7 Kasım 2008 Cuma

AHISKANIN KISA TARİHİ

ahıskanın kısa tarihi

Ahiska'nin Kisa Tarihi

Yunus ZEYREK

1. Eski çağlar: Ahıska ve çevresi, çok eski devirlerden beri, insanların topluluk hâlinde yaşadığı bir bölgedir. Milâttan önceki çağlarda Hurriler, onları takiben Urartular, Kimmerler ve Sakalar buralara hakim olmuşlardır.

Yukarı Kür ve Çoruh boylarıyla Ahıska bölgesinin Türklük tarihi, çok eski asırlara dayanmaktadır. Son Kıpçakların, Gürcü Kralının davetiyle gelip yerleşmesinden yüzyıllarca evvel buralarda Kıpçak ve Bun-Türklerin yaşadığına dair ciddî haberler vardır. Doğu seferine çıkan Makedonların ünlü kralı İskender, MÖ. IV. yüzyıl sonlarında Kafkasya'ya geldiğinde, ona karşı çıkan kuvvetli bir Türk varlığının olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar, Kıpçak ve Bun-Türk adıyla anılmaktadır.[1]

Kun akınları sırasında batıya doğru sürülen Alan unsurları, bu bölgeye gelmişlerdir. Romalıların Güney Kafkasya'ya hakim olmasıyla, Alanlar da geldikleri ülkeye, Kuzey Kafkasya'ya dönmüşlerdir.[2]

Bölge, VI. yüzyılda İranlılar, Hazarlar ve Bizanslılar arasında el değiştirdi. Hazarlar, Kafkasya coğrafyasında çok büyük rol oynamışlardır. XX, yüzyıl başlarına kadar varlığından haberdar olduğumuz anadili Türkçe olan, aralarından âşıklar yetişen ve halk tarafından çufut denilen Musevî unsurunun, Hazar hatırası Karaimler olduğu söylenebilir.

Bugün Rus ve Gürcü kaynaklarında Mesketya adıyla anılan Ahıska bölgesinin eski sakinleri kimlerdi? Bu soruya çok net cevap bulmak zor olsa da, milâttan önce İskender'in seferinde buralarda Türk unsurlarının yaşadığına dair kuvvetli haberler vardır. Mesketya adının da, buralarda yaşamış eski bir kavim olan Meshlerden kalmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu kavmin menşeini kesin olarak belirlemek zordur. Bununla birlikte şu görüşler ileri sürülebilir: Meshler, Nuh Nebi oğlu Yafes'in oğlu ve Oğuz'un pederi Mesek'ten gelen Masagetlere dayanır.[3] Meskler, Kartvel (Gürcistan) güneyinde yaşamış Gogarlı (İskit) ve Turanî yerli Hristiyan halktır.[4]

Meshlerin Gürcü olduğunu iddia edenlerin de kesin kaynağı yoktur. Ahıska'nın Rustav köyünde dünyaya gelmiş olan ünlü şair Şota Rustaveli, "Üstadım Genceli Nizamî'dir" demiş ve eserinde tamamen İslâmî motifler kullanmıştır. Şair Rustaveli'nin ad ve soyadının Gürcü isim kalıplarında görülen -vili, -dze gibi ekleri almaması da dikkat çekici bir husustur. Dilinden başka Gürcü kültürüyle ortak noktaları bulunmamaktadır.[5] Bu kavim, muhtemelen Hitit, Asur ve Sümerler gibi kayıp bir topluluktur.

Ahıska bölgesinden sürgün edilen Türk unsuru, Mesh değildir. Bu topluluğun, Kıpçak hâtırası olduğu artık kesinleşmiştir.[6] Eski çağlarda Kıpçak Türkleriyle birlikte bu bölgede yaşadığı anlaşılan Meshler, Kıpçakların yahut Kartvellerin arasında erimiş olmalıdır. Zira Kartvel/Gürcüler, küçük bir millet olmasına rağmen, dünyada emsali az görülecek derecede ırkçı bir yapıya sahiptirler. Ele geçirdikleri yerde ilk başvurdukları yol, yerli halkın isimlerini değiştirmektir. Bunun en son örneği, 1919 yılında işgal ettikleri Posof'ta görülmüştür.[7]

Makedonyalı İskender'in, Kafkasya'ya geldiği sıralarda buralarda Kıpçak ve Bun-Türk unsurları yaşamaktaydı. Bu bilgi, batılı kaynaklarla birlikte Gürcü kaynaklarında da geçmektedir.[8]

Fransız bilgini Brosset, Bun-Türklerin Turanlı olduğunu bildirmektedir.[9] Gürcü dil bilgini Marr ise, Bun-Türk'ün "otokton/yerli Türk" anlamına geldiğini yazmaktadır.[10] Bu bilgiler, Çoruh ve Kür boylarında, dolayısıyla Kafkasya'da, Türklük tarihinin, ne kadar eskilere gittiği konusunda kesin bir fikir vermektedir.

