İLK ARSAKLI HAKİMİYETİ
Arsaklılar, İskender'den sonra Asya topraklarına sahip olan Makedonyalı Selevkosluları yenip batıya atarak Horasan, İran ve Irak ülkelerinde güçlü bir devlet kurmuşlardı. Hemedan şehrini merkez edinen Arsaklılar, I. Mitridat çağında, bütün Afgan ve Pakistan ülkelerinden başka, Selevkosluları 140 yılında yenerek Irak ülkesini de alıp, Fırat'a dayandılar. Büyük Arsak ünvanı ile anılan I. Mitridat Han, kardeşi veya yeğeni Val Arsak'a kuzeybatıdaki uçbeyliğini vererek 90 bin askerle Aras-Kür boylarına yolladı. Val Arsak, kendi kâtibi olduğu söylenen Mar Apas Katina'dan kalma rivayetlere göre, ordusu ile Aras boyundaki Armawir bölgesine geldi; uzak ve yakın daki ilbeylerini çağırrp, onları yeni kurulan Küçük Arsaklı Devletine birer satrap (ilbeyi) olarak kendi yerlerinde bırakıp, düzene sokarak, hakimiyetine bağladı. Kafkaslar kuzeyindeki ovadan (Dağıstan'dan) itaat altına aldığı Bulgar kolundan kalabalık bir göçü getirerek Kars yaylasına yerleştirdi. Bu Dağıstan'dan gelme Bulgar Türkleri'nin bir takımı da, Çoruh boyunun solundaki Yusufeli'nin Barkal/Balkar deresinden Bayburt kuzeyine kadarki dağlık bölgeye yerleşerek buralara Parkar/Balkar denilmesine sebep oldular. Yusufeli ilçesindeki çok balkanlık Barkal/Barkhal bölgesi ile soldan Çoruh'a karışan Barkal Deresi de M.Ö. 130 yıllarında Dağıstan'dan gelen yarısı Kars'ta, yarısı Çoruh solunda yerleşen Bulgar Türklerinin 2100 yıllık millî adlarının hatırasıdır. İkinci Küçük Arsaklı Sülalesini kuran I. Tridat Han'ın Başveziri, kendi soyundan Piruat oğlu Sampat Pakarat idi. I. Tridat Han, Erovant lakabı ile de anılıyordu. Bu han, Digor'un güneyinde ve Arpaçay'ın sağındaki Erovant Aşat şehrini müstahkem olarak yaptırıp, yazlık başkent edinmişti. Başvezir ve süvari başbuğu da Paypert (Bayburt) kalesi hakimi ve Sper (İspir-Yusufeli-Oltu/Penek) bölgesinin sahibi Piruat oğlu Sempat Bagaratuni idi. Bunun Çoruh boyunda (PertEğrek/Peterek'te) Sempat-Avan denilen müstahkem (sağlam) ve yeni yapılmış bir kalesi de vardı. M.S. 75 yıllarında Kafkasları aşarak güneye akın eden Türklerden Hun ve Peçenek kolları ve Hazar akıncıları, Kür boylarını vurmuş, Pasinler'e değin ilerlemişti. Bu sırada Kılarcet (Ardanuç kesimi) Beyi Azork, Tao ve Barhal bölgelerinin de hakimi idi.
Ormanlık ve kırık olan bu kayalık yerlerin halkı çok yiğit ve çevik idi. Küçük Arsaklı ülkesini sarsan bu üç akıncı kolunu Tao bölgesinde Sembatavan Kalesi (Pert-Eğrek) hakimi ve sol kol süvari başbuğu Sempat Bagaratuni kumandasındaki ordu, Pasinler'de ve sonra Kür boyunda bozarak, Kafkaslar ötesine sürdü. Hunlar, Sakalar ve Göktürkler gibi gündüzleri güneşe, geceleri aya, yılın belli günleri ise atalar ruhuna tapınan (Gök Tengri dinindeki) Arsaklılar, Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul eden ve ilk kiliseleri yapan topluluktur. II. Tridat, Krikor Lusavoriç'i Küçük Arsaklılar ülkesinin başrahibi yaparak, ilbeyleri ile halkın da Hıristiyan olmalarını buyurdu. Lusavoriç, Kafkaslardan Mardin'e, Karadeniz'den Hazar Denizi'ne kadar devlet desteğiyle Hıristiyanlığı yaymaya başladı: Arsaklı II. Arsak Han çağında Tao/ Tayk eyaletinde de malikâne sahibi olan Mamıkonlu Vasak Bey, yıldızı sönen Bagratlıların yerine Sibarabed (Sipehhüd/ Ordu Başbuğu) unvanıyla ülkenin savaş ve korunma işlerini üzerine almıştır. Saldıran İranlıları yenip ülkeyi kurtarmıştı. Arsaklı Varaztat Han, idaresiz olduğundan Başbuğ Mamıkonlu Manuel Bey ile de geçinemedi, nankörlük etti. 378 yazında Erzurum ovası savaşında Mamıkonlu Manuel'in ordusuna yenilen Vazartat Han, Roma'ya kaçtı. Roma Kayzeri I. Teodosyus 379 yılında Arsaklı iki şehzadeden Val Arsak Han'a ataları ülkesinin batı kesimini verip, Erez (Erzincan) tahtına oturttu. Bunun ağabeyi III. Arsak Han da doğu kesimi hükümdarı olarak gelip, Diwin şehrinde tahta geçti. Bu paylaşmada Tao/Tayk Eyaleti, Batı Arsaklı Ülkesi Hanı Val Arsak'a düşmüştü. Onun ölümü üzerine, bütün Batı Arsaklı Ülkesi gibi Tao/Tayk Eyaleti de 387 yılında İstanbul'a bağlanıp, Roma himayesine girmiştir. Doğu Arsaklı Ülkesi de Sasaniler himayesine girdi. Aradan 15-20 yıl geçtikten sonra Kartli (Gürcistan) Krallığı Tao eyaletini (şimdiki Yusufeli-Olur-Tortum kesimleri) 408-410 yılları arasında işgal etti.l'6j Arsaklı hanedanının 428 yılında ortadan kaldırılmasından sonra Çoruh boyunda hakimiyet İran Sasani devletinin eline geçer. Bizans Hükümdarı I. Justinyanus ile Sasani Hükümdarı I. Hüsrev arasında 531 yılında yapılan barış antlasmasında Çoruh boyları Bizans'a bırakıldı. Bunun üzerine çevrelerimiz 532 - 575 yılları arasında Bizanslıların elinde kaldı. Kayzer Justinyanus 18 mayıs 536 ta rihli fermanı ile eski Batı Arsaklı Ülkesinde yeni bir askerî düzen ve müdafaa sistemi kuruyordu. Buna göre merkezi Bayburt Kalesi olan bütün Çoruh boyu bölgesi, Teodosyopolis (Erzurum) şehrinde oturan ve İran sınırını koruyan Askerî valiliğe bağlandı. Bu sırada Rum hakimiyeti ve Ortodoks mezhebi Çoruh boylarında da iyice yerleşirken buranın eski ocaklı ilbeyleri Bagaratlılar, yeniden itibar kazanıp, nüfuzlarını genişlettiler ve Tao/Tayk Eyaletinin yine en büyük ilbeyleri oldular. 575'te, İran Hükümdarı I. Darius, 531 barışını bozdu ve Bizans'a saldırdı. Justinianus, Erzurum kalesini güçlendirdi. Ayrıca Bagratlı Guaram Bey'i de Çoruh boyu ve Cavaket ilbeyliğine ve kumandanlığına atadı. 619-645 yılları arasında İran ve Bizans akınları çevreyi sardı. Bu yıllar da Hazar Türkleri'nin akınları da tekrarlanmış, Hazarlar Çoruh boylarına hakim ol muşlardır.
İSLÂM ORDULARININ FETİHLERİ
645 yılında Mekkeli Mesleme Oğlu Habib kumandasındaki İslâm ordusu Muş üzerinden Erzurum'a gelerek buradaki Bizans ordusunu yendi ve Erzurum'u ele geçirdi. Arap orduları ertesi yıl Erzurum'dan ayrılarak Kars, Revan, Tiflis ve Gence illerini kolayca itaat altına aldılar. 646'da Çoruh boyu, Artvin bölgesi ve Yusufeli de cizye adlı baş vergisine bağlanarak İslâm ordusuna itaat etti. 653'te II. Konstantin, ordusu ile Diwin'e doğru ilerledi ve Yukarı Aras ve Kür boyları ile Tao bölgesi (Yusufeli-OltuTortum bölgeleri) Müslümanların elinden çıktı. İslâm ordusu 655'te Kür ve Aras boylarını yeniden ele geçirdi. Ancak, Çoruh boyu Bizans yönetiminde kaldı. 695700 yıllarında Emevi halifesi Abdülmelik'in oğlu Abdullah, Kars ve Ardahan bölgelerini Bizanslıların elinden alarak Diwin Emirliği'ne bağladı ama Çoruh boyunu ele geçiremedi. 786'da Harun Reşit, Tiflis'te İslâm Emirliği kurdu. Böylece Kartli, Ahıska ve Ardahan bölgeleri Bağdat Halifeliğine bağlı Tiflis Arap Emirliğine katıldı. Yusufeli'yi de içine alan Tao bölgesi Bizanslılarda kalrnaya devam etti. Kartli (Gürcistan) Bagratlıları temsilcisi Aşot, IX. Yüzyıl başlarına kadar Tbilisi (Tiflis)'deki Arapların hizmetinde bulundu. Araplarla arası açılan Aşot, hanesi ve maiyetiyle birlikte Şavşet (Şavşat) ve Klarceti (Artvin-Ardanuç kesimi) vilayetlerine gelip yerleşti. Bu vilayetler o yıllarda Bizans sınırları içerisinde kaldığı için Aşot kendini Bizans vasalı olarak ilan edip, Kayzer ünvanı aldı. Bulunduğu yörelerde bir bağımsız beylik oluşturmaya girişti. Aşot, kurduğu beyliğin başkenti olarak eski kale-kent Artanuci'yi (Ardanuç) seçti. Kenti onarımdan geçirerek güzelleştirdi. Aşot'un kurduğu beyliğin adı TaoKlarceti Beyliği idi. Bu beylik, Tao ve Klarceti toprakları içinde kalıyordu. Aşot ölünce (826) yerine tahta geçen Bagrat I. Kuropalat 875 yılında ülkesini iki kardeşi arasında paylaştırdı. Ortanca kardeşi Guram Bey, Ardanuç kalesinde oturup Kılarcet, Şavşat, Ardahan, Ahıska, Ahılkelek bölgelerinin beyliğini yaptı. Küçük kardeşi Adarnase (875-881 ) de Tortum'da oturup, Pert-Eğrek, Tortum, Narman, Oltu, Tavusker çevrelerini içine alan Tao'ya bey oldu.(22) 920'li yıllarda Bagratlı ailesinden birisi iktidar çekişmelerinden kaynaklanan düşmanlık yüzünden Ardanuç kentini Bizans kayzerine teslim etti. Kale surlarında Bizans bayrağını gören öteki Bagratlılar tepki gösterince kayzer askerlerini kaleden uzaklaştırdı ve kenti geri teslim etti. IX. ve X. yüzyıllarda Tao-Klarceti oldukça zengindi. Bu bölgenin yerli oymaklarından Meshiler tarımcılık sahasında yüzyıllar boyunca büyük şöhret yapmışlardı. Meshiler, Şavşiler ve TaoKlarceti'nin diğer yerli oymakları o derece çok buğday üretiyorlardı ki ürünleri iç gereksinimi karşıladıktan başka dış piyasaya da sürülüyordu. Bu yerli oymaklar bağcılık, şarapçılık ve hayvancılıkta rakipsizdiler. Oşki (Öşvank), İşhan, Bana ve Hahuli (Haho) mimari eser kalıntıları o çağların Tao-Klarceti Beyliğinin kültürel gelişmişliğini göstermektedir. Gürcü Kralı Davit Kurapalati 975 yılında evlatlığı Bagrat III.'ü Kartli'ye kral atadı. Bagrat'ın yaşı küçük olduğundan Bagrat'ın babası Gürgen'i de Kral Bagrat'a danışman yaptı. 1001 yılında Davit Kurapalati ölünce Bizans kayzeri Basili kalabalık bir ordu ile Tao'ya doğru harekete geçti. Bagrat III. De babası Gürgen ile birlikte Tao'ya yürüdü. Bagrat III.'ün niyeti Davit Kurapalati'nin mirasçısı olarak onun ülkesine sahip olmaktı. Fakat savaşta kaybeden taraf Bagrat III. oldu ve Tao-Klarceti Bizansıların eline geçti. 1008'de Bagrat III.'ün babası Gürgen öldü ve ona kendi idarî bölgeleri olan Şavşat, Klarcet, Samtshe - Cavaheti eyaletlerini bıraktı. Bagrat III. ölünce (1014) yerine Giogi I. tahta çıktı. Giorgi I. 1014-1016 yıllarında Bulgarlarla savaşmakta olan Bizans kayzeri Basili'nin bu sıkıntılı durumundan faydalanarak Tao-Klarceti'yi işgal etti. Bizans kayzeri Basili Giorgi I.'den Tao-Klarceti'yi terketmesini istedi, Giorgi I. bunu reddedince Basili Gürcistana iki kez saldırdı ve iki savaşta da Giogi I. kaybedince Basili ile antlaşma imzalamak zorunda kaldı. 1023'te imzalanan antlaşma ile Tao, Göle, Ardahan ve Cavahe-ti toprakları Bizans'a terkedildi. Giorgi I. 1027 yılında ölünce yerine oğlu Bagrat IV. tahta çıktı ve Bizanslılarla mücadeleler Bagrat IV. zamanında da devam etti.
SELÇUKLU AKINLARI
1067 yazında Selçuklu Hükümdarı Alparslan Tiflis ve Ardahan çevrelerini, ertesi yıl 1068 yazında da Şavşat, Kılarcet (Ardanuç-Artvin-Borçka) ile Tao (Yusufeli-Oltu-Tortum) bölgesini alarak Selçuklu ülkesine kattı. Alparslan 1071 Malazgirt zaferinden sonra yeniden almış olduğu yerleri emrindeki beyler arasında paylaştırdı. Çoruh bölgesi de Erzurum Emiri Ebul Kasım'a verildi. Alparslan ile Bagrat IV. aynı yıl (1072) içinde öldüler. Bagrat'ın yerine oğlu Giorgi II., Alparslan'ın yerine de oğlu Melikşah tahta geçti. Gürcistan kralı olan Giorgi II., Alparslan'ın ölümünden faydalanarak Bizans devletinin kışkırtması ve yardımıyla çevrelerimize saldırdı ve Çoruh boyunu ele geçirdi. Buna karŞı Selçuklu hükümdarı Melikşah 1081 yrlında Emir Ahmet kumandasında bir ordusunu Giorgi II.'nin üzerine yolladı. Bu ordu Posof önünde yapılan savaşta Giorgi II.'yi yendi. Giorgi II., 1089 yılında tahttan çekilerek yerini onaltı yaşındaki oğlu Davit IV.'e devretti. "Ağmaşenebili (Kurucu)" adıyla bilinen Davit IV. kısa sürede bir hükümdar ve yetenekli bir askerî lider oldu. Davit IV. Kuzey Kafkasya'daki Kıpçak Türkleri ile sıkı ilişkilere girdi. Bu ilişkiler neticesinde Kıpçak Beylerinden Atrak'ın kızı ile evlendi. Bir müddet sonra Kıpçaklardan 45.000 aileyi Gürcistan'a getirerek buralara yerleştirdi. Askerî gücü iyice zayıflamış olan Davit IV. Kıpçak askerlerinden çok büyük bir ordu kurdu. Kıpçaklar usta savaşçı idiler. Ayrıca bu Kıpçaklı askerlerden 1000 kadar ile de kendi özel muhafız birliğini oluşturdu. Davit IV.'ün niyeti dağınık ve feodal bir şekilde yaşayan Gürcüleri bir bayrak altında toplamak ve Selçuklu akınları ile Türklerin eline geçmiş olan Yukarı Kür ve Çoruh boylarındaki toprakları yeniden ele geçirerek krallığını genişletmekti. Bunu gerçekleştirebilmek için Kıpçak Beyi Atrak'ı yardıma çağırdı. Bu sıralarda Rus akınlarından bıkmıs olan Kıpçaklar bu teklifi kabul ederek Atrak Han idaresinde Daryal geçidini aşıp Gürcistan'a geldiler. Davit IV. Kıpçaklardan meydana getirmiş olduğu 40.000 kişilik bir ordu ile 1120'de Kür ve Çoruh boylarındaki Türkmenlere karşı harekete geçti ve buralardan bol miktarda ganimet ve esir elde etti. Bu Gürcü-Kıpçak ordusu zamanla Pasinler'den İspir'e kadar olan bölge ile Ani şehrini de ele geçirdiler ve buralardaki Türkmenlerin yerlerinden ayrılmasıyla Cavaket'ten İspir'e kadar olan bütün yerler Kıpçaklar tarafından iskân edildi. Davit IV.'ün ölümünden (1125) sonra yerine geçen oğlu Demetre I. Kür ve Çoruh boylarındaki arazileri de Kıpçaklara verdi ve Çoruh boylarına Kıpçaklar yerleşmeye başladı. Konya Selçuklu Sultanı I. Alaaddin, Ebul Kasım'ın kurduğu Erzurum'daki Saltıklı Beyliği'ni kaldırdı, böylece Şavşat Artvin - Yusufeli kesimleri Anadolu Selçuklu Devleti'ne geçmiş oldu. Anadolu Selçuklu Devleti üzerine 1239 yılında Moğol akınları başladı. Yusufeli ve çevresi bu akınla Moğol yönetimine girmiş oldu. Moğolların devamı olan İran'daki İlhanlı devletinin hakanlarından Abaka Han zamanında Sergis adında bir Hıristiyan Kıpçak Beyi İlhanlıların izni ile Ahıska'da bir atabeylik kurdu. Yusufeli ve çevresi de 1268 yıllarında bu Çıldır (Ahıska) Atabeyleri yönetimine girdi. Bir ara Karakoyunlu'lara bağlı kaldı. Akkoyunlu Hükümdarı Karayülük Osman Bey, Çoruh boylarına kadar ulaştı. Daha sonra da Uzun Hasan bu toprakları Akkoyunlu hakimiyetine kattı. Fakat mahallî idareciler olan Çıldır Atabeyleri yönetimlerine devam ettiler. Akkoyunlu Devleti yıkılınca Azerbaycan Emiri Elvend Bey'in emrine girdi. Çıldır Atabeyleri ise onların bağlısı olarak iç işlerinde bağımsız kaldılar. İran'daki Safevi hükümdarı Şah İsmail 1502 yılında Elvend Bey'i yenince bütün Akkoyunlu ülkesiyle beraber Yusufeli ve çevreleri de İran Safevi devletine geçti. Fakat iç yönetim başında İran'a bağlı olarak yine Çıldır Atabeyleri bulunuyordu.
OSMANLI HAKİMİYETİNE GİRİŞ
Artvin ve çevresi, Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Erzurum Beylerbeyi Dulkadırlı Mehmet Han'ın 1536-1537 harekâtı sırasında Osmanlı hakimiyeti altına alındı. Bölge Osmanlı idaresine geçince Artvin ve Yusufeli'yi içerisine alan Livane sancağı kurularak Erzurum eyaleti'ne bağlandı. Livane sancağının merkezi ise Peterek kalesi idi. Ancak kısa bir süre sonra elden çıktığı anlaşılan bu bölge, yine Kanunî Sultan Süleyman devrinde Vezir Kara Ahmet P(a~a tarafından 1549 yılında ele geçirildi. 3 Livane sancağı, 29 yıl Erzurum eyaletine bağlı kaldı. 29 yıl sonra 1578'de Erzurum Beylerbeyi Lala Mustafa Paşa Çıldır Atabeyleri elinden Ahıska'yı alınca o yıl merkezi Ahıska olan Çıldır eyaleti kuruldu ve Livane sancağı da bu Çıldır eyaletine bağlandı. Daha sonra Artvin, Livane sancağı'nın merkezi oldu. Pert-Eğrek (bugünkü Peterek/Çevreli köyü) kalesiyle birlikte kurulan ilk Livana sancağı sonradan padişah fermanları hükmünce kardeşler ve amca oğulları arasında bölüştürülüp yedi sancağa ayrılmıştır. Pert-Eğrek, Livana, Nıfsı Livana gibi adlarla anılan bu sancaklardan biri de ötekiler gibi 1578'den sonra Çıldır eyaletine bağlı bulunan Kiskim sancağıdır. Pert-Eğrek'teki sancak beylerinin, Çıldır (Ahıska) Atabe~leri soyundan oldukları sanılmaktadır. Y. Öztuna, Çıldır Atabeyleri için şunları yazıyor: "Gök Tanrı dininden iken Ortodoks olup, Gürcî'leşen Kıpçak Türk beyleri olup, Oğuz (Türkmen) değillerdir. Hıristiyan oldukları halde Atabey unvânıyle ve ismen Selçuklular nâmına hükümran prenslik hânedânı kurdular. Ahıska, Ahılkelek, Çıldır, Göle, Şavşat, Artvin, Oltu, Yusufeli, Narman, İspir, Tortum, Ardanuç, Ardahan yöresine hükmettiler. İran'daki Türk hânedânlarına ve sonra Osmanlı ya tâbî olup, Osmanlı hâkimiyetiyle ihtidâ edip tekrar Türkleştiler ve âile nin tamamı Osmanlı hizmetine girip Gürcî dilini unuttu... 1549 yılındaki fetih sırasında İşhan ve Erkinis (Demirkent) çevreleri Ardanuç kalesine bağlı idiler. İki yıl sonra 1551'de Ardanuç kalesi de alındı. Ardanuç Sancağı kurulunca İşhan nahiyesi (şimdiki Erkinis/Demirkent çevresi) 7 köyüyle beraber bu sancağa bağlandı. XIX. yüzyıla kadar Çıldır eyaletine bağlı bir sancak olan Artvin (Livane) bu yüzyılda iki defa Rus işgaline uğradı. 1828 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında bölge Rus işgaline uğradı ve 1829 Edirne Antlaşmasıyla Ahıska Ruslara bırakılınca, merkezi Ahıska olan Çıldır eyaletinin teşkilat yapısı da bozulmuş oldu. Ancak, bu eyalete bağlı olan Ardanuç, Artvin, Şavşat, Borçka ve Yusufeli Ruslara bırakılmamış, milli sınırlarımız içerisinde kalmıştır. Bundan sonra merkezi Oltu olan yeni Çıldır eyaleti teşkilatı kurularak Yusufeli kesimindeki sancaklar da bu eyalete bağlandı. 1854-1855 Türk-Rus Savaşı (Kırım Savaşı) sırasında Artvin bölgesinden 600 kadar gönüllü, Ali Bey komutasında Kars'a giderek Ruslara karşı savaşmış, böylece Çoruh bölgesi halkı bu savaşa can ve mallarıyla büyük yardımda bulunmuştur. 1865'te eyaletler yerine vilayet teşkilatı kurulunca 1871'de Erzurum vilayeti teşekkül etti ve Erzurum'a bağlı olarak Oltu merkezli Çıldır sancağı teşkilatı kuruldu. Yusufeli de (şimdiki merkezine kadar olan yukarı kısımları) Kiskim nahiyesi adı ile bu Çıldır sancağına bağlandı. Kiskim nahiyesi kimi yıllarda Bayburt sancağına bağlı kalmış, sonradan İspir'e, daha sonra da Tortum'a bağlanmıştır. Kiskim nahiyesi adı, Kiskim (şimdiki Alanbaşı) köyünde Kiskim sancak beyliği bulunmuş olmasındandır.
İLK İLÇE TEŞKİLATININ KURULMASI
İlk ilçe teşkilatı Erzurum iline bağlı olarak 1879 yılında KİSKİM kazası adı ile kuruldu: Kazanın resmi adı ise Kiskim beyleri torunlarının zorlamaları ile kabul edilmiştir. Bu ilk kuruluşta ilçenin merkezi Öğdem idi. O yıllarda ilçenin, seçimli nahiye müdürleri ile yönetilen beş nahiyesi (bucağı) vardı. Bu nahiyeler Ersis (Kılıçkaya), Pert-Eğrek (Peterek/Çevreli), Hüngâmek (Dokumacılar), Oşnak (Köprügören) ve Hodeçur (Sırakonaklar) adlarını taşıyordu. (Hodeçur 1926'da İspir'e bağlanmıştır.) Dokuz yıl sonra 1888 yılında yukarıda adları geçen nahiyelere beş nahiye daha eklendi. Bunlar da: Barhal (Altıparmak), Utav (Bostancı), Arcivan (Balalan), Zor (Esenyaka) ve Melo (Sarıbudak) nahiyeleridir. (Melo daha sonraları Artvin'e bağlandı.) Kiskim kazası ilk merkezi olan Öğdem'de on yıl kadar kalabildi. 1889 yılından sonra merkezi Ersis oldu. 1912 yılında ilçenin Kiskim olan adı Yusufeli olarak değiştirildi. 1915 yılında Rus işgali başlayınca, 1916'da tedbir için kayıtlar Bayburt'a taşındı ve 1918'de Ruslar geri çekilince Ersis'e geri getirildi. (Ersis, 1926'ya kadar ilçe merkezi olmaya devam eder. 1926'da ilçe merkezi tekrar Öğdem'e nakledilir. 1950'de de şimdiki yerine taşınır.)
1877-1878 OSMANLI-RUS SAVAŞI ve I. DÜNYA SAVAŞINA GİRİŞ
I. Dünya Savaşına geçmeden önce 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve savaşın sonuçlarının bilinmesi, hangi şartlar altında I. Dünya Savaşına girildiğinin öğrenilmesi açısından önemli olduğundan, -Yusufeli yi pek etkilememiş olsa da- burada 1877-78 savaşı ve sonuçlarından kısaca bahsetmek yerinde olacaktır. Osmanlı Devleti, Ruslarla, "93 Harbi" diys de bilinen 1877-78 Savaşına girmiştir. 24 Nisan 1877 günü başlayan çarpışmalar Artvin ve çevresini de sarmıştı. Batum ve Ardahan Savaşları olmuş, Ardahan Ruslar eline geçince, kuvvetlerimiz Yalnızçam Dağları üzerinden Artvin'e çekilmişti. Batum üzerinden bütün gücüyle yüklenen Rus kuvvetleri ilerlemesini sürdürerek Batum, Artvin, Oltu ve Kars'ı işgal ettilerse de Şavşat'a giremediler.
Anadolu cephesinde böylesine bir hezimet yaşanırken, Rumeli'de de durum farklı değildi. Önce Filibe'ye, ardından Edirne'ye kadar çekilen Türk kuvvetleri orada da tutunamayarak çekilmesini sürdürünce Rus kuvvetleri Ayastefanos da denilen Yeşilköy'e kadar geldiler. Bu çekiliş esnasında asrın en büyük vahşet ve katliamı yaşandı. Ruslar ve Bulgarlar, çocuk, kadın ve yaşlı demeden onbinlerce Türk insanını katlettikleri gibi, İstanbul'a doğru göç etmeye çalışan bir milyondan fazla insanın yarısından çoğu da yollarda açlıktan, susuzluktan ve çetelerin baskılarından telef oldu. Bu durumda hükümet barış istemek zorunda kaldı. 3 Mart 1878 tarihinde Yeşilköy'de imzalanan Ayastefanos Antlaşması çok ağır şartlar içermekte idi. 19. maddede yer alan "Osmanlı Devleti harp tazminatı ve Rusya'nın zarar ziyanı için Rusya'ya 1.410.000.000 Ruble para ödeyecekti. Osmanlı ekonomisinin durumunu bilen Rusya, Osmanlı'nın kesinlikle ödeyemeyeceği miktardaki bu tazminatı antlaşmaya kasten koymuştu. Sözkonusu meblağ, 245 milyon Osmanlı altınına karşılıktı. Maddenin devamında, güya Osmanlı'ya iyilik olsun diye, para tazminatının yerine karşılığında, batıda Tolçi sancağı ve Delta adaları, doğuda Kars, Ardahan ve Batum sancaklarının kabul edilebileceği ifade edilmiştir. Bu yerlerin Rusya'ya verilmesi ile ödenmesi gereken meblağ 300 milyon rubleye indirilmişti. Sultan II. Abdülhamid, çok ağır maddeler içeren bu antlaşmanın maddelerini değiştirmek için İngiltere ile temasa geçti ve neticede 13 Temmuz 1878'de imzalanan Berlin Antlaşması ile Ayastafanos Antlaşıııasının bazı hükümleri değiştirildi. Rusya'ya bazı yerlerin verilmesini öngören maddede de ufak değişiklik yapılarak Eleşkirt ile Doğubeyazıt geri alındı ise de Elviye-i Selâse (Üç Sancak) diye bilinen Kars, Ardahan ve Batum Ruslara bırakıldı. Bu arada Batum sancağına bağlı olan günümüzün Artvin, Şavşat, Ardanuç, Borç ka ilçeleri ile Hopa'nın Kemalpaşa nahiyesi de Ruslara bırakıldı. Hopa, Rize sancağına bağlandı. Yusufeli ise Osmanlı idaresi altında kalmaya devam etti. Ruslara bırakılan bu yerlerimiz, 1879 yılında resmen kesinleşen Osmanlı-Rus sınırı ile anavatandan koparılınca, Ruslar hemen bu yerleri işgal ettiler. Berlin Antlaşmasından sonra kesilen ve 1918'e kadar varlığını sürdüren Osmanlı-Rus sınırı: Artvin Dağı-Melo (Sarıbudak) - Orucuk (Oruçlu) kabanı - Aşağı Hod (A. Maden) - Erkinis (Demirkent) güneydoğu yayla tepeleri - Tavusker Oltu çizgisinden geçiyordu. Bölgenin statüsünü kesin olarak belirlemek üzere Rusya ile Osmanlı Devleti arasında 8 Şubat 1879'da "Son Muahede-i Katiyye" adıyla bir anlaşma daha yapıldı. Kendilerine bırakılan Üç Sancak halkının hürriyetlerine olan düşkünlüğünü bilen Rusya, halkın bölgeyi boşaltmalarını sağlamak için planlı olarak bir madde koydurtmuştur. Antlaşmanın sözkonusu bu 7. maddesine göre; "Rusya'ya terk olunan Üç Sancak ahalisi, bu ülkeler haricinde ikamet etmek istedikleri takdirde emlâklarını satıp çekilmekte muhtardırlar. Bunun için kendilerine antlaşmanın tasdiki tarihinden itibaren üç sene mühlet verilmiştir. Bu sürenin bitimine kadar emlâklarını satıp memleketten çıkmamış bulunanlar Rusya tabüyetinde kalacaklard ı r. Bu tarihten itibaren bölge halkı için milli felâket sayılabilecek gelişmeler yaşandı. Zira, Rus hakimiyeti altında yaşamak istemeyen binlerce insan yeriniyurdunu terkederek binbir zorlukla batı ve İçanadolu'ya göç etmeye başladı. Bu göçler sırasında çok sayıda insan can verdi, sağ kalanlar ise genellikle Samsun, Çorum, Tokat, Yozgat, İzmit, Adapazarı gibi şehirlere ve bilhassa Bursa'ya yerleşmişler ve bunlar "93 Muhacirleri" diye adlandırılmışlardır. Göçlerden sonra boşalan bu yerlere Rumlar ve Ermeniler gelerek yerleşmeye başladılar. Ruslar tarafından ayrıcalıklı muamele gören bu Hıristiyan unsurların nüfusları çoğaldıkça yerli halkın aleyhine olarak daha fazla arazi sahibi oldular. Bu şekilde bir plan dahilinde bölgeye yerleştirilen ve başlangıçta çoğunluğu fakir çitçiler olan Ermeniler, kısa zaman sonra sözü geçen zengin insanlar oldular. İçlerinden biraz paralı olanlar ise bölgenin yerli el sanatlarını ve ticaretini tamamıyla ellerine geçirmişlerdi. Yerli halk ise giderek bunların kölesi durumuna düşmeye başlamışlardı. Çarlık Rusya idaresindeki 43 yıllık esaret sırasında bölge halkı millî şuurunu ve kurtuluş ümitlerini kaybetmemiş, gizlice hazırlıklar yapmışlar ve esaretten kurtulup anavatana kavuşma gününü beklemişlerdir. Daha sonraları I. Dünya Savaşı çıkınca, Teşkilatı Mahsusa çerçevesinde teşkilatlanmışlar ve Ruslara karşı direnmişlerdir.
I. DÜNYA SAVAŞINDA YUSUFELİ
Tarihte, "Cihan Harbi, Umumi Harp, Büyük Harp" gibi adlarla anılan I. Dünya Savaşı (1914-1918), Osmanlı Devleti'nin tarihten silinme nedenlerini hazırladığı gibi, 1878'den sonraki Artvin yöresinin de unutulmaz acı anılarla dolu yıllarını, perişanlık devrelerini teşkil eder. Dünya milletlerini de perişanlığa sürükleyen bu savaşın çıkış nedenlerini genel kaynaklara bırakarak, çevremizi ilgilendiren olayları gözden geçirelim. Teşkilatı Mahsusanın savaş başlamadan önce çevremizde yaptığı gönüllü çete örgütlerini iki bölümde görüyoruz. Bunlardan biri, Melo Hudut Taburundaki subayların da desteğiyle Yusufeli kesiminde; ikincisi Dr. Bahattin Şakir Bey'in gizlice gelip Artvin'de kurduğu gönüllü çete teşkilatıdır. Yusufeli çetelerinin ba şında Lusuncur (Çamlıca) köylü Molla Sabit Bey , Artvin'deki teşkilatın başında ise Kuvarshan'lı Çil Hüseyinoğlu Kadir Ağa görev almışlardı. Bizim bu kuruluşlarımıza karşılık, Ruslar da kendi içlerinde Milli Teşkilat adı altında Ermeni ve Gürcü taburları kurdular. Ermeni taburları, komitacı Türkiye Ermenilerinden ve 1914 yazında Rusya'ya kaçan azgın Türk düşmanlarındandı. Artvin'de Kadir Ağa'nın gönüllüleri teşkilatlanırken, Türkiye sınırları içindeki Yusufeli'nin Aşağı Hod (Aşağı Maden) [O zamanlar Yusufeli'ye bağlıydı], Nizgivan (Demirköy), Lusuncur (Çamlıca) köylerinde de aynı faaliyet devam ediyordu. Bu hazırlıkların başında Lusuncur (Çamlıca) köyünden Molla Sabit Beyi vardı.
Savaş başlamış, 1 Kasım 1914 günü sabahı Rus kıt'aları hep birden Oltu, Karaurgan, Micinket, Soğanlı ve Ağrı Dağı geçitlerinden Türk sınırlarına girmişlerdi. Melo Hudut Taburu Kara Yüzbaşı adıyla anılan Hakkı Bey'in kumandasında aynı günde, biri Salalet mezrasından, diğeri Sirya-İşhabir üzerinden Artvin'e yürümüş, Rus memurları ve askerlerini, karşı Seyitler köyü mıntıkasına sürmüştü. 3. Türk Tümeninden ayrılan 8. Mürettep Alay da Alman Yarbayı Ştange emrinde Arhavi'ye gelmişti. İstanbul-Eyüp'lü Yüzbaşı Halit Bey de bu resmi kuvvetlerin bir taburuna kumanda ediyordu. Teşkilatı Mahsusa kuvvetlerinin başında ise İstanbul-Yenibahçe'li Yakup Cemil Bey bulunuyordu. Hod çetesinden bir kolun daha önce Şavşat'a geleceğini haber alan Rus Naçaliği, kazayı bırakıp Ardahan'a kaçmış bulunuyordu. Kasaba boş kalınca hükümet konağı yerliler tarafından korunmuş, birkaç gün sonra da Yusufelili Mustafa Çavuş ile Hodlu Altunoğlu Mahmut ve Ali Onbaşı adlı üç kişi emrinde otuz kadar silahlı Hod çetesi savaşa girip kazayı korumaya başlamıştır. Bir hafta kalıp giden bu çetelerden sonra kaza tekrar boş kalınca Ardahan'dan Ermenilerin Şavşat üzerine baskın yapacakları haberi alınrvfıştı. Buna karşı Sahara Dağı geçidinin gönüllü yerli silahlılar tarafından koruma işini üzerine alan ilk öncü Gürnatel (Susuz) köylü Yusuf Bey olmuştur. Yaklaşık olarak 1914 yılı Kasımının ilk haftasında önce 8-10 silahlı ile Sahara geçidi tutulmuş, ondan sonra günden güne gönüllü kuvvetler çoğalarak sayıları 300 kadar olmuştur. O günlerde Şavşat'lı Atabey oğullarından Fuat Bey, Şavşat merkezinde kendiliğinden yerli bir hükümet kurarak Sahara kuvvetlerine yardıma başladı. Bu durum karşısında Ermeni çetelerinin Şavşat'a gelmeleri önlenmiş oldu. Bir süre sonra da Yusufelili Sabit Bey emrindeki 200 kadar silahlı Şavşat merkezine geldi ve bu kuv vetler Sahara geçidine çıktılar. Hopa, Melo ve Erzurum depolarından silah getirmek üzere gitmiş olan Şavşat'lı gruplar bugünlerde dönmüş ve gerekli silah ve cephaneyi getirmişlerdir. Sahara geçidinin tutulmasından az sonra Teşkilatı Mahsusa Alayı Kumandanı Yakup Cemil Bey ve Yüzbaşı "Deli" Halit Bey'ler İstanbul çetesi denilen gönüllü ve resmi kuvvetlerle Şavşat'a ulaştılar. Şavşat'ta asıl milis kuvvetlerin kuruluşu bunların gelişi ile olmuştur. 26 Aralık 1914 günü Şavşat'taki bütün kuvvetler Sahara'dan geçip Ardahan üzerine yürüdüler. Ştange Bey'in kumanda ettiği 8. Alayla Kadir Ağa'nın başçılığı altındaki Artvinli gönüllüler de Yalnızçam üzerinden aynı günlerde Ardahan'a girmişlerdi. Yalnıçam ve Sahara'dan yürüyen her iki kolun baskınları sonucu Ardahan 29-30 Aralık 1914 gecesi elimize geçti. Fakat, Ardahan'a yeni kuvvetlerimizin yetişmesine imkân olmadığından Ruslar bir tugay kuvvetle 4 Ocak 1915 gecesi şehri ani bir baskınla tekrar ele geçirmiş oldular. Ruslar, 1915 Mart sonlarına doğru Hopa - Borçka - Ardanuç kesimlerindeki kuvvet ve saldırılarını artırdıklarından Sahara'da tutunmamız imkânsız olmuştu. Bu nedenle, Berta köprüsünde karargâh kurmuş olan Halit Bey Sahara gönüllülerinin Berta Deresinden gelerek kendisiyle birleşmelerini zorunlu görmüştü. Sabit Bey kendi gönüllülerini alıp, Berta dağlarından Halit Bey emrine gelirken Şavşat gönüllüleri de dağılıp, ormanlar arasına çekilmişlerdi. Bu durumda Ruslar tekrar Şavşat'ı işgal ettiler. Hatila Dağlarında ve Acıelma Tepelerinde devam eden çete savaşlarımız düşmanı bir süre oyaladıysa da, kuvvetini giderek artıran düşman karşısında resmi ve gönüllü kuvvetlerimiz 27 Mart 1915 günü Artvin'i boşaltıp Melo (Sarıbudak) yönüne çekilme zorunda kalmıştır.~4 ~ Savaşlar devam ederken, bölgede açlık felâketi başgösterir.
AÇLIK FELÂKETİ
Sürüp giden felâketler arasında bir de yerli ahali arasıda açlık başlamıştı. Köylerinde kalan halk savaş dolayısıyla ekimişlerini tam yapamamış olduğundan ekmeklik tahılı 1916 yılı kış ortasında bitmiş, açlık başgöstermişti. Kendisine silahla karşı koyan yerli halkın açlığına bir bakıma intikam duygusuyla seyirci kalmış gibi hareketsiz duran Rus hükümet adamları yanında onların Kızılhaç'ı da yardım için hiçbir teşebbüs göstermemişti. Bunun üzerine Bakü İslâm Cemiyet-i Hayriyesi'nin yardımlarına sığınma zorunda kalınmıştı. Bu yardım isteme teşebbüsünü özel mektupları ile değerlendiren Artvin Rus Okrok Naçaliği Mektupçusu merhum Süleyman Taşkan anılarında şu bilgiyi vermektedir : ... Bu durum karşısında Bakü İslâm Cemiyeti'nin yardımlarını istedim. Bir yandan da cemiyet azasından olup, ke ndisini yakından tanıdığım Ağabela Güliyev'e vaziyeti etrafıyla bildirdim. Aradan onbeş gün geçmeden adı geçen cemiyet, Tiflis'te bulunan ve Kars ahalisine yardımı ile meşhur olan Cemiyet Mümessili Dr. Sultanoğlu Hüsrev Bey'e yardım için talimat vermiştir. Bir müddet sonra Artııin ve Ardanuç'a un, şeker, sabun ve elbise gelmeye başladı. Gelen bu yardımlar nezaretimiz altında Cemiyet Mümessili Aliyev vasıtasıyla ahaliye dağıtıldı. Bu yardım bitmekte iken Artııin başında Salalet mevkünde kışlayan Rus ku vvetleri, Halit Bey'in Melo'dan çekilmesiyle Yusufeli köylerine girdiler. Bu kaza köylerinin muhacir olamayan ihtiyarları ııe ç ocukları da daha aç ve perişan vaziyette idiler. Erkekler Türk kuvvetleri ile çekilip gitmiş, yiyecek adıyla bir şey kalmamrştı. Bu sefer aynı cemiyetten bu yerler için mısır yardımı yapılmasını rica ettim. Bu haberin üzerine İslâm alemine hizmeti vazife edindiğini bildiren Bakü Cemiyeti derhal onbin çuval mısır göndermiş ııe yine Aliyeıı vasıtasıyla Yusufeli kadınlarına dağıtılmıştır... "
MUHACİRLİK
İlk ateş başladığı günlerde Ardanuç, Artvin, Şavşat, Borçka, Acara kesimlerindeki halkımız Osmanlı Türkiyesi'ne göçmeye başlamışlardı. O günlerde Ardanuç ile Rus kesiminde olan Yukarı Hod (Yukarı Maden)'dan başlayan ilk göçler Yusufeli'nin Erkinis (Demirkent) nahiyesine geçiyordu. Ellerindeki madeni Rus paraları ile (paraların kimisi bakır, kimisi gümüştü) Erkinis'ten öteberi yiyecek maddeler aldıklarını görmüştük. Göçenler, Ruslardan, Ermenilerin kanlı ellerinden kaçıyorlardı. O günlerin acı anılarını yazıp, Sarıkamış Felâketi adı altında yayımlayan Aziz Samih Bey (İlter), gördüğü, bir kısmı da Çoruh boyundan kaçan bu göç kafilelerinin perişan durumlarını bize şu cümlelerle anlatmış oluyor : ...Muhacir akını Erzurum'a doğru gidiyor. Malûl ihtiyar anasını sırtına almış erkekler, çocuklarını (kış kıyamette) yo rganına sarmış, omuzlamış, kucaklamış kadınlar... Sorarsanız, nereye gittiklerini onlar da bilmiyor. Rus askerinden, Ermeni taarruzundan canını, namusunu kaçırıyor. Bu sürü sürü zavallıların kim bilir her gün ne kadarı boş köylerin yıkık damları altında can veriyor. Doğru sayısını Yara dan bilir. Erzurum Valisi şimdiye kadar 15 bine yakın tahmin ediyor.. Bu felâket günlerini yaşayanlardan birisi olan M.Adil Özder, Artvin ve Çevresi adlı kitabında şunları yazıyor: "O felâket günlerinin türlü ayrıntılarını çocukluk çağımızda, bu satırların yazarı olan ben de görüp, yaşayanlardan biriyim. Etkileri onca kuvvetli ki, o günlerde 8-10 yaşlarında olan benim gibi niceleri bu kaçışın ve p erişanlığın hayal izlerini ömür boyu un utamazlar. Bu göçlerin hepsinde, çocuklarının soğuktan titreyen ellerini bez pa rçalarına sarıp, onları sürükleyerek götüren genç anaları, omuzlarındaki öteberi üzerine çocukları oturtup inleyen nineleri dünkü gibi hatırlıyorum. Çoruh kıyısının o yıllardaki dar ve uçurumlu patika yolları insanlarla ve kaçırılabilen davar sürüleri ile dolu dolu idi. Bu patikaların yanlarında bulunabilen daracık teraslarda hasta insanların yerlere serildiğini sık sık görüyorduk. Bütün telaş Çoruh'un sol (batı) kıyılarına can atmaktı. Katır ve atlar `Tekâlif i Harbiye' olarak o rduya verilmişti. 7-8 yaşlarındaki çocukların bile sırtlarında onlara göre yükler bulunuyordu. Bu tüyler ürpertici manzaralar anlatmakla bitmez..." Bu göçmelerin yerli halk şairlerimizde bıraktığı etki ve izlenimler pek çoktur. Bunlardan biri de Zor (Esenyaka) köyünden Âşık Mustafa İzni'nin göçme yılında söylediği destandır. Göçmede sırtında bir çuval yükü de olan 59 yaşındaki İzni, hem yürür, hem de yüksek sesle destanını okurmuş.
Artvin' i tekrar Ruslara bırakan resmi kuvvetlerimizin kumandanı Alman Stange (şıtange) hastalanıp, görevinden ayrılmış, milis kuvvetler başında bulunan Bahattin Şakir Bey de ayrılıp Erzurum'a gitmiştir. Bundan sonra Cilcim - Keldağ - Damlakürün çizgisinde yerleşen resmi ve gönüllü kuvvetlerimiz Binbaşı Halit Bey kumandası altında çoruh Müfrezesi adını almıştır. Bu arada, Çetebaşılıkla çoğu Ardahan taarruzuna katılmış olanlara resmi rütbeli milis subaylık görevi verilmiştir. Halit Bey'in müfrezesi bu kesimde 5 Mart 1916 gününe kadar çevrelerimizi savunacaktır. 1915 Mart sonlarına doğru Rus saldırılarının artması sonucu, Ruslar karşılarında çekilen Türk kuvvetlerini takip ederek Yusufeli'ye doğru ilerliyorlardı. Berta köprüsünde karargâh kurmuş olan Halit Bey, Yusufelili gönüllüleri de yanına alarak yöremizi uzun süre savundu. Savaşlar sırasında İşhan Hudut Taburu merkezi olan İşhan köyü 8 Nisan 1915 günü Ruslar eline geçmiş, Buradan doğuya ilerlemek isteyen Rus müfrezeleri Erkinis (Demirkent) yaylalarıda Halit Bey'e bağlı yerli kuvvetlerle savaşa tutuşmuşlardı. Ruslar aynı günler içinde Çoruh'un sağ kıyılarındaki Yusufeli köylerini ve kazanın merkezi Ersis (Kılıçkaya) kasabasını işgal ediyordu. Bu düşman kuvvetleri 2. Türkistan kolordularının sağ kanadına bağlı ve Albay Kamyanski'nin kumanda ettiği 3. Koban Plaston Tugayıdır. Yine bugünlerde, Çoruh'un sol kıyı kesimlerindeki yerlerimizi Binbaşı Halit Bey'in Çoruh Müfrezesi savunmaktaydı. Çoruh'un sağındaki köylerimiz karşı kıyıya göçerken, Halit Bey bu kesimde tek geçit olan Erkinis önündeki ahşap köprünün yakılmasını uygun görüp, 19 Nisan 1915 günü köprüye ateş verilmiştir. Ardanuç ve Hod köylerinden göçen son muhacir kafileleri de köprünün yakılmasından bir gün önce karşı kıyıya geçmişlerdi. Halit Bey'in müfrezesi bundan sonra Çoruh'un sol kıyılarını savunacak, Erzurum'un düşmesiyle (16 Şubat 1916) çekilmeye zorlanıp, ırmak yatağı boyunca düşmanla kahramanca savaşarak İspir üzerinden Bayburt'a çekilecektir.~48~ Bölgemizde çok büyük yararlılıklar göstermiş olan, atılganlığı, cesareti ve gözü pekliğinden dolayı da "Deli" lakabı takılmış olan Halit Paşa, Tüm Artvin'de olduğu gibi Yusufeli halkı tarafından da çok sevilen ve sayılan bir komutan idi. Bu sevgi ve saygıdan dolayı onun adını yaşatmak için Yusufeli merkezde bir caddeye ve bir ilkokula (şimdi ilköğretim okulu) Halit Paşa adı verildi.
G. Solmaz, Deli Halid Paşa adlı kitabında `Halit Paşa'nın askeri olmuş kişilerin ve halkın anlattığı Halid Paşa' bölümünde Yusufelili iki kişinin de Halit Paşa ile ilgili anılarına yer vermiştir. Ruslar ilçenin çoğu köylerini ele geçirince kaza merkezi Ersis'in boşaltılması zorunlu olmuş, kayıtlar 1916 yılında Bayburt'a götürülmüştür. Rusların geri çekilmesi üzerine 1818 yılının ilkbaharında kaza merkezi tekrar Ersis'e nakledilmiştir. Çeşitli il, ilçe ve köylere göç etmiş olan savaş göçmenleri Ruslar'ın geri çekilmesinden sonra tekrar köylerine dönmeye başlamışlardır. I. Dünya savaşı sırasında rütbeli resmi Milis Subayı olarak görev yapan Yusufeli'liler şunlardır: 49 1. Lusuncur (Çamlıca) köyünden Molla Sabit Bey (1869-1916): Bu zat Ardahan savaşına giderken de rütbeli idi. 2. Aynı köyden ve Sabit Bey'in yeğeni Hasan Efendi (1885 -1916): İspir savaşları sırasında Bahsı köyünde düşman topçusunun bir şarapneli ile şehit olmuştur. 3. Aynı köyden Demircioğullarından Mehmet Bey: Sabit Bey'in kayınbiraderi idi. 4. Aynı köyden Molla Aziz Efendi: Savaşın sonuna kadar çalışmıştı. Artvin dağlarında Ruslara yaptığı saldırılarla meşhurdu. 1958 yılında 80 yaşlarında iken köyünde ölmüştür. 5. Aynı köyden Fetvacıoğullarından Osman Ağa: 1916'da Bayburt savaşlarında şehit olmuştur. 6. Armaşen (Esendal) köyünden Molla Haliloğullarından Ali Efendi: Ardahan savaşına katılmıştı. Savaşın bitmesinden sonra toplanan Erzurum Kongresine delege olarak gitmiş, sonraki yıllarda uzun süre Erzurum ve Artvin illerinin Genel Meclis üyeliğini yapmıştır. 7. Aynı köyden Ahmet Efendi: Üstteki Ali Efendi'nin kardeşi idi. 8. Aynı köyden ve üsttekilerin amca oğullarından Osman İrmiş Efendi: Ardahan taarruzuna girmiş, savaşın sonuna kadar çalışmış ve 1920'deki Ermeni savaşına Halit Bey maiyetinde Milis Subay rütbesiyle gönüllü olarak savaşmıştır. Bu savaşta Kars'ın alınışına kadar bulunmuştu. (5°) 80 yaşlarında iken 1956 yılında Artvin-İskebe'de ölmüştür. Osman Efendi ayrıca, 1940'lı yıllarda Yusufeli Belediye Başkanlığını da yapmıştır. (O zamanlar ilçe merkezi Öğdem'de idi.) 9. Aynı köyden Arif oğlu Mustafa Sönmez Efendi: Tortum savaşlarında yaralanmıştır. 10. Coybar'dan (Esendal köyü Akarsu Mahallesi) Osman (Gültekin) Efendi: Savaş başlangıcından sonuna kadar savaşmış olan bu hemşehrimiz yedi yerinden yara almış, omuzları delik deşik olmuştu. Savaş malülü olarak maaş alanlardandı. 11. Erkinis (Demirkent) köyünden Budakoğullarından Mustafa oğlu Ali Budak Bey: Savaşın sonuna kadar çalışmıştır. 85 yaşlarında iken 1964 kışında Artvin'de ölmüştür. 12. Aynı köyden Susamoğullarından Mehmet Ağa: Sonuna kadar savaşmış, muhacirlikten köyüne döndükten sonra 1919'da köyünde ölmüştür. 13. Aynı köyden Aliağaoğullarından Ali Gayretli: 1970'te 80 yaşlarında köyünde idi. 14. Okar (Havuzlu) köyünden Şerif Bey: Şerif Pehlivan adı ile de anılan bu hemşehrimiz İstiklal Savaşı sonuna kadar Garp Cephesi Kumandanlığı emrinde savaşmış, yerleştiği Eskişehir'de 1963'te ölmüştür. Aynı köyden Hafızoğullarından Mehmet Efendi : Savaşın sonuna kadar çalışmıştır. 16. Zor (Esenyaka) köyünden Mataracı oğullarından Abdülaziz Ağa oğlu Mustafa Ağa: Savaşın sonuna kadar çalışanlardandır. 1940'dan sonraki yılların birinde köyünde ölmüştür. 56 17. Aynı köyden Mustafa Ağa: Savaşın sonuna kadar çalışanlardandı. 18. Aynı köyden Bayraktaroğullarından Metin oğlu Mehmet Efendi. 19. Aynı köyden Altundiş (Yüzbaşı) lakabı ile anılmış olan Osman Efendi: 1960'larda köyünde ölmüştür. 20. Şadut (Çıralı) köyünden Hamza Ağa (Polat). 21. Nihah (Yokuşlu) köyünden Yaralızade Ahmet Bey: Savaşın sonuna kadar çalışmış, 1919 Erzurum Kongresine Ali Efendi ile birlikte delege seçilmişti. M. Fahrettin Kırzıoğlu Bütünüyle Erzurum Kongresi adlı kitabında, Yaralızade Ahmet Bey hakkında şunları yazıyor: "Ulu dedeleri, Tiflis'ten gelme olup" Yusufeli'nin Oşnak (yeni adı Köprügören) köyüne yerleşmiş. Bu köyden eşrâfdan sayılan Yaralıoğlu Hüseyin Bey oğlu Yusuf Bey'in oğludur. 1868'de doğdu. İlk ve Rüşdiyyeyi eski kaza merkezi Kiskim'de okudu. Çiftçilik ve bahçesiyle uğraştı. Erzurum Vilâyet Umûmî Meclisine A'zâ seçildi. Rus ordusu çekildikten sonra, onun yerini tutmaya çalışan Ermeniler ile mücadelede, Kopdağı'nda 1918 baharında Çete Re'îsi olarak, Deli Halid Bey'in emrinde bulundu; yararlığından, Takdirnâme aldı. Yusufeli kurtulunca, yine Meclisi Umûmi A'zâlığına seçildi. Vilâyeti Şarkkıyye Müdâfa'ai Hukuukı Milliye Cem'iyyeti Yusufeli Şu'besi'ni açtırdı ve iki Erzurum Kongresi'ne de Mümessil olarak katıldı.1923'te üçüncü evliliğini, İspir Kaymakamı Fahri Bey'in kızı Ziynet ile yaptı. 1930-37'de, İspir'in Hunut nahiyesinde müdür idi. Yaş haddinden emekli oldu.l947'de köyünde rahmete erdi. 22. Aynı köyden Mehmet Bey (aynı aileden). 23. Hers (Kirazalan) köyünden Uzunağaoğullarından Aziz Efendi. 24. Ahut (Kömürlü) köyünden Mustafa Efendi
ERMENİ SALDIRILARI
Ruslar geri çekilmişlerdi fakat bu sefer de Ermeniler saldırılara başlamışlardı. Ermeniler bölgemizde de kanlı saldırılar yapmışlar, halka çok acı işkenceler çektirmişlerdir. Bu saldırılar üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti 1920'de bu olayları protesto ederek, Ermeni Taşnak Hükümetine bir ültimatom verip, saldırılara son verilmesini istemişti.
KURTULUŞ SAVAŞI YILLARI
Kurtuluş Savaşının Doğu Cephesi kurulmuş, başına da Kâzım Karabekir Paşa getirilmişti. Paşanın yayınlamış olduğu yazı, köylerimize kadar yayılmış, halka cuma namazından sonra okunarak yardım istenmişti. I. Dünya Savaşından yorgun ve bitkin çıkmış gazilerimiz manevi güçlerini kaybetmemiş olmalılar ki Paşanın bu çağrısına koştular. Kadınlar da yokluk içinde cepheye gömlek, çorap, giyecek hazırlayıp göndermekle Kurtuluş Savaşına katılmakta yarış halindeydiler. Doğu Cephesi komutanı Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki ordumuz 30 Ekim 1920'de Sarıkamış'ı aldı 3 Aralık 1920'de Ermeniler, Gümrü Antlaşmasını imzalamak zorunda kaldılar. Ülkemizin doğu sınırı bu antlaşma ile çizilmiş oluyordu.
KRONOLOJİ 415- Pers sınırında bir Bizans yerleşim yeridir.
531- Bağratlılar’ın egemenliğine girdi.
646- Arap İslam ordularının akınına uğradı, Halktan “Cizye” adlı vergi alınmaya başlandı.
737- Abbasilerin egemenliğine girdi......???
853- Abbasi Halifeliğine bağlı, Bagratlı-Oğuz beyliği egemenliğine girdi.
899- Dördüncü Bagratlı Krallığı kuruldu.
1068- Selçuklu topraklarına katıldı.
1125- Konya Selçuk Sultanı 1. Alaaddin Keykubat’ın hakimiyetine girdi.
1265- Moğolların egemenliğine girdi.
1549- Vezir Kara Ahmet Paşa Osmanlı idaresine kattı.
1578- Merkezi Ahıska olan Çıldır eyaletine bağlandı.
1830- Merkezi Oltu olan Çıldır Sancağı oluşturularak Erzurum Eyaletine bağlandı.
1879- Merkezi Kiskim adı ile ilçe kurularak Erzurum Sancağına bağlandı. Kısa bir müddet sonra ilçe merkezi Öğdem’e taşındı.
1894-İlçesi merkezi Ersis’e taşındı.
1915-Rus işgaline uğradı.
1916-Kaza merkezi boşaltıldı,kayıtlar Bayburt’a götürüldü.
1926-İlçe tekrar Öğdem’e naklederek Artvin Sancağına bağlandı.
1918-Ruslar çekildi,16 Mart’ta Osmanlı sınırları içine alınınca anavatana kavuştu.
1933-Erzurum iline bağlandı.
1936-Merkezi Artvin olmak üzere kurulan Çoruh Vilayetine nakledildi.
1940-Artvin iline bağlandı.
1950-İlçe merkezi Öğdem’den şimdiki yerine taşındı.
1956-Artvin Vilayetine bağlandı.
Kaynak: Taner ARTVİNLİ - Yusufeli 2000
28 Ağustos 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder