Kıpçaklarda Sosyo-Kültürel ve Dinî Yapı / Doç. Dr. Ahmet Gökbel
Kıpçak Türkçesi
Kıpçak lehçesine ait müstakil eserlerin yazıldığı ilk dönemler, Türk dili için dönüm noktası olmuştur. Göktürk, Uygur, Karahanlı çizgisinde tek bir kol halinde gelen Türkçe, Harezm döneminde XIII. yüzyılda dalgalanmaya başlayıp XIV. yüzyılda artık belirgin kollara ayrılmıştır. Aynı yüzyıllarda Harezm merkez olmak üzere kuzeyde HarezmAltınordu, AltınorduKıpçak, KumanKıpçak isimleri altında gelişmeler görülürken aynı kola paralel bir gelişme de güneyde ortaya çıkmıştır. Güneydeki bu kol içinde ise asıl Memlûk Kıpçakçası, Oğuz (Türkmen)Kıpçak karışımı ve asıl Oğuzca (Türkmence) farklılaşması gözleniyor. Aynı yüzyıllarda doğuda Kıpçak lehçesi ile aynı kaynaktan beslenen Doğu Türkçesi (Çağatay Türkçesi) sahneye çıkarken OğuzTürkmen temeline dayanan Batı Türkçesi öteki üç koldan farklı olarak gelişmesini devam ettirmiştir.
Görüldüğü gibi, batı dışındaki kollarda Kıpçak lehçesinin doğrudan bir ağırlığı vardır. Lehçelerin teşekkülünde kesin tarih vermek ve coğrafî sınır çizmek mümkün değildir. Ayrıca XIII. yüzyılda Çingiz (İlhanlı Moğol) ve XIV. yüzyılda Timur (Moğol) akınlarını da hesaba katarsak karışık tabloyu diltarihcoğrafya açılarından tamamlamış oluruz. İşte bu yüzden XIIIXIV. yüzyıllarda yazılmış bazı eserler bilim adamları tarafından müştereken net bir yere konulamamıştır.
Kıpçakların uzun süre Türkmenlerle birlikte yaşamaları, Kıpçakçanın Türkmence ile yakın temasta bulunmasına neden olmuştur. Bu yakınlaşma yüzünden Kıpçakça metinlerin dili, Türk dili tasniflerinde net bir yere konulamamıştır.1
Bu konuda şunu da belirtmekte yarar vardır ki, Kıpçakçayı Kumanca (C. C.) ve Kıpçakça (diğer eserler) şeklinde ayırmak doğru değildir. İkisi de aynı lehçelerdir. Codex Cumanicus ile diğer eserler arasındaki farkın sadece yer, zaman ve muhit farkı olduğu zikredilmektedir. Çünkü bu farklara rağmen ses ve kelime bilgisi özellikleri bakımından önemli ayrılıkların bulunmadığı görülür. Dilciler, bu kadar farkın Codex Cumanicus'un İtalyan ve Alman bölümleri arasında da bulunduğunu bu tip farklara aynı muhitteki (İslâmi) eserler arasında da rastlanabileceği noktasından hareketle ikisinin de "Türkçe" olduğunun hatırdan çıkartılmaması üzerinde durmaktadırlar. Kıpçak Türkçesi, değişik tasnif ve başka isimler altında da zikredilmekle beraber genellikle orta dönem Türkçesinin batı gurubuna giren bir lehçe olarak kabul edilir.
Kıpçaklar, kendilerinden önce Doğu Karadeniz'e göç eden bazı kavimleri de bünyelerinde toplayarak kuzey Türkçesinin batı kanadını oluşturmuşlardır.2 L. Ligeti, günümüzde Balkar, Başkırt, Karaçay, Karaim, KaraKırgız, Kazan, KazakKırgız, Kırım, Kumuk, Nogay, Mişer, Özbek, Tobol ve Tura gibi kavimlerin Kıpçak şivesinde konuştuklarını belirtmektedir.3
Kıpçak Türkçesi üzerine yazılan Arapça eserlerde Kıpçakça kelimelerin yazımında Arap harfleri kullanılmıştır. Arap yazısının Kıpçakçada kullanılan bütün sesleri vermeğe yetmediği için, yazarlar P, Ç, O, Y gibi bir takım sesleri yazmak üzere bazı çarelere başvurmak zorunda kalmışlardır. Kıpçakça p sesi Arapça b veya f harfiyle yazılmıştır. Kıpçakça ç sesi Arapça c bazen Farsça ç harfiyle gösterilmiştir. Y sesi yerine ise n, nk ve ğ ve g harfleri kullanılmıştır.4
Codex Cumaicus'ta (C.C) Kıpçak kelimesi memleket ismi olarak geçer, buna karşılık eserin dili, esas, yani Türkçe metinde5 "Tatarça" ve "Tatar til" olarak gösterilmiştir. Gerçekten C.C.'daki dil malzemesi bugünkü eski Kıpçak toprakları üzerinde konuşulan lehçelerle, özellikle de Kazan Tatarcasıyla birçok benzerliklere sahiptir. Bu nedenle bazı dilciler Kıpçakçaya Tatarca da demektedirler.6
Türklerin belli bir dönemde yaşamış oldukları göçebe hayat tarzı ve bunun doğal sonucu olan devamlı yer değiştirme ve mücadelelerden dolayı kendileri tarafından kaleme alınan fikir ve edebiyata dair eserlerin bazıları maalesef bize kadar intikal etmemiştir. Bu durum sadece Kıpçaklarda değil, bu şekilde hayat süren bütün bozkır kavimlerinde aynıdır. O nedenle Kıpçaklarla ilgili bilgileri, bu kavimlerin bozkır hudutlarında yerleşik hayata geçmiş olan zümrelerin yahut bunlar ile temasta bulunan komşu kavimlerin kayıtlarında bulmak mümkün olmaktadır.
Tarihi gelişme içerisinde Türkçenin kuzey kanadını teşkil eden Kıpçak Türkçesinin belli başlı eserleri, sahasından çok uzaklarda Mısır ve çevresinde meydana getirilmiştir. Yerleşik bir devlet ve medeniyet kuramayan bozkır Kıpçaklarından elimizde eser olarak sadece Hıristiyan bir muhitte yabancılar tarafından yazılmış bir lügat ve derleme mahiyetindeki Codex Cumanicus7 kalmıştır. Kıpçak Türkçesinin bugün elimizde bulunan ürünlerinin büyük çoğunluğunu, Müslüman bir belde olan Mısır'da meydana getirilenler oluşturmaktadır. Kaleme alınan Kıpçakça eserler olarak ilk akla gelenler lügatgramer kitaplarıdır. Ancak, dili öğreten bu kitapların yanında dinî ve dünyevî konularda Kıpçak Türkçesiyle telif ve tercüme edilmiş eserler de vardır. Dünyevî konularda ele alınan bu eserlerin başlıcalarını atçılığa, okçuluğa ait, esası askerliğe dayananlar oluşturmaktadır. Bunlar sırasıyla; Kitâbü'lİdrâk li Lisâni'lEtrâk,8 Kitabı Mecmuu Tercümânı Türkî ve Acemî ve Mogolî,9 EtTuhfetü'zZekiyye fi'lLügati'tTürkiyye, 10 Kitabü Bulgatü'lMüştâk fi Lügati'tTürk ve'lKıpçak,11 ElKavânînü'lKülliye li Zabtı'lLügati'tTürkiyye,12 EdDürretü'lMudîa fi'lLügati'tTürkiyye,13 Kitab fi'lFıkh,14 Kitâb fi'lFıkh bi'lLisâni'tTürkî,15 Kitâbı Mukaddimei Ebu'lLeysi'sSemerkandî,16 İrşâdü'lMülük ve'sSelâtin,17Şerhu'lMenâr ve Mukaddemetü'lGaznevî fi'lIbâdât,18 Kitab fi Riyâzâti'lHayl,19 Münyetü'lGuzât,20Baytaratu'l Vâzıh,21 Kitab fi Îlmi'nNüşşâb,22 Gülistan Tercümesi (Kitâbı Gülistân bi'tTürkî),'dir.23
Aile Yapısı
Eski Türk cemiyetinde ilk sosyal birlik olan aile, bütün ictimaî bünyenin çekirdeği durumunda idi. Türklerin, dünyanın dört bir tarafına dağılmalarına rağmen varlıklarını korumaları, aile yapısına verdikleri büyük ehemmiyetten ileri gelir. Türk dilinde, başka milletlerde rastlanmayan zenginlikte varolan akrabalık nüanslarını belirleyici kelimeler buna en güzel delil sayılabilir.
Kıpçak Türklerinde aile bireylerini tespit etmek gerekirse, Kıpçakça lügatlerden yararlanarak şu bilgileri vermek mümkündür. Kıpçaklarda baba karşılığında "ata"24 kelimesi kullanılırken kadının ilk kocasından olan çocukların, analarının sonradan evlendiği erkeğe üvey baba anlamında "atalıh"25 denildiği anlaşılıyor. Günümüzde kullanılan "ana" kelimesi Kıpçaklarda da aynen kullanılıyordu.26
Türk aile hayatının temel felsefesi, çocuk sahibi olarak nesli devam ettirmektir. Tarihi kaynaklar bu konuda bize geniş malumat verir. Günümüzde bile çocuğu olmayan aileler belki de bu geleneğin gereği olarak yadırganma ile karşı karşıya kalmaktadır. Kıpçak Türklerini de bu geleneğin dışında mülahaza etmek uygun değildir.
Diğer Türk boylarında olduğu gibi Kıpçaklarda da erkek çocuğuna "oğul",27 kız çocuğuna da "kız"28 denildiği görülüyor. Günümüzde de aynı adların kullanıldığı malumdur. Kıpçakların kardeş kelimesinin karşılığında "charandas"29 kelimesi, ağabey yerine"aga"30 kelimesi, kız kardeş yerinde de "chez charandas"31 (kız karındaş=kız kardeş) kelimesini kullandıkları anlaşılıyor.
Türk aile geleneğinde yaşlılara hürmet edilmesi kökleşmiş geleneklerimizin başında gelmektedir. Geniş aile sistemi içerisinde aile fertleri içerisinde kabul edilen büyük babaya Kıpçaklar "öbüge"32 demektedirler. Büyük anneye de "aba" veya "ebe"33 dedikleri anlaşılıyor. Ailenin en büyükleri olarak kabul edilen bu kişilerin "ini"ye34 (torun) varıncaya kadar aile fertleri üzerinde söz hakkı vardır. Bunun bütün Türk boylarında yaygın olduğu görülüyor.
Diğer akrabalara verilen isimlere gelince; babanın erkek kardeşi amcaya "abaqa",35 atakarındaşı veya "içi"36 gibi adlar verilirken, annenin erkek kardeşine dayı anlamında "tagay"37 deniliyor. Kıpçaklar, teyzeye "anakarındaşı" ve "aza""eze" demektedirler ki, bu gün bu tabir Anadolu'nun bazı bölgelerinde aynı anlamda kullanılmaktadır. Halaya ise "ata kız karındaşı",38 "eke" veya "ekeği"39 dedikleri anlaşılıyor.
Netice itibariyle, Deşti Kıpçak sahasında Kıpçakların aile bireylerini ve akrabaları isimlendirmede kullandıkları çoğu kavramların diğer Türk illerinde de muhafaza edildiğini açıkça görmek mümkündür. Bazılarının ise temelde aynı olup lehçe ve şive farkları sebebiyle çok az değişikliğe uğrayarak karşımıza çıkmaktadır.
Evlenme ve Düğün
Tarihe bakıldığı zaman evlenme konusunda Türklerin zengin bir kültüre sahip oldukları görülür. Zamanla töre olarak yerleşen âdetler asırlar boyu muhafaza edilerek günümüze kadar gelmiştir.
Bu konuda köklü ve zengin bir kültüre sahip olmamıza rağmen, tarihî kaynaklar Kıpçaklar arasında vuku bulan evlenme ve düğün adetleri konusunda aydınlatıcı bilgiler vermemektedirler. Deştii Kıpçak sahasında yazılan Codex Cumanicus'ta da bu konuda bilinen ve beklenen çoğu kelimeye rastlanılmıyor. Codex Cumanisus'ta bu konuda bilinen birçok kelimenin yer almaması, bu eserin Türk olmayan ve Türkçeyi çok iyi bilmeyen insanlar tarafından yazılmasına ve yazarların içlerinden çıktıkları toplulukların Kıpçaklarla bu şekilde bir münasebette bulunmamalarına bağlanabilir.
Kıpçaklarda evlenme ve düğün konusu ile ilgili olarak ortaya çıkan çok sınırlı malzeme ile bu konu hakkında bazı ip uçları vermeye çalışalım.
Evlenmeye karar verme işinin "kelin"40 adayının ve "chuyegu"nün41 (küyegü=güvey) birbirlerini görüp beğenmeleri suretiyle mi yoksa anababanın beğenmesi ve uygun görmesi suretiyle mi gerçekleştirildiği hususunu tespit etmek mümkün değildir. Kızını gelin olarak vermeye karar veren "esi"42 (kaynana) ve "chain"43 (kayınbaba) ile güveyin ailesi arasında halledilmesi gereken ilk hususun erkek tarafından kız tarafına verilen "juluv"44 (başlık parası) olduğu anlaşılıyor. Günümüzdeki anlamından farklı anlamlarda kullanılsa da Kıpçaklarda "mihir"45 ve "kalıng" (kalın)46 kelimelerine rastlıyoruz.
Kıpçaklarda düğüne, bugün de olduğu gibi düğün denilmekle beraber, Codex Cumanicus'ta düğün anlamında bir de "aser"47 kelimesinin kullanıldığı görülmektedir. Düğüne mahsus ne tür eğlence yapıldığına dair bilgiler yoktur. Ancak düğünde toplananlara yemek verildiğine dair işaretler vardır. Gelin yeni evine giderken çeyiz eşyasının bir kısmını çevreden getirilen hediyelerin "bages"48 oluşturduğu anlaşılıyor.
Kıpçaklar arasında düğünle ilgili olarak "satuç"49 sağdış, "kertek"50 (gelin odasıgerdek) ve "erdeng"51 (bakire) gibi kelimelerin kullanıldığı görülürken, düğünü olmuş yani evlenmiş erkek ve kadınlar için de "evli"52 (evli erkekleri için) ve "epçi"53 (kadınev kadınıeş) kelimeleri kullanılmaktadır. Özellikle kız ve kadın kavramlarının manalarının çok açık bir şekilde ve zamanında izah edilmesi bir takım ahlaki kuralların başta bekaret olmak üzere Türk toplumunda eskiden beri mevcut olduğunu belirtmesi bakımından önemlidir.
Günümüzdeki hamile kalma ve hamile karşılığında da Kıpçakların "ayli" ve "yükli"54 kelimelerini kullandıkları anlaşılıyor.
Genel olarak Türk topluluklarında evlenme de "exogamie" yasası geçerli olduğu kaydediliyor. İslâmiyeti kabul edip yerleşik hayata geçmiş olan Anadolu'daki çeşitli Türk topluluklarının düğün adetlerinde eski göçebe hayatı devrine ait exogamie geleneklerinin izlerini açık bir şekilde görmek mümkündür. Örneğin kızların türküleri "yad ellerden", "el oğlundan" şikayetlerle doludur. XIII. ve XIV. yüzyılda Karadeniz Kuzeyindeki Kıpçaklarda bu konuda elimizde net bilgiler bulunmamasına rağmen, Kıpçakların torunları olarak kabul edilen Başkurtlarda günümüzde exogamie'nin geçerliliği hala devam etmektedir. Bunlarda evlenme yasak olan soy dairesi en az yedinci göbek atanın erkek torunlarından teşekkül etmiş soydur. Dağlı Başkurtların XIX. asrın başlarında bile bu yasağa riayet etmeyenleri öldürdükleri belirtiliyor.55
Sonuç olarak bilhassa Codex Cumanicus'u tarayarak tespit edebildiğimiz sınırlı kelimelerle, Türk toplumunun genel teamüllerini de göz önüne alarak evlenme ve düğün konusu hakkında bilgi verilmeye çalışılmıştır. Tespit edebildiğimiz kelime ve bilgilerin sınırlı olmasına karşılık Türk töresinin bu konudaki temel prensiplerinin Kıpçak Türkleri arasında da mevcut olduğu ve temel kuralların geçerliliğini muhafaza ettiğini söylemek mümkündür.
Kadının Toplumdaki Yeri
Gerek Kıpçaklardan bahseden tarihi kaynaklar, gerekse Kıpçaklarla temasta bulunmuş olan milletlerin birçoğu, onların çok güzel bir ırka mensup olduklarını, özellikle de Kıpçak kadınlarının güzellikleri ile tanındıklarını kaydederler. Kaynaklar, Kıpçakların gayet yakışıklı olduklarından bahsederken,56 bilhassa Kıpçak kadınlarının güzelliği birbirinden farklı birçok kaynak tarafından teyit edilmektedir.
Şair Nizami, Kuman/Kıpçak kadınlarının beyaz tenlerine meftun olduğunu çeşitli vesilelerle nakletmiştir. Şairin başka milletlerden olan kadın kahramanlarının güzelliğini kaleme aldığında onları "Türk güzeli" diye adlandırması dikkat çekicidir. Şöyle ki, Arap kızı Leyla'yı, "Acem Türkü", Bizans güzelini, "Rumi nesepli Türk", Hind güzelini; "Türk gözlü Hintli nesepli ceylan", Slav güzelini; "Seglab şahının kızı Çinli Türk" vs. diye adlandırmaktadır. Şairi, her şeyden fazla Türk kızlarının manevi zenginliği, temizliği, mücadeleciliği, ailesine ve sevgilisine sadakatı hayran bırakır. Şair bütün bunları sevimli zevcesi Kıpçak kızı "Appak"ın şahsında görebilmiştir. Derbent şahına esir düşen Appak (Ağappak=bembeyaz) adındaki Kıpçak kızı Şair Nizami'ye hediye olarak verilir. Otuz yaşındaki şair hayatında ilk defa bu Kıpçak kızı ile sevgiye doyar. O, bu Türk güzelini kendi evine esir, hizmetçi ve kul olarak değil meşru karısı olarak getirir.57
Gürcü vekayinâmelerinde ise Gürcü David II'nin karısı olan Kıpçak menşeli hatunun güzelliği ile şöhret bulduğu anlatılmaktadır.58 Tekkehalk geleneğimizde "ŞeyhSanan ile Kral'ın Sarı Kızı" efsaneleri, radyolara bile geçen "sarıgelin" türküsü ile oyunu ve yanlışlıkla Gürcü tabiri hep GürcüKıpçaklarından zamanımıza hatıra kalmıştır. Bu yüzden, eski "Türk güzeli" ve "Kıpçak güzeli"yerine "Gürcü güzeli" tabiri dilimize yerleşmiştir. Adı geçen efsanede kısaca Müslüman olan Şeyh Sanan'ın bir Kıpçak kızına aşık olup onu almak için Hıristiyan olduğundan bahsedilmektedir.59
Öte yandan Rus vekayinamelerindeki kayıtlardan nakledildiğine göre Kıpçak hanlarının Rus knezlerini elde etmek amacıyla güzel kızları hediye olarak gönderdikleri anlaşılıyor. Kiyef knezlerinden bazılarının Kıpçak hanlarının kızları ile evlenmeleri yalnız siyasî maksatla değil, aynı zamanda Kıpçak kızlarının güzelliği sebebiyledir.60 Örneğin 1107 tarihine ait yıllıklarda şöyle bir kayıt bulunmaktadır: "Bu yılın Ocak ayında Vladimir, David ve Oleg, Ayepe ve Ayapa'nın yanına gelip onlarla barış yaptılar. Vladimir oğlu Yüri'ye Yasen'in torunu ve Yepiop'un kızını; Oleg ise oğluna Akaspid'in torunu ve Ayepe'nin kızını 12 Şubat'ta gelin aldılar.61 Ayrıca Rus knez ailesine mensup bir kadının (Knez Vladimir Monomach'ın torunu) Kuman Hanı Başkord ile evlenmek için Kiyef'ten kaçması62 her halde Başkord'un yakışıklılığından dolayı olmuştur. Bütün bu kayıtlar Kıpçakların özellikle kadınları olmak üzere ırken çok güzel olduklarını gösterir.
İbn Batuta, başta Kıpçaklar olmak üzere Deşti Kıpçak'ta kadının toplum içerisinde önemli bir yere sahip olduğunu, erkeklerin hanımlarına aşırı saygı duyduklarını, bu bölgede kadınların erkeklerden daha üstün görüldüklerini ve bunun da kendisini şaşırttığını ifade etmektedir. Ayrıca buradaki kadınların yüzlerinin açık olduğunu, bu şekilde dolaştıklarını, erkeklerden kaçmadıklarını, bazı kadınların yanındaki köleleriyle beraber pazara süt, yoğurt getirip satarak karşılığında koku ve esanslar satın aldıklarını ifade etmektedir. Bazı kadınları da erkekleriyle beraber gördüğünü, ancak o zaman bu adamları kadınların hizmetkarı zannettiğini vurgulamaktadır.63 Ziya Gökalp de bu konu üzerinde durarak Türklerin İslâm'ı kabul etmelerinden sonra, Anadolu, Deşti Kıpçak ve Irakeyn gibi bazı bölgelerdeki kadınlara göre erkeklerle eşit konumda, daha muhterem, daha hür ve mesut bir hayat sürdürdüğünü belirtmekte, bunun nedenini de eski Türk aile geleneğinin devam etmesine bağlamaktadır.64
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kıpçaklar da içinde olmak üzere genel olarak Türk oymak ve obalarında kadınlar erkeklerle beraber ve bütün hayat safhalarının içindedirler. Onların ev ve sokak kıyafetleri farklı olmakla beraber her iki halde de yüzleri daima açıktır.65 Namus konusunda hassastırlar. Zina olayı hiçbir zaman iyi karşılanmaz. Eski Türklerde himmet yüceliği, namus ve ırz için ölmek, ideal hayatın ancak cemiyet ve devlet hayatı olduğunu düşünmek, güçlüklere kolaylıkla katlanmak, kadınların da ancak bu tip erkekleri sevmeleri ön plana çıkmıştır. Tatar ve Kıpçak halk edebiyatında da Türklerin bu çeşit hassasiyetlerinden çok söz edilir.66
Kıpçak kadınlarının zaman zaman devlet idaresinde de etkili oldukları görülmüştür. Buna XII. ve XIII. yüzyıllarda Deşti Kıpçak'ta rastlandığı gibi, Altınordu, Mısır Türk Memlûk Sultanlığı, Delhi Türk Sultanlığı ve Kıpçakların göçtükleri diğer bölgelerde de rastlamak mümkündür.67
Netice itibarıyla, Kıpçak kadını daima erkeğin yanında, hiçbir zaman horlanmamış, hayatın bütün safhalarında kendini hissettiren ve toplumda önemli bir fonksiyon üstlenmiş durumdadır.
Sanat ve Mimarlık
Elimizdeki materyaller ölçüsünde bu konuda kısaca Kıpçak Türklerinin evleri, çadırları ve balballarından bahsedeceğiz. Ayrıca Kıpçakların önderliğinde kurulan Mısır Türk Memlûkleri dönemi ve sonrasında yapılan cami ve türbeler hakkında bilgi vereceğiz.
Tarihte, göçebe hayat yaşayan Türkleri görmek mümkün olduğu gibi, yerleşik hayata geçenleri ve bu hayat tarzının gereklerini en iyi şekilde yerine getirenleri de görmek mümkündür. Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda ana kütlesi göçebe hayat tarzını benimsemiş olan Kıpçakların da bir kısmı şehirlere yerleşerek yaşamlarını devam ettirmişlerdir. İşte şehir, kasaba ve köylere yerleşenler bu yerleşik tarzın gereği olan evlerde oturmuşlardır.
Çeşitli Türk topluluklarında farklı telaffuz şekilleri ile söylenmekte olan ev'e Kıpçaklar bu günkü telaffuz şekliyle "ev" diyorlardı.68 Duvar örmede taşın kullanıldığı gibi "kerpiç"in de69 kullanıldığı anlaşılıyor. Codex Cumanicus'da geçen "bişmiş kerpiç" tabiri de günümüzdeki "tuğla" anlamında olsa gerek.70 Türkler kerpiçten ev yapmayı çok eskiden beri biliyorlardı. Batı Türkistan'da yapılan ve I. ve II. yüzyıla ait olduğu anlaşılan buluntular arasında kare kerpiçlerin mimari teknikte kullanıldığı tespit edilmiştir.71 Kıpçakların evlerin üzerini kapatmak için daha çok "tacta"72 kereste kullandıkları anlaşılıyor. Pencere karşılığında "tünglük"73 kelimesi kullanılmaktadır. Ocağın üstünden başlamak üzere damın üstünde çıkıntı şeklinde dışarıdan görülebilen ve bugün baca dediğimiz, ateşin dumanını dışarı veren bölüme Kıpçaklar "sufra" veya "catro"74 demekte ve iki tabiri birlikte "sufra ul catra" şeklinde kullanmakta idiler. İnşaat malzemesinde kullanılan tahtanın evin döşemesinde de kullanıldığı ve tahta döşeme yerine gelmek üzere "tacta canga"75 denildiği görülüyor. Netice olarak, tespit edebildiğimiz kadarıyla, yerleşik hayatı tercih eden Kıpçak kütlelerinin bu hayatın gereği olan evi bu günkü şekline yakın bir şekilde yaptıkları gözlenmektedir.
Daha önce geçen konularda Kıpçakların ekseriyetinin yarı yerleşik şekilde yaşadığını belirtmiştik. Kıpçakların önemli bir bölümünü oluşturan bu kütle "cater"76 (çadırlar) da yaşıyordu. Çünkü yaşayış tarzlarına en uygun sığınma ve barınma ihtiyacını karşılayacak bir vasıta olarak çadırı biliyorlardı.
Kıpçak nüfusunun önemli bir kısmının barınağı ve sığınağı olan çadırın mahiyeti hakkında gerek Codex Cumanicus gerekse diğer Kıpçak lügatlarında hemen hemen hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. Kıpçakların hayatında önemli bir rolü olan çadır ve müştemilatı konusunda Deşti Kıpçak sahasını XIII. ve XIV. yüzyıllarda gezen ve Kıpçakların yaşadığı çadırları gören seyyahların gözlemlerine baş vuracağız.
12451247 yılları arasında Deşti Kıpçak'tan geçen P. Carpini'nin "Derme Evler" olarak tabir edilen çadırları şu şekilde tasvir ettiği nakledilmektedir:
"Onların ince çubuklardan örülen ve direklerden yapılmış, yukarıya doğru gittikçe daralan çadır biçiminde evleri vardır. En üstte ve tam ortasında yuvarlak bir delik açılmıştır. Bu bacadan içeriye ışık girer, aynı zamanda duman çıkardı. Ateş yeri veya ocak, her zaman çadırın ortasında bulunurdu. Kışın evin içinde, yerde tezek yakılırdı. Duvarları ile çatısı, keçe ile kaplanmıştır. Kapıları da keçe ile örtülmüştür. İçinde oturanların zengin veya yoksul olmalarına göre çadırlar küçük veya büyük olabilirdi. Bu yurtlardan bazıları, hemen bir anda çözülür ve sonra da kurulurdu. Göçlerde de bunlar, yük hayvanlarıyla taşınırdı. "araba çadırları" ise çözülüp kurulamazlardı. Bundan dolayı da araba üzerinde taşınırlardı. Küçük çadır arabalarını bir öküz bile çekebilirdi. Daha büyüklerini ise, çadırın büyüklüğüne göre üçdört veya daha çok öküz çekerdi. Nereye gitmek istiyorlarsa, ister savaşa, ister başka bir yere olsun, her zaman bu kendi yurtlarıyla birlikte giderlerdi".77
12531255 yıllarında Kıpçak sahasını gezen G. Rubruck da bu konu ile ilgili gözlemlerini aktarmıştır. Rubruck'a göre Kıpçaklar uyudukları evlerini tekerlekler üzerinde yaparlardı. Birbirine geçmiş çubuklar, bir merkezi çevreleyerek yukarıya doğru yükselir ve böylece baca oluşurdu. Daha sonra bu ağaçlar beyaz bir keçe ile kaplanırdı. Çoğu zaman görkemli ve şaşaalı görünmesi için kireçle, beyaz bir toprakla veya kemik tozu ile boyanırdı. Bu çadırlar bazan da kara keçe ile kaplanırdı. Ayrıca kapının üzerine gösterişli bir deri asılır, keçenin üzeri de boya ile yapılmış üzüm, ağaç, kuş ve dört ayaklı hayvanların resimleriyle süslenirdi. Ona göre Kıpçak çadırları oldukça büyük ve genişti. Bazı çadırların genişlikleri otuz kadem uzunluğunda olabilirdi. Rubruck, bizzat kendisinin bir evi taşıyan bir tek arabaya yirmi iki öküzün koşulmasını gördüğünü belirtiyor. O, arabanın dingilinin tıpkı bir gemi direği gibi büyük olduğunu, arabacı olarak tek bir kişinin arabadaki evin önünde oturup öküzleri sürdüğünü naklediyor. Bunların dışında Kıpçakların çadırın önünde küçük bir kapı yaptıkları, bunu da siyah bir keçe ile kapladıkları, yağmur sızmaması için de üzerini iç yağı veya koyun sütü ile sıvadıkları kaydediliyor. Yine Rubruck'a göre keçenin üstü resimler veya işlemeler ile süslenir, öküzler ve develerle çekilen araba çadırları birbirine birer iple bağlanırdı.78
1334 yılında Deşti Kıpçak'ı gezen İbn Batuta'nın da Kıpçaklarda yaygın olan ev arabaları hakkında şu bilgileri verdiği görülüyor.
"Deşti Kıpçak'da üzerinde seyahat yapılan araçlara "araba" adı verilir. Kıpçak Türklerinde yaygın olan bu arabaların her birinin dört tane tekerleği vardır. Bu arabalarda koşum hayvanı olarak at, öküz ve bazen de deve kullanılır. Araba üzerinde, üstü bir kubbeye benzeyen ağaç çubuklarla yapılmış, ince deri kayışlarla bağlanmış, bir çadır veya yurt bulunur. Kolaylıkla taşınan bu yurtların üzeri keçe veya bezle kaplanmıştır. Bu çadırların (yurt) kafesli pencereleri bulunur. Bu pencerelerden dışarıdakiler içeriyi göremez ama içeridekiler dışarıyı görebilirler. Konaklarda arabaların üzerindeki bu çadırlar aşağı indirilir ve konak yerine yerleştirilir."79
Her üç seyyahın da gözlemlerine bakıldığı zaman, farklı dönemlerde değişik kişiler tarafından Deşti Kıpçak'a yapılan seyahat sonucunda verilen bilgilerin temelde birbirine benzediklerini görüyoruz. Çadır, çadırın özellikleri ve çadır hayatı konusunda verilen bu bilgiler, konunun doğruluğunu göstermesi bakımından önemli olup yoruma ve izaha ihtiyaç bırakmamaktadır. Çadırın göçebe hayat tarzı yaşayan Kıpçak Türklerinin her türlü barınma, yaşama ve göç etme vs. gibi ihtiyaçlarına cevap verebilecek özelliklerde yapılıp tanzim edildiği anlaşılmaktadır. Kıpçaklarda olduğu gibi diğer göçebe Türk kavimlerinde çadır, bazen otağ, bazen bir saray, bazen de bir ordugâh olarak Türk kültüründe önemli bir yer tutar.
Türk hanları ve alpleri için mezarlar üzerine dikilen heykeller vardır ki bunlara "sın", "sıntaş", "taşnine" ve "balbal" ismi verilmektedir.80 Balbal dikme adeti VII. yüzyılda Bulgar Türkleri tarafından Balkanlara kadar götürülmüştür.81 Rubrouck, XIII. yüzyılda Deşti Kıpçak'ta yaşayan Kıpçak Türkler arasında mezar üzerine "balbal" yapma geleneğinin yaygın olduğunu belirtmektedir.82 Mezarlar üzerine yapılan bu "balbal"ların başlarında serpuşlar, kulaklarında küpeler, ellerinde silahlar bulunurdu. Ayrıca heykellerin kemerleri de dikkate değer niteliktedir. Bu kemerkuşakların çoğu dört köşeli madeni levhacıklardan yapılmıştır. Balbalların kuşaklarında ufak eşya (çakmakkavmuska) taşımak için bir kese bağlanmıştır. Bazı balbalların bir eline testiye benzer bir kap yapıldığı anlaşılmaktadır.83 Balbalların yüzünün doğuya dönük olduğu kaydedilmektedir.84
XIII. yüzyılda Kıpçak Memlûklerin önderliğinde kurulan Mısır Türk Sultanlığı döneminde de önemli eserler yaptırıldığı ve bunların bayındırlık açısından bu gün bile kendilerini hissettirdikleri görülmektedir. Kahire'de bulunan yapıların çoğu Memlûkler devrinden kalmadır. Bu eserler arasında ön planda türbeleri görüyoruz.
Memlûklere kadar yapılan binalar, daha çok İran üslûbunda yapılırken bu devir türbeleri yüksek kubbeleriyle, Türk üslubunun Mısır'a girdiğini gösterir. Türk üslubu sadece türbelerde değil, camilerde de etkisini göstermiştir. Genellikle mihrabın etrafındaki süslemeler Türk tarzı olduğu gibi, yapıların ön tarafları da Anadolu Selçukluları yapıları örnek alınarak yapılmıştır. Gerçi mimarlık üslûbu, Memlûkler zamanında aynı kalmamıştır. Fakat türbeler daima aynı biçimi korumuştur. Bunların Sultan Kalavun'dan sonra yapıların "elMukattan" dağından getirilen sağlam kesme taşlarla, Kuzey Mısır'dan temin edilen porfir ve granit taşlarından yapılmaya başlandığı anlaşılıyor. Bu taşlar sert ve dayanıklı olduklarından, eserler varlıklarını günümüze kadar koruyabilmiştir. Memlûklerin türbe, cami ve sarayın yanı sıra Moğollara karşı büyük şehirlerin kale ve surlarını tamamen yeniden yaptıkları belirtiliyor. Bunlara Kahire, Şam ve Halep kaleleri en iyi örneklik teşkil eder.85
Ekonomik Durum
Gerek Karadeniz kuzeyi Kıpçak sahasında gerekse Mısır Memlûk döneminde tedavülde olan paranın ne olduğunu, aynı dönemlerde komşu ülkelerde kullanılan paralar hakkında bilgi edinmek suretiyle öğrenmek mümkün olabilir.
Türklerin İslâmiyeti kabul döneminden itibaren, gümüş para yani dirhem "akça" olarak altın para da "dinar" olarak isimlendiriliyordu. Orta Asya'da İdil Bulgarları ve Hazarların ticarette deri para kullandıkları belirtiliyor. XI. asırda Uygur hanlarının kumaş parçaları üzerine mühür basarak tedavülde kağıt para gibi kullandıkları naklediliyor. KefeTebriz ticaretinin Kıpçaklar dönemindeki canlılığı göz önüne alınırsa İlhanlı başkentinde uygulanan para politikasının Kıpçakları etkilemediğini düşünmek yanlış olur.86
Codex Cumanicus'da geçen "acca"87 (akça) tabiri muhtemelen dirhem denilen gümüş para için kullanılmaktadır. Bu noktadan hareketle Karadeniz kuzeyindeki Kıpçakların diğer Türk ellerinde kullanılan dirhem ve altın para "dinar"ı kullandıkları tahmin edilebilir.
Kıpçak sahasındaki ticarette önemli bir paydaya sahip olan Cenevizlilerin Kırım'ın Kefe şehrinde bastıkları ön tarafında Janus'un arka tarafında da Tatar Hanı'nın damgası bulunan gümüş sikkelere "asper", altın sikkelere de "livre" denildiği ve ticarî önemi haiz Kıpçak şehirlerinde bu paraların geçerli olduğu belirtilmektedir.88 Kıpçakların yoğun olarak bulunduğu Mısır Memlûk Sultanlığı'nda esas para biriminin daima dinar olduğu, diğer paraların da ona göre ayarlandığı anlaşılmaktadır.89
Kıpçaklarca bilinen ve çeşitli yer ve şekillerde kullanılan bazı kıymetli maddelerin başında altın90 gelmekte idi. Diğer bir kıymetli maden olan gümüş de91 para olarak kullanıldığı gibi süs eşyası yapımında da kullanılıyordu.
XIXIV. yüzyıllarda faaliyette bulunan önemli ticaret yolları içinde Kuman/Kıpçak iskân sahasının önemli bir yere sahip olduğu vurgulanmaktadır.
Hazarlardan başlayarak Altınordu devrinin sonuna, yani VIII. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar Güneydoğu Avrupa'nın hayatında önemli rol oynayan Volga ticaret yolu, İtil'in Svyatoslav tarafından 965'te tahrip edilmesiyle kısmen zarar görmüş ise de, önemini Kıpçaklar döneminde de sürdürmüştür.92
Hazar devletinin merkezinin, Ruslar tarafından imha edilmesinden sonra, Saksın bu bölgenin birinci derecede önemli şehri olmuştur. Volga nehrinin ağzında, bugünkü Ejderhan civarında bulunması muhtemel olan bu şehir Kıpçakların bir nevi başşehri idi. Güney Rusya ticaretini elinde tutan Saksın, kuzeydeki Bulgar şehrine rekabet ediyordu. Bu bölgede Kıpçakların diğer önemli bir şehri de Suğdak idi. Yakın doğu ve Anadolu ile yapılan bütün ticaret buradan yapılırdı.93
Görülüyor ki, Bulgar'ı Volga yoluyla Saksın'a ve Hazar Denizi'ne bağlayan yol tamamıyla Kıpçakların elinde bulunuyordu. Bunlar Hazarların yaptıkları gibi ticaret gemilerinden ve kervanlardan vergi alırlardı.94 Bu yolla Kıpçak hanlarının büyük gelir sağladıkları anlaşılmaktadır.
Kıpçaklar için önemli olan bir diğer ticaret yolu da Kırım yarımadası vasıtasıyla Kıpçaklara gelen Karadeniz yoludur. Kırım'a giden bu yol uzun bozkırlar içerisinden geçtiği için önemi Volga ticaret yolundan daha az idi. Yine de bu bozkır yolunda geniş bir alım satım faaliyeti olurdu. Kırım ile bir yandan Trabzon bir yandan da İstanbul arasında büyük ticaret gerçekleştirilirdi. Rus prenslikleri ile de ticaret kurulmuştu.95
XIII. yüzyılda bir yandan Anadolu'nun, Suriye ve Musul'un Müslüman halkı ile Güney Rusya Kıpçak sakinleri arasında yoğun mübadele faaliyetinin olduğu anlaşılıyor. Sivas'ta bulunan kervanlar buradan Selçuklu Sultanları'nın arazisinden geçerek veya Trabzon yoluyla, Karadeniz'den Deşti Kıpçak'a varıyordu. Kırım ve Kıpçak halkı da çoğu zaman denizi geçerek Anadolu'ya güzel kürklerini götürüyorlardı.
Eğer Kırım veya Anadolu'da ortaya çıkan bir savaş olayı bunların ihracını geciktirecek olsa, bu her iki tarafta gerçek bir şikayet konusu oluyordu. Aynı asırda bir Kıpçak şehri olan Suğdak, Müslüman ve Avrupalı tüccarların şarkta önemli bir ticaret merkezi idi. Anadolu, Suriye ve Mezopotamya ile Deşti Kıpçak arasında büyük bir ticarî mübadele olduğunu, Sinop'tan gemiye binen Türk tüccarlarının Suğdak'a vardıklarını, pamuklu ve ipekli kumaşlar, baharat götürüp kuzeyden kürk, köle ve cariye aldıklarını kaynaklardan öğreniyoruz.
XIV. yüzyılın ortalarında, Florentinalı bir tüccar olan Francesso Balducci Pegolotti'nin yazdığı "La Pratica della Mercatura" adlı eserde Deşti Kıpçak sahasındaki ticarî faaliyetler hakkında geniş bilgiler verilmektedir. Pegolotti'nin kaydettiği Kırım bölgesine dışarıdan gelen ve buradan diğer ülkelere giden ticarî mallar Codex Cumanicus'ta da geçmektedir.
Buna göre Deşti Kıpçak sahasında ihraç edilen ticarî mallar arasında balaban (şahin, doğan), baluç (balık), chrsak (tilki kürkü), bugday (buğday), teri (deri), bal (bal), tein (sincap kürkü), chaten (keten), arpa (arpa), catlauc (fındık), tari (darı), caman (kimyon), eltiri (kuzu kürkü), cumis (gümüş), balaux (balmumu), börü (kurt pöstekisi), bager (bakır), savsar (sansar kürkü), choy suruchi (koyun derisi), kul (köle) chis (samur) ve cager (şarap gibi eşyaları saymak mümkündür.96 Bu bölgeden ihraç edilen malların ağırlıklı olarak ziraat, hayvancılık ve avcılığa dayandığı göze çarpmaktadır. Kürke dayalı ihracat maddelerinin diğerlerine nazaran daha fazla olduğu gözlenmektedir.
Deşti Kıpçak bölgesinin dışarıdan aldığı mallara gelince, bunlar genellikle mamuh (pamuk), acitas (şap), şabur (sarısabır), charabar (kehribar), corgasin (kurşun), nac (ipekli kumaş), yalmas (elmas), fil tisi (fil dişi), raxiana (rezenereçine), grandul (karanfil), nardan (nar), castana (kestane), ketanj (keten), noghuc (nohut), ghorma (hurma), temir (demir, ingir (incir), sarmisoc (sarımsak), maajun (macunilaç), badam (badem), caun (kavun), ypar (misk), chageth (kağıt), chonasuj (civa), last (ham ipek), samurut (zümrüt), ypac (ipek), ymsiri (mumya), zeytinyağ (zeytin yağı), ingcu (inci), brinc (pirinç), catifa (kadife), choux (keçekilim) ve yung (yün)dür.97 İthal edilen bu malların bir kısmının transit ticaret yoluyla Kıpçak sahasına geldiği ve bu bölgeden de başka ülkelere nakledildiği gerçeğini göz önünde bulundurmak gerekir.
Aşağı Volga Havzası'nı ve Volga ile Dnepr arasındaki bozkır alanlarını işgal eden Kıpçakların Hazarların mirasına kondukları ve Hazarlarda yaygın olan ziraat ve çiftçilikle uğraştıkları anlaşılmaktadır.98 Kırım bölgesinde de aynı sosyal ve kültürel durum müşahede edilmektedir. Karadeniz'in kuzey sahasına gelen Kıpçaklar, buralarda çok eskiden beri yaşamış olan ve birbirlerini takip eden kültür ve medeniyetlerin kalıntılarını benimsemişler ve bazılarını da devam ettirmişlerdir. Kırım'ın özellikle güney sahillerinin bahçeciliğe ve sebzeciliğe elverişli olması da yerleşik hayata geçen Kıpçakların bunları kolaylıkla benimsemelerinde âmil olmuştur.99 Bunlardan da anlaşılıyor ki, Deşti Kıpçak'ın coğrafi yapı itibariyle tarıma elverişli bölgelerinde yaşayan Kıpçakların buralarda ziraatle meşgul oldukları ve geçim kaynaklarından biri olan toprağı hububat, sebzecilik ve meyvecilik ile değerlendirmeye çalıştıkları muhakkaktır.
Macaristan'a göç eden Kıpçakların özellikle bahçecilik olmak üzere zirai konularda öncülük ettikleri ve XV.XVI. yüzyıllarda Türklerin bu konularda örnek alındığı kaydedilmektedir.100
Plano Carpini ve İbn Batuta'dan nakledilen ifadelerden,101 Deşti Kıpçak'ta büyük çapta hayvancılık yapıldığı görülmektedir. Öte yandan Kıpçakların at'ı sürüler halinde besledikleri ve bu sürülere diğer Türk illerinde olduğu gibi "yılkı"102 dedikleri anlaşılıyor. At'ı günlük hayatın birçok bölümünde kullanan Kıpçakların onun sütünden kımız yaparak içtikleri, ayrıca spor ve eğlencelerde de attan çeşitli şekillerde yararlandıkları bildirilmektedir.
Atın dışında et, süt, yün ve derisinden faydalanmak üzere koyunculuk yaptıkları, yine et, süt ve gücünden yararlanmak için öküz ve inek, yük taşıma ve binit olarak kullanmak için de deve besledikleri kaydedilmektedir.103
Dinî Durum
Kaynaklar, Kıpçakların geleneksel Türk dini içerisinde önemli bir yere sahip olduklarını ve eski Türk dini içerisinde bulunan inanç ve uygulamaların çoğunun bu Türk kavminde de geçerli olduğunu kaydetmektedir. Örneğin Eski Türk dininde yer alan Tanrı inancı'nın Kıpçaklarda da yer aldığı, evrensel dinlere girdiklerinde kendi Tanrı anlayışlarını yeni girdikleri evrensel dinin Tanrısı ile kolayca özdeşleştirdikleri ve Tanrı adını yeni dinlerin Tanrısı için de kullanmakta tereddüt etmedikleri belirtilmektedir. 104
Evrensel dinlerle karşılaşmadan önce Tanrı inancının yanı sıra diğer Türk kavimlerinde kutsal olarak kabul edilen şeylerin Kıpçaklar arasında da kutsal olarak görüldüğü vurgulanmaktadır. Örneğin ay ve güneş kültünün yanı sıra Kıpçaklar arasında yıldızların takdis edilip kutsal kabul edilmesinin yaygın olduğu, YerSu kültleri dediğimiz dağ kültü, ağaç ve orman kültü, su kültü, toprak, taş ve kaya kültü ve ateş kültünün de o dönemde canlı olarak yaşadığı kaydedilmektedir.105
Geleneksel Türk dinî tarihinin en önemli unsurlarından birini oluşturan atalar kültü, yani ölmüş ataları tazim, onlar için kurbanlar sunma inanç ve adetleri ile ilgili örneklere Kıpçaklar arasında da rastlanılmaktadır. Hatta Kıpçaklarla iç içe olan Kimeklerin 80 yaşına giren ancak bunamayan suçsuz yaşlılara ibadet ettikleri nakledilmektedir.106
Eski Türklerin icra ettikleri ayin ve törenlerin Kıpçaklar arasında da görüldüğü, Gök Tanrı için, evrensel dinlerde görülen kurumsallaşmış ve yaygın ibadethanelerin olmadığı, Kıpçaklar da dahil olmak üzere Türk topluluklarının, ecdat mağaralarını, mukaddes dağları, YerSu'ları, hakanın otağı ve obaları önemli dinî merasimlerin yerine getirdikleri mekanlar olarak gördükleri kaydedilmektedir. Türk topluluklarında geçerli olan ayin ve törenlerin belirli zamanlarda yapılanlar ve tesadüfî olaylar nedeniyle yapılanlar şeklindeki durumun Kıpçaklar için de geçerli olduğu ve Kıpçaklar arasında ilkbaharda yapılan bayramın büyük önem arz ettiği belirtilmektedir. Kıpçaklar arasında "and içme" ve "kan kardeşliği" için yapılan törenler de çok önemli olduğu görülmektedir. Ayrıca Kıpçakların dinî hayatında görülen bu tip ayin ve törenlerin dışında genel olarak Türk topluluklarında icra edilen birçok özel ve küçük ayinlerin bu Türk boyu için de geçerli olduğu verilen bilgiler arasındadır.107
Eski Türk dininde en önemli ibadet olan Kurban Kıpçaklar için de geçerli olup bunun kanlı ve kansız kurban şeklinde uygulandığı görülmektedir. Diğer Türk kavimlerinden farklı olarak Kıpçakların at, koyun, sığır ve devenin yanı sıra geyik ve köpeği de kurban olarak sundukları tespit edilmiştir.
Ayrıca diğer Türk kavimlerinde görülmediği halde Proto Bulgarlar ile Kıpçaklarda insan kurbanının varlığına dair önemli rivayetler vardır. 108
Eski Türklerde görülen ölüm ve ölü gömme ile ilgili inanç ve adetler büyük ölçüde Kıpçaklarda da bulunmaktadır. Örneğin eski Türk dininde var olan "yug törenleri"nin bütün canlılığı ile bunlarda da uygulandığı ve diğer bazı Türk topluluklarında görülmeyen mezarlar üzerine "balbal" dikme geleneğinin Kıpçaklarda çok yaygın olduğu belirtilmektedir. 109
Evrensel dinlerden İslâmiyet, Hıristiyanlık ve Yahudiliği benimseme açısından diğer Türk toplulukları içerisinde Kıpçaklar özel bir yere sahiptir. Bazı Türk toplulukları VII. yüzyılın birinci yarısının sonlarında İslâmla temas kurmaya başlarken Kıpçakların İslâmla tanışmalarının ve peyderpey Müslüman olmaya başlamalarının X. yüzyılın ilk yarısında başladığı, ancak bu Türk kavminden İslâmı seçenlerin büyük çoğunluğunun İslâm medeniyetini kabul edip gönülden bağlanmalarının XIII. ve XIV. yüzyıllarda gerçekleştiği görülmektedir. Kıpçaklara İslâmiyetin Volga havzasına gelen Müslüman tüccarlar vasıtasıyla girdiği ve XIIXIV. yüzyıllarda Yesevi tarikatının etkisiyle hızla yayıldığı anlaşılmaktadır. Kıpçaklarda Gök Tanrı inancının varlığı, ibadetlerinde kurbanın önemli bir yer tutması, ruhun ölmezliği ve ahiret inancının bulunması gibi inançlar ile fütuhat ve savaş düşüncesinin ön plana çıkması, İslâm dinini kabullerinde önemli rol oynamıştır.110
Nüfus itibariyle Kıpçakların çoğunluğunun İslâmı kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Müslüman olan Kıpçakların İdilUral, Kafkaslar, Türkistan, Balkanlar, Anadolu, Mısır ve Hindistan bölgelerinde bulundukları ve kendi bölgelerinin şartlarına göre bu dine hizmet ettikleri görülmektedir.111
Kıpçakların İslâmiyetten sonra, çoğunluk bakımından ikinci sırada kabul ettikleri din, Hıristiyanlık olmuştur. İlk Hıristiyan Kıpçaklara XI. yüzyıldan itibaren Kafkaslar, Karadenizin kuzeyi ve Balkanlarda rastlanmaktadır. Kaynaklar, Don ve Kuban bölgesinde yaşayan Kıpçakların Gürcüler vasıtasıyla Kafkaslara gelip orada Hıristiyanlığı kabul ettiklerini, XVI. yüzyılın sonlarına kadar Doğu Anadolu'nun bir kısmının da içinde bulunduğu Ortodoks Atabekler hükümetini kurduklarını, Osmanlıların hakimiyetine girinceye kadar Hıristiyanlıklarının devam ettiğini ve Osmanlı hakimiyetinden sonra da İslâmı kabul ettiklerini kaydederler. Karadenizin kuzeyinde ve Balkanlardaki Kıpçakların Hıristiyanlığa girişini, XI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren başlatmanın doğru olacağı kanaatindeyiz. Uzun süre Karadenizin kuzeyindeki steplerin tek hakimi olan Kıpçakların, Moğol istilasından çok önce Rusların yanı sıra özellikle Kırım'da Cenovalı ve Venedikli Katolik misyonerler ile Fransiskan rahiplerinin gayretleriyle Hıristiyanlık telkinlerine maruz kaldıkları, bunların bir kısmı Katolik olurken, diğer bir kısmının Rusların etkisiyle Ortodoksluğu kabul ettiği belirlenmiştir. Öte yandan XI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Balkanlara inen bazı Kıpçak kabilelerinin de Bizanslıların etkisiyle Hıristiyanlığı benimsemeye başladıkları belirtilmektedir. XIII. yüzyıla gelince bu bölgedeki Hıristiyan Kıpçakların çoğalmasıyla 12271228 yıllarında Boğdan vilayetinin Bacau şehrinde Kıpçaklar için bir "Piskoposluk" kurulduğu nakledilmektedir. Ayrıca Doğu Avrupa ve Balkanlar'da o dönemlerde Hıristiyanlığı kabul eden Kıpçak menşeli insanların torunlarının günümüzde Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Çekoslavakya gibi ülkelerde yaşadığı, ancak Polonya, Dobruca ve Yunanistan'da (Pomak Türkleri) İslâmı kabul edenlerin dışındakilerin tamamının milli kimliklerini kaybettikleri anlaşılmaktadır.112
Kıpçaklar arasında, İslâmiyet ve Hıristiyanlığa nazaran çok az da olsa Yahudiliği de benimseyenler olmuştur. Bunun da X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren daha Hazarlarla karışmadan önce Karai misyonerleri tarafından sokulduğu anlaşılmaktadır. XI. yüzyılın ilk yarısından sonra Hazar topraklarına giren Kıpçaklar arasında Yahudi Hazarların etkisiyle bu dine girenlerin fazlalaştığı belirtilmektedir.113
Kıpçak lehçesine ait müstakil eserlerin yazıldığı ilk dönemler, Türk dili için dönüm noktası olmuştur. Göktürk, Uygur, Karahanlı çizgisinde tek bir kol halinde gelen Türkçe, Harezm döneminde XIII. yüzyılda dalgalanmaya başlayıp XIV. yüzyılda artık belirgin kollara ayrılmıştır. Aynı yüzyıllarda Harezm merkez olmak üzere kuzeyde HarezmAltınordu, AltınorduKıpçak, KumanKıpçak isimleri altında gelişmeler görülürken aynı kola paralel bir gelişme de güneyde ortaya çıkmıştır. Güneydeki bu kol içinde ise asıl Memlûk Kıpçakçası, Oğuz (Türkmen)Kıpçak karışımı ve asıl Oğuzca (Türkmence) farklılaşması gözleniyor. Aynı yüzyıllarda doğuda Kıpçak lehçesi ile aynı kaynaktan beslenen Doğu Türkçesi (Çağatay Türkçesi) sahneye çıkarken OğuzTürkmen temeline dayanan Batı Türkçesi öteki üç koldan farklı olarak gelişmesini devam ettirmiştir.
Görüldüğü gibi, batı dışındaki kollarda Kıpçak lehçesinin doğrudan bir ağırlığı vardır. Lehçelerin teşekkülünde kesin tarih vermek ve coğrafî sınır çizmek mümkün değildir. Ayrıca XIII. yüzyılda Çingiz (İlhanlı Moğol) ve XIV. yüzyılda Timur (Moğol) akınlarını da hesaba katarsak karışık tabloyu diltarihcoğrafya açılarından tamamlamış oluruz. İşte bu yüzden XIIIXIV. yüzyıllarda yazılmış bazı eserler bilim adamları tarafından müştereken net bir yere konulamamıştır.
Kıpçakların uzun süre Türkmenlerle birlikte yaşamaları, Kıpçakçanın Türkmence ile yakın temasta bulunmasına neden olmuştur. Bu yakınlaşma yüzünden Kıpçakça metinlerin dili, Türk dili tasniflerinde net bir yere konulamamıştır.1
Bu konuda şunu da belirtmekte yarar vardır ki, Kıpçakçayı Kumanca (C. C.) ve Kıpçakça (diğer eserler) şeklinde ayırmak doğru değildir. İkisi de aynı lehçelerdir. Codex Cumanicus ile diğer eserler arasındaki farkın sadece yer, zaman ve muhit farkı olduğu zikredilmektedir. Çünkü bu farklara rağmen ses ve kelime bilgisi özellikleri bakımından önemli ayrılıkların bulunmadığı görülür. Dilciler, bu kadar farkın Codex Cumanicus'un İtalyan ve Alman bölümleri arasında da bulunduğunu bu tip farklara aynı muhitteki (İslâmi) eserler arasında da rastlanabileceği noktasından hareketle ikisinin de "Türkçe" olduğunun hatırdan çıkartılmaması üzerinde durmaktadırlar. Kıpçak Türkçesi, değişik tasnif ve başka isimler altında da zikredilmekle beraber genellikle orta dönem Türkçesinin batı gurubuna giren bir lehçe olarak kabul edilir.
Kıpçaklar, kendilerinden önce Doğu Karadeniz'e göç eden bazı kavimleri de bünyelerinde toplayarak kuzey Türkçesinin batı kanadını oluşturmuşlardır.2 L. Ligeti, günümüzde Balkar, Başkırt, Karaçay, Karaim, KaraKırgız, Kazan, KazakKırgız, Kırım, Kumuk, Nogay, Mişer, Özbek, Tobol ve Tura gibi kavimlerin Kıpçak şivesinde konuştuklarını belirtmektedir.3
Kıpçak Türkçesi üzerine yazılan Arapça eserlerde Kıpçakça kelimelerin yazımında Arap harfleri kullanılmıştır. Arap yazısının Kıpçakçada kullanılan bütün sesleri vermeğe yetmediği için, yazarlar P, Ç, O, Y gibi bir takım sesleri yazmak üzere bazı çarelere başvurmak zorunda kalmışlardır. Kıpçakça p sesi Arapça b veya f harfiyle yazılmıştır. Kıpçakça ç sesi Arapça c bazen Farsça ç harfiyle gösterilmiştir. Y sesi yerine ise n, nk ve ğ ve g harfleri kullanılmıştır.4
Codex Cumaicus'ta (C.C) Kıpçak kelimesi memleket ismi olarak geçer, buna karşılık eserin dili, esas, yani Türkçe metinde5 "Tatarça" ve "Tatar til" olarak gösterilmiştir. Gerçekten C.C.'daki dil malzemesi bugünkü eski Kıpçak toprakları üzerinde konuşulan lehçelerle, özellikle de Kazan Tatarcasıyla birçok benzerliklere sahiptir. Bu nedenle bazı dilciler Kıpçakçaya Tatarca da demektedirler.6
Türklerin belli bir dönemde yaşamış oldukları göçebe hayat tarzı ve bunun doğal sonucu olan devamlı yer değiştirme ve mücadelelerden dolayı kendileri tarafından kaleme alınan fikir ve edebiyata dair eserlerin bazıları maalesef bize kadar intikal etmemiştir. Bu durum sadece Kıpçaklarda değil, bu şekilde hayat süren bütün bozkır kavimlerinde aynıdır. O nedenle Kıpçaklarla ilgili bilgileri, bu kavimlerin bozkır hudutlarında yerleşik hayata geçmiş olan zümrelerin yahut bunlar ile temasta bulunan komşu kavimlerin kayıtlarında bulmak mümkün olmaktadır.
Tarihi gelişme içerisinde Türkçenin kuzey kanadını teşkil eden Kıpçak Türkçesinin belli başlı eserleri, sahasından çok uzaklarda Mısır ve çevresinde meydana getirilmiştir. Yerleşik bir devlet ve medeniyet kuramayan bozkır Kıpçaklarından elimizde eser olarak sadece Hıristiyan bir muhitte yabancılar tarafından yazılmış bir lügat ve derleme mahiyetindeki Codex Cumanicus7 kalmıştır. Kıpçak Türkçesinin bugün elimizde bulunan ürünlerinin büyük çoğunluğunu, Müslüman bir belde olan Mısır'da meydana getirilenler oluşturmaktadır. Kaleme alınan Kıpçakça eserler olarak ilk akla gelenler lügatgramer kitaplarıdır. Ancak, dili öğreten bu kitapların yanında dinî ve dünyevî konularda Kıpçak Türkçesiyle telif ve tercüme edilmiş eserler de vardır. Dünyevî konularda ele alınan bu eserlerin başlıcalarını atçılığa, okçuluğa ait, esası askerliğe dayananlar oluşturmaktadır. Bunlar sırasıyla; Kitâbü'lİdrâk li Lisâni'lEtrâk,8 Kitabı Mecmuu Tercümânı Türkî ve Acemî ve Mogolî,9 EtTuhfetü'zZekiyye fi'lLügati'tTürkiyye, 10 Kitabü Bulgatü'lMüştâk fi Lügati'tTürk ve'lKıpçak,11 ElKavânînü'lKülliye li Zabtı'lLügati'tTürkiyye,12 EdDürretü'lMudîa fi'lLügati'tTürkiyye,13 Kitab fi'lFıkh,14 Kitâb fi'lFıkh bi'lLisâni'tTürkî,15 Kitâbı Mukaddimei Ebu'lLeysi'sSemerkandî,16 İrşâdü'lMülük ve'sSelâtin,17Şerhu'lMenâr ve Mukaddemetü'lGaznevî fi'lIbâdât,18 Kitab fi Riyâzâti'lHayl,19 Münyetü'lGuzât,20Baytaratu'l Vâzıh,21 Kitab fi Îlmi'nNüşşâb,22 Gülistan Tercümesi (Kitâbı Gülistân bi'tTürkî),'dir.23
Aile Yapısı
Eski Türk cemiyetinde ilk sosyal birlik olan aile, bütün ictimaî bünyenin çekirdeği durumunda idi. Türklerin, dünyanın dört bir tarafına dağılmalarına rağmen varlıklarını korumaları, aile yapısına verdikleri büyük ehemmiyetten ileri gelir. Türk dilinde, başka milletlerde rastlanmayan zenginlikte varolan akrabalık nüanslarını belirleyici kelimeler buna en güzel delil sayılabilir.
Kıpçak Türklerinde aile bireylerini tespit etmek gerekirse, Kıpçakça lügatlerden yararlanarak şu bilgileri vermek mümkündür. Kıpçaklarda baba karşılığında "ata"24 kelimesi kullanılırken kadının ilk kocasından olan çocukların, analarının sonradan evlendiği erkeğe üvey baba anlamında "atalıh"25 denildiği anlaşılıyor. Günümüzde kullanılan "ana" kelimesi Kıpçaklarda da aynen kullanılıyordu.26
Türk aile hayatının temel felsefesi, çocuk sahibi olarak nesli devam ettirmektir. Tarihi kaynaklar bu konuda bize geniş malumat verir. Günümüzde bile çocuğu olmayan aileler belki de bu geleneğin gereği olarak yadırganma ile karşı karşıya kalmaktadır. Kıpçak Türklerini de bu geleneğin dışında mülahaza etmek uygun değildir.
Diğer Türk boylarında olduğu gibi Kıpçaklarda da erkek çocuğuna "oğul",27 kız çocuğuna da "kız"28 denildiği görülüyor. Günümüzde de aynı adların kullanıldığı malumdur. Kıpçakların kardeş kelimesinin karşılığında "charandas"29 kelimesi, ağabey yerine"aga"30 kelimesi, kız kardeş yerinde de "chez charandas"31 (kız karındaş=kız kardeş) kelimesini kullandıkları anlaşılıyor.
Türk aile geleneğinde yaşlılara hürmet edilmesi kökleşmiş geleneklerimizin başında gelmektedir. Geniş aile sistemi içerisinde aile fertleri içerisinde kabul edilen büyük babaya Kıpçaklar "öbüge"32 demektedirler. Büyük anneye de "aba" veya "ebe"33 dedikleri anlaşılıyor. Ailenin en büyükleri olarak kabul edilen bu kişilerin "ini"ye34 (torun) varıncaya kadar aile fertleri üzerinde söz hakkı vardır. Bunun bütün Türk boylarında yaygın olduğu görülüyor.
Diğer akrabalara verilen isimlere gelince; babanın erkek kardeşi amcaya "abaqa",35 atakarındaşı veya "içi"36 gibi adlar verilirken, annenin erkek kardeşine dayı anlamında "tagay"37 deniliyor. Kıpçaklar, teyzeye "anakarındaşı" ve "aza""eze" demektedirler ki, bu gün bu tabir Anadolu'nun bazı bölgelerinde aynı anlamda kullanılmaktadır. Halaya ise "ata kız karındaşı",38 "eke" veya "ekeği"39 dedikleri anlaşılıyor.
Netice itibariyle, Deşti Kıpçak sahasında Kıpçakların aile bireylerini ve akrabaları isimlendirmede kullandıkları çoğu kavramların diğer Türk illerinde de muhafaza edildiğini açıkça görmek mümkündür. Bazılarının ise temelde aynı olup lehçe ve şive farkları sebebiyle çok az değişikliğe uğrayarak karşımıza çıkmaktadır.
Evlenme ve Düğün
Tarihe bakıldığı zaman evlenme konusunda Türklerin zengin bir kültüre sahip oldukları görülür. Zamanla töre olarak yerleşen âdetler asırlar boyu muhafaza edilerek günümüze kadar gelmiştir.
Bu konuda köklü ve zengin bir kültüre sahip olmamıza rağmen, tarihî kaynaklar Kıpçaklar arasında vuku bulan evlenme ve düğün adetleri konusunda aydınlatıcı bilgiler vermemektedirler. Deştii Kıpçak sahasında yazılan Codex Cumanicus'ta da bu konuda bilinen ve beklenen çoğu kelimeye rastlanılmıyor. Codex Cumanisus'ta bu konuda bilinen birçok kelimenin yer almaması, bu eserin Türk olmayan ve Türkçeyi çok iyi bilmeyen insanlar tarafından yazılmasına ve yazarların içlerinden çıktıkları toplulukların Kıpçaklarla bu şekilde bir münasebette bulunmamalarına bağlanabilir.
Kıpçaklarda evlenme ve düğün konusu ile ilgili olarak ortaya çıkan çok sınırlı malzeme ile bu konu hakkında bazı ip uçları vermeye çalışalım.
Evlenmeye karar verme işinin "kelin"40 adayının ve "chuyegu"nün41 (küyegü=güvey) birbirlerini görüp beğenmeleri suretiyle mi yoksa anababanın beğenmesi ve uygun görmesi suretiyle mi gerçekleştirildiği hususunu tespit etmek mümkün değildir. Kızını gelin olarak vermeye karar veren "esi"42 (kaynana) ve "chain"43 (kayınbaba) ile güveyin ailesi arasında halledilmesi gereken ilk hususun erkek tarafından kız tarafına verilen "juluv"44 (başlık parası) olduğu anlaşılıyor. Günümüzdeki anlamından farklı anlamlarda kullanılsa da Kıpçaklarda "mihir"45 ve "kalıng" (kalın)46 kelimelerine rastlıyoruz.
Kıpçaklarda düğüne, bugün de olduğu gibi düğün denilmekle beraber, Codex Cumanicus'ta düğün anlamında bir de "aser"47 kelimesinin kullanıldığı görülmektedir. Düğüne mahsus ne tür eğlence yapıldığına dair bilgiler yoktur. Ancak düğünde toplananlara yemek verildiğine dair işaretler vardır. Gelin yeni evine giderken çeyiz eşyasının bir kısmını çevreden getirilen hediyelerin "bages"48 oluşturduğu anlaşılıyor.
Kıpçaklar arasında düğünle ilgili olarak "satuç"49 sağdış, "kertek"50 (gelin odasıgerdek) ve "erdeng"51 (bakire) gibi kelimelerin kullanıldığı görülürken, düğünü olmuş yani evlenmiş erkek ve kadınlar için de "evli"52 (evli erkekleri için) ve "epçi"53 (kadınev kadınıeş) kelimeleri kullanılmaktadır. Özellikle kız ve kadın kavramlarının manalarının çok açık bir şekilde ve zamanında izah edilmesi bir takım ahlaki kuralların başta bekaret olmak üzere Türk toplumunda eskiden beri mevcut olduğunu belirtmesi bakımından önemlidir.
Günümüzdeki hamile kalma ve hamile karşılığında da Kıpçakların "ayli" ve "yükli"54 kelimelerini kullandıkları anlaşılıyor.
Genel olarak Türk topluluklarında evlenme de "exogamie" yasası geçerli olduğu kaydediliyor. İslâmiyeti kabul edip yerleşik hayata geçmiş olan Anadolu'daki çeşitli Türk topluluklarının düğün adetlerinde eski göçebe hayatı devrine ait exogamie geleneklerinin izlerini açık bir şekilde görmek mümkündür. Örneğin kızların türküleri "yad ellerden", "el oğlundan" şikayetlerle doludur. XIII. ve XIV. yüzyılda Karadeniz Kuzeyindeki Kıpçaklarda bu konuda elimizde net bilgiler bulunmamasına rağmen, Kıpçakların torunları olarak kabul edilen Başkurtlarda günümüzde exogamie'nin geçerliliği hala devam etmektedir. Bunlarda evlenme yasak olan soy dairesi en az yedinci göbek atanın erkek torunlarından teşekkül etmiş soydur. Dağlı Başkurtların XIX. asrın başlarında bile bu yasağa riayet etmeyenleri öldürdükleri belirtiliyor.55
Sonuç olarak bilhassa Codex Cumanicus'u tarayarak tespit edebildiğimiz sınırlı kelimelerle, Türk toplumunun genel teamüllerini de göz önüne alarak evlenme ve düğün konusu hakkında bilgi verilmeye çalışılmıştır. Tespit edebildiğimiz kelime ve bilgilerin sınırlı olmasına karşılık Türk töresinin bu konudaki temel prensiplerinin Kıpçak Türkleri arasında da mevcut olduğu ve temel kuralların geçerliliğini muhafaza ettiğini söylemek mümkündür.
Kadının Toplumdaki Yeri
Gerek Kıpçaklardan bahseden tarihi kaynaklar, gerekse Kıpçaklarla temasta bulunmuş olan milletlerin birçoğu, onların çok güzel bir ırka mensup olduklarını, özellikle de Kıpçak kadınlarının güzellikleri ile tanındıklarını kaydederler. Kaynaklar, Kıpçakların gayet yakışıklı olduklarından bahsederken,56 bilhassa Kıpçak kadınlarının güzelliği birbirinden farklı birçok kaynak tarafından teyit edilmektedir.
Şair Nizami, Kuman/Kıpçak kadınlarının beyaz tenlerine meftun olduğunu çeşitli vesilelerle nakletmiştir. Şairin başka milletlerden olan kadın kahramanlarının güzelliğini kaleme aldığında onları "Türk güzeli" diye adlandırması dikkat çekicidir. Şöyle ki, Arap kızı Leyla'yı, "Acem Türkü", Bizans güzelini, "Rumi nesepli Türk", Hind güzelini; "Türk gözlü Hintli nesepli ceylan", Slav güzelini; "Seglab şahının kızı Çinli Türk" vs. diye adlandırmaktadır. Şairi, her şeyden fazla Türk kızlarının manevi zenginliği, temizliği, mücadeleciliği, ailesine ve sevgilisine sadakatı hayran bırakır. Şair bütün bunları sevimli zevcesi Kıpçak kızı "Appak"ın şahsında görebilmiştir. Derbent şahına esir düşen Appak (Ağappak=bembeyaz) adındaki Kıpçak kızı Şair Nizami'ye hediye olarak verilir. Otuz yaşındaki şair hayatında ilk defa bu Kıpçak kızı ile sevgiye doyar. O, bu Türk güzelini kendi evine esir, hizmetçi ve kul olarak değil meşru karısı olarak getirir.57
Gürcü vekayinâmelerinde ise Gürcü David II'nin karısı olan Kıpçak menşeli hatunun güzelliği ile şöhret bulduğu anlatılmaktadır.58 Tekkehalk geleneğimizde "ŞeyhSanan ile Kral'ın Sarı Kızı" efsaneleri, radyolara bile geçen "sarıgelin" türküsü ile oyunu ve yanlışlıkla Gürcü tabiri hep GürcüKıpçaklarından zamanımıza hatıra kalmıştır. Bu yüzden, eski "Türk güzeli" ve "Kıpçak güzeli"yerine "Gürcü güzeli" tabiri dilimize yerleşmiştir. Adı geçen efsanede kısaca Müslüman olan Şeyh Sanan'ın bir Kıpçak kızına aşık olup onu almak için Hıristiyan olduğundan bahsedilmektedir.59
Öte yandan Rus vekayinamelerindeki kayıtlardan nakledildiğine göre Kıpçak hanlarının Rus knezlerini elde etmek amacıyla güzel kızları hediye olarak gönderdikleri anlaşılıyor. Kiyef knezlerinden bazılarının Kıpçak hanlarının kızları ile evlenmeleri yalnız siyasî maksatla değil, aynı zamanda Kıpçak kızlarının güzelliği sebebiyledir.60 Örneğin 1107 tarihine ait yıllıklarda şöyle bir kayıt bulunmaktadır: "Bu yılın Ocak ayında Vladimir, David ve Oleg, Ayepe ve Ayapa'nın yanına gelip onlarla barış yaptılar. Vladimir oğlu Yüri'ye Yasen'in torunu ve Yepiop'un kızını; Oleg ise oğluna Akaspid'in torunu ve Ayepe'nin kızını 12 Şubat'ta gelin aldılar.61 Ayrıca Rus knez ailesine mensup bir kadının (Knez Vladimir Monomach'ın torunu) Kuman Hanı Başkord ile evlenmek için Kiyef'ten kaçması62 her halde Başkord'un yakışıklılığından dolayı olmuştur. Bütün bu kayıtlar Kıpçakların özellikle kadınları olmak üzere ırken çok güzel olduklarını gösterir.
İbn Batuta, başta Kıpçaklar olmak üzere Deşti Kıpçak'ta kadının toplum içerisinde önemli bir yere sahip olduğunu, erkeklerin hanımlarına aşırı saygı duyduklarını, bu bölgede kadınların erkeklerden daha üstün görüldüklerini ve bunun da kendisini şaşırttığını ifade etmektedir. Ayrıca buradaki kadınların yüzlerinin açık olduğunu, bu şekilde dolaştıklarını, erkeklerden kaçmadıklarını, bazı kadınların yanındaki köleleriyle beraber pazara süt, yoğurt getirip satarak karşılığında koku ve esanslar satın aldıklarını ifade etmektedir. Bazı kadınları da erkekleriyle beraber gördüğünü, ancak o zaman bu adamları kadınların hizmetkarı zannettiğini vurgulamaktadır.63 Ziya Gökalp de bu konu üzerinde durarak Türklerin İslâm'ı kabul etmelerinden sonra, Anadolu, Deşti Kıpçak ve Irakeyn gibi bazı bölgelerdeki kadınlara göre erkeklerle eşit konumda, daha muhterem, daha hür ve mesut bir hayat sürdürdüğünü belirtmekte, bunun nedenini de eski Türk aile geleneğinin devam etmesine bağlamaktadır.64
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kıpçaklar da içinde olmak üzere genel olarak Türk oymak ve obalarında kadınlar erkeklerle beraber ve bütün hayat safhalarının içindedirler. Onların ev ve sokak kıyafetleri farklı olmakla beraber her iki halde de yüzleri daima açıktır.65 Namus konusunda hassastırlar. Zina olayı hiçbir zaman iyi karşılanmaz. Eski Türklerde himmet yüceliği, namus ve ırz için ölmek, ideal hayatın ancak cemiyet ve devlet hayatı olduğunu düşünmek, güçlüklere kolaylıkla katlanmak, kadınların da ancak bu tip erkekleri sevmeleri ön plana çıkmıştır. Tatar ve Kıpçak halk edebiyatında da Türklerin bu çeşit hassasiyetlerinden çok söz edilir.66
Kıpçak kadınlarının zaman zaman devlet idaresinde de etkili oldukları görülmüştür. Buna XII. ve XIII. yüzyıllarda Deşti Kıpçak'ta rastlandığı gibi, Altınordu, Mısır Türk Memlûk Sultanlığı, Delhi Türk Sultanlığı ve Kıpçakların göçtükleri diğer bölgelerde de rastlamak mümkündür.67
Netice itibarıyla, Kıpçak kadını daima erkeğin yanında, hiçbir zaman horlanmamış, hayatın bütün safhalarında kendini hissettiren ve toplumda önemli bir fonksiyon üstlenmiş durumdadır.
Sanat ve Mimarlık
Elimizdeki materyaller ölçüsünde bu konuda kısaca Kıpçak Türklerinin evleri, çadırları ve balballarından bahsedeceğiz. Ayrıca Kıpçakların önderliğinde kurulan Mısır Türk Memlûkleri dönemi ve sonrasında yapılan cami ve türbeler hakkında bilgi vereceğiz.
Tarihte, göçebe hayat yaşayan Türkleri görmek mümkün olduğu gibi, yerleşik hayata geçenleri ve bu hayat tarzının gereklerini en iyi şekilde yerine getirenleri de görmek mümkündür. Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda ana kütlesi göçebe hayat tarzını benimsemiş olan Kıpçakların da bir kısmı şehirlere yerleşerek yaşamlarını devam ettirmişlerdir. İşte şehir, kasaba ve köylere yerleşenler bu yerleşik tarzın gereği olan evlerde oturmuşlardır.
Çeşitli Türk topluluklarında farklı telaffuz şekilleri ile söylenmekte olan ev'e Kıpçaklar bu günkü telaffuz şekliyle "ev" diyorlardı.68 Duvar örmede taşın kullanıldığı gibi "kerpiç"in de69 kullanıldığı anlaşılıyor. Codex Cumanicus'da geçen "bişmiş kerpiç" tabiri de günümüzdeki "tuğla" anlamında olsa gerek.70 Türkler kerpiçten ev yapmayı çok eskiden beri biliyorlardı. Batı Türkistan'da yapılan ve I. ve II. yüzyıla ait olduğu anlaşılan buluntular arasında kare kerpiçlerin mimari teknikte kullanıldığı tespit edilmiştir.71 Kıpçakların evlerin üzerini kapatmak için daha çok "tacta"72 kereste kullandıkları anlaşılıyor. Pencere karşılığında "tünglük"73 kelimesi kullanılmaktadır. Ocağın üstünden başlamak üzere damın üstünde çıkıntı şeklinde dışarıdan görülebilen ve bugün baca dediğimiz, ateşin dumanını dışarı veren bölüme Kıpçaklar "sufra" veya "catro"74 demekte ve iki tabiri birlikte "sufra ul catra" şeklinde kullanmakta idiler. İnşaat malzemesinde kullanılan tahtanın evin döşemesinde de kullanıldığı ve tahta döşeme yerine gelmek üzere "tacta canga"75 denildiği görülüyor. Netice olarak, tespit edebildiğimiz kadarıyla, yerleşik hayatı tercih eden Kıpçak kütlelerinin bu hayatın gereği olan evi bu günkü şekline yakın bir şekilde yaptıkları gözlenmektedir.
Daha önce geçen konularda Kıpçakların ekseriyetinin yarı yerleşik şekilde yaşadığını belirtmiştik. Kıpçakların önemli bir bölümünü oluşturan bu kütle "cater"76 (çadırlar) da yaşıyordu. Çünkü yaşayış tarzlarına en uygun sığınma ve barınma ihtiyacını karşılayacak bir vasıta olarak çadırı biliyorlardı.
Kıpçak nüfusunun önemli bir kısmının barınağı ve sığınağı olan çadırın mahiyeti hakkında gerek Codex Cumanicus gerekse diğer Kıpçak lügatlarında hemen hemen hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. Kıpçakların hayatında önemli bir rolü olan çadır ve müştemilatı konusunda Deşti Kıpçak sahasını XIII. ve XIV. yüzyıllarda gezen ve Kıpçakların yaşadığı çadırları gören seyyahların gözlemlerine baş vuracağız.
12451247 yılları arasında Deşti Kıpçak'tan geçen P. Carpini'nin "Derme Evler" olarak tabir edilen çadırları şu şekilde tasvir ettiği nakledilmektedir:
"Onların ince çubuklardan örülen ve direklerden yapılmış, yukarıya doğru gittikçe daralan çadır biçiminde evleri vardır. En üstte ve tam ortasında yuvarlak bir delik açılmıştır. Bu bacadan içeriye ışık girer, aynı zamanda duman çıkardı. Ateş yeri veya ocak, her zaman çadırın ortasında bulunurdu. Kışın evin içinde, yerde tezek yakılırdı. Duvarları ile çatısı, keçe ile kaplanmıştır. Kapıları da keçe ile örtülmüştür. İçinde oturanların zengin veya yoksul olmalarına göre çadırlar küçük veya büyük olabilirdi. Bu yurtlardan bazıları, hemen bir anda çözülür ve sonra da kurulurdu. Göçlerde de bunlar, yük hayvanlarıyla taşınırdı. "araba çadırları" ise çözülüp kurulamazlardı. Bundan dolayı da araba üzerinde taşınırlardı. Küçük çadır arabalarını bir öküz bile çekebilirdi. Daha büyüklerini ise, çadırın büyüklüğüne göre üçdört veya daha çok öküz çekerdi. Nereye gitmek istiyorlarsa, ister savaşa, ister başka bir yere olsun, her zaman bu kendi yurtlarıyla birlikte giderlerdi".77
12531255 yıllarında Kıpçak sahasını gezen G. Rubruck da bu konu ile ilgili gözlemlerini aktarmıştır. Rubruck'a göre Kıpçaklar uyudukları evlerini tekerlekler üzerinde yaparlardı. Birbirine geçmiş çubuklar, bir merkezi çevreleyerek yukarıya doğru yükselir ve böylece baca oluşurdu. Daha sonra bu ağaçlar beyaz bir keçe ile kaplanırdı. Çoğu zaman görkemli ve şaşaalı görünmesi için kireçle, beyaz bir toprakla veya kemik tozu ile boyanırdı. Bu çadırlar bazan da kara keçe ile kaplanırdı. Ayrıca kapının üzerine gösterişli bir deri asılır, keçenin üzeri de boya ile yapılmış üzüm, ağaç, kuş ve dört ayaklı hayvanların resimleriyle süslenirdi. Ona göre Kıpçak çadırları oldukça büyük ve genişti. Bazı çadırların genişlikleri otuz kadem uzunluğunda olabilirdi. Rubruck, bizzat kendisinin bir evi taşıyan bir tek arabaya yirmi iki öküzün koşulmasını gördüğünü belirtiyor. O, arabanın dingilinin tıpkı bir gemi direği gibi büyük olduğunu, arabacı olarak tek bir kişinin arabadaki evin önünde oturup öküzleri sürdüğünü naklediyor. Bunların dışında Kıpçakların çadırın önünde küçük bir kapı yaptıkları, bunu da siyah bir keçe ile kapladıkları, yağmur sızmaması için de üzerini iç yağı veya koyun sütü ile sıvadıkları kaydediliyor. Yine Rubruck'a göre keçenin üstü resimler veya işlemeler ile süslenir, öküzler ve develerle çekilen araba çadırları birbirine birer iple bağlanırdı.78
1334 yılında Deşti Kıpçak'ı gezen İbn Batuta'nın da Kıpçaklarda yaygın olan ev arabaları hakkında şu bilgileri verdiği görülüyor.
"Deşti Kıpçak'da üzerinde seyahat yapılan araçlara "araba" adı verilir. Kıpçak Türklerinde yaygın olan bu arabaların her birinin dört tane tekerleği vardır. Bu arabalarda koşum hayvanı olarak at, öküz ve bazen de deve kullanılır. Araba üzerinde, üstü bir kubbeye benzeyen ağaç çubuklarla yapılmış, ince deri kayışlarla bağlanmış, bir çadır veya yurt bulunur. Kolaylıkla taşınan bu yurtların üzeri keçe veya bezle kaplanmıştır. Bu çadırların (yurt) kafesli pencereleri bulunur. Bu pencerelerden dışarıdakiler içeriyi göremez ama içeridekiler dışarıyı görebilirler. Konaklarda arabaların üzerindeki bu çadırlar aşağı indirilir ve konak yerine yerleştirilir."79
Her üç seyyahın da gözlemlerine bakıldığı zaman, farklı dönemlerde değişik kişiler tarafından Deşti Kıpçak'a yapılan seyahat sonucunda verilen bilgilerin temelde birbirine benzediklerini görüyoruz. Çadır, çadırın özellikleri ve çadır hayatı konusunda verilen bu bilgiler, konunun doğruluğunu göstermesi bakımından önemli olup yoruma ve izaha ihtiyaç bırakmamaktadır. Çadırın göçebe hayat tarzı yaşayan Kıpçak Türklerinin her türlü barınma, yaşama ve göç etme vs. gibi ihtiyaçlarına cevap verebilecek özelliklerde yapılıp tanzim edildiği anlaşılmaktadır. Kıpçaklarda olduğu gibi diğer göçebe Türk kavimlerinde çadır, bazen otağ, bazen bir saray, bazen de bir ordugâh olarak Türk kültüründe önemli bir yer tutar.
Türk hanları ve alpleri