7 Kasım 2008 Cuma

kıpçaklar ve gürcistan

Çeşitli yayın ortamlarında Kıpçaklar (veya diğer isimleriyle Kumanlar) hakkında farklı görüşler ve tartışmalara rastlıyoruz. Kıpçakların Kafkasya bölgesinde, özellikle Kartlarla da yakın ilişkileri olduğu tarih kitaplarında yazılıdır. Aşağıda Gürcistan tarih kitabı ile diğer bazı kitap ve belgelerde Kıpçaklarla ilgili birtakım bilgiler bulunmaktadır.

1. Gürcistan Tarih Kitabında Kıpçaklar

(Not: Kitapta kullanılan Gürcistan ifadesi bugünkü Gürcistan topraklarını ifade etmektedir. Ancak esasen anlatılan Kart boyuna ait Kartl-i krallığı ve halkıdır).

Romalılar Gürcistan’a girdikleri zaman Dariali Geçidi’ni Gürcülerin kontrolünde görmüşlerdi. Gürcüler bu geçidi sarp ve kalın duvarlarla kapatmıştı. Bu kalın duvarların anlam ve önemi bir Romalı yazar tarafından şöyle açıklanmıştı: Kafkas geçitleri doğanın oluşturduğu muazzam kaya oyuk ve yarıklarıdır. Geçit noktası Gürcüler tarafından kalın demir direklerle pekiştirilmiştir. Irmağın bir yakasında sağlam bir Kuman kalesi vardır. Kuman kalesi güneylerden gelecek kalabalık düşman ordularını engellemek için yapılmıştır.”

(Gürcüstan Tarihi, Nikoloz Berdzenişvili,Simon Canaşia, İvane Cavahişvili, s.67, Sorun yayınları)


Askeri reformlar

Davit bu çarpışmalarla adım adım Tiflis’e doğru yaklaşıyordu. Tiflis’i kurtarmak (not: Selçuklulardan ve orada Araplar döneminde Müslüman olmuş yönetimden) ve bazı projeler gerçekleştirebilmek için askeri reformlar gerekti. Kralın elinin altındaki ordu eski feodal sisteme dayalı bir orduydu. Bu ordunun içinde henüz kökleri kazınmamış bölgesel Aznaurların ve diğer beylerin ırgatlarından oluşan birlikler de bulunuyordu. Aznaurlar gerektiğinde askerleriyle Krala destek veriyorlardı. Ancak bazı Aznaurlara cephede güvenmek çok safdillik ve tehlikeliydi. Ülkenin ve kralın kaderini Aznaur askerlerine terk etmek olacak iş değildi. Kral Davit, kendi komutası altında sürekli bir nizami ordu kurmaya karar verdi.

Bu maksatla Kuzey Kafkasya’ya gitti. Orada Kıpçak oymaklarıyla anlaşıp asker satın alıp ülkesine getirdi. Kuzey Kafkasya ve güney Rusya steplerinde davar besleyen gezginci Kıpçaklar savaşçı bir toplumdu. Kıpçaklar daha önceki yıllarda da Gürcü ordusunda kiralık asker olarak hizmet görmüşlerdi. Kral Davit Ağmaşenebeli öte yandan Kıpçak Beyinin kızıyla evlenmiş, onlarla dostluk kurmuştu.

1118 Yılında Davit Kıpçaklarla kavgalı bulunan ve onlara Kafkas geçitlerinden yol vermeyen Alanları (Osetyalı)ları yola getirdi. Kalelerini ele geçirdi. Kıpçaklar’dan temin ettiği 45.000 aileyi bu geçitlerden aşırıp Gürcistan’a getirdi. Onlara toprak ve başka mülkler dağıttı. Askerlik hizmetleri için gerekli araç, gereç ve silahlarla donattı. Yan ilkel bu Kıpçakları sıkı bir askeri eğitime tabi tuttu. İki yıl sonra Gürcistan artık iyi yetişmiş 40.000 kişilik süvari ordusuna sahip bir ülke haline geldi. Davit’in bundan başka 5.000 kişilik bir muhafız ordusu daha vardı. Bu orduya ‘Monaspa’ (Köle Sipahiler) adı veriliyordu. Bu askerlerin görevi kral sarayını korumaktı.

(not: devam eden sayfalarda 1122’de Tiflis’in alındığı belirtiliyor)

(Gürcüstan Tarihi, Nikoloz Berdzenişvili, Simon Canaşia, İvane Cavahişvili, s.141, Sorun yayınları)


Giorgi 3’ün feodal aristokrasi karşısında güç kullanması

Soylu Aznaurların ikide birde başkaldırıp ülkeyi kana bulaması ve harap etmesi kolay kolay önlenemeyecekti. Giorgi 3, bu olayı bahane edinerek işi kökünden halletmeye karar verdi. Bu isyana adı karışan tüm rütbeli memurları mevkilerinden aldı. Onların yerine güvenilir kendi adamlarını yerleştirdi. İoane Orbeli’den boşalan Genel Kurmayın başına isyan sırasında kral tarafını tutup büyük yardımlarda bulunan Gürcüleşmiş Kıpçaklı Kubasar’ı tayin etti. Aznaur köleliğinden kurtulup yükselen ve kendini kanıtlayan Apridoni’yi de ‘Msahur tuhutsesi’ (Hazine, Finans ve gelirler bakanı) tayin etti. Bir diğer Gürcüleşmiş Kıpçak Kutlu Arslan’ı ve Tçiaberi’yi de başka yüksek mevkilere getirdi.

(Gürcüstan Tarihi, Nikoloz Berdzenişvili, Simon Canaşia, İvane Cavahişvili, s.146, Sorun yayınları)


Tamar’ın kraliçe olmasında saray kavgaları

Kral Giorgi ölür ölmez sarayda taht kavgaları başladı. Tamar babası tarafından tahta çıkarılmıştı; ancak şimdi onun meşruluğu tartışılmaya başlamıştı. Karşıtları itirazlar edip ona ayakbağı olmaya çalışıyorlardı. Tamar’ın karşıtları şimdi babasının sağlığındakinden daha güçlü hale gelmişlerdi. / Sıra Giorgi 3 tarafından işbaşına getirilen yönetim kadrolarının yasallığına gelmişti. Giorginin’nin yüksek memuriyetlerden soylu Aznaurları alıp halktan iyi insanları tayin etmesi soylular arasında büyük panik yaratmıştı. Bu sıkıntılı durumu o zamanlar bağırlarına gömmekten başka çareleri yoktu. Şimdi ise Gürcistan tahtında oturan taze ve deneyimsiz kadın onların iştahlarını kabartıyordu. Yitirdikleri mevki, rütbe ve servetleri yeniden elde etmenin tam zamanıydı. Tamar karşıtları kraliçeye ültimatom vererek, ‘Bugünden itibaren bakanlıklarda ve yüksek mevkilerde oturan soysuzların emirlerini dinlemeyeceğiz’ diye uyarıda bulundular. İstekleri arasında bundan başka ordunun üst kademelerine getirilen asaletsiz kişilerin ve bunlar arasında Genel Kurmay Başkanı Kubasar’ın, Hazine ve Gelirler (Finans) Bakanı Msahurtuhutsesi Apridoni’nin de görevlerinden alınmasını şart koştular.

Kubasar ve Apridoni Giorgi 3’ün ve kızı Tamar’ın en sadık adamlarıydı. Ancak Tamar bu kişileri görevlerinden almak zorunda bırakıldı. Bu durum bir bakma tahtın yenilgisi anlamındaydı.”
(Gürcüstan Tarihi, Nikoloz Berdzenişvili, Simon Canaşia, İvane Cavahişvili, s.150, Sorun yayınları)


Gürcü devlet düzeninin değiştirilmesi çabaları

Kutlu Arslan grubunun çıkışı

“Henüz soyluların itiraz sesleri dinmişti ki Meçurçletuhutsesi (Finans Bakanı) Kutlu Arslan Tamar’a tamamen yeni ve bugüne değin hiç duyulmamış bir öneri getirdi. Kutlu Arslan bu öneriyle, Bugünkü Avlabari o zamanki İsani’deki kral sarayının giriş kapısı önünde bir ‘Karavi’ (Nizamiye binası) kurulacaktı. Bu binada oluşturulacak bir konsey (Parlamento) saraya gelen tüm devlet işlerini burada görüşüp karara bağlayacak, sonun da onay için kraliçeye gönderecekti. Bu öneri kraliçenin tüm yetkilerini elinden alıp onu tacı ile birlikte kukla bebek gibi bırakacaktı. Bu öneri ile Kutlu Arslan ve arkadaşları ülke yönetiminde ve adalet dağıtımında kraliçeyi monarşik olmaktan çıkarıp onu bir nevi Senato kuruluşuna mahkum edecekti.

Bu sırada ülke yönetim organlarının başında Kutlu Arslan karşıtı soylular bulunuyordu. Bu soylular Kutlu Arslan’ın önerilerini reddedip bastırma kararı aldılar. Tamar’a öneride bulunup Kutlu Arslan ve arkadaşlarını yakalatıp tutuklattılar. Soylular Kutlu Arslan’ın tutuklanmasıyla her şey yoluna girer zannediyorlardı. Ancak böyle olmadı. Kutlu Arslan yandaşları silahlanıp saray kapısına dayandılar. Kutlu Arslan’ın zarar görmeden serbest bırakılmasını istediler.

Tamar, ayaklanan Kutlu Arslan yandaşlarıyla görüşmek üzere ünlü iki kadın politikacı, Kravai Cakeli ile Hvaşak Tsokali’yi görevlendirdi. Karşılıklı taviz ve anlayışla iş tatlıya bağlandı.

Saray yetkilerinin kısıtlanması

Saray kapısı önüne kurulmak istenen nizamiye binası önlenmişti ancak Tamar devlet işlerinin bir bilirkişi heyeti tarafından görüşülüp karara bağlanması için Tanadgoma (Danışma) kurulu oluşturmayı kabul etti. Bu tarihten sonra sarayda alınan tüm önemli kararların altı ‘Özel Danışma Kurulu’nun çoklu tavsiye kararı ve Kraliçe Tamar’ın onayıyla’ sözleriyle bağlandı.

Böylece Gürcistan krallarının sonsuz yetkileri ‘Danışma Kurulu’nun (Senato) araya girmesiyle kısıtlanmış oldu. Gürcistan sarayında yapılan bu önemli yetki paylaşımı 13. yüzyıl başlarında İngiltere’de kurulan ‘Magna Karta Libertatum’un öncüsü ve fikir kaynağı olmuştu. Bu organizasyonla İngiltere krallarının sonsuz yetkileri kısıtlanmıştı.”

(Gürcüstan Tarihi, Nikoloz Berdzenişvili, Simon Canaşia, İvane Cavahişvili, s.150, Sorun yayınları)

2. Diğer Bazı Belgelerde Kıpçaklar

Kral II.David, Kıpçaklar'dan sağladığı büyük bir ordu ile yeni bir istilâ harekâtı başlatıp Gence'ye kadar gelince Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar Gürcistan üzerine yürüdü. Gürcü kuvvetlerini bozguna uğratarak bazı şehirleri tahrip etti (503/1110). Kıpçaklar Gürcistan'ın tarihinde önemli rol oynadılar. XII.yüzyılın sonlarında devletin iktisadî hayatına Kıpçaklar hâkim olmuştu. 580'de (1184-85) Kraliçe Tamara devrinde Kutlu-Arslan devletin kaderine hükmedecek kadar güçlüydü. Müslüman olan Kıpçaklar ise Dağıstan yoluyla Azerbaycan'a girmiş ve buradaki Türkler'le beraber Gürcüler'le mücadele etmiştir.

Kral David'in Tiflis ve Gence gibi Müslümanların hâkimiyetindeki şehirlerden haraç istemesi üzerine Müslümanlar Irak Selçuklu Sultanı Mahmûd b. Muhammed Tapar'dan yardım istediler. O da kardeşi Gence Meliki Tuğrul, Atabeg Gündoğdu. Dübeys b. Sadaka ve Artuklu İlgazı'yı Gürcistan'a sefere memur etti. Ancak Müslümanlar Gürcü, Ermeni ve Kıpçaklar'dan oluşan Gürcistan ordusu karşısında başarı sağlayamadılar. Gürcüler, 12 Ağustos 1121'de Didgori yakınlarında cereyan eden bu savaştan sonra asırlardan beri İslâm hâkimiyetinde bulunan Tiflis ve Ani'yi işgal ettiler. Tiflis Gürcistan'ın başşehri oldu. Şirvan halkının yardım istemesi üzerine Sultan Mahmud Gürcistan'a bir sefer daha düzenledi, fakat kayda değer bir başarı elde edemedi. (517/1123). Kral David aynı yıl Şirvan'ı ilhak etti.

Gürcüler 1161'de Ani'yi,ertesi yıl Kars ve Duvîn'i istila ettiler: çok sayıda Müslümanı öldürüp cami ve evleri yaktıktan sonra Tiflis'e döndüler. Müslüman kadınları çırılçıplak vaziyette götürdüler: Gürcü kadınları bunu yadırgayıp Müslüman kadınları giydirdiler. Bu olay Müslümanlar arasında büyük tepki yarattı. Azerbaycan Atabegi İldeniz. Ahlatşah Sökmen. İzzeddin Saltuk, Merâga Emiri İbn Aksungun, Irak Selçuklu Sultanı Arslanşah ve bazı Anadolu beyleri Nahcıvan üzerinden Gence'ye geldiler. 50.000'i aşkın mücahid doğrudan Gürcü topraklarına saldırdı ve1163'te Gürcistan'ı istila edip çok sayıda esir aldılar. Ardından da XII. Yüzyılın sonlarına kadar Doğu Gürcistan'a hâkim olan Selçuklular. İldenizliler, Mengücüklüler. Saltuklular ve Ahlatşahlar Gürcüler'le mücadeleyi sürdürdüler. Anadolu Selçuklu Sultanı II. Süleyman Şah. Gürcüler'in sürekli olarak Türk topraklarına saldırması üzerine 1202'de Gürcistan seferine çıktı. Ancak ordugâhta istirahat halinde iken Gürcüler'in baskınına uğradı ve ağır kayıplar verdi. Esirler arasında Erzincan Mengücüklü Beyi Behram Şah'da bulunuyordu. Süleyman Şah 1204'te ikinci defa Gürcistan üzerine yürürken yolda öldü. Sultan I.Alâeddin Keykubad devrinde 1232'de Kemâleddin Keykubad devrinde 1232'de Kemâleddin Kâmyâr ile Mübârizüddin Çavlı Gürcistan'a sefer düzenlemiş ve bazı kaleleri ele geçirmişlerdi. Selçuklu ordusuna karşı koyamayan Kraliçe Rusudan barış teklifinde bulundu. Yapılan anlaşmada kraliçe, kızı Tamara'yı Sultan Alâeddin Keykubad'ın oğlu II. Gıyaseddin Kayhusrev'e nikâhlamayı kabul ediyordu. Celâleddin Harizmşah Tebriz'e yerleştikten sonra Gürcistan'a sefer hazırlıklarına başladı. Diplomatik teşebbüslerinden bir sonuç alamayınca 622'de (1225) Duvîn'i zaptetti. Kerbi ve Zün şehirlerini de ele geçirip Azerbaycan'a döndü. Ertesi yıl tekrar Gürcistan seferine çıkan Celâleddin Harizmşah Tiflis'i fethetti (Rebiülâhir 624/Nisan 1227) Aynı yıl Ani'yi ve Kars'ı kuşattı: Gürcistan'ın kuzeyine akınlar yaptı ve pek çok ganimet elde etti. Celâleddin Hârizmşah. Ahlat'ın muhasarasıyla meşgul olduğu sırada Gürcistan'da bıraktığı veziri Şerefülmülk'ten Gürcüler'in Tiflis'i ele geçirme hazırlıkları yaptığını haber aldı. Bunun üzerine Betak gölü civarında Gürcü. Ermeni ve Kıpçaklardan oluşan müttefiklerin karşısına çıktı. Kıpçaklar'ı diplomatik yollarla saf dışı etmeyi başardıktan sonra da Gürcü ordusunu bozguna uğratıp Tiflis'e girdi (1627/1229).

(Gürcistan’ın Tanıtımı-İslami Dönem http://www.muslimgeorgia.org/tr/gurcistan/islami.asp )


Makalede, çeşitli dönemlerde Gürcü krallarının daveti üzerine (Kral II. David, Kraliçe Tamara) Gürcistan'a gelmiş, Gürcü krallarının hizmetine girmiş ve Hıristiyanlığı kabul ederek Yukarı-Aras, Orta-Aras boyları, Orta Kür kesiminde yerleşmiş Hıristiyan Kıpçak-Kumanlardan, -ki bu Kıpçaklar'ın çoğu, Gürcü-Ortodoks kilisesine bağlı olmakla birlikte bir takımı da, 1200' de feth ettikleri Anı-Şeddadlı Emirliği ülkesindeki Gregoryen-Ermeni mezhebine girmişlerdir. XIII. yüzyıldan itibaren adı geçen bölgelere yayılarak bir kısmı Gürcü-Ortodoks kilisesine, diğer bir kısmı da Ermeni-Gregoryan Kilisesine bağlandıkları için Türkçe konuştukları halde sırf "haçperest" olmaları sebebiyle bu Kıpçak-Kumanlara, Osmanlılara, Rum/Rumiyân denilmesi gibi "Gürcü" veya "Ermeni" denilmesi adet olmuştur. Bu Gregoryen Kıpçakların daha Moğollar zamanında Altın Orda döneminde yaklaşık XIV. yüzyılda, Ukrayna'nın Galiç ve Podolya bölgelerinde meydana getirdikleri kolonilerden, onların dinî, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatından, mahkeme işleri ve başvurdukları kendi Kanunlar Mecmuası'ndan (Töre Bitiği), Ermeni alfabesi ile fakat Kıpçak Türkçe’siyle kaleme alınmış ve büyük çoğunluğu 14-16. yüzyıllardan kalmış bulunan metinlerden söz edilmektedir.

Bilindiği gibi, bu metinler gerek Türk Dili Tarihi, gerekse Gregoryen Mezhebini kabul eden Hıristiyan Kıpçakların dinî, sosyal ve kültürel tarihleri açısından çok değerli bilgiler ihtiva etmektedir. Ancak, anılan metinler bu büyük önemlerine rağmen ülkemizde bu güne kadar pek az bilinmiş olup, bilimsel yönden ele alınarak incelenmedikleri gibi, doğru dürüst tanıtımları bile yapılmamıştır. Öte yandan, Kıpçaklardan bir kısmının, Gregoryen Mezhebi yolu ile zamanla Ermenileşmiş olmaları da Türk tarihinin çarpıcı örneklerinden olup, bu hususun aydınlığa çıkarılması, bugünlerde çokça konuşulup-tartışılan Ermeni Sorunu'nun bir başka boyutuna farklı bir aydınlık kazandırmak bakımından çok önem arz etmektedir.(GÜLNİSA AYNAKULOVA: Gregoryen Kıpçaklar'a Dair http://ttk.org.tr/yayinlar/belleten/belleten256d.htm)


Kıpçaklar(ın ataları) kimdir?

“Kıpçaklar bronz çağında Minusin havzasında ve Altaylar’da yaşayan Avrupaoid Dinlinler’den türemişlerdir. Bilahare Kimaklar’la birlikte yaşamaya başlamaları, daha önce ise Hunlar’ın bir kolunu teşkil etmeleri sebebiyle ırkî özelliklerinde değişiklikler olmuş ve dış görünüşlerinde Hun tipinin bazı unsurları belirginleşmiştir.

Hunlar mongoloid ırka mensup olmakla birlikte Kuzey Amerikalı yerlilere birazcık benzeyen yüz hatlarına sahiptiler. 350 yılında Çin’de yaşayan Hunlar öldürülmeye teşebbüs edilince kalkık burunlu ve sakallı birçok Çinli de öldürülmüştü.

Bu yüzdendir ki Kıpçak Kimak karışımı olanlar geniş yüzlü Avrupaoidler arasında farkedilmemektedirler.”

(L.N.Gumilöv, Hazar Çevresinde Bin Yıl, S.290)

Kıpçaklar ne zaman ortaya çıktı?

“Marquart ‘Über das Volkstum der Komanen’ adlı eserinde, Kıpçaklar’ın (Polovcı, Kumanlar) Gürcüler’le birleşerek Kafkasya Müslümanlarına hücum ettikleri sırada, 1120-1121’den itibaren büyük bir siyasi güç olarak ortaya çıktıklarını ispat etmiştir....

Lavrent’evzkaya letopis’e göre, Kumanlar’ın iştirakiyle ilk göçebe akını, 1054’de yapılmıştır. Kimekler’in batı kolunu teşkil eden Kumanlar, Volga ile Dneper arasındaki bozkır bölgesinde Peçenekler’in yerine geçmişlerdir.”

(A.Yu. Yakobivskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, S.3-4)

Kıpçak’ın anlamı nedir?

“Kıpçak kabuk kelimesinden çıkmıştır, Türk dilinde, içi çürümüş ve oyulmuş ağaç’a derler.”

(Prof. Fahrettin Kırzıoğlu, Kıpçaklar, S.5)

Kıpçak Avrupası neresidir?

“...Güneydoğu Avrupa sınırları içinde Dneper’e kadar uzanan topraklar, güneyde Kırım, kuzeydoğuda Bulgar bölgesine kadar Orta Volga havzası, güneydoğuda Volga ağzı ile birlikte Kıpçak topraklarının Avrupa bölümünü teşkil ediyordu.”

(A.Yu. Yakobivskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, S.4)

Sarı saçlı mavi gözlü Avrupaoidler: Kıpçaklar

“Çinliler Kıpçaklar’ı sarı saçlı ve mavi gözlü olarak tavsif eder. Memluk hükümdarı Sonkor bile sarışın fakat Kıpçak orijinliydi. Macaristan’daki Kuman torunlarına parlak, lepiska kıvırcık saçlı ve mavi gözlü oldukları için –aralarında esmerlerine rastlansa da- çango derler.

Ruslar’ın taktıkları Poloves lakabı ise polova kelimesinden gelmektedir ki manası parlak saç rengini andıran ufalanmış saman demektir.

14. yüzyılda yaşayan Arap coğrafyacısına göre Kıpçaklar kendilerine has dindarlıkları, cesaretleri, çeviklikleri, güzel çehreleri ve düzgün yüz hatları ve asaletleriyle diğer Türkler’den ayrılırlar.

Şu halde Kıpçaklar tipik Avrupaoid oluşlarıyla güney komşuları Türkmenler’den ayrılırlar. Ruslar ilk defa 1055’de onlarla çarpışıp barış anlaşması imzaladıkları dönemde ak gözlü ve sarı saçlı halleriyle dikkat çekmişlerdir.”

(L.N.Gumilöv, Hazar Çevresinde Bin Yıl, S.289)

3. Yunus Zeyrek’in Görüşleri

(Not: Yazılarda kullanılan Gürcü ifadesiyle Kart boyu ve/veya kartveller kastedilmektedir).

Kim bu prensler?

“Gürcü prensleri, aralarında savaşıyorlardı. Çünkü bu prenslerden bazıları Muhammed Peygamber’in dinine girmişlerdi.” cümlesinde sözü edilen “Gürcü prensleri” Hıristiyan Kıpçak Atabekleriydi. Çıldır Atabekleri de denilen bu beyler, İlhanlı hükümdarının desteği ile Tiflis’e karşı bağımsızlık kazandılar(1267). Tiflis de dâhil, bu bölge Safevî Türkmenlerin hâkimiyetindeydi. Ahıska, Tiflis ve Şirvan, 1578 yılında yapılan Şark Seferleri sırasında Osmanlı Devleti’ne katıldı (Y. Zeyrek, Tarih-i Osman Paşa, Ankara 2001.).

Bu Kıpçak Atabekleri Hükûmeti’nin tarihçesini ve sahip oldukları toprakların haritası da bir kitabımda verildi (Y. Zeyrek, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara 2001).

Kartli’nin kızıl profesörleri tarafından yazılan kitapta da Atabekler hakkında bilgi vardır. Onlar, hep kınanarak anılmaktadırlar! Çünkü onlar, Tiflis’e kafa tutuyorlardı. Ne var ki Kartli’yi, İran ve Selçuklu akınlarına karşı koruyan da onlardı. Zaten bu amaçla Kuzey Kafkasya’dan davet edilerek getirilmiş ve bu bölgeye yerleştirilmişlerdi. Zira Kartli, hiçbir zaman kendi ayakları üzerinde hâkimiyet kuramamıştır. Bu küçük krallık/lar, tarih boyunca Arap, Hazar, Selçuklu, Safevî, Osmanlı ve Rus hâkimiyetlerinden birini tercih etmek zorunda kalmıştır.

Hâlâ bakarak övündükleri, Pasinlere kadar uzanan Kartli sınırları, bu Kıpçak Atabeklerinin kuvvetiyle gelinen noktadır.

Kıpçaklar nerede?” sorusu, aslında cevap aramıyor! Maksat cevap olsaydı, Kızıl Profesörlerin kitabında hatta Çelebi’nin mübarek kitabında bile bulunabilirdi. Yalnız “Mübarek kitap(!)”ın dediğine göre, onlar erimiş ve Gürcüleşmişler! 50.000 kişilik muharip bir ordu çıkaran Kıpçak topluluğunun, kendini koruyacak bir ordu bile çıkaramayan bir avuç Kartvel arasında, eridiğini iddia ediyorsunuz! Öyleyse, varlığımız Kartli’nin varlığına armağan olsun!

Ama bilim öyle demiyor: Bir yazınızda, bugünkü Türkiye Gürcülerinin ataları olarak ifade ettiğiniz Çıldır Atabekleri, işte bu Kıpçaklardır. Yani Oltu, Tortum, Ardanuç, Artvin, Şavşat, Posof, Ardahan ve Ahıska ahalisiyle büyük bir ihtimal Acara halkı... Zeki Velidî Togan başta olmak üzere, Akdes Nimet Kurat ve M. Adil Özder’in kitaplarına da bakınız!

Tarih ilmi, belge ister. Hiçbir belge ve bilgiyi kullanmadan sadece Tiflis ekseninde teoriler üretmek, hem bilime hem de içinde yaşadığınız ülkeye saygısızlık olur.

Kıpçak Atabekleri Ailesinin şeceresi, Yusufelili Adil Özder tarafından hazırlanmış, bu aileye mensup General Fahir Atabek’in takdimiyle birlikte basılmıştır (Mustafa Adil Özder, Tarihte Çıldır Atabeğleri ve Torunları, Erzurum 1971).

Ahıska ve çevresindeki Ermeni ve Gürcü mezalimi hakkında Fransızca bir rapor yazıp 1919’da Batum’da broşür hâlinde bastırarak dünya kamuoyuna ve basına gönderen, sonradan Ardahan Milletvekili olan, Yüksek Mühendis/Hukukçu Osman Server Atabek, bu raporun altına şu ibareyi koymuştur: “Güneybatı Kafkas Ahalisinin Haklarını Koruma Merkez Komitesi Başkanı Adına Koblıyan Beği (Prince de Koblıyan) Atabek Server Feyzullah” (Kırzıoğlu, M. Fahrettin, Kars İli ve Çevresinde Ermeni Mezalimi, Ankara 1999, s. 77).

Osman Server Atabek, bu “Gürcü Prensleri”nden(!) biriydi ve 1919-1920 yılında, Kurtuluş Savaşı’mızın Ahıska-Posof cephesinde Kartli/Gürcü kuvvetlerine karşı kahramanca savaşmış, İstiklâl Madalyası’yla taltif edilmişti.

“Tarihî Gürcü toprakları” ne demektir?

Tarihî Türkiye topraklarından hiç bahsedilmezken, Artvin, Ardahan ve Erzurum’un kuzey ilçelerinden “Tarihsel Gürcü toprakları” olarak bahsedilmektedir (Çveneburi, 40/13). Bunu nasıl açıklarsınız? Meselâ şöyle bir ifade tarafınızdan sadır olabilir mi? “Türk Millî Mücadelesi’nin ana programı ve imparatorluğu yıkılmış Türkiye’nin millî/etnik sınırlarını belirten Millî Misak/Millî Ant, Ankara’da kurulan Millî Hükûmet’in de programıydı. Altı maddelik Misak-ı Millî’nin ikinci maddesinde, İngilizler tarafından Gürcülere verilen Ardahan, Artvin ve Batum’un geri alınması dile getiriliyordu. Zira yapılan halk oylamasıyla bu bölgelerin ahalisi Türkiye’ye katılma kararı almıştı.”

Bu tür tarih gerçeklerini yazmıyorsunuz. Kıpçakların Gürcistan’da aktif rol oynadıkları dönemlerde Kartli Krallığına katılmış, ama sonradan Kıpçak Atabeklerinin kendi hükûmetleri idaresine alınmış toprakları, “Tarihsel Gürcü toprakları” şeklinde ifade ediyorsunuz.

(Yunus ZEYREK, Çveneburi’de çıkan “Mesele Ne?” başlıklı yazıya (Fevzi Çelebi, Mesele Ne? Çveneburi dergisi, S. 42, 2001, s. 2-10) cevap, Mesele Türk’e Düşmanlık mı?)


Eski kaynaklarda Kolhidya ismiyle anılan Acara, milâdın üç yüz yıl sonrasına kadar Roma ve sonra da Bizans nüfuzunda kaldı. V. yüzyılda Bizans’ın çekilmesiyle bölgede Lazistan, Kılarçetya ve Meshetya adlarında üç devlet ortaya çıktı. Hazreti Osman zamanında (M. VI. yüzyılın başlarında) İslâm ordusunun egemenliğine girdi. Bu devirde İslâmiyet yayıldı. Bölge, Araplardan sonra Selçuklu Türklerinin idaresine geçti. 1064 yılında Kars’ı zapt eden Selçuklu Türkleri, 1080 yılında, Batum ve Acara’yı da topraklarına kattılar. Kıpçakların, Kür ve Çoruh boylarına gelişlerine kadar (1124), buralar Selçukluların elinde kaldı.

1508 yılı baharında Ahıska Kıpçak Atabeğinin kılavuzluğunda Kutayıs üzerine bir sefer yapan Yavuz Selim, bölgeyi Osmanlı Devleti’ne tâbi kıldı; Batum’u da Trabzon Sancağına bağladı.

(Yunus Zeyrek, Acaristan ve Acarlar, Acaristan hakkında kısa bilgi)


Bagratlıların Oğuz, Ermeni ve Gürcü menşeli olduğu söylenmektedir. Biz, yaptığımız araştırma ve incelemelerden, bu hanedanın Hıristiyan Oğuz oldukları yolundaki tarih haberlerini dikkatlere sunuyoruz. Bunda alınacak ne var? Tarih, bağırıp çağırmakla yazılmıyor; bilgi ve belgeyle yazılıyor. Sizin elinizde bir belge varsa açıklayınız, öğrenelim. Bagratlıların Gürcü asıllı olduğunun delili nedir? Türklüğün en önemli tarihî destanlarından biri olan Dede Korkut Destanları coğrafyasında tarih sahnesine çıkmış olmaları, onların Türk olabilecekleri tezini kuvvetlendirmektedir. Sonraki asırlarda Kıpçaklarla akrabalık da kurarak onları getirip Kür ve Çoruh ırmakları boylarına yerleştirmeleri de kayda değer bir husustur. 40.000 Kıpçak ailesinin geldiğini kabul ediyorsunuz, fakat bu sayının o devirde nasıl bir kudreti temsil ettiğini hesaba katmadan, bu kadar insanın bir avuç Kartvel içinde tamamen eriyip gittiğini söylüyorsunuz! İdrakin bu kadar dibe vurması, dehşet bir şey!

İşte Atabekler de, Bagratlı hanedanının davetiyle bölgeye gelen Kıpçaklardan çıkmıştır.

Kartlis Çhovreba’daki Bun-Türk ve Kıpçak bahislerini niçin zikretmiyorsunuz. Bu kaynağa göre, Kıpçakların bölgedeki mevcudiyeti, Kral David zamanında gelenlerden çok öncelere dayanıyor. Bunu nasıl açıklayacaksınız? İşte size Kartlis Çhovreba!

Cakeliler asla ve asla Kıpçak değillerdi.” diyorsunuz. Şeceresi elimizde olan ve Gürcü bilim adamları tarafından da açıkça bilinen Caklı ailesine niçin Gürcü kimliği yakıştırıyorsunuz? Neden böyle bir ihtiyaç duyuyorsunuz? Önce Hıristiyan, XIII. yüzyıldan beri de Müslüman olarak bölgede ve Osmanlı Devleti’nin genelinde hizmetler veren birçok Caklı Atabek bulunmaktadır.

Eğer bu ailenin Osmanlılar tarafından Türkleştirildiğini iddia ediyorsanız, şu soruya da cevap bulmalısınız: Madem Osmanlı, herkesi Türkleştiriyordu da, sizi niçin Türkleştirmedi Ramaz/an? Gücü mü yetmedi? Kaldı ki Osmanlı’nın Türkleştirme politikası olmamıştır. O bir dünya devletiydi. Caklılar, Hıristiyan fakat Türk’tü. Bu aile mensupları, Osmanlı zamanında büyük Türk kitlesine uyarak Müslüman olmuştur.

Selçuklularla yapılan Pasinler/Basian savaşını Kartveller değil, komutanından erine kadar Kıpçak olan Hıristiyan Türkler kazandı.

Bölgede Tamar adının önemli bir yeri olduğunu herkes kabul eder. Zira o, Bagratlı bir babadan ve Kıpçak bir anadan gelen güzelliğe sahipti. Devrinde devlet ve ordu yönetimi tamamen Kıpçakların elindeydi. Macar bilgini L. Rasonyı, “Gürcistan’ın parlak çağının büyük başbuğu Kubasar, Kıpçaklıdır. Kraliçe Tamar’ın damarlarında da Kıpçak kanı vardır.” diyor. Gürcistan, Tamar devrinde biraz ayağa kalktı. Dolayısıyla, her kaleye, kiliseye veya güzel bir yapıya bağlı efsaneler, Tamar Dodopal adıyla birlikte anlatıldı. Yüzyıllarca aynı coğrafyada yaşayan insanların böyle güzel bir kraliçenin adını ortak kullanmalarından daha tabii ne olabilir? Sizin bahsettiğiniz Tamar’ın Köprüsü de bunlardan biridir. Bu köprü Tamar tarafından yaptırılmış olsa da olmasa da önemli değil.

Bulgarların, Türk menşeli değil, Fars menşeli olduğunu iddia ediyorsunuz! Yazdıklarımızı okumayan, okuduğu birkaç satırı anlamayan ve muhtemelen kendisine sufle edilmiş birtakım sivri sözleri bağıran birine ne söylemeli ki... Şimdi önceki verdiklerimizden başka bir kaynak zikrediyoruz: Prof. Ebrar Kerimullin, TATARLAR-İsmimiz ve Kimliğimiz. Bu kitap diyor ki, “Altın Orda devrinde Bulgar kültürü önceki dönemin yerli kültürünün temelinde meydana gelmiştir. Kazan Tatarlarının kültürünün temeli Bulgar kültürüdür. Tatarlar, Bulgarların varisleridir. Tatar etnonimi tarihî bir hatadır. Altın Orda halkının asıl bölümü Kıpçaklardan, yani Bulgarlara yakın kardeş halktan oluşuyordu. Ruslar, Kazan Hanlığını Bulgar Hanlığının devamı olarak görmüşler, halkını da Tatar değil Bulgar saymışlardır.

Bulgarlarla Kıpçakları, bir milletin türlü kavimleri olarak değerlendiren Kazanlı bilgin kitabında, “Proishojdeniye Kazanski Tatar, Voljskiye Bulgarı” ve daha birçok Rus kaynağını da zikrediyor. Bunların tamamını siz de okuyup anlayasınız diye veriyorum!

İşte Sovyet Ansiklopedisi! Bulgarlardan bahsederken, “Volga-Kama Bolgarları, VII. yüzyılda Azak bölgesinde yaşayan Türk dilli kabileler birliğidir. Bir kısmı Orta Volga Bölgesine göç etmiş, X-XIV. yüzyıllar arasında Volga-Kama Bolgar Devletini kurmuşlardır. Bugünkü Kazan Tatarlarıyla Çuvaşlar onların torunlarıdır.

Volga kelimesinin de Rusça değil, Bulgar Türklerinin lisanından kalma olduğunu hatırlatalım. Bu ırmağın eski adı Kıpçak Türkçesiyle İtil/İdil’di. Anadolu’daki Barhal, Ulgar ve Bolkar dağlarının ismi de onlardan kalmıştır.

(Yunus Zeyrek, Zaruri Bir Cevap: Ramaz Surmanidze Neler Söylüyor)

Hiç yorum yok: