29 Ekim 2008 Çarşamba

Moğol İstilasına Kadar Kıpçakların Kafkasyadaki Faaliyetleri

Moğol İstilasına Kadar Kıpçakların Kafkasyadaki Faaliyetleri nelerdir?

Tarih içinde Kıpçaklar, yakın akrabaları olan Oğuzlar’dan sonra mühim rol oynamış Türk kavimlerinden biridir. Ancak, İrtiş ırmağı boylarından, Tuna’nın güneyine kadar uzanan geniş hareket sahaları içinde Kıpçaklar merkezi bir devlet vücuda getirememişler, daha çok göç hareketleri sırasında önlerine kattıkları Türk boylarının da dahil olduğu bazı kabileler federasyonu halinde yaşamışlardır. Kıpçak kelimesinin etimolojik olarak hangi manaya geldiği tam olarak açıklanamamakla birlikte, Oğuz Kağan destanından da etkilenerek kelime “ kof ağaç kabuğu” olarak manalandırılmıştır. Bununla birlikte batıya doğru göçlerinden itibaren kaynaklarda Kıpçaklar hakkında verilen bilgiler de çoğalmıştır.

Kıpçaklar ; Rus kaynaklarında Polavstı, Bizans ve Latin kaynaklarında Kuman, Komani, Cumanus, Kumanoi, Kumanos, Macarlar tarafından Kun, Kuman ve Paloç, Almanlarca Falon ve Falb, Ermeniler tarafından ise Çhardeş olarak isimlendirilmişlerdir. Tüm bu isimlendirmeler Kıpçaklar’ın fiziksel özelliklerini belirtir mahiyette olup “ sarışın, sarışınlar, saman rengi sarı saç “ manasını taşımaktadır. İslam kaynaklarında ise İdrisi’deki Kuman, Kumanıyyun şekli haricinde Kıpçak, Khıfçak veya Hıfçak olarak adlandırılmışlardır.

Kıpçaklar’ın ilk yaşadıkları bölge Orta Asya’daki İrtiş ırmağı civarı olmuştur. Kıpçaklar’ın güneyinde Peçenekler yer alırken, kuzeyinde ise ıssız topraklar bulunuyordu. Birbirine yakın dönemde yazılmış iki Farsça eserden, 982 yılı civarından tamamlanmış olan Hudud el-Alem’de Kıpçaklar, Kimekler’den ayrı bir kabile olarak tanımlanırken, Gerdizi’nin ( ö.1053 ) Zeyn el-Ahbar’ında ise Kıpçaklar, aynı bölgede yaşayan Kimekler’e bağlı yedi kabileden biri olarak gösterilir.

Bu iki eserden bir müddet sonra 1072 senesinde Divan-ı Lugati’t-Türk adlı eserini tamamlamış olan Kaşgarlı Mahmud’a göre ise Kimekler, Kıpçaklar’a bağlı bir kabile olarak tanımlanmıştır . Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere önceleri Kimekler’e bağlı olarak yaşayan Kıpçaklar sonraları güçlenmişler ve Kimekler’den ayrılarak yeni bir birlik oluşturmuşlardır. Bu tahminen X. yy. başlarında olmuş olmalıdır. Daha sonraları güçten düşen Kimekler de bu birliğe dahil olmuşlardır.

X. asrın başlarından itibaren Çin’in kuzeyinde bir devlet kurmuş olan Moğol-Kitanlar’ın ( Kıtaylar ) baskısı sebebiyle İrtiş boylarında yaşayan Kıpçaklar batıya doğru hareket etmek mecburiyetinde kaldılar. XI. yy. içinde yoğunluğu giderek artan bu göç hareketleri esnasında Kama ve İtil nehirlerinin bulunduğu bölgeye gelen Kıpçaklar burada yaşayan İtil Bulgarlarıyla münasebete geçtiler. Yine bu göçler sırasında kendilerinden daha önce buralara gelmiş olan Peçenek ve Uzlar’ı da daha batıya sürerek, XI. yy. sonlarında Karadeniz’in kuzeyine tamamen hakim oldular.


Buna bağlı olarak Karadeniz’in kuzeyinde daha önceleri “Mefazetü’l Guziyye” olarak adlandırılan İdil boylarından Dnyeper nehirine kadar uzanan saha Kıpçaklar’a ithâfen “ Deşt-i Kıpçak” olarak anılmaya başlanmıştır. Kıpçaklar’ın asıl nüfuz sahası ise; Doğu’da İrtiş nehiri ve Balkaş gölü ile bunların güneyinde kalan Harezm sınırından, batıda Tuna nehirinin güneyine kadar uzanıyordu. İdrisi de ise Kıpçaklar’ın ; Ak Kıpçak ve Kara Kıpçak olarak ayrıldıklarını belirtmiştir.

R. Rahmeti Arat, Rasovsky’nin bu yayılmaya bağlı olarak Kıpçaklar’ı ; Orta Asya Bölüğü, Volga-Yayık Bölüğü, Donetsk-Don Bölüğü, Aşağı Dnyeper Bölüğü ve Tuna Bölüğü olarak beş gruba ayırdığını söyler .

Kıpçaklar’ın batıya göçleriyle beraber karşılaştıkları ilk yabancı kavim Ruslar olmuştur.

İlk Kıpçak-Rus münasebetleri 1055 senesinde iki taraf arasında yapılan bir barış anlaşmasıyla başlamıştır. Ancak bu barış uzun sürmedi. Kıpçaklar 1061 senesinden itibâren kendilerine yakın olan Preyeslav, Kiev, Çernigov Rus knezliklerinin topraklarını ağır yağma akınlarına maruz bıraktılar. Bu arada 1068 senesi içinde Kıpçaklar, birleşik bir Rus ordusunu Alta ırmağı kıyısında hezimete uğratmışlardır.

Bunu takip eden senelerde Kıpçaklar, daha sonra önlerinden kaçarak daha batıya giden Peçenek ve Oğuzlar’ı cezalandırmak üzere harekete geçtiler. Ancak, Balkanlar’daki yerli bir beyin aracılığı ile Bizans’a karşı savaşan Peçenekler’e yardıma karar verdiler. Fakat Peçenekler, Kıpçaklar’ın yardımına gerek kalmadan Silistre’de Bizans ordusunu yenmeleriyle, elde edilen ganimetten pay isteyen Kıpçaklar’la anlaşmazlığa düştüler(1088) .

İki taraf arasında doğan bu düşmanlıkta Tuna’nın güneyindeki toprakların verimliliği ve Bizans İmparatorluğu’nun zenginliğinin Kıpçaklar tarafından fark edilmesi de önemli rol oynamıştır. Bu arada Peçenekler İzmir’de bir beylik kurarak Bizans İmparatorluğu’nu ele geçirmek üzere faaliyet gösteren Çakan Bey ile ortaklaşa hareket etmek üzere anlaşmışlardı. İki taraf arasında sıkışıp kalan Bizans imparatorluğu ise, Tugor Han ve Bönek kumandası altındaki 40.000 kişilik Kıpçak ordusunun Meriç nehri kenarındaki Lebunion ( Omurbey ) denilen yerde konaklayarak Çakan Bey’den haber beklemekte olan Peçenekleri bir baskın sonucu ağır bir hezimete uğratması ile bu zor durumdan kurtuldu(1091).

Bunun sonucu Balkanlarda bir kuvvet olarak önemlerini yitiren Peçeneklerin yerini Kıpçaklar aldı. Peçeneklerin imhasını takip eden senelerde Bizans ve Macar topraklarına sayısız akınlar yaparak tahribatta bulunan Kıpçaklar Bizans İmparatoru Aleksios Kommenos I. ve halefleri tarafından mağlup edilerek Tuna’nın güneyindeki etkinliklerini kaybettiler. Ardından Bizans ve Macar ordularında paralı askerlik yapmaya başlayan Kıpçaklar, Bizans tarafından müslüman soydaşlarına karşı bir sed vazifesi görmek üzere Anadolu’da Menderes vadisi ve Frigya’da iskan edilmişlerdir .

Karadeniz’in kuzeyindeki mücadelelerde ise; Kıpçaklar kendi önlerinden kaçan bazı Peçenek ve Oğuz ( Uz ) gruplarının, Ruslar tarafından kabul edilerek askeri alandaki istihdamlarına karşı duydukları kızgınlık ve yeni bir knezin başa geçişi sırasında geleneksel olarak kendilerine verilen hediyelerin verilmemesi v.b. sebeblerle Rus topraklarına yaptıkları akınlarını sıklaştırmaya başladılar.

Rus knezleri, Kıpçak hanlarının kızlarıyla evlenmek veya mal ve para vermek suretiyle onlarla anlaşmaya çalışmışlar, ancak yapılan anlaşmaların hiçbiri çeşitli nedenlerle uzun ömürlü olmamıştır. Bu dönem içinde Kıpçaklar’ın etki alanı giderek Rusya’nın içlerine doğru kaymaya başladı. Fakat, önce Çernigov, sonraları sırasıyla Preyeslavl ve Kiev knezi olan Vladimir Monomach’ın liderliğinde birleşen Ruslar 1103’deki Süteni savaşında, 1111, 1113 ve 1116’da Kıpçak üzerine yaptıkları akınlarda kazandıkları başarılar sayesinde onlara üstünlüklerini hissettirmeye başladılar.

Rusların, Kıpçak topraklarına yaptıkları bu karşı akınların, üzerlerinde doğurduğu ağır baskı sebebiyle Kıpçaklar, Rus akınlarının erişemeyeceği yeni yerleşim sahaları arayışı içine girdiler.

Bu arada Kıpçak bozkırlarının güneyinde yer alan Kafkasya’nın güneyinde Kutayıs başkent olmak üzere İmeret, Megrel, Suvanet ve Apkazet şehirleri ile Karadeniz kıyılarındaki dar bir kıyı şeridine hakim olan Gürcü-Abhaz kralı David IV., Kıpçak beylerinden Atrak’ın kızı ile evli bulunuyordu. Kral David IV., Sultan Melikşah’ın 1092’de Bağdad’da zehirlenerek öldürülmesinin ardından Büyük Selçuklu Devleti bünyesinde meydana gelen taht kavgaları ve Haçlı seferlerinin sebeb olduğu karmaşa ortamından faydalanmak istiyordu.

Bu sayede dağınık ve feodal bir şekilde yaşayan Gürcüleri tek bir bayrak altında toplamak ve Selçuklu akınları sırasında Türklerin eline geçmiş olan Yukarı Kür ve Çoruh boylarındaki toprakları yeniden ele geçirerek krallığını genişletmek arzusundaydı. Ancak bu girişimi başarıya ulaştırmak için elinde yeterli bir askeri güce sahip bulunmadığından, Kıpçak hanı Atrak’ı yardıma çağırdı. Zaten Rus akınlarından iyice bunalmış olan Kıpçaklar, bu teklifi hemen kabul ederek 1118-1119 seneleri içinde Atrak Han idaresinde geniş kitleler halinde Kafkaslardaki Daryal geçidinden geçerek Gürcistan’a girdiler .

Kıpçaklar’ın muhaceretiyle beraber büyük mücadelelere sahne olacak olan saha içinde ; Ani, Gence şehirleri ve civarı Şeddadilerin, Erzurum ve civarı Saltukluların, Ahlat ve Van çevresi Sökmenlilerin, Kemah, Erzincan ve Divriği Mengüceklerin ve daha güneydeki Mardin, Hısn-ı Keyfa ve Harput şehirleri ve civarı ise Artukluların elinde bulunuyordu.

Yine Anadolu’da Haçlı seferleri sonunda Bizans’ın, Karadeniz, Marmara ve Ege kıyılarını yeniden ele geçirmesiyle birlikte Orta Anadolu’ya çekilmek zorunda kalan Anadolu Selçukluları ise Bizans ve Haçlılarla mücadeleye devam ediyordu. Azerbaycan, Tiflis ve Irak’ta ise; Gürcüler ve onların müttefikleri Kıpçaklara karşı en zorlu mücadeleyi vermek ve bu seferleri düzenlemek zorunda kalan Irak Selçuklularının elinde idi.

Daha sonraları bu devlete bağlı olarak, bir Kıpçak Türk’ü İldeniz tarafından Azerbaycan, Arran ve Cibal bölgelerinde kurulacak olan Azerbaycan Atabekleri de Gürcüler ve Kıpçaklara karşı yapılan mücadelelerde daima ön saflarda yer alacaklardır. Kral David IV. müttefiki Kıpçaklardan kırk bin kişilik bir ordu meydana getirdi. Yine beş bin kadar Kıpçak’ı da hristiyan dinine sokarak kendi özel hizmetine aldı. Bu kuvvetlerle feodal bir halde yaşayan Gürcü devletçiklerine karşı harekete geçen David IV., bunlara kendi hakimiyetini kabul ettirdi. Bu yüzden kendisi tarihçiler tarafından “Islahatçı” lakabıyla anılmıştır.

Ardından 1120 senesi içinde Kür ve Çoruh boylarındeki Türkmenlere karşı harekete geçen Gürcü-Kıpçak ordusu, bunlara ani bir baskın yaparak bol miktarda ganimet ve esir elde ettiler. Borçalı müttefiklerin eline geçti. Akınlarını Şirvan, Azerbaycan ve D. Anadolu’ya yönelten Gürcü-Kıpçak ordusunun faaliyetlerinden sıkıntıya düşen yerli halk ve Türkmenler, Irak Selçuklu hükümdarı Sultan Mahmud’un yanına giderek bu durumu ona şikayet ettiler. Bunun üzerine Sultan Mahmud ; kardeşi Melik Tuğrul ve onun atabeği Gündoğdu’yu , Haçlılara karşı başarıyla mücadele veren Mardin Artuklu Emiri İlgazi’yi, Bitlis ve Erzen Emiri Togan Arslan’ı Gürcü ve Kıpçaklara karşı bir sefer düzenlemeye memur etti. Bu birleşik ordudaki asker sayısı otuz bin kişiyi buluyordu.

Mardin Artuklu emiri İlgazi yanında Hille emiri Dübeys b. Sadaka olduğu halde harekete geçti. Ancak diğer müttefikleriyle buluşacağı mevkide onları bulamayınca tek başına Tiflis şehrine doğru ilerlemeye devam etti. 18 Ağustos 1121 günü Tiflis’in güneydoğusunda dağlık bir arazi olan Did-Gorni’de sayısı elli beş bin kişiyi bulan birleşik Gürcü-Kıpçak ordusu ile karşılaştı. Savaştan hemen önce Türk ordusu saflarına katılan iki yüz kadar Kıpçak fedaisinin etrafa ok atarak çıkardıkları karışıklıktan faydalanan Gürcü-Kıpçak ordusu, İlgazi’nin yönetimindeki kuvvetleri ağır bir bozguna uğrattı . Türk ordusu birçok ölü ve dört bin kadar esir verirken, İlgazi ve Dübeys b. Sadaka ise kaçmak zorunda kaldılar.

Bu zaferin ardından Tiflis üzerindeki baskılarını arttıran Gürcü-Kıpçak ordusu 14 Ağustos 1122’de yardım alamadığından dolayı teslim olmak zorunda kalan şehire girdiler. Şehrin tesliminden önce yapılan anlaşmaya rağmen şehir yağmalanarak beş yüz müslüman katledildi.

Did-Gorni bozgunu ve Tiflis’in kaybı üzerine Sultan Mahmud bizzat harekete geçmek zorunda kaldı. Şemahı’ya gelindiğinde birleşik Gürcü-Kıpçak ordusunun elli bin kişilik bir mevcudu olduğu yolundaki haberler üzerine Sultan, veziri Şemsülmülk Osman b. Nizamülmülk ile görüştükten sonra geri dönmeye karar verdi. Ancak o sırada orduda bulunan ve kendisini bölgeye davet etmiş olan Şirvan ve Derbend halkının ısrarı onu bu kararından dönmeye mecbur bıraktı .

Yürüyüşü sürdüren Sultan Mahmud, David IV.’in damadı Şirvan-şah’ı huzuruna çıktığı sırada yakalayarak hapse attırdı. Bu arada Türk ordusunu karşılamak üzere harekete geçen Gürcü-Kıpçak ordusu da sebebi bilinmeyen bir ihtilaf nedeniyle daha Türk ordusu ile karşılaşmadan dağılmıştı. Bunda bir önceki savaşta yeterli ganimeti sağlayan Kıpçakların savaşmak istememesi etkili olmuş olabilir.

Mirza Bala’ya göre ise karşılarında kendi ırkdaşlarını gören Kıpçaklar savaşmak istememişlerdir. Ancak yazar, Kıpçakların Did-Gorni savaşında ırkdaşlarına karşı Gürcülerin safında savaşarak Gürcülerin zaferinde önemli rol oynadıklarını gözardı etmektedir.Bütün bu lehte duruma rağmen Irak’daki iç karışıklıklar nedeniyle geri dönmek zorunda kalan Sultan Mahmud, Arran Atabeyi Aksungur’u bölgede bıraktı. Bu durumdan faydalanan David IV., Kıpçaklarla olan uyuşmazlığını gidererek zayıflayan Türk kuvvetlerini yenmeye muvaffak oldu. Ardından Şirvan şehri, Pasinler ve İspir’e kadar olan bütün bölge Gürcü-Kıpçak ordusu tarafından ele geçirildi.

Yine 1064 senesinde Sultan Alparslan tarafından fethinden beri müslümanların elinde bulunan Ani içerideki Ermenilerin de yardımıyla Gürcülerin eline geçti(1124). Bölgedeki hakimiyetin Gürcü ve Kıpçaklar’ın eline geçmesi üzerine yerlerinden ayrılan Türkmenlerin yerine Cavakhet’den İspir’e kadar olan bütün yerler Kıpçaklar tarafından iskan edildi. Kral David IV. bu güçlü müttefiklerine Kartli yöresinden de kışlaklar tahsis etti. David IV. bu sayede ele geçirdiği yerlerde kendine bağlı Kıpçaklar sayesinde daha kalıcı olmak amacını güdüyordu.

Bu arada hristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen mezhebleri de yavaş yavaş Kıpçaklar arasında yayılmaya başlamıştır. Kıpçaklar yerleşimleri konusunda David IV. ile bir çok kere anlaşmazlığa düşmüşler ve bunun neticesi olarak kendisine altı yedi kere, başarısız kalan suikast girişimlerinde bulunmuşlardır. Herhalde bunun sebebini, David IV.’in yeni ele geçirdiği topraklar üzerinde doğrudan bir hakimiyet kurmak istemesi, fakat buralarda yerleşen Kıpçaklar’ın buna imkan tanımaması ve bunun iki taraf arasında meydana getirdiği gerginlikte aramak gereklidir.

Hepsinden önemlisi Kıpçaklar’ın, Gürcü ordusunun ana kuvvetlerini oluşturdukları halde, başkumandanlığın ve yeni ele geçirilen Ani şehri yönetiminin Gürcü Orbelyanlar ailesine verilmesinin Kıpçaklar arasında doğurduğu hoşnutsuzluğu da dikkate almak lazımdır. Zira sadece kendi beylerinden emir almaya alışmış olan Kıpçaklar’ın böyle bir şeyi kabullenmelerinin zor olduğu aşikardır.

Nitekim David IV.’in ölümünden sonra yerine geçen oğlu Dimitri ilk iş olarak Türkmenlerden boşalan Kür ve Çoruk boylarındaki arazileri Kıpçaklara ikta ederek onları teskin etme yoluna gitmiş, ancak başkumandanlık görevi yine Orbeliyanların elinde kalmıştır.

Dimitri’nin başa geçmesinden kısa bir müddet sonra Ani 1126’da eski hakimleri Şeddadiler tarafından yeniden ele geçirildi. Bu arada eski düşmanları Kiev Knezi Vladimir Monomach’ın 1125 senesindeki ölümü üzerine Atrak Han yanında bir miktar Kıpçak ile birlikte geri döndü ise de Kıpçaklar’ın büyük bir kısmı Gürcü kralı tarafından kendilerine ikta edilen topraklarda kaldılar. Kıpçaklar yerleştikleri bu topraklardan her sene Gürcülerle birlikte müslüman beyliklerin topraklarına akınlar yaparak, hem buralardaki müslüman hakimiyetini zayıflatmaya çalışıyor, hem de bu akınlar sayesinde bol miktarda ganimet ve esir elde ediyorlardı.

1131 senesi içinde Orbelyanlı İvane idaresinde Saltuklu beyliği topraklarına saldıran Kıpçak-Gürcü ordusu, yardıma gelen Dilmaçoğlu Hüsamüdevle Kurti tarafından ağır bir mağlubiyete uğratıldı .

1138’de Azerbaycan ve Gence Atabeyi Kara Sonkur’un, Fars ve Huzistan bölgelerine sefer yapmasını fırsat bilen bir Gürcü-Kıpçak ordusu Gence’ye kadar bütün Atabeylik topraklarını yağmaladı. Ancak onların bu hareketini haber alarak süratle geri dönen atabey, Gürcü-Kıpçakları yenerek geri çekilmek zorunda bıraktı.

Gürcistan kralı Dimitri’nin 1156 senesindeki ölümüyle Gürcü tahtına oğlu David geçti. Ancak onun da bir ay gibi kısa bir süre sonra ölümü üzerine III. Georgi Gürcistan tahtına oturdu. Bu arada Azerbaycan Atabeyliği, Irak Selçuklu Sultanı Mahmud’un, Kıpçak asıllı memlüklerinden İldeniz’in idaresi altında bulunuyordu. Bu zat, Irak Selçuklu Sultanı Tuğrul I.’un ölümü üzerine onun dul kalan eşiyle evlenerek bu kadının Sultan Tuğrul’dan olan oğlu Arslan Şah’ı, Irak Selçuklu tahtına geçirmek için çaba gösteriyordu.

Nitekim 1161 senesi içinde bunu gerçekleştirip, kendisi de Atabekü’l Azam ünvanını aldı. Ancak buna karşı gelen Rey emiri İnanç ile uzun süre uğraşmak zorunda kaldığından Azerbaycan işlerini ihmal etmişti. Onun bölgede olmamasını fırsat bilen bir Gürcü-Kıpçak ordusu Ağrı dağı eteklerine kadar olan bütün bölgeyi işgal etti(1161). Bu harekat sırasında Şeddadilerin elindeki Ani şehri ikinci defa Gürcü-Kıpçak ordusunun eline geçti.

Bunun üzerine Ahlat emiri Sökmen II., Saltuklu emiri İzzeddin Saltuk II., Dilmaçoğlu Devlet Şah, Kars Emiri Keremüddin, Sürmari emiri kuvvetlerinden oluşan birleşik bir müslüman ordusu harekete geçerek Ani’yi kuşattı. Ancak şehre yardıma gelen Gürcü-Kıpçak ordusu karşısında Saltuklu emirinin savaş meydanından çekilmesi sonucu ağır bir mağlubiyete uğradı . Birleşik orduya katılmak için Malazgirt’e kadar gelen Mardin Artuklu Emiri Necmeddin Alpı de bozgun haberi üzerine geri dönmek zorunda kaldı. Önlerinde kendilerine karşı koyabilecek herhangi bir kuvvetin kalmamasından faydalanan Gürcü-Kıpçak ordusu Kars ve Düvin şehirlerini de ele geçirdi.

Gence de bu akınlardan nasibini alarak yağma ve tahrib edildi. Bu haberler üzerine Azerbaycan’a geri dönen Atabey İldeniz, yanına üvey oğlu Arslan Şah, Ahlat emiri Sökmen II., Dimaçoğlu Devlet Şah ve Meraga hakimi İbn Aksungur’u alarak harekete geçti. Müttefik kuvvetler Gence’de bulunduğu sırada sulh istemek için gelen Gürcü elçisi geri çevrilerek ileri harekata devam edildi. Neticede bazı müslüman Gürcülerin de yardımıyla Gürcü-Kıpçak ordusu 1163 Temmuz’unda ağır bir mağlubiyete uğratıldı . Gürcülerin eline geçmiş olan Ani şehri yeniden müslümanların eline geçti.

1167’de Arran’a saldıran Gürcü-Kıpçak kuvvetleri Atabey İldeniz tarafından geri püskürtüldü. 1174 senesinde Ani içerideki ermenilerin yardımıyla tekrar Gürcülerin eline geçti. Ertesi sene Atabey İldeniz kumandasında harekete geçen müslüman Türk ordusu şehri yeniden ele geçirdiği gibi, kral Georgi’nin karşı çıkmaya cesaret edememesinden de istifade ederek Tıryelet ovasına kadar olan bütün bölge yağma ve tahrib edildi.

1171 senesi içinde Kıpçaklar’ın, Gürcistan krallığı üzerindeki nüfuzlarının artmasına yol açacak bir olay meydana geldi. Vesayetleri altında bulunan veliaht prens Demne’yi tahta çıkarmak üzere harekete geçen Orbelyan ailesi, kral Georgi III.’e karşı bir komplo düzenledi. Bu harekete destek sağlamak amacıyla Azerbaycan Atabeyi Pehlivan ve Ahlat hakimi Sökmen II.’e elçiler gönderdiler. Bunun üzerine Tiflis’deki iç kaleye sığınan kral, Kıpçaklar’ın en kudretli beylerinden Kubasar’ın yardımı ve prens Demne’ nin kendisine sığınması sayesinde isyanı bastırmaya muvaffak oldu. Orbelyan ailesi mensupları idam edilerek, başkumandanlık görevleri ve iktaları Kubasar’a verildi.

Bu olayla birlikte Kıpçaklar, Gürcü krallığının iç işlerinde de rol oynamaya başladılar. Nitekim Georgi III’nin 1178’deki ölümünden önce, Kubasar’ın yardımlarıyla, ana tarafından Kıpçak kanı taşıyan kızı Thamara’yı Gürcü tahtına vasiyet ederek diğer beylerden de bu konuda biat aldı. Gürcü tahtına bir kadının geçmesinden istifade etmek isteyen Kıpçak beylerinden mali işlerden sorumlu Kutluğ Arslan, kraliçenin yetkilerinin kısıtlanarak kendilerinin yönetime daha çok katılmalarını sağlayacak bir Devlet Şurası kurulmasını teklif etti. Devlete ait alınacak kararlarda bir danışma meclisi niteliğinde olacak olan bu şura fikri Kıpçaklar’ın eski Türk geleneğine ne kadar bağlı olduklarını göstermesi açısından dikkat çekicidir .

Kraliçe ilk başlarda bunu kabul etmeyip Kutluğ Aslan’ı hapse attırdı. Ancak ona bağlı birliklerin ayaklanması sonucu bu teklifi kabul etmek zorunda kaldı. Böylece Kutluğ Aslan, Gürcü krallığının en önemli simalarından biri olurken, Kıpçaklar’ın, krallık üzerindeki nüfuzları da doruk noktasına ulaşıyordu. Kraliçe bu durumu biraz olsun hafifletebilmek için, bu sırada çok yaşlanmış olan Kubasar’ın elinden başkumandanlık yetkilerini alarak bu görevi Kürt asıllı bir aile olan Koluuzunoğullarına verdi.

Görüldüğü üzere 1118’de Gürcistan’a girerek askeri yönden bu devletin temel dayanağı olan Kıpçaklar bu güçlerini kullanarak krallık yönetiminde de etkili olmaya başlamışlardı. 1195 senesi içinde Sevinç Han idaresindeki ikinci bir göç dalgasının Gürcistan’a girmesi, Kıpçaklar’ın Gürcü krallığı üzerindeki etkisini pekiştirdiği gibi, Gürcü krallığı da yeni bir canlanma dönemine girmiştir.

Bu yeni göç dalgasını ilkinden ayırmak üzere Gürcüler, ilk göç dalgasını “ Eski Kıpçaklar “, ikincisini ise “ Yeni Kıpçaklar “ olarak isimlendirmişlerdir. Bu yeni göç dalgasını ilkinden ayıran önemli özelliklerden biri, Eski Kıpçaklar’ın, Gürcistan’a girdikten sonra hristiyanlık bünyesine dahil olmalarına rağmen, Yeni Kıpçaklar, Rusların da etkisiyle hristiyanlığı daha önceden kabul etmişlerdi. Nitekim Yeni Kıpçaklar’ın başında bulunan Sevinç Han’da hristiyanlığın ortodoks mezhebine mensup bulunuyordu.

Yeni Kıpçaklar’ın gelişiyle birlikte, askeri alanda yeni bir atılım gücü kazanan Gürcü-Kıpçak ordusu Şemkür savaşında Azerbaycan Atabeği Ebu Bekir’in ordusunu yenmeye muvaffak oldu. Atabeyin ordusundan on iki bin kadar esir ve pek çok ganimet elde edilmişti(1196). Ardından Ani bir kez daha el değiştirerek Gürcülerin eline geçti. Kıpçaklar sayesinde Gürcü krallığının güçlenerek nüfuz sahasını genişletmesi Anadolu Selçuklu Sultanı Rükneddin II. Süleyman Şah’ı rahatsız ediyordu. Zira Gürcüler 1194 senesinde Irak Selçuklu Devletinin yıkılması ve bölgedeki müslüman beyliklerin zayıf durumda olmaları sebebiyle Azerbaycan ve Türkistan’dan gelen göç yollarını tehdit eder duruma gelmişlerdi.

Yine Gürcü sınırındaki tampon görevi gören beyliklerin bu krallık tarafından yıkılması, Anadolu Selçuklu sınırını da tehlikeye sokabilirdi. Bu arada bir Gürcü-Kıpçak ordusunun Erzurum surlarının önüne kadar sokularak bölgeyi yağma etmeleri üzerine harekete geçen Rükneddin II. Süleyman Şah, çıktığı sefer esnasında huzura gelmekte geciktiği bahanesiyle son Saltuklu Emiri Melik Nasıreddin’i yakalayarak hapsettirdi.

Saltuklu beyliği ilhak edilerek Erzurum ve civarının yönetimi sultanın kardeşi Mugiseddin Tuğrul Şah’a verildi. Ardından kraliçe Thamara’ya, ya müslümanlığı kabul etmesi ya da savaş için hazırlıklara başlamasını bildiren tehditkarane bir mektup yazıldı . Mektubun ardından 1202 senesinde harekete geçen Anadolu Selçuklu ordusu Pasinler ve Sarıkamış istikametinde ilerlerken Micingerd denilen yere gelindiğinde başkomutan Zakare, Kıpçak İvan ve Şalve kardeşler komutasındaki Gürcü-Kıpçak ordusunun baskınına uğradı.

Bu sırada Sultanın çetrinin taşıyan kimsenin atının ayağının sürçmesiyle çetrin yere düşmesi sonucu çıkan kargaşa ve panik ortamında Anadolu Selçuklu ordusu ağır bir mağlubiyete uğradı. Aralarında sultanın eniştesi Erzincan Mengücekli emiri Behram Şah’ın da bulunduğu pek çok kişi Gürcülerin eline esir düşerken sultan da kaçmak zorunda kaldı. Bu başarıları karşısında iyice cesaretlenen Gürcü-Kıpçak ordusu, müslüman topraklarına akınlarını sıklaştırdığı gibi, 1203 senesinde Azerbaycan Atabekliğinin elindeki Düvin şehrini de ele geçirdiler.

Malazgirt, Erciş ve Ahlat’a kadar uzanan Gürcü-Kıpçak akınları karşısında harekete geçen Erzurum Meliki Tuğrul Şah, 1205’de bir Gürcü-Kıpçak ordusunu bozguna uğrattı. Ancak ertesi sene, uzun zamandan beri Gürcü-Kıpçaklar’ın kuşatması altında bulunan Kars şehri hiçbir tarafından yardım ümidi kalmayınca bizzat kraliçenin oğlu Georgi Laşa tarafından teslim alındı. 1208 senesinde Ahlat halkı ile burayı ele geçiren Eyyübilerden Necmeddin Evhad arasındaki çekişmeden faydalanan Gürcü-Kıpçaklar hiç bir direnişle karşılaşmadan Ahlat’a kadar olan bölgeyi yağma ve tahrib ederek Erçiş’i ele geçirdi.

Ardından iki sene sonra bu kez Ahlat’ı hedef alan Gürcü-Kıpçak saldırısı kırıldığı gibi müslümanlar , başkumandan İvane de olmak üzere bir çok esir ve ganimet elde ettiler. İvane seksen bin altın ve Gürcülerin elinde bulunan müslüman esirlerin serbest bırakılması karşılığında Necmeddin Evhad tarafından serbest bırakıldı. Bu akın birleşik Gürcü-Kıpçak ordularının D. Anadolu üzerine giriştikleri son akın hareketi olmuştur. Zira kraliçe Thamara’nın 1214 senesinde ölümünün ardından yerine geçen oğlu Georgi Laşa’nın, onunla aynı idari başarıyı gösterememesi ve ardarda gelen Harezmşah ve Moğol istilaları Gürcü ve Kıpçakları savunmaya geçmeye zorlamıştır.

1210 yılı içerisinde Harezm Sultanı Celaleddin Mengüberti’ti takip eden Subutay ve Cebe komutasındaki yirmi bin kişilik bir Moğol öncü ordusu Derbend geçidini aşarak Borçalı’ya kadar bütün bölgeyi yağma ve tahrib etti. Moğol ordusu karşılarına çıkan bir Gürcü-Kıpçak ordusunu da mağlup etmesinin ardından bölgeden uzaklaştı. Bu arada Moğolların önünden kaçan Kıpçaklar’ın oluşturduğu elli bin kişilik yeni bir göç dalgası da Derbend’i geçerek Gürcistan’a girdi. Ancak Gürcü kralı tarafından kabul edilmeyen bu Kıpçaklar, Gürcülere ait bir kaleyi yağmaladıktan sonra Gence tarafına yerleştiler. Gürcülerin bunları cezalandırmak üzere düzenledikleri sefer ise Gürcü ordusunun ağır mağlubiyetiyle sonuçlandı .

Aynı dönemlerde Moğollar önünde tutunamayarak batıya doğru çekilmek zorunda kalan son Harezm Sultanı Celaleddin Mengüberti, 1225 senesinde Tebriz’i alarak Azerbaycan Atabeyliğine son verdi. Daha sonra Gürcistan üzerine yürüyen Sultan, Gerni ( Karni ) savaşında Gürcü-Kıpçak ordusunu yenmesinin ardından Gence ve Tiflis’i aldı(1226). Gürcüler, Kıpçaklar’ın da yardımıyla yeni bir ordu hazırlayarak 1229 senesinde tekrar Celaleddin Mengüberti’nin karşısına çıktılar. Ancak Sultan’ın, Gürcü ordusunda bulunan Kıpçaklara ekmek ve tuz göndererek onlar için yapmış olduğu şeyleri hatırlatması üzerine Kıpçaklar savaş alanından çekildiler . Kıpçaklar’ın ayrılmasıyla yalnız kalan Gürcüler, Harezmşah ordusu tarafından ağır bir mağlubiyete uğratıldı.

Celaleddin Mengüberti, gittikçe batıya doğru yaklaşmakta olan Moğol tehlikesine karşı, Derbend’i geçerek Gürcistan’a girmiş olan Kıpçaklara haber göndererek, ortak düşmana karşı kendisine yardımcı olmalarını istedi. Bunun üzerine bu Kıpçaklar’ın lideri Kürike 1229 senesinde Celaleddin Mengüberti ile görüşerek ona itaatini bildirdi . Fakat Celaleddin’in 1230’daki Anadolu Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubad ve Eyyübilerden Melik el-Eşref’e karşı Yassıçemen’de uğradığı mağlubiyetinin ardından 1231’de öldürülmesiyle Gürcistan, onu takip eden Moğollar tarafından istila edildi. Kuzeydeki Kıpçak bozkırlarında yaşayan Kıpçakları da idareleri altına alan Moğollar, Kafkasya ve D. Anadolu’daki, Tiflis, Gence, Kars ve Ani başta olmak üzere bir çok şehri alarak buraları yağma ve tahrip ettiler(1236).

Bu olayların ardından Moğollara bağlanmak zorunda kalan Kıpçaklar ve Gürcüler Moğol ordusunda yardımcı kuvvet olarak görev yapmaya başladılar.

Netice olarak Gürcü kralı David IV.’in daveti üzerine 1118’den itibaren bölgeye gelerek, Azerbaycan ve D. Anadolu’da faaliyet gösteren Kıpçaklar, buralarda siyasi, askeri ve kültürel alanlarda oldukça kalıcı izler bırakmışlardır. Selçuklu ve Türkmen akınları karşısında ormanlık ve bataklık yerlere çekilmek zorunda kalan Gürcüler, bu akınların tazyikiyle ezilip yok olmaktan ancak kendilerine yardıma gelen Kıpçaklar sayesinde kurtulmuşlardır. Kıpçaklar’ın gelişiyle bölgede değişen güç dengeleri sonucu savunmadan çıkarak taaruz durumuna geçen Gürcüler , Kıpçaklara dayanarak önemli bir güç haline gelmişlerdir.

Kıpçaklar’ın askeri alandaki yardımları yanında hristiyan dinini kabulleri sonucu Gürcüler içinde eriyerek bu millete yeni bir canlılık kazandırmışlardır. Kıpçaklar Kafkasya ve Doğu Anadolu’da sadece Gürcülerin müttefiki olarak faliyette bulunmamışlardır. Bu bölgeye inen müslüman Kıpçaklarda kendi ırkdaşları ve gürcülere karşı müslüman topraklarının korunması için başarıyla savaşmışlar ve bu konuda hep ön saflarda yer almışlardır.

Azerbaycan’da kendi Atabeylik sülalesini kuran Kıpçak asıllı İldeniz bunun en güzel örneğidir. Yine Kıpçaklar, bölgede faaliyet gösterdikleri sahalar içinde kültürel bakımdan da önemli izler bırakmışlardır. Kıpçaklar daha önce yoğun olarak yaşadıkları yerlerdeki şehir ve kasaba adlarını Kafkasya ve D. Anadolu’ya taşımışlardır. Bunlara örnek olarak Alazan civarındaki Sığnak kenti ve Şavşat’ın kuzeyinde Tukharıs şehri yakınlarındaki dağlara ve burada bulunan bir köye Kıpçak evliyalarından Masar Ata’nın ismi verilmiştir. Kafkasya ve D. Anadolu’da bu gibi Kıpçaklardan kalma pek çok yer adı bulunmaktadır. XVI. yy’da dahi bölgede Kıpçaklardan kalma adlara rastlanmakta idi .

Hiç yorum yok: