün 1050 sıraları, Mervezî, 12. asrın ilk çeyreği) anlaşıldığına göre, Orta Asya'da Kun adlı bir Türk kavmi, 10. yüzyıl başında Kuzey Çin'de kurulan Moğ( K'i-tan devletinin bilhassa 936'da Çin'de Liao sülalesi olarak bütün kıt'a' ele geçirme teşebbüsü karşısında, yerlerini terkedip "Sarılar ülkesi" (Şar ya)'ne doğru çekilmiştir. Bu "Sarı"larla, adları aynı manaya gelen Kunların, menşe bakımından ilgisi üzerinde durulmuştur: Mervezî'ye göre, -hiç olmazsa bir kısmı- Aral gölüne kadar çekilmiş olan bu "Sarı"ların ya "Sarı-Uygur"lar(yk. bk. Kan-çou Uygur Devleti)dan olabileceği veya belki dı "Sarı-su" ırmak adında ve Türgiş hakanının başkenti civarındaki (Çu'nun batısı?) İbn Hurdadbih'in bahsettiği "Sarigh" kasabasında hatırası mevcut "Sa Türgiş"lerle birleştirilebileceği düşünülmüştür. Üstelik Kimek ülkesin uzandığı sanılan yol üzerinde Gerdizî'nin (Ulu Kuman?) diye kaydettiği bir bozkır sahası bulunmaktadır.

Kun-Kuman-Sarı-Kıpçak meselesine dair son araştırmalara göre durum şöyle görünmektedir: (Kumanların batıya göçünden önce) Orta Asya'da İtil-Seyhun-İrtiş arasında Oğuzlar; Tobol, İşim çevresinde Kıpçaklar buradan Altaylar'a doğru Kimekler; Isık Göl etrafmda Karluklar bulunuyor daha doğuda Nanşan bölgesinde (Mervezî'deki Şariya) Sarı-Uygurlar yer alıyordu. Huang-ho dirseği dolaylarında Nesturî (Hıristiyan) Öngüt'ler vardı. İşte bu sıralarda Kunlar da bu civarda bir yerde yaşamakta idiler (Zira Mervezî, ihtimal Örgüt'lerle karıştırarak, Kunların Hıristiyan olduklarını söyler).

"Sarı"ya gelen Kun(Kuman)'lar beraberlerinde Sarı-Uygurlardan bir kütleyi de sürükleyerek, Cungarya kapısından Türkmen (Karluk) bölgesin oradan da kuzeyde Kıpçaklar sahasına geldiler. Eğer "300 bin çadır halkın; Çin'den çıkarak" Kara-Hanlı ülkesine saldırmak istediklerine, fakat Balasagun'a 8 günlük mesafede Kara-Hanlı Togan Han tarafından geri atıldıkları na dair İbn'ül-Esîr'deki haberi bu hadise ile ilgilendirmek mümkün ise, büyük Kun-sarı göçünü Kıpçak topraklarına çeviren sebebin Kara-Hanlı mukavemeti ve karşı taarruzu olduğunu kabul etmek gerekir.

Aslında Batı Gök-Türk topluluklarından olan Kıpçak kütlesi, eski Çik'lerin 10. asırdaki devamı olduğu anlaşılan, İrtiş boylarındaki Kimeklerden İşim-Tobol vadilerinde oturan bir kol idi. Kaşgarlı, Yimek (İmek) kavminden ve bu kavim Kıpçakların büyüğü sayıldığı halde Kıpçakların kendilerini ayrı tuttuklarından bahseder. Bundan, Marquart'a göre, o sırada (11. asrın son yarısı) ikili federasyon (Kimek=İki Yimek) halinde yaşayan Kimeklerde idareciliğin Kıpçak kolunda olduğu anlaşılmaktadır. Bu iktidar değişikliği herhalde asrın başlarında vukua gelmiş ve Kıpçaklar Balkaş'tan İrtiç'e kadar hakim bulundukları sırada güneyden Kun (Kuman) Sarıların gelmesi ile daha da kuvvet kazanarak, bu sefer hep birlikte (ihtimal doğudan K'i-tan baskısı veya daha ziyade yer ve otlak darlığı sebebi ile) Volga üzerinden batıya yönelmişler ve sonra, önlerindeki Uz kütlesinin 1048'de Balkanlar'a çekilmesi üzerine, Güney Rusya sahasına intikal etmişlerdir.

KUMANLARIN SİYASİ TARİHİ

Bu suretle Rus kronikinde Kumanlar (Polovtsi) ilk defa 1054 yılında görünürler. Hakimiyetleri Dnyeper'e kadar yayılan bu devirde doğuda "Kıpçak" adı muhafaza edilirken, Batıda, baş tarafta zikrettiğimiz adlarla anılmağa başlamışlardır. Kuman (Kıpçak)'ların, Moğol istilasına kadar 15. asırdan fazla bir müddet Karadeniz kuzeyi bozkırlarını hükümleri altında tutuşları Rus ve Balkanlar tarihinde derin izler bırakmıştır. 1055 yılında Pereyaslavl knezi ile bir anlaşma yapan başbuğ Boluş'tan sonra Kumanlar 1061'de Rusları yendiler ve 1068'de, kendilerinden kaçan bazı Uz ve Peçenek gruplarını hizmete aldığı gerekçesi ile yine Pereyaslavl'a girerek Rus knezlerinin birleşik ordusunu dağıtılar (Alta ırmağı savaşı. Kiyef yanında).

Çernigov knezliğine kadar sokuldular. Kiyef knezi Lehistan'a kaçtı. 1071'de Rostovtsev, Neyatin bölgesine, 1079'da Voin kasabasına, ertesi sene Novgorod sahasına akınlar yapan Kuman (Kıpçak)'lar, 1080'lerde hakimiyetlerini, Don-Dnyester ağırlık merkezi olmak üzere, Balkaş gölü-Talas havalisinden Tuna ağzına kadar yaymışlardı.

Kafkaslarda Kuban bölgesini de içine alan bu arazi, kuzeyde Oka-Sura nehirleri boyuna, yani îtil Bulgarları sınırına uzanıyordu. Doğu Avrupa-Batı Sibirya bozkır bölgelerinin tamamını teşkil eden Ku- man-Kıpçak sahası o zamandan itibaren İslam kaynaklarında "Deşt-i Kıpçak" ("Kıpçak-Bozkırı") adını almış, Batı kaynaklarında (İdrîsî, Rubruquis, Plano Carpini vb.) "Comania" (Komanya) diye anılmıştır. D. Rassovsky'ye göre, Rus, Bulgar, Alan, Burtas (Mordva), Hazar ve Ulah'ların Kuman tabiiyetinde yaşadıkları bu devirde Kuman-Kıpçak ülkesi 5 kısım halinde idi: Orta Asya, Yayık-Volga, Don-Donetz, açağı Dnyeper, Tuna.

Buralarda Kuman-Kıpçaklar, herbiri kendi başbuğ("han")larının idaresinde olmak üzere ayrı bölükler olarak yaşıyorlardı ve 1091'de de Edirne yakınındaki Lebunium savaşında Bizans'ın müttefikleri, şüphesiz ancak "Tuna" bölüğü mensupları idi. Bu tarihlerde Altunapa, Saruhan adlı başbuğlar "Kıpçak Bozkırı"nda rol oynayan başlıca simalardı. Kumanlar 1091'de Macaristan'a, 1092'de Lehistan'a girdiler, 1093'de tekrar Bizans topraklarında göründüler. 1093-1094'de Rus bölgesine akınları devam etti. Anlaşılıyor ki, maksatları toprak işgali değildi. Peçeneklerde de gördüğümüz gibi, bölgede, Hazarlar dahil herhangi bir bozkır-Türk siyasî topluluğu için geçerli olmak üzere, bozkır ikliminden harice çıkılmıyor, kendi hayat tarzlarına en uygun arazinin muhafazasını, dış tehlikeden uzak kalmasını sağlamak gayesi ile bozkırlar ötesindeki siyasî toplulukların daima baskı altında tutulmasına çalışılıyordu.

Türk topraklarının güvenliği şartları içinde gerçekleştirilen barışlar, çok kere, karşı taraf sözünden dönmediği müddetçe, sürüp gitmekte idi. Bu durum bazan evlenmelerle de sağlamlık kazanıyordu. Bir anlaşmaya göre Tugorkan (veya Togur Han)'ın kızı, Kiyef knezi Svyatopolk ile (1094); sonra Çernigov knezi Oleg, başbuğ Osuluk (Uzluk)'un kızı ile evlendi. Böylece bir ara knezlerin ve ileri gelenlerinin hatunlarrıdan çoğunu Kuman prenses ve kızları teşkil etti. Bununla beraber, Kuman-Rus münasebetleri pek huzurlu değildi. Çünkü knezler kendi aralarındaki mücadelelerde birbirlerine karşı Kumanlardan destek sağlamağa çalışıyorlar (mesl. Oleg 1095'de), veya yanlarındaki Kuman başbuğlarının adamlarını, fırsat buldukça, ortadan kaldırıyorlardı. 1096 başlarında Kiyefe gönderilen iki elçi (İtler ve Kıtan) maiyyetleri ile birlikte öldürülmüşlerdi.

Hadise bir savaşa yol açtı. Tugorkan ile başbuğ Küre bazı kasabaları yaktılar, Kiyefi ve civarını yağmaladılar (Mayıs 1096). Fakat knezlerin ittifakı karşısında savaşı kaybettiler, muharebede Tugorkan ile oğlu ölmüşlerdi. İki oğlu Kuman başbuğlarının kızları ile evli Kiyef prensi Vladimir Monomakh daha ciddî davrandı; 1097'de Liyubec kasabasında tertiplediği büyük toplantı ile knezleri uzlaştırmağa, Rus mukavemetini teşkilatlandırmağa girişti ve 1103'de bütün knezlerin başında, Kumanlara karşı büyük bir başarı kazandı. Kumanlar buna kısa fasılalarla şiddetli akınlar halinde cevap verdiler (1105-1111 arasında 4 defa) ki, Rus kroniklerini dolduran bu mücadeleler ilk Rus halk edebiyatını zenginleştirmiştir. V. Monomakh'ın ölümünden sonra knezler arasında münazaalar tekrar alevlendiği zaman Kumanlar bundan faydalanamadılar. Devamlı çarpışmalarla gençlerini ve dirayetli başbuğlarını teker teker kaybeden Kiyef civarı Kuman birliğinde zayıflık emareleri belirmişti.

Tuna Kumanlarından bir kısmı Macaristan'a giderek askerlik yapmakta idiler. 12. asrın 2. yarısında Dnyeper Kumanlarının biraz toparlandıkları görüldü. Bunlar Könçek ile Kobyak (Köpek)'in başbuğluğunda Pereyaslavl knezliğine karşı taarruza geçtiler (1177, 1179). Aksu (Bug) civarındakiler Kiyefe doğru akınlar yaptılar, fakat 1184'de knez Svyatoslav idaresindeki şiddetli baskında birleşik Rus kuvvetlerine mağlüp oldular. Rivayete bakılırsa verdikleri 7000 esir arasında 417 bey veya beyoğlu bulunuyordu . Ancak Kumanların mukabelesi de şiddetli oldu: 1185 baharında Novgorod-Seversk knezi İgor kumandasındaki birleşik Rus ordusunu, aşağı Don boyunda Kayalı (bugünkü Kagalnik?) ırmağı kıyısında kuşatarak imha ettiler.

Başbuğ Könçek'in idare ettiği bu savaşta prens İgor dahil Rus ordusundaki knezlerin hepsi de yakalanmıştı. Esirlere iyi bakılmış, -sonradan kaçmağa muvaffak olan- İgor'un yaralan tedavi edilmişti. Rus edebiyatının şaheseri olduğu söylenen Rus millî destanı (Slovo o Polkıı Igoreve)'mn başlıca konusu bu 1185 karşılaşmasıdır. Bu İgor destanında seferin ayrıntıları, tabiat, kahramanlık, üzüntü, İgor'un karısının feryatları ustalıkla anlatılmıştır. 1800 yılındaki ilk neşrinden zamanımıza kadar Rusya'da defalarca yayınlanmış ve incelemelere tabi tutulmuş olan metnin sonradan uydurulduğuna dair iddialar ileri sürülmüş ise de, tarihî hadiseyi aksettirdiğinden şüphe edilmemektedir ve aynca dil, savaş tekniği, donatım,madencilik vb. bakımlarından Ruslar üzerine Türk tesirlerini göstermesi itibariyle belge değeri büyüktür.

Don ve Kuban dolaylarındaki Kuman(Kıpçak)'ların da Gürcülerle yakın münasebetleri olmuş, bu vesile ile Kumanlar Kafkaslar'ın güneyine geçmişlerdir. Gürcü kıralı Bagratlı David II (1088-1125) Büyük Selçuklu împaratorluğunun en kudretli çağına tesadüf eden hükümdarlığının başlarında, İslam-Türk baskısına karşı durabilmek ve mümkün olduğu takdirde Abhaza ülkesini ve Borçalı Gürcü bölgelerini Selçuklulardan geri almak için, aralarında yavaş yavaş hıristiyanlığın yayılmakta olduğu Kıpçaklardan kendine en yakın birlik ile temas kurarak askerî destek sağlamağa çalışmış; onlardan aldığı yardımlarla güney yönünde bazı harekatta bulunmuş (1109-1110'da) ve güzelliği ile meşhur bir Kıpçak prensesi ile evlenmişti.

Bu kız, yukarıda adı geçen başbuğ Saruhan(Charaghan)'ın torunu ve onun yaşlılığı dolayısiyle yerine başbuğluğa getirilen oğlu Atrak (Atraka)'m kızı idi. Atrak da kralın daveti üzerine kendine baglı kalabalık kütlelerle (40 bin aile) Gürcistan'a gitti (1118. îlk büyük göç). Bu Kuman-Kıpçak kütleleri Çoruh, Kür dolaylarını "görülmemiş bir kudret ve genişlikle canlandırdılar". Selçuklulara bağlı Müslüman emirlikleri idarelerine aldılar ve sayısı 40 bin tahmin edilen bir süvari ordusu ile Şirvan'a, Azerbaycan'a seferler yaptılar. 1121'de Borçalı çayı havalisini ele geçirdiler. 1123'de aldıkları Tiflis'i Gürcü kırallığı başkenti yaptılar. 1124'de İspir ve Oltu'ya kadar ilerlediler.

Şirvan şahlarını vergiye bağlamışlar, Saltuklu, Sökmenli, Mengücüklü ve Artuklu beyleri ile ve daha sonralan Azerbaycan Atabeyliği ile devamlı mücadele etmişlerdi Kral Giorgi III (1156-1184) zamanında Gürcü askerî gücünü meydana getiren Kıpçaklar 1177'de, asî ordu kumandanı İvane Orbelian'dan, kralı himaye etmek suretiyle başkumandanlığı devralan ünlü başbuğ Kubasar ile büsbütün hakim duruma geldiler.

Devlet adamı Kutlu Arslan gibi Kıpçak beylerinin idaresinde başlayan -anası tarafından Kıpçak- güzel kraliçe Thamara (1184-1213) devrinde Gürcü devleti, kuzeyden Kıpçaklar başbuğunun kardeşi Sevinç idaresinde yeni kütlelerin ülkeye gelmesi ile de (ikinci büyük göç: "Yeni Kıpçaklar") askerî, siyasî alanda, tarihinin en parlak çağını yaşadı. Bugün Kür, Çoruh ve Çıldır gölü havalisinde Kıpçak Türkçesine yakın bir dil konuşan ahalinin, buraya o tarihlerde gelen Kuman-Kıpçak kütleleriyle yakın ilgisi olduğu, bölge halk edebiyatında bazı motiflerin o devir hatıralarını taşıdığı bildirilmektedir. Selçuklu çağının tanınmış şahsiyetlerinden, Azerbaycan Atabeyliği (1146-1225)'nin kurucusu, İl-Deniz de Kafkaslar'dan gelmiş bir Kıpçak Türkü idi.

Gürcistan'a gelmeleri dolayısiyle Don boylarını belki tamamen, Kuban bölgesini kısmen boşaltmış olan Kumanlardan Kırım yarımadasında kalanlar şehirlere yerleşerek ticaret hayatına atılmış, hatta bazı küçük kasabalar da kurmuşlardır.

Fakat, 1203'de Kiyefi işgal etmelerine ve 1219'da Ruslarla birlikte, kısa bir müddet için, Galiçya'yı Macarlardan almış olmalarına rağmen, 13. asır başlarında artık "Deşt-i Kıpçak" bütünlüğünde siyasî kudrete sahip bir Kuman topluluğu kalmamış gibidir. Doğudakiler Kıpçak, Kanglı, Yimek, Uran vb. adlar altında bozkırlarda eski kabile yaşayışı içinde iken Harezmşahlar Devleti ile -bilhassa Sultan Ala'üddin Tekiş (1172-1200)'e hatun olarak bir prenses verdikten sonra- temaslarını arttırarak, bu Türk-İslam devletinde askerî vazifeler almışlar, sınırların genişlemesinde büyük hizmet görmüşler. Moğolların Orta Doğu'yu istilasının arifesinde Harezmşahlar imparatorluğu askerî gücünün hemen tamamını meydana getirmişlerdir. Fakat bu ordu Moğollar tarafından yok edildi (1220).

Moğollar karşısında başarısızlık Deşti Kıpçak'ta da görüldü. 13. asır başlarından itibaren Rusların adeta yardımcısı durumuna giren Kumanların Kırım çevresindeki zümreleri, Karadeniz'in büyük ticaret limanı Suğdak ile dolaylarını Anadolu Selçuklularına terk etmeğe mecbur kalmakla (1226) iktisadî yönden uğradıkları sarsıntıyı gideremediler. Daha 1223'de, Cebe ile Subatay kumandasındaki iki Moğol tümenine Ruslarla birlikte mağlüp olan Kuman-Kıpçaklar (Kalka savaçı), Cengiz'in torunu Batu idaresinde, Deşt-i Kıpçak içlerine ilerleyerek İtil Bulgaryası'nı çiğneyip geçtikten sonra, bir anda Rus knezlerinin askerî güçlerini perişan eden Moğol ordusu karşısında tutunamadılar.

Don-Donetz havzasında başbuğ Köten kumandasındaki kuvvetler dağıldı (1239) ve başbuğ, kurtulabilenlerle Macaristan'a iltica etti. Kuman-Kıpçakların kalabalık bir kısmı da İtil Bulgaryası'na gitti ve ora da adeta nüfus çoğunluğu kazanarak Kıpçak Türkçesinin, Bulgar lehçesi yerine, umumîleşmesine yol açtı. Bütün Kıpçak Bozkırı Moğol istilasına uğrayıp Altun-Ordu devleti kurulduktan (1256) sonra, "Deşt-i Kıpçak" tabiri daha uzun müddet kullanılmakla beraber, Kuman-Kıpçakların artık hiçbir rolü kalmamıştır.

Kuman-Kıpçaklar, o sıralarda, Mısır'da varlıklarını daha iyi ortaya koymuşlardır. 13. yüzyıl başlarından itibaren dağınıklıktan ve gittikçe daralan imkânlar yüzünden hayat şartlarının zorlaştığını gördüğümüz Kuman-Kıpçaklar, bilhassa kıtlık ve hayvan hastalıklannın zuhur ettiği yıllarda Kıpçak Bozkırında İslavlar dolayısiyle eski tarihlerden beri devam edegelen bir geleneğe uyarak, sıhhatli, gürbüz çocuklarını para karşılığında başka ve daha müreffeh ülkelere göndermeğe başlamışlardı. Mısır'da Eyyübî devleti askerî gücünü yabancılardan sağlamak durumunda olduğundan, Deşt-Kıpçak'tan ve Kafkaslar'dan getirilen Kıpçak, Oğuz, Çerkes gençlerini sevinçle kabul ediyor ve onları hususî kışlalarda eğitiyordu. İşte bu sırada Mısır'a hayli Kuman-Kıpçak delikanlısının gelerek orduda vazife aldığı görülmektedir.

Nihayet İzzüddin Ay-beg'in 1250'de Eyyübîler yerine sultan ilan edilmesi ile kurulan Mısır "Türk Devleti" kısa zamanda Kuman-Kıpçak unsurunun eline geçti. Bunlardan ihtimal Kıpçak olan Sultan Kotuz'dan sonra, Sultan Baybars hem kudretli bir asker, hem yüksek devlet adamı bir Kıpçak Türkü olarak kendini gösterdi (1260-1277). İslam hilafetini ihya et mek, Moğolları Suriye'den uzaklaştırmak gibi icraatı ile zamanın seçkin bir hükümdarı oldu. Yerine geçen Sultan Kalavun (1279-1290) 801 da bir Kıpçak idi.

O da Moğol-Ermeni-Frank birleşik ordularını yenilgilere uğratan "En büyük İslam hükümdarı" olarak, anayurdu ile bağlantıyı devam ettirmiş, Altun-Ordu ile dostane münasebetlerde bulunmuş - ve Mısır-Türk devletinde ilk hükümdar sülalesinin kurucusu olmuştur. Evlatları, iktidar Çerkes Kölemenlerine geçinceye kadar, devleti idare etmişlerdir (1290-1382). Bu devir içinde devlet "Türk Devleti" (Ed-Devletü't-Türkiya veya Devletü'l-Etrak) diye anılmış. Mısır ve Suriye "Türkiye" adını almıştır. Çoğunluğu Arapça konuşan yerli halkın dışında kalanlar için umumî dil Türkçe ve kültür Türk kültürü idi ki, Çerkes idaresi devresinde de durum böyle devam ederken ülke Osmanlı Türklerine intikal etmiştir (1517).

Hindistan'da Delhi Türk sultanlığında 2. hükümdar ailesinin kurucusu olup, daha ziyade Uluğ Han diye anılan Sultan Balaban (1266-1286) da, gençliğinde Delhi'ye giderek devlet hizmeti almış Kıpçak büyüklerinden idi.

SON

Kumanların Tarihi Rolleri ve İzleri

9.-13. yüzyıllar boyunca Doğu Avrupa-Batı Sibirya bozkırlarına hakim olan Peçenek-Uz-Kuman(Kıpçak)'ların tarihî rolleri şimdiye kadar saydıklarımızdan ibaret değildir. Bunların, izleri zamanımıza kadar sürüp gelen başka mühim hatıraları vardır. Önce, bu Türk boyları Rusların Karadeniz'e inmelerine ve Balkanlar'a sarkmalarına izin vermemişlerdir. Bozkırlara bitişik Rus yurdunun mütemadî Kuman akınına maruz kalması Slav ahalisinin mühim bir kısmının Suzdal havalisine (Moskova ırmağı havzasına) göç etmesine sebep olmuştur.

Bu hareketin neticesinde Moskova ve Oka havalisindeki Fin ahalisi, Slavlar�la karışmış, daha doğrusu Slavlar tarafından temsil edilmiş ve bu karışmadan Velikirus, yani Büyük Rus kütlesi vücuda gelmiştir. Kumanlar, Kıpçak sahralarında kaldıkları zaman, bilhassa Cenubî Rusya knezleri ve ahalisi üzerine büyük ve çok taraflı tesir icra edegelmişlerdir. Kumanlar vücutlarının güzelliğiyle nam kazanmışlardı; hele Kuman kızları arasında güzellere çok tesadüf edilirdi. Bu Türk kavmi de tıpkı Peçenekler ve Uzlar gibi devlet kurmak basamağına çıkamamıştır. Birçok kabilelerden mürekkep olan bu Kuman (Kıpçak) hey�eti kabile reislerinin idaresinde kuvvetli bir askerî teşkilât halinde yaşıyorlardı. Onlar, hemen hemen her yıl Rus yurduna akın yaparak kendilerine gerekli şeyler bilhassa esirler alıyorlardı. Sonra, Dağıstan havalisi, Terek boyu ve sair bölgelerin Türkleşmesinde tesirli olmuşlardır.

Rus vakayinamelerinde knezliklere yerleştirilmiş olarak geçen ve adlarının hatıraları o bölgelerde hala muhafaza edilen Berendi'lerin Peçeneklerden bir bölük olduğu, Kiyef knezliğinde sınır bekçiliği yaptıkları ileri sürülen Kara-Kalpaklar'da Peçenek-Uz-Berendi karışımından meydana geldiği bilinmektedir. Bunlardan bir kısmının sonraları Ceyhun ağzına giderek bugünkü Kara-Kalpakları teşkil etmiş oldukları anlaşılmaktadır. Bugün Romanya'da, açık sarı saçları ve mavi gözleri ile etraftaki topluluklardan ayrılan Çango'ların da Kumanlardan indikleri kuvvetle ileri sürülmektedir.

1223 Kalka savaşından sonra Moldavya'daki Kumanların başbuğu Borç Han'a bağlı kütleler, o zaman "Cumania" denilen bu bölgede (Kuzeydoğu Romanya) Hıristiyanlığı kabul edip kendileri için piskoposluk kurulmuş (1233), 1239 yenilgisi üzerine Köten idaresinde Macaristan'a göçenler Tuna-Tisa arasına yerleştirilmişlerdir. Buradaki yer adları onların hatıralarıdır. Macar dilinde mevcut Türkçe sözlerin "orta tabakası" Kuman-Kıpçakça'ya aittir.

Vaktiyle Avarların İslavları teşkilatlandırması gibi, Peçenek ve Kuman idarecilerinin de Balkanlar'da benzer büyük hizmetleri görülmüştür. 1185-1237 yılları arasında Tuna'nın güney bölgesinde kalabalık halde yaşayan Kumanların, Bizans'a karşı Bulgar istiklal mücadelelerinde (1185-1195) başlıca rolü oynadıkları anlaşılmaktadır. Mücadeleyi kazanarak 2. Bulgar devletinin başına geçen ve Ulahların (sonraki Romenlerin) teşkilatlanması tarihinde yeri olan Çar Asen(l 187-1196)'in Kuman menşeinden geldiği, ayrıca daha sonraki Bulgar hükümdarlarından bir kısmının Kuman olduğu belirtilmiştir. Bizans-İznik İmparatoru J. Vatatzes (1222-1254), Moğolların önünden çekilen Kumanlardan çoğunu -toprak karşılığı askerî hizmet yükümlülüğü ile- Trakya'da, Makedonya'da ve batı Anadolu'da iskân etmiştir.

Peçeneklerin, Uzların ve Kuman-Kıpçakların doğu Tuna çevresindeki etnik ve siyasî durumun teşekkülündeki tesirleri de ziyadesiyle dikkat çekicidir. Halen Romanya'da yaşayan ve ana dilleri Türkçe olan Gagauzların 13. yüzyılda oraya giden Selçuklularla ilgili oldukları iddia edilmiş ise de, bunların daha ziyade Hıristiyanlaşmış bir Uz kütlesi olması ihtimali üzerinde durulmaktadır. Romanya'da bazı Türkçe yer adları (Teleorman, Dereh- lui (vadi), Turlui (tuı\u=tuz\u), Arges, Baragan, Cumana, Peçineaga, Carais- nan vb.) ile Romen dilinde mevcut Türkçe kelimelerden çoğu o devrin hatıralarıdır.

Aynı bölgede 1330'larda teşekkül ettiği bilinen ilk Romen devletinin de Kuman-Kıpçak unsuruna dayanan bir başbuğ ailesi tarafından kurulduğu görülmektedir. Kurucusu Tok-temir oğlu Basar-aba idi (basmak fiilinden basar-aba).(=apa, Türkçe unvan) eki ile yapılan adlar Oğuzlarda (Ay-aba, Boz-aba) ve Doğu ve Orta Avrupa ve Mısır Kıpçak-Kuman çevrelerinde (Altın-aba, Tomuz-aba, İt-aba, Arslan-aba vb.) yaygındır. Romanya'nın kuzeyindeki Basarabya bölgesi de aynı adı taşır. Basar, Baseroğul tarzında isimlendirmeler Deşt-i Kıpçak'taki Moğollarda da görülüyorsa da, kelime aslen Türkçe olduktan başka, Moğol hakimiyeti devrinde Türkçe konuşulduğu ve halkın büyük çoğunluğunu Türklerin teşkil ettiği dikkate alınırsa, Türkleşmiş Moğollardan olduğuna ihtimal verilen Basaraba�nın Türk kültürünü temsil ettiği anlaşılır.

15.-16. yüzyıllardaki Romen devlet büyüklerinin halis Türkçe olan adları Akbaş, Akkuş, Bozdogan, Bilik, Berendey, Barak, Bars, Beğbars, Buga, Belçir, Kara, Kızıl, Kazan, Şişman, Temirtaş, Tok, Ötemiş vb... 819'de bu görüşü desteklemektedir.

14. yüzyılın 2. yarısında, Dobruca'da kurulan "devleti de, Kuman Türklerine bağlamak mümkün görünüyor. Bir yandan Bulgar, bir yandan Bizans iktidarlarının zayıf düştüğü bu devirde, Bizans imparatoriçesi Anna tarafından yardımına müracaat edilen (1346'da) aşağı Tuna bölgesi mahallî başbuğlarından Balika (Türkçe, balık'dan)'nın oğlu Dobrotiç (Dobruca, bundan geliyor) 1354'lerden itibaren -sonra kendi adıyla anılacak olan- bölgenin hakimi olarak, 1385 yılına kadar Balkanlar ve Karadeniz'de mühim siyasî rol oynamıştır. Bakır paraları ele geçmiş olan oğlu İvanko zamanında (14. asır sonlarına doğru) bir aralık Romen tabiiyetine girdiği sanılan bu küçük Türk "Dobruca Devleti"nin toprakları 1417'de Osmanlılara intikal etmiştir.

Romen Devleti'ni Kıpçaklar kurdu

Kuman-Kıpçaklar, Rusların Karadeniz'e inmelerini, Balkanlar'a sarkmalarını önlemiş, geniş Kıpçak bozkırında olduğu gibi, Balkanlar'da da Kıpçak kültürünü hâkim kılmışlardır. Doğu Avrupa'ya daha sonra Cengiz Han'ın kuvvetleriyle gelen Moğollar azınlıktaydı. Türkler içindeki oranları en fazla yüzde yirmi beşi geçmiyordu. Bunlar da kısa zamanda Türkleştiler. Büyük Türk kütlelerini yönetmek için kurulan hanlıkların başına Cengiz soyundan bir başbuğ han oluyordu ama, büyük kütle Kuman-Kıpçak olduğu için, Kıpçak dili ve kültürü olduğu gibi devam ediyordu. Kasım Hanlığı, Kazan Hanlığı, Kırım Hanlığı, Özbek Hanlığı gibi hanlıklarda asıl kütle "Hazar-Kıpçak-Uz" olduğu için, hele bunlar Müslüman da olduğu için, dil birliği, din birliği korunmuştu.

Fakat, Kuman-Kıpçaklar Balkanlar'a, Macaristan, Lehistan ve Avusturya'ya dağılmışlardı. Buralarda kurdukları devletlerin ya da hâkimiyetlerine aldıkları devletlerin başına geçmişlerdi.Hıristiyanlıştıkları için zamanla örf ve âdet değiştirmişlerdi ama bugün hâlâ mevcut olan damgalarını, kültür izlerini bırakmışlardır.

Kumanlar 1330'larda Romen devletinin kurulmasını sağlamış ve bu devletin başına "Basar Aba" adlı Türk başbuğu geçmişti. Bugünkü Basarabya'nın ismi ondan kalmadır. 14. yüzyılda kurulan küçük Dobruca Devleti'nin kurucusu da Kıpçaklar idi. Dobruca ismi Kuman-Kıpçak başbuğu Balık'ın oğlu Dobrotiç ya da Dobriç'ten gelir. Bugün Romanya'da yaşayan, hâlâ ana dillerini yani Türkçe'yi konuşan Gagauz'lar da Hıristiyanlaşmış Uz'lardan başkası değildir. (Gagauz=Kara Uz)

15-16. yüzyıllarda yaşayan Romen devlet adamlarının adları hep Türkçe idi: Akbaş, Akkuş, Barak, Bars; Baybars, Kazan, Ötemiş, Berkiş, Bilik, Kara, Buğa, Çolpan, Toluntay, Payandur, Tuttarkan (Tutrakan).... vb. Bugün Balkanlar'da, Lehistan'da birçok yer adı Kuman-Kıpçak'lardan kalan hatıralardır.

O tarihlerde Asya içlerinden Macaristan'a kadar yayılan bütün Türklerin konuştuğu ve ilim dünyasında "Kıpçak lehçesi" (Batıda "Lingua Comanesca") diye anılan Kuman dilinin belki en mühim hatırası 1303 yılında Kırım'da İtalyan, Alman misyoner-tacirleri tarafından hazırlanan ve "Codex Cumanicus" adı ile tanınan Kumanca-Latince-Farsça ve Kumanca-Almanca lügat (ve gramer) kitabıdır ki, Kumanların Hıristiyanlık devri ile ilgili olmakla beraber, Türk dilinin seçkin yadigarlarından biri kabul edilmektedir.

DOĞU KARADENİZ BÖLGESİNİN TÜRKLEŞMESİNDE KIPÇAKLAR'IN ROLÜ

DOĞU KARADENİZ BÖLGESİNİN TÜRKLEŞMESİNDE

KIPÇAKLAR'IN ROLÜ

Dr. Salim CÖHÇE*

Tarihin en eski devirlerinden itibaren çeşitli Türk boylarının gelip yerleştikleri bir bölge olan Doğu Avrupa bozkırları ile Ortaasya bozkırları arasındaki sahada ortaya çıkan Kıpçaklar'ın ilk defa nereden ve nasıl gel­- dikleri henüz kesin olarak bilinmemektedir. O sebeple, Kun, Kimek ve Kanglı gibi Türk zümreleri ile birlikte eski zamanlarda Batı ve Doğu Türkistan'ın güney kısımlarında yaşayıp oradan Uzak-Doğu ve Avrupa iç-lerine yayılan Kıpçaklar'ın Milâd başlarında Maveraünnehir civarında gö­rüldüklerini, ancak daha sonra Kun, Kimek ve Kanglılar ile beraber UraI- Altay Dağları arasında kalan sahayı işgal ettiklerini belirten ilim adamları­- nın1 yanında Kıpçaklar'ı Kuzey Türkleri'nden sayan ve Oğuz Destanındaki bilgilerden hareketle onların Sibirya'da İrtiş Nehri ile Ural Nehirleri ara­- sında yaşayan Türkler olduklarını kaydedenler de vardır.2 Bu kayıtlara gö- ­re VI. yy.'da Güney Rusya bozkırlarına yayılmaya başlıyan Sabirler de kök itibariyle muhtemelen Kıpçaklar’a dayanmaktadır.

Kaynaklarda Kimek, Kun gibi Türk zümreleri yanında zaman zaman Başkurt, Uz, As ve Becne (Peçenek) gibi müstakil sayılan boylar da Kıp­- çaklar içerisinde veya onlarla birlikte zikredilmişlerdir.3 Ancak bu zümre- ­ler ile Kıpçaklar arasındaki münasebet de bugün için tam olarak ortaya konulabilmiş değildir. Dolayısiyle Kıpçak ismi X. yy.'da geniş bir sahaya yayılmış ve bu isim altında birçok Türk boyunu içine alan büyük bir birli­- ğin ifadesi olarak görülmektedir.

Başlangıçta, Kıpçak uruğlar birliğini meydana getirenler; IV. yy.'dan itibaren ağırlığını batıya kaydırmaya başlıyan Hun Devletinin Hazar Deni­- zinin kuzeyine kadar uzanan bölgelerde yaşayan Alanları buralardan sür-


(*) Fırat Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü.

(1) Bkz. A.Z.V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1981. s. 159 vd.

(2) B. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Ankara 1979, s. 152.


mesiyle ortaya çıkan boşluğu birbirlerini takiben dolduran Kun, Peçenek, Bulgar ve Oğuzları daha batıya iterek onların yerlerini alan Türk zümre­leridir. Bunların hepsine birlikte Kıpçak adı verilmiştir.

Ortaasya'da Göktürk hakimiyetinden sonra, VIII. yy'da bir müddet Uy-gurlar'a tabi olan Kıpçaklar, daha sonra müstakil göçebe beylikleri şeklin­de ayrı bir teşekkül haline gelmişlerse de, muhtemelen Karahıtaylar'ın Ortaasya'da yükselemeye başlamasıyla, 1017 yılından itibaren büyük kitle- ler halinde batıya kaymak zorunda kalmışlar ve 1050 yıllarına doğru4 Doğu Avrupa'ya yayılarak, Güney Rusya Balkanlar, Anadolu, Kafkasya, Suriye ve Mısır gibi birbirlerinden çok farklı bölgelerde önemli roller oynamış­-lardır. Esasen Gazneliler döneminde Harezm ve ona yakın yerlerde otu- ran5 Kıpçakların bir kısmı Selçukluların güçlü oldukları devirlerde Avrupa içlerine, Kafkaslar ve Balkanlara yönelirlerken, geriye kalanlar daha sonra diğer Türk boylarıyla birlikte Selçuklu müdâfaa teşkilâtını yıkarak güneye, Seyhun kıyılarına kadar inmeyi başarmışlar ve son devirlerinde Harezm-şâhlar Devleti içerisinde de etkili olmuşlardır.6 Ancak buralardaki faali­-yetleri fazla sürmemiş, XIII. yy başlarında Çingiz'in zuhuruyla takriben 1217 veya 1218'lerde Ortaasya'daki hakimiyetleri ile birlikte son bulmuş­- tur. Bu bölgedeki Kıpçakların büyük kitleler halinde Hindistan'a göç ettik- leri, ve Delhi Türk Sultanlığının kuruluşunda, dolayısiyle Hindistan'daki Türk hakimiyetinin doğuşunda büyük rol oynadıkları da bilinen bir gerçek- tir.7

Kıpçaklar, belirtildiği gibi, çeşitli bölgelerde ayrı ayrı etkili hamleler yapıp Türk tarihinde önemli bir yer tutmalarına rağmen, büyük bir boy birliği olarak hiç bir zaman belirli bir merkez etrafında toplanarak güçlü bir siyâsî birlik meydana getirememiştir. Bu sebeple de, bozkır rüzgarları gibi, her yönde devamlı hareket halinde bulunan Kıpçaklar!» karşılaşmak-tayız. Bunun sebebini Kıpçak uruğlarının büyük çoğunluğunun koyu göçebe olmalarında, yani göçebelik gelenek ve usûllerini titizlikle muhafaza etme-


(3) A.Z.V. Togan, a.g.e., s. 162.

(4) Doğu Avrupa'daki Kıpçaklardan ilk defa bahseden Rus kroniği 1055 ta­
rihlidir. Bkz. İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ankara 1977 s. 166: A.N.
Kurat, IV-XVII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve
Devletleri, Ankara 1972, s. 72.

(5) A.Z.V. Togan, a.g.e., s. 160.

(6) İ. Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, Ankara 1984, s. 91 vd. O. Tu­
ran, Türk İslâm Medeniyeti ve Selçuklular Tarihi, İstanbul 1980, s. 267;
F
. Köprülü, "Harezm11, İA. V, s. 250.

(7) Bu hususta Bkz. S. Cöhce, Şemsî Melikleri, Elazığ 1986, (Basılmamış
doktora tezi).


lerinde aramak yerinde olur.8 Onun içindir ki, hiç bir yerde tutunamayan Kıpçakların hakim oldukları sahalarda hızlarının kesildiği ve diğer Türk boyları veya başka milletlerin hakimiyetleri altına düştükleri andan itiba- ren, daha çok hakim toplulukların baskısıyla yerleşik hayata geçtikten sonra şu veya bu şekilde eriyip gittiklerini görmekteyiz.

Yayıldıkları geniş bölgelerde münasebette bulundukları çeşitli kavim­ler tarafından hepsi de, "Sarışın / Sarışınlar / Sarımtırak / Solgun" ma­nalarına gelen farklı isimlerle anılan, dolayısiyle kaynaklarda değişik ad- larla yer alan9 ve bu bakımdan da bozkırlı Türk toplulukları arasında bir istisna teşkil eden Kıpçaklann 1080 yıllarında doğuda; Talas havalisinden başlayarak batıda; Tuna ağzına kadar uzanan sahada hakim oldukları görümektedir Bu geniş sahada, her biri kendi hanlarının idaresinde olmak üze­- re ayrı bölükler halinde yaşayan Kıpçaklar, Moğol istilâsına kadar bir bu­- çuk asırdan fazla bir müddetle hakim olarak, Rus ve Balkanlar tarihinde derin izler bırakırlarken, bunlardan Ten (:Don) ve Kuban dolaylarında ya­şamakta iken yakın münasebette bulundukları Gürcüler vasıtasıyla veya daha sonra Moğolların baskısıyla Kafkasların güneyine geçenler de Azer­baycan, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinin kuzey kesimlerinde derin tesirler bırakmışlardır.

Büyük Selçuklu İmparatorluğumun Melikşah'ın ölümüyle içine düştüğü taht kavgaları, Haçlılar ile yapılan mücadele ve bilhassa mahallî Türk hü­kümdarlarının kendi aralarındaki mücadeleler, daha önce Türk baskısı ile dağlara sığınan Gürcülerin bulundukları bölgelerden inerek Azerbaycan ve Doğu Anadolu'da bir takım faaliyetlerde bulunmalarına zemin hazırla-mıştır.

Gürcü Kralı Bagratlı David II (1088-1125), Il.'yy'ın sonlarına doğru en kudretli devirlerini yaşayan ve bu arada; 1091 'de Peçenekleri imha ederek Bizans'ı büyük bir felâketten kurtardıkları gibi, Rus Knezlikleri hatta Lehis­- tan'a kadar akınlarda bulunan10 Kıpçaklardan sağladığı büyük destekle, bölgedeki göçebe Oğuzları Çoruh Nehri havzasına ve Pasinler'e doğru çe-

(8) A.N. Kurat, a.g.e., s. 75.

(9) Bizanslıların "Komanen", Macarlar'ın "Kun", Ruslar'ın "Polovtsı", Al-
manlar'ın "Falben", Ermenilerin "Karteş", İslâmlar'ın "Kıpçak" diye isimlendirdikleri ve bugün batıda daha çok Latinler'in verdikleri "Kuman" adıyla bilinen Kıpçaklar'ın kaynaklarda gösterildikleri dana başka sekliler için Bkz. İ Kafesoğlu, a.g.e., s. 166: L. Rasonyi. Tarihte Türklük, Ankara 1971, s. 140.

(10) A.N. Kurat, a.g.e., s. 79.

(11) O. Turan, a.g.e., s. 269.

kilmeye mecbur bırakmıştı. 11 Küçük Gürcistan'ın gösterdiği bu başarılar ilk bakışta hayret uyandırır. Yalnız, Gürcü Kralı David'in "Kıpçak beyleri­- nin en mümtazı Kara-han'ın oğlu Atrak (:Otrok)'ın güzel kızı ile evlene­- rek, "büyük, kahraman, hücumlarda mahir Kıpçak Türklerine" dayandığı ve Kıpçak kütlelerinin de "Kür ve Çoruh dolaylarını görülmemiş bir kudret ve genişlikte canlandırdıkları"12 düşünülürse, bu başarılara şaşmamak ge­- rekir. Nitekim David, aileleri ile birlikte getirdiği büyük Kıpçak kütlelerini memleketinin en güzel yerlerine yerleştirirken, onlardan 40.000 kişilik seçkin bir ordu kurmuş ve bu orduyu'da Türk usulüne uygun bir şekilde donatmıştır. Hatta Selçuklu örneğine göre sarayına aldığı 5000 Kıpçak gen­- cini de Hrıstiyan terbiyesi ile yetiştirerek kendi muhafız kıtasını da bun­lardan teşkil etmiştir.13 Bu arada Kıpçak akınlarından bunalan ve 1113'de Kiev Knezliğine getirilen Vladimir Monomarh etrafında toparlanan Rus Knezleri karşısında tutunamayan Kayınbabası Atrak ve kayınbiraderlerini de Gürcistan'a davet eden David, bunlarla beraber gelen Kıpçaklar14 ile birlikte 1120 yılında Gürcistan'da kışlayan Türkmenler'e saldırmış ve bu kalabalık göçebeleri imha, esir ve kaçmaya mecbur etmiştir. Böylece tak-riben 400 yıl Müslüman Arap ve Türk fatihlerinin elinde kalan, ilmî, dinî ve hayır müesseseleri ile Türk - İslâm medeniyet merkezlerinden birisi ha­- line gelmiş bulunan Tiflis'i de 1121 veya 1122'de zaptederek, burasını Gürcü Krallığının başşehri haline getirmiştir.15

Kral David, Türkler'e karşı kazandığı zaferler ve başardığı mühim iş­lerden sonra Karabağ ve Azerbaycan'a yönelmiş, başında bulunduğu Kıp- çak ordusu ile birlikte 1124 yılında İspir ve Oltu'ya kadar ilerleyerek Şir­-van-şahlar'ı vergiye bağladığı gibi Saltuklu, Sökmenli, Mengücekli, Artuk- lu Beyleri ve daha sonra Azerbaycan Atabeyliği ile devamlı bir mücade- lenin temellerini atmıştır.16 Bu arada Haçlılar'a karşı büyük başarılar elde eden Mardin Artuklu hükümdarı İl-gazi'yi de Tiflis yakınlarında büyük bir hezimete uğratmayı başaran (1122 Ağustos) David, Kafkas geçitlerini de ele geçirmek üzere harekete geçmiş bulunuyordu. Ancak 1124 yılında Temür-Kapı (Derbent) kumandanı, kendisine bağlı Kıpçaklar ile karşısına çıkmıştır. Böylelikle karşı karşıya gelen iki Kıpçak ordusundan David'in emrinde bulunanlar ile Gürcüler arasında anlaşmazlık çıkmış ve kendi soy­daşları ile savaşmak istemeyen Gürcü ordusundaki Kıpçakların isyan et-

(12) İ. Kafesoğlu, a.g.e., s. 172.

(13) O. Turan, a.g.e., s. 169.

(14) M. Brosset, Histoire de la Georgie 1, St. Petesburg 1849, s. 362.

(15) O. Turan, a.g.e., s. 270.

(16) Bu mücadeleler için Bkz. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi,
İstanbul, 1973, s. 6 vd., 19 vd., 62, 91, 105, 148.

(17) M. Brosset, a.g.e., s. 365 vd.


mesi üzerine Kral Davİd bozguna uğrayarak geri çekilmek zorunda kal­-mıştır. 17 Bu sırada Hartli'de kışlık mahaller inşa eden Kıpçakların Kür ve Çoruh havzasında kışlayan Türkmenler'e saldırdıklarını ve Ahalkelek'i iş­- gal ederek Oltu'yu da yaktıklarını görmekteyiz.18 Ancak Kiev Knezi Vladi- mir Monamach'm 1125 yılında ölümünden sonra Kıpçak Beyi Atrak'ın da-madınnı daveti üzerine geldiği Gürcistan'dan tekrar kendi yurduna döndü- ğü anlaşılmakta ise de, onunla birlikte gelen Kıpçaklar'dan büyük bir kıs- mı geri dönmeyerek orada kalmış ve bugünkü Kür, Çoruh ve Çıldır gölü havalisinde yaşayan Türklerin atalarını teşkil etmişlerdir. 19

Kral Giorgi III (1156-1184) zamanında da askeri gücü meydana geti­- ren Kıpçaklar, 1177'den itibaren Gürcü krallığınnı büsbütün hakimi haline geldiler. Güzel kraliçe Thamara (1184-1213) zamanında ise kuzeyden Se­- vinç başkanlığında gelen yeni Kıpçak kütleleri bu krallığın askeri ve siyâ­- sî alanda tarihinin en parlak çağını yaşamasına sebep olmuştur. 20 Ancak bu sırada Karahıtay baskısıyla Türkistandan göçederek denizdeki kumlar misali Azerbaycan ve Karadağ'ı dolduran Türkmenler,21 Kıpçaklar eliyle gerçekleştirilen Gürcü yayılmasını Önemli ölçüde durdurdukları gibi, biz­- zat bu krallığın topraklarına karşı da yeniden akınlara başlamış bulunu­yorlardı.22 Buna rağmen Gürcülerin Kıpçaklara dayanarak faaliyetlerini bir müddet daha devam ettirdiklerini ve 1207'de Erzurum'a girdikleri gibi, 1210 yılında da o dönemin önemli Türk-İslâm merkezlerinden birisi olan Ahlat Önlerine kadar ilerlediklerini görmekteyiz.23 Bu faaliyetlerde gösteri- len kudretin temelinde yatan Kıpçak unsurunu görmek istemeyen Avrupa- lılar, Türk-İslâm dünyasını arkadan vuran söz konusu Gürcü taarruzlarını "Gürcülerin Haçlı Seferleri/La croisade Georgiens" olarak nitelendirmek- te24 iseler de; 1225'de ölen Atabeg Özbeg'in ülkesine hakim olarak yeni bir devlet teşkil etmek için harekete geçen ve ilk iş olarak Gürcistan üzeri- ne yürüyen Celâl ed-dîn Harezmşâh karşısında, geçmişte Harezmşâhlar ile olan "tuz hakkı"na saygı göstererek Gürcü ordusunda yer alan yirmi- bine yakın seçme Kıpçak askerinin cepheden çekilmesi sebebiyle yaklaşık yüz yıldır başşehir haline getirdikleri Tiflis'i dahi kaybederek (1226) Doğu

(18) M. Brosset, a.g.e., s. 369 vd.

(19) A.N. Kurat, a.g.e., s. 84: F. Kırzıoğlu, Kars Tarihi, 1, İstanbul 1953,
s. 376 - 381.

(20) M. Brosset, a.g.e., s. 363 : İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 172.

(21) O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 271.

(22) O. Turan, a.g.e., s. 272 : A.Z.V. Togan, a.g.e., s. 200'de Gürcüler'e karşı
savaşan müslüman Kıpçaklardan da bahseder.

(23) O. Turan. Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 107.

(24) O. Turan, Selçuklular Tarihi Ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 272.


Anadolu ve Azerbaycan'daki Türk varlığı için artık bir tehlike olmaktan çıkan25 Gürcülerin yükselişinde Kıpçakların oynadıkları rolün önemini inkar etmek mümkün değildir. Esasen Moğolların hâlâ doğuda uğraştıkları bir sırada Gürcüleri tenkil ederek Moğol tahribat ve kıtalleri karşısında Türkis-tandan kopan sel misali Azerbaycan ve Doğu Anadolu'ya akan Türk dal­galarının göç yollarını emniyete alan Celâl ed-dîn Harezmşâh'ın önce Hin­distan'a, sonra da Doğu Anadolu'ya sığınması da sebepsiz olmayıp, büyük Ölçüde bu bölgelerde yaşayan Kıpçaklar ile alâkalıdır. Nitekim onun Hin­distan'da olduğu gibi Doğu Anadolu'da da Kıpçaklara dayanmaya çalıştığı gözden kaçmamaktadır.

Gürcüler vasıtasıyla veya Rus baskısıyla Kafkaslar'ı aşıp Karade-niz'in doğusuna ve Azerbaycan'a yerleşerek yukarıda bahsedildiği şekilde önemli hadiselere karışan Kıpçakların da Türklük alemi için büyük bir fe­lâket haline gelen Asya'daki Moğol yükselişinden kısa sürede etkilenme­- ye başladıkları görülmektedir. Nitekim Ortaasya'daki Kıpçak Uruğlarını itaat altına aldıktan hemen sonra; 1220 yılında XI11.yy'in başlarından itiba- ren bilhassa askerî gücünün tamamına yakınını Kıpçakların meydana ge­-tirdiği Harezmşâhlar Devletini de dağıtan Moğollar, Harezmşâh Muham-med'i takip bahanesiyle Azerbaycan ve Gürcistan'ı yağmalayarak Şirvan'a girmişler ve burada yerleşmiş olan Kıpçaklarla karşılaşmışlardır. Kıpçak Başbuğlarına elçiler île birlikte hediyeler gönderip kendilerinin de aynı cinsten olduklarını belirterek onları müttefiki Alanlardan ayırdıktan sonra aniden taarruza geçen Moğollar karşısında Kıpçakların büyük bir kesimi dağlara, ormanlara sığınarak yokolmaktan kurtulmayı başarırken çok az bir kısmı da Azak Denizi kıyılarına doğru kaçabil mistir. 26

Bu hadiseyi müteakip Moğol baskısı esas Kıpçak ilinde de kendisini hissettirmekte gecikmemiş ve 1223'de Kalka'da Birleşik Rus ordusuyla beraber Moğolların karşısına çıkan Kıpçaklar, mağlubiyetin kaçınılmaz ol­duğunu anladıklarından Ruslardan ayrılarak hızla Kiev Knezliğİ arazisine ve Balkanlara yönelmişlerdir. Bu arada Kırım'a sığınanlar ise devam eden Moğol saldırıları sebebiyle meşhur ticaret şehri Sudak (Suğdak) üzerin­- den, deniz yoluyla Sinop limanı'na çıkarak Karadeniz'in güney kıyılarına yayılmaya başlamışlardır.27 Sinop, Kastamonu ve Zonguldak hattının kuze­yindeki bölgelerde halen varlığını devam ettiren Kıpçak ağız özellikleri; Prof. Dr. Z. Korkmaz'ın incelemesinde belirttiği gibi, 28 daha sonraki dö-

(25) Nesevi, Celâlüttin Harezemşah, (nşr. N. Asım) İstanbul 1934, s. 75 vd.

(26) A.N. Kurat, a.g.e., s. 92: O. Turan, Selçuklular Tarihi., s. 274.

(27) O. Turan, a.g.yer.

(28) Bkz. Z. Korkmaz, "Bartın ve Yöresi Ağızlarındaki Lehçe Tabakalaşması"
Türkoloji Dergisi, 11 (1965) s. 265-287.


nemlerde söz konusu bölgeye göç eden Kıpçakların hatırası olsa bile,29 başlangıçta bu hadise ile de ilgili olabilir. Ancak Moğol baskısı ile Sinop Limanı'na çıkarak Anadolu'ya sığman Kıpçakların yayıldıkları bölgeler ve buralarda ne gibi faaliyetlerde bulundukları hakkında bugün herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Onun için bu Kıpçakların Sinop'un batısına ve iç ke­simlere nüfuz etme imkanı bulamadan, belki de doğudaki büyük Kıpçak kitleleri ile birleşmek arzusuyla Doğu Karadeniz bölgesine yayıldıklarını kabul etmek mümkündür. Ayrıca yine Moğol istilâsı ve kıtalleri sebebiy- le 1222'den itibaren Kafkaslardan güneye inerek Şirvan, Azerbaycan ve Gürcistan'ı yağmalayan Kıpçaklardan bir kısmı Gence valisi Atabeg Öz-beg'in emrine girerek Gürcülere karşı savaşırken Gürcülerin emrine giren ve daha çok hristiyan oldukları anlaşılan diğer kısmı İse güneydeki Türk ülkelerine yapılan tecavüzlere iştirak etmişdir.30 Daha sonra büyük çoğun­luğunun Celâl ed-dîn Harezmşâh'ın etrafında birleştiği anlaşılan bu Kıpçak­lardan bir bölümü onun 1231'de ölümü üzerine Selçuklu ordusunda yer alırken geriye kalanların İse 1239 yılında Batu komutasında tekrar hare­- kete geçen Moğollar karşısında tutunamayarak Azerbaycan ve Kafkasların güneyinden yine deniz yoluyla Doğu Karadeniz kıyılarına yayılmaya baş­ladıkları anlaşılmaktadır.31 Esasen bu Moğol taarruzları neticesinde; etnik açıdan büyük ölçüde yine Kıpçak olarak kalmasına32 rağmen Karadeniz'in kuzeyindeki bölgelerde önemli derecede nüfus kaybına uğrayıp yönetici kesimleri de imha edildiğinden siyâsî rolleri biten Kıpçaklar, artık burala- rın hakimi olmaktan çıkarak yerlerini Altın Ordu Hanlarının "Yeni Nİzâmı"- na terketmişlerdir. 33 Karadeniz'in güney sahillerine geçen ve daha çok Doğu Karadeniz bölgesine yayıldıkları anlaşılan Kıpçaklar ise yine Moğol baskısıyla Anadolu'nun kuzey ve güneyindeki dağlık kesimlere çekilerek buralarda büyük bir nüfus kesafeti meydana getiren diğer Türk zümreleri sebebiyle iç kısımlara yayılma İmkanı bulamadan kıyılarda ince bir şerit halinde tutunmak zorunda kalmış olmalıdır. Dolayısıyle Bizans eliyle Trak-

(29) İbn-i Bibi, El-evâmirü'l Alâiyye fi'l umûri'l Alâiyye, (nşr. A.S. Erzi) An- kara 1956, s. 300-307 ve s. 323-330'da Selçuklu Sultam Ala ed-dîn Key- kubâd'ın emriyle Hüsâm eddin Çoban'ın Suğdak Üzerine yaptığı sefer ve buradan getirilen Kıpçak asıllı esirlerin Sinop ile Kastamonu arasını dol­durduğu uzun uzadıya anlatılmaktadır. (Ayrıca bu hususta Bkz. O. Tu­ran, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s. 357 vd.)

(30) O. Turan, Selçuklular Tarihi..., s. 274.

(32) O. Turan, Selçuklular Tarihi..., s. 491.

(32) İtalyan ve Alman misyoner tacirleri, tarafından 1303 yılında Kırım'da hazırlanan "Codex Cumanicus" bu hususu teyid ettiği gibi Altın Ordu devletinin de daha çok Kıpçak ahali üzerinde yükseldiğini göstermesi bakımından önemlidir. Bkz. A. Caferoğlu, Türk Dili Tarihi 11, İstanbul 1958, s. 168 - 195.

(33) A. Nimet Kurat, a.g.e., s. 97 : I. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 173.

ya'dan,34 Gürcüler vasıtasıyla Kafkaslar üzerinden gelenler yanında çok çeşitli sebeplere bağlı olarak Selçuklular arasında da görülen35 ve kafkas­- ların güneyi, Azerbaycan ile Anadolu'nun değişik bölgelerinin Türkleşme­- sinde Oğuzlardan sonra İkinci derecede önemli rol oynadığı anlaşılan Kıpçaklardan yukarıda belirtildiği şekilde Doğu Karadeniz kıyılarına yerle­şenlerin de, bu bölgenin Türkleşmesinde hatırı sayılır bir yere sahip ol­-duğu muhakkaktır.

Onun için, bugün daha çok Karadeniz bölgesinde görülen sarışın, ye­şil gözlü ve güzel bir yüze sahip olma36; temel gıdalardan birisi olarak Kıpçaklar'da olduğu gibi37 mısıra (darıya) dayanma; bölgenin ağız özellik- lerindeki farklılıklar38: Ibn Hurdadbih'de de belirtildiği üzere39 Kıpçak keli­mesine verilen bir diğer anlamın "öfkeli, birden kızan" olması halinin böl­- ge ahalisinin karekter yapısının izahına uygunluğu ve bir Kıpçak oyunu olması büyük ihtimal dahilinde bulunan "Kozağı" oyununun hâlen Ruslar ile birlikte Kafkaslarda bütün hareketliliği ile yaşayan özelliklerinin Doğu Karadeniz bölgesi oyunlarında da aynen görülmesi gibi hususları büyük ölçüde bu bölgeye yayılan Kıpçakların bir hatırası olarak düşünmek müm­- kündür. Kaynak eserlere ve bulunabildiği kadarıyla arşiv vesikalarına da­yanılarak yapılacak incelemeler, üzerinde durulması gereken bu konuyu bütün yönleriyle olmasa bile ana çizgileriyle ortaya koyabilir.

(34) Lâtinlerln İstanbul'da kurdukları imparatorluğu (1204-1261) I. Baudouin'i 1205 yılında Edirne'de esir alarak sarsan ve Nikea (İznik) Devletinin
yükselmesini sağlayan Kıpçaklardan büyük bir bölüğü bir nevi ıkta kar­
gılığı Batı Anadolu'ya yerleştiren J. Vatatzes (122-1254) yanında Oğlu
Theodor Laskeris de bir kısım Kıpçakları Türkmenlere karşı koymaları
için İznik Devletinin sınırlarına yerleştirmiştir. Bkz. L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara 1971, s. 154: C. Chaen, Osmanlılardan Önce Anadoluda Türkler, İstanbul 1979, s. 308.

(35) Bu hususta Bkz. O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniye­
ti, s. 265-276.

(36) El-Ömeri, Mesâlikü'l-Ebsâr adlı eserinde; huylarının iyiliği, cesaret, yi­
ğitlik ve dürüstlükleri ile Türkmenlerin en iyileri olduğunu belirttiği
Kıpçakların vücud yapılarının güzelliğinden de bahseder. Bkz. W.G.
Tiesenhausen, Metinler 1, 1941, s. 373.

(37) Bu hususta Bkz. A.N. Kurat, a.g.e., s. 104.

(38) Ağız özelliklerindeki farklılıkların çeşitli Türk zümrelerinin tayininde
kullanılması hususunda Bkz. 2. Korkmaz, "Anadolu Ağızlarının Etnik
Yapı İle ilişkisi Sorunu," TDAY, (1971) s. 21-23, Ayrıca; Kıpçak Lehçe-
leri grubunda görülen g/v değişmesinin Varna ve Razgat ağızlarında ol­
duğu gibi Ordu ağzında da görüldüğü hakkında Bkz. 2. Korkmaz "Bar­
tın ve Yöresi Ağızları" Türkoloji Dergisi, I/l, s. 105

(39) Bkz. İ Kafesoğlu, a.g,e., s. 166.

484

Yazarın izni alınarak bahse konu sempozyum tebliği aynen yayınlanmıştır. Kaynak: Birinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi (Samsun 13-17 Ekim 1986) Bildirileri, Samsun 1988.