2. Kıpçaklar ve Atabek Hükûmeti: Kıpçaklar, 1068'de Rus knezlerinin müttefik kuvvetlerini yenerek güney Rusya sahasına yerleştiler. 1080'lerde Balkaş gölünden Tuna nehrine kadar uzanan topraklara Kıpçak Eli/Komania deniliyordu.

Kıpçakların bir kısmı Kırım'da yerleşirken diğer bir kısmı da daha güneye, Kafkaslara doğru indiler. Kıpçak Eli'nde daha sonraları Altunordu devleti kurulmuştur.

Gürcü Kralı II. David, Selçuklulara ve İranlılara karşı savaşacak ordusu olmadığından, Kıpçak Türklerini ülkesine davet etti (1118-1120). Azak Denizi doğusu ve Kafkaslar kuzeyinden gelen 45.000 Kıpçak ailesi, Çoruh-Kür ırmakları boylarına yerleştiler ve güçlü bir ordu kurdular.[11] Gürcistan, bu ordu sayesinde canlandı hatta Tiflis'i Selçuklulardan geri alarak topraklarını Erzurum yakınlarına kadar genişletti.

Zamanla Gürcistan'da Kıpçak/Kuman unsuru arttı. Bu topraklara yerleşen ve Gürcülerle din birliği bulunan Kıpçak Türkleri, devletin ordu, siyaset ve maliyesinde çok etkili konuma geldiler. Zamanla güçlenen Kıpçak Atabekleri, 1267 yılında Tiflis'e baş kaldırarak bağımsızlık mücadelesi verdiler. Onların bu faaliyeti İlhanlı Hükümdarı Abaka Han tarafından da desteklendi. Bugün Posof'ta kalıntıları bulunan Cak/Caksu kalesi onların hatırasıdır.

Atabek Ailesinin siyasî faaliyetlerinden Gürcü kaynakları bahsetmektedir: Gürcistan'a gelen Moğollara karşı savaşmak üzere 1266 tarihinde Tiflis'e giden Kıpçak Beyi Caklı Sargis, Gürcü Kralı David tarafından tutuklandı. İlhanlı Kağanı Abaka Han, David'den Sargis Beyi serbest bırakıp kendi yanına göndermesini istedi. Sargis Bey, Abaka Hana, artık Gürcü yönetiminde yaşayamayacaklarını ve bağımsız olmak istediklerini bildirdi. Böylece Abaka Hanın desteğini alan Atabek ailesi, Gürcistan'dan ayrı bir hükûmet oldu.[12]

Ahıska Atabekleri hükûmet olduktan sonra Osmanlı Devleti ile iyi münasebetler kurmuşlardır. 1500/1516 yıllarında Artvin, Ardahan, Ahıska Beyi olan Kıpçak Atabeki Mirza Çabuk, 1508'de Trabzon Sancak Beyi Şehzade Yavuz Selim'e kendi askeriyle öncülük etmiş; Batı Gürcistan'ın Osmanlı'ya itaatini sağlamıştır. 1514'te Çaldıran Seferi'nde de Osmanlı ordusuna sefer sırasında, sürülerle etlik koyun, yüzlerce yük yağ, bal ve un vererek yardımcı olmuştur. Onun bu siyaseti, Gürcü kaynakları tarafından eleştirilmektedir.

Atabek Hükûmeti, 310 yıl yaşamış, Anadolu'nun en uzun ömürlü Türk Beyliğidir.

Osmanlı fethinden sonra 1595 yılında yapılan sayım sonucu hazırlanan Ahıska Tahrir Defteri'ndeki vergi mükellefi köylü isimlerinden bölge halkının Türklüğü açıkça anlaşılmaktadır: Arslan, Ayvaz, Bayındır, Bekâr, Çabuk, Devletyar, Elaldı, Elalmaz, Emirhan, Gökçe, Kanturalı, Korkut, Murat, Nuraziz, Pirali, Şahmurat, Temür, Ülkmez, Yaralı, Yusuf...[13]

MÖ. VIII. ve VI. yüzyıllarda Kafkasların kuzeyinden güneye geçip Yukarı Kür ve Çoruh boylarına yerleşerek 300 yılında Hristiyan olan Kıpçaklara İlk Kıpçaklar; bu bölgeye XII. yüzyılda gelenlere de Son Kıpçaklar denilmektedir.[14]

Bu bilgiler, Ahıska ve çevresinin, ne kadar eski bir Türklük tarihine sahip olduğunu göstermesi bakımından fevkalâde önemlidir.

XVI. yüzyılın başlarında Ahıska Atabekleri Hükûmetinin sınırları Azgur'dan Kars, Artvin, Tortum, İspir ve Erzurum'a kadar uzanıyordu. Bugünkü halk kültüründen de anlaşılıyor ki, Ahıska Türkleri ile Posof, Ardahan, Artvin, Ardanuç, Şavşat, Yusufeli, Tortum, Narman ve Oltu halkı aynı köktendir.[15]

Bu bölgede Ortodoks-Hristiyan Kıpçak Atabeklerinden kalan dinî yapılara Gürcüler sahip çıkmakta, bölgeyi de eski toprakları olarak tanıtmaktadırlar.[16]

3. Osmanlı fethi: Osmanlı padişahı III. Murad Çağı'nda, Dağıstan, Gürcistan ve Şirvan'ın fethine karar verildi. 1 Ocak 1578'de Şeyhülislâmın fetvasını alan Serdar Lala Mustafa Paşa, Safevîler üzerine sefere çıktı.

5 Ağustos 1578'de Ardahan kalesi güneyindeki ovada konan Serdar Lala Mustafa Paşa, buradan yolu üzerindeki beylere ve hakimlere birer mektup göndererek Osmanlı ordusuna bağlılık bildirmelerini istedi. Bununla ilgili olarak eski bir kaynakta şu ifadeler vardır:

"Altunkala nâm hisâra bir Hatun (Kıpçak Atabekleri Melikesi Dedis İmedi) zabt u tasarruf ederdi. Yarar yiğit oğulları varidi. Ol vilâyetlerin Küffârlarını, anlar zapt ederlerdi. Küffâr-ı hâkisârın Beylerine Serdâr Mustafa Paşa, Kal'a-i Ardahan'dan kalkmazdan mukaddem bir âdem gönderüp, dimişler idi ki, "Sen ki Altunkala sâhibi olan Manuçahr'sın. Sana ma'lûm ola ki: Ben ki Rûm Pâdişâhı'nın bir ednâ Vezîriyim. Üşde yüz elli bin İslâm 'askeriyle üzerüne geldim. Eger gelüp, Dîn-i İslâm Pâdişâhı'nın çerisine istikbâl edüp, mütâba'at ve mürâca'at edersen, biz dahi, senin hâline münâsib ve şânına mülâyim ri'âyet edelim. Eger 'inâd ve muhâlefet edüp, serkeşlik edersen, üş üzerine varurum. Ve Ellerüni, Vilâyetlerüni yıkup, yakup, harâb ederim. Ve 'Asker-i İslâm, üzerüne varup, bir mıkdâr emek ve zahmet harc edüp, nâ-çâr olduğın vakit, havfa gelüp mütâba'at edersen, kat'â özrün ve bahânen makbûlüm degildir. Hemân seni sene gerek ise, ta'cîl gelüp, Dîn-i İslâm'a tâbi' olasın. Ve Elüni ve Vilâyetlerüni bize teslîm edesin." deyü (haber)gönderildi."[17]

Ordu Ardahan'dan hareket ederken, Ardahan Sancak Beyi Abdurrahman ile Bayburt Alaybeyi Bekir Beyler, kendi askerleriyle Ulgar dağını aşıp Posof merkezi Mere ve Ahıska yolundaki Vale kalelerini teslim aldılar. Ertesi günü (9 Ağustos 1578) Ahıska, Tümük, Hırtız, Çıldır ve Ahılkelek kaleleri de fethedildi.

Ordu, Tiflis istikametinde yürürken, Safevî Tokmak Han, büyük bir kuvvetle birlikte gelip, Çıldır Gölü kuzeybatısında Osmanlı ordusunu pusuda bekledi. İki ordu arasında yapılan savaşta, Safevî ordusu büyük kayıplar vererek geri çekildi. Tarihe Çıldır Meydan Muharebesi adıyla geçen bu savaş, Osmanlı ordusunun zaferiyle sonuçlandı.[18]

Zaferin ertesi günü (10 Ağustos 1578), beş altı bin askeriyle Atabek Manuçahr Bey, Serdar'ın otağına törenle gelerek itaatini arz ve Altunkala'nın anahtarlarını teslim etti. Müslümanlığı kabul ederek II. Atabekli Mustafa Paşa adını aldı. Önce Sancakbeyi sonra da Çıldır/Ahıska Beylerbeyi oldu. Çevredeki 32 kale de Osmanlı ülkesine katıldı. Manuçahr'ın Yusuf Paşa adını alan kardeşi Greguvar/Gorgor'a da Oltu Sancakbeyliği verildi.[19]

Hammer, bu tarihî olayı anlatırken, "Manuçahr, itaatnâme göndererek hükûmetinin kabul edilmesini diledi. Bununla ilgili taahhütnâme istedi. Lala Mustafa Paşa, onun isteklerinin bir kısmını kabul etti. Kendisine Azgur'u, kardeşi Greguvar'a Oltu sancağını ve annesiyle diğer kardeşine de timar ve köyler verdi." demektedir.[20]

Böylece Altunkala Atabekliği topraklarının fethi tamamlanarak tahririne başlandı. 1578 güzünde merkezi Ahıska şehri olan ve adını Lala Paşanın zafer yerinden alan Çıldır Eyaleti kuruldu. Kür ırmağı başlarında ve Çoruh boyundaki eski Atabek Yurdu bölgeleri de buraya bağlandı.[21]

Zaman zaman Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî nüfuzu altında kalan Ahıska Atabeklerinin toprakları, Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşanın Kafkasya Seferi sırasında, Safevîlerden alınarak Osmanlı ülkesine katıldı (1578). Ahıska şehri, yeni kurulan Çıldır Eyaleti'nin başkenti oldu.

Bütün Türk boyları gibi bu bölgenin Türk ahalisi de, Osmanlı fethini müteakip gönüllü Müslüman oldu. Bu tarihî gerçeği kabul etmeyen bazı Gürcü kalemleri, her fırsatta "zorla İslâmlaştırma"dan bahsederler. Bunlardan birisinin kullandığı ifadeler şöyledir: "17. yüzyılda Muhammed'in dininin zorla kabul ettirilmesinin yanı sıra, bölgeye yoğun bir şekilde Türkler ve diğer milletler zorla ya da isteyerek yerleştirilmiştir. 19. yüzyılda Rus imparatorluğunun sınırlarına ve ilgi alanına giren bu topraklara, Türkler tarafından Erzurum'dan acımasızca göç ettirilen Ermeniler, Cavakheti yaylasına yerleştirildiler."[22]

İslâm dininin zorla kabul ettirilmesi iddiası, tarihî gerçeklere uymamaktadır.[23]

4. Rus işgali: Ruslar, devlet hâline geldikten sonra, bilhassa Altunordu Devleti'nin yıkılmasıyla daima genişleyen bir siyaset takip etmişlerdir. Bu genişleme siyasetinin ana hedeflerinden biri de Kafkasya idi. Genişleme düşüncesi içinde Kafkasya'nın önemini kavrayan Ruslar, yüzyıllar boyunca bu bölgeden elini çekmemiş, mağlûbiyetlerden yılmayarak sayısız savaşları göze almışlardır.

X. asırdan itibaren Kafkasya'yı ele geçirme mücadelesine devam eden Ruslar, Kafkasya ve Karadeniz kuzeyindeki Türk devletlerinin zeval zamanlarını değerlendirmişler, hatta birtakım iç karışıklıklar çıkararak, buna zemin hazırlamışlardır.

Kafkasya'daki insan topluluklarının çeşitlilik arz etmesi, Rusların işini kolaylaştırmıştır. Bu bölgede kırk çeşit dil konuşulduğu söylenir. Bu durum, bölgede siyasî birlik kurmanın ne kadar zor olduğunu gösterir.

Ruslar için Kafkasya, Orta Asya ve Uzak Doğu'daki sömürgelerden daha önemliydi. Onlara göre dağların zirvesinde bayraklarının dalgalanması, üstünlük sembolü ve büyük devlet olmanın belirtisiydi. Gerçekte bu, bir Türkiye kompleksinden başka bir şey değildi. Bu kompleksledir ki, Ruslar, üçüncü Roma hayaliyle yüzyıllarca Türk kanının dökülmesine sebep olmuşlardır. Ruslardaki bu aşağılık duygusu, Çarlık devrinden Sovyet devrine de sirayet etmiştir.[24] Sovyet ideolojisinde "Azınlıklar, dünyanın en büyük ülkesinde köle olarak yaşamaktan gurur duymalıdırlar!" şeklinde ifade edilen anlayış bunun ürünü olsa gerek.[25]

1800'lü yılların başlarında Avaristan, Bakü, Kuba, Derbend, Karabağ Hanlıkları Rusların eline geçti. Sıcak denizlere inmek, Rusların tarihî ülküsüdür. Bunun için de hedef Osmanlı toprakları idi. Osmanlı ülkesine giden yol, Ahıska'dan geçiyordu. Bu bakımdan Ahıska, çok önemli bir stratejik noktada bulunuyordu.

Ahıska'nın düşüşünden sonra Rusların, İstanbul'a doğru, çok kısa zamanda 500 kilometrelik yol kat etmeleri de Ahıska'nın kilit nokta olduğunu ortaya koyuyor.

Rus kuvvetlerinin 1807, 1810 ve 1811'de Kafkasya'daki vahşiyane faaliyeti bilinmektedir. Onların bu faaliyeti sırasındaki Ahıska kuşatmaları sonuç vermemiş, kuşatmadan vazgeçerek geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

II. Mahmut devrinde 1826'da Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasıyla talimli asker yokluğu başlamış; Navarin Olayı ile de Osmanlı donanması tamamen yok edilmişti. Osmanlı Devleti'nin askerî gücü çok zayıftı; hatta yoktu denebilir. Bu fırsatı kaçırmayan Ruslar, tekrar Ahıska üzerine yürüdüler.

1827'de Paskeviç, Kafkasya Rus orduları başkumandanlığına tayin edildi. Paskeviç, "Eğer elinden gelirse ayağının altında ot bitmesine izin vermeyecek kadar zâlim birisiydi."[26]

Ahıska, ekseriyeti Müslüman Türk olan 50.000 nüfuslu, zengin ve tabiî güzellikleriyle meşhur bir şehirdi. Üç kat suru, kudretli bir iç kalesiyle birlikte her evi âdeta bir kale gibiydi. Doğu Türkiye'nin Erzurum ve Trabzon'dan sonra en önemli şehriydi.[27]

"Kendi mahallî liderleri tarafından yönetilen Ahıskalılar, çok savaşçı ve korkusuz, enerjik insanlar olarak ün salmışlardır. 17 Ağustosta Rus ordusu Ahıska şehri önlerine geldi. Şehirden beş altı kilometre uzaktaki garnizon, Ruslarla iki gün süren kanlı çarpışmalar yaptı. Burada üstün gelen Rus kuvvetleri, Ahıska'yı kuşatmaya başladılar. Rusların gelmesini dört gözle bekleyen Yahudi ve Ermeni azınlığı saymazsak geriye kalan Müslüman halk, cesur ve savaşçı insanlardan oluşuyordu. Bunlar, kadınları da dahil olmak üzere, hayatlarını, evlerini ve mallarını sonuna kadar savunmaya kararlıydılar. Bu insanlar, Ruslara gülerek kendilerine olan güvenlerini şu şekilde açığa vuruyorlardı: "Siz gök yüzündeki ay'ı Ahıska'nın câmisindeki hilâlden çok daha kolaylıkla sökebilirsiniz!"

"Ruslar, 28 Ağustosta sabaha karşı ânî bir hücuma geçtiler. Şehir toplarla dövüldü. Çevredeki binalar ateşe verildi. Her tarafa yangın paçavraları atarak şehrin evlerini yakmaya başladılar. Genç ihtiyar şehir halkı büyük bir cesaretle savaştılar. Kadınlar canlı olarak Rusların eline geçmektense yanan binalara dalarak canlı canlı yanmayı tercih ediyorlardı. Bir câmide toplanan yüzlerce insan diri diri yakıldı. Rus askerleri bu kahramanca mücadeleyi sindiremiyor, ele geçirdikleri insanı çocuk dahi olsa acımasızca öldürüyorlardı."[28]

Bu çetin muharebeler sonucunda Ahıska şehri, 28 Ağustos 1828 sabahı Rusların eline düştü. Paskieviç'in adı, halk arasında lanetle anıldı. Şehir yağmalandı. Kütüphaneleri Tiflis ve Petersburg'a taşındı. Bu kanlı savaşta Gürcüler de aktif olarak Rusların safında yer almaktaydı. Hatta Doğubayazıt Rusların eline geçince, şehrin kütüphanesini yağmalayan Gürcü asıllı Rus kumandanı Çavçavadze idi.[29]

Ahıska'dan sonra Ardahan ve Azgur da alındı. Eylül ayında Ahıska/Çıldır Eyaleti toprakları Rusların eline geçmiş oluyordu.

1829 yılı kışında Acaralılar, büyük bir kuvvetle Ahıska üzerine yürüyerek şehri kuşattılar. Diğer bir Acara kuvveti de Karadeniz sahili taraflarında Ruslara karşı harekâta girişti ve bozguna uğrattı. Tekrar güç toplayarak birkaç koldan saldırıya geçen Ruslar, Acara'da Hula civarında birkaç köyü ateşe vererek geri çekildiler. Ahıska'ya giden yolu bekleyen Acaralılar, Rus kuvvetlerini çevirdiler. Ruslar, burada büyük kayıplar vererek kaçtılar. Ne yazık ki Acaralılar düşmanı takip işini gevşetip, elde edilen ganimeti paylaşma derdine düşünce, fırsatı iyi değerlendiren Ruslar, Koblıyan yolu ile Ahıska'ya ulaştılar. Böylece Acaralıların Ahıska'yı kurtarma girişimi sonuçsuz kaldı.[30]

1828 yılında Rus esaretine düşünceye kadar tam 250 sene boyunca, Osmanlı'nın Çıldır Eyaleti merkezi olan Ahıska şehrine, birer sancak olarak şu yerler bağlı idi:

Bedre, Azgur, Ahılkelek, Hırtız, Cecerek, Ahıska, Altunkale (Koblıyan), Acara (Bu sekiz sancak 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması'yla Ruslara bırakılmıştır, bugün Gürcistan'dadır); Maçahel (Bugün bir kısmı Acara'da), Livana (Artvin), Yusufeli, Ardanuç, İmerhev, Şavşat (Bu sancaklar bugün Artvin ilimizdedir), Oltu, Narman, Kamhıs (Bunlar şimdi Erzurum'da); Posof, Ardahan, Çıldır, Göle (Bunlar da şimdi Ardahan ilimizdedir).

Çıldır Eyaletinin merkezi Ahıska halkının bir kısmı Anadolu'ya göç etmiş, göç etmeyenler de 1944 sürgününe kadar bu bölgede yaşamışlardır.

1828 Osmanlı-Rus savaşlarında, Osmanlı tebaası olan Ermeniler, Rus kuvvetlerinin yanında, eski komşularına karşı savaşmışlardır. Ruslar, tarih boyunca bu kandırılmaya müsait halkı, kendi emelleri uğrunda kullanmıştır. Şu ifadeler, batılı bir tarihçiye aittir: "Tamamen politik sebepler yüzünden Paskieviç, Türkiye'de yaşayan Ermenilerin umut ve hırslarını en üst dereceye kadar cesaretlendirerek teşvik etti. Sonunda öyle bir durum ortaya çıktı ki, daha önceleri Türk komşuları ve yöneticileriyle uyum içinde bulunan bu insanlar, onlara karşı cephe aldılar. Türklere karşı yaptıklarından sonra onlardan korkan Ermeniler, kitleler hâlinde Ruslarla birlikte gitmek istiyorlardı. 1829 Edirne Antlaşması gereğince Rus ordusu geri çekilirken, 90.000 kadar Ermeni de onu izliyordu."[31]

14 Eylül 1829 tarihinde Ruslarla imzalanan Edirne Antlaşması gereğince -savaş tazminatı yerine- Ahıska ve Ahılkelek Ruslara verilmiş; Kars ve Ardahan'dan itibaren diğer topraklar Osmanlılara bırakılmıştı. Böylece Ahıska'nın karanlık devri de başlamış oluyordu.

5. Esaret yılları: Kudüs'teki kutsal yerler meselesini bahane eden Rusların, 3 Temmuz 1853 tarihinde, Osmanlı topraklarına saldırmasıyla yeni bir Osmanlı-Rus savaşı başladı. Tarihe Kırım Harbi adıyla geçen bu savaş sırasında Osmanlı Devleti, Rumeli, Anadolu ve Batum cephelerinde Ruslarla savaştı.[32]

Batum cephesinde, yerli ahalinin de desteğiyle Ruslara karşı açık bir üstünlük sağlandı. Ardahan Kumandanı Ali Rıza Paşa, Posof'ta yerleşmiş olan Ahıskalı muhacir öncülerin de desteğini alarak Ahıska üzerine yürüdü. 5 Kasım 1853 tarihinde Türk kuvvetleri, Rusları püskürttü. Türk askeri, Vale'de ahali tarafından sevinçle karşılandı. Ne yazık ki, bu cephedeki savaş, başlangıçtaki gibi devam etmedi. 19 Kasımda, Azgur Boğazı'nı tutmaya çalışan kuvvetlerimiz bozuldu. Ahıska'ya doğru ilerleyen Rus kuvvetleri, 26 Kasımda Suhlis köyü yakınında Ardahan tümenini de bozdu. Ahıska Bozgunu diye anılan bu mağlûbiyetten sonra askerlerimiz dağınık hâlde Ardahan'a çekildi.

Sonu hüsranla biten ve kısa süren bu Ahıska sevincinden sonra Ruslar, "Türklerin gelişine sevinip yardımda bulundunuz!" diye katliâmlar yaptı, ahalinin mallarını yağmaladılar. Ruslar, aynı sebeple, böyle bir vahşeti 1915 yılında Ardahan'da da gerçekleştireceklerdi.[33]

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra imzalanan Ayastefanos/Yeşilköy Antlaşması'yla Kars, Ardahan ve Batum, savaş tazminatı yerine Ruslara bırakılınca, Ahıska da, bizden uzaklarda kalmış oldu.

Ahıska ve çevresinin Çarlık Rusya'sı işgalinde geçen doksan yıllık hayatı, zulümlerle doludur. Halkın bir kısmı Türkiye'ye göç etmiş, Ağrı, Muş, Çorum, Hatay ve Bursa yörelerinde yerleşmiştir. Onların yerlerine ise Rus, Gürcü, Ermeni ve Yahudiler iskân edilmiştir. Orada kalanlar, Rus mezâlimi altında yaşamaya devam etmişler, her yönden geri bırakılmış hatta askere bile alınmamışlardır.

Rus işgal yıllarında halkın eğitim ihtiyaçlarına önem verilmiyordu. Köy mollalarının, sadece yüzünden Kur'an okumayı öğretmesine müsaade ediliyordu. Asgâri dîni bilgiler seviyesinde eğitim yapılıyordu. Böylece, kitap, gazete gibi iletişim araçlarından habersiz kalan halk, dünyada olup bitenleri, Sibirya'ya sürgüne gidip gelenlerden öğreniyordu.

Çar hükûmeti, Müslüman halkı askere almıyor, onun yerine 40 manat para alıyordu. Silâh kullanmasını ve askerlik mesleğini bilmeyen insanlar, sonraki yıllarda vuku bulan savaşlarda, bunun acısını çok çekmiştir. Çar idaresi, halktan az vergi alır, askere götürmez ve iyi davranır görünürdü. Diğer yandan dinî ve etnik farklılıkları daima canlı tutarak, çağdaş gelişmelerden uzak tuttuğu bölge halkını birbirine düşman etmiştir. Günümüze kadar sürüp giden Türk-Ermeni, Gürcü ve diğer kavimlerin devamlı sürtüşmeleri, Rusların iki yüz yıldan beri yürüttükleri faaliyetin neticesidir.

Ruslar, 1915 yılında, Türk ordusuna yardım ettikleri gerekçesiyle, Ardahan ve çevresindeki halkı büyük bir katliâma tâbi tuttular. Ahıskalı ünlü gazeteci Ömer Faik'in çabasıyla harekete geçen Bakü Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi, bölgeye bir hey'et gönderdi. Bu hey'ete Dr. Hüsrev Sultanoğlu başkanlık ediyordu. O, Ardahan'dan Bakü'ye gönderdiği yazıda: "Müslüman memleketinde insan oğlu görünmüyor. Yalnız birkaç köyden beş altı yüz kadın ve çocuk yığıldı. Bunların içinde altı adam vardı ki, onlar da elden ayaktan düşmüş ihtiyarlardı."[34]

Bölgede 1914-1918 yıllarında cereyan eden Ermeni Taşnaksutyon hareketini anlatan kitabın yazarı A. Lalayan, "Taşnak kuvvetleri tarafından ele geçirilen Türk köyleri, bütün canlı insanlardan temizleniyor ve harabeye çevriliyordu." demektedir. Ardahan ve Kars civarında yaşanan olayların gayriinsanî bir karakter taşıdığı ve bu hareketin bir Haçlı yürüyüşüne çevrildiği ifade edilmektedir.[35]

15 Kasım 1917 tarihinde, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan'ın iştirakiyle Tiflis'te Maverayi Kafkas/Seym Hükûmeti kuruldu. Bu hükûmetin bakanlarının çoğu, Gürcü ve Ermenilerden meydana geliyordu.

Birinci Dünya Savaşı, Ahıska Türklerinin ana vatana kavuşma umutlarını güçlendirmiştir. Bu ümitler halk şairlerini de coşturmuş, bu savaşın kurtuluş olması dileğiyle destanlar yazmışlardır.

Rusya'daki 1917 Komünist ihtilâlinin getirdiği "oto determinasyon" hakkından yararlanan Ahıska Türkleri, 1918 nisanında Türkiye'ye katılma kararı aldılar ve bu kararı resmî bir müracaatla Osmanlı Devleti'ne ilettiler. Bu müracat, 4 Haziran 198'de yapılan Batum Antlaşması'nda Gürcistan Cumhuriyeti tarafından kabul edildi. Böylece Türkiye, daha önce kaybedilen topraklarına kavuşarak 1828'deki sınırına ulaştı.

Halit Paşa kumandasındaki Türk askeri Ahıska'ya girdi. Halk teşkilâtlandı ve Ömer Faik Bey başkanlığında geçici idare teşkil edildi.

30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesiyle ordumuz 1914 sınırına çekilince bölge, Ermeni ve Gürcülerin işgaline uğradı. Ahıska ve Posof köylerinde katliamlar yapıldı.

Ahıska ve çevresi, Kars'ta kurulan Millî Şura Hükûmeti'ne katıldı. Bölge halkı, bir yandan da, mahallî önder -Kıpçak Atabekleri neslinden- Osman Server Atabek'in önderliğinde, işgalci Gürcü kuvvetleriyle mücadeleye başladı. General Kvinitatze komutasındaki nizamî Gürcü ordusu, Azgur Boğazı doğusuna (asıl Gürcistan'a) sürüldü.

Kars'tan hareketle Batum üzerinden İstanbul'a gitmekte olan Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir, 6 Kasım 1918'de Ahıska'ya geldi. Hatıralarında, Gürcülerin düşmanlığından endişe eden halkın yeis ve teessür içinde olduğunu anlatarak onları tesellî ettiğinden bahseder. Karabekir, Ahıska'yı ve Ahıskalıları şöyle anlatır: "Eşraftan bir Türk'ün hanesinde kaldık. Bütün bu havali eşrafı tahsil görmüş, evleri, kendileri medenî bir hâlde."[36]

Kars'taki Şura Hükûmetinin İngilizler tarafından yıkılmasıyla Ermeniler ve Gürcüler de işgale giriştiler.

Ne yazık ki 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması, Batum'la birlikte Ahıska'yı da yeniden anayurttan ayırdı.

Bugün, Gürcistan siyasî yapısı içinde muhtar bir cumhuriyet olarak yer alan Acara'nın tarihi, Ruslara ve Gürcülere karşı verilen şanlı mücadelelerle doludur. Hiçbir zaman askerî güçle buraları ele geçiremeyen Ruslar, 1878 yılında yapılan Berlin Antlaşmasıyla Osmanlı Devletinden savaş tazminatı yerine, buraları koparmıştır. 1918'de tekrar anavatana kavuşan, Misak-ı Millî sınırları içinde alan ve ilk TBMM'ye beş mebus gönderen Batum-Acara, 1921 tarihinde yapılan Moskova Antlaşması'yla tekrar sınırlarımızın dışında kalmıştır. Buradaki asimilasyonun tarihi hayli eskiye gider.

Batum-Acara bölgesine en azından muhtariyet verilirken, Ahıska ve çevresine böyle bir imtiyaz dahi verilmeyerek Sovyet Gürcistan'ına terk edilmiştir.[37]

Devam eden mücadelede Bolşevik kuvvetler galip geldi ve 25 Şubat 1921'de Gürcistan da Sovyetler Birliği'ne katıldı.

[1] M. Brosset, Histoire de la Géorgie-1 Partie, S.-Pétersbourg 1849, s. 33-34

(Tafsilât için bkz.: Yunus Zeyrek, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara 2001, s. 9-12).

[2] İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, İstanbul 1958, s. 157-158.

[3] A. Zeki Velidî Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 410.

[4] M. Fahrettin Kırzıoğlu, Yukarı Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar, s. 113.

[5] Mehmet Emin Resulzade, Azerbaycan Şairi Nizamî, s. 189.

[6] Togan, Giriş; Akdes Nimet Kurat, Türk Kavimleri ve Devletleri; Kırzıoğlu, Kıpçaklar.

[7] Yunus Zeyrek, Posof'un Çizgileri (Baskıya hazır kitap).

[8] Brosset, M., Histoire de la Georgie, s. 33.[9] Brosset, age. s. 33.[10] Marr N. et Briere, M., La Langue Georgienne, s. 615.

[11] N. Berdzenişvili- S. Canaşia, Gürcüstan Tarihi (Çev. H. Hayrioğlu), s. 142 vd.

[12] N. Berdzenişvili -S. Canaşia, age. s. 180; Kırzıoğlu, Kıpçaklar, s. 148 vd.

[13] S. Cikia, Defter-i Mufassal-i Vilâyet-i Gürcistan.

[14] M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kıpçaklar, s. X.

[15] Kurat, Prof. Dr. Akdes Nimet, Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 83-84.

[16] Yunus Zeyrek, Artvin Üzerine Yayınlar ve Bir Cevap, Ahıska dergisi, S. 3.

[17] Y. Zeyrek, Tarih-i Osman Paşa..

[18] Y. Zeyrek, Tarih-i Osman Paşa.

[19] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. 3, s. 59;İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 3, s . 23, 64.

[20] Joseph-Purgstall Hammer, Geschichte Des Osmanischen Reiches, B. 4, s. 67.

[21] Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, s. 386.

[22] Otar Miminoşvili, Gürcüstan'da Etnografik Yolculuk, Çev. H. Özkan, s. 97.

[23] Tafsilât ve cevaplar için bkz. Yunus Zeyrek, Acaristan ve Acarlar.

[24] Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 4, 249.

[25] Robert Conquest, Stalins Völker Mord (The Nation Killers), s. 42.

[26] John F. Baddeley, Rusların Kafkasya'yı İstilâsı ve Şeyh Şamil, (Çev. S. Özden), s. 197.

[27] W. E. D Allen, Kafkas Harekâtı- 1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi, s. 24; Kırzıoğlu, Kars Tarihi, İstanbul, 1953, s. 549;

[28] Baddeley, age. s. 202-203.

[29] Baddeley, age. s. 204.

[30] Baddeley, age. s. 210.

[31] Baddeley, age. s. 221-222.

[32] Kırzıoğlu, 1855 Kars Zaferi, s. 33.

[33] Kırzıoğlu, 1855 Kars Zaferi, s. 63-70.

[34] Şamil Gurbanov, Ömer Faik Ne'manzade, s. 104-105.

[35] Gurbanov, age. s. 105.

[36] Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 5-6.

[37] Tafsilat için bkz. Yunus Zeyrek, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara 2001.



harun6684 (harun bzkrt) tarafından gönderilen tüm yazılar

Hiç yorum yok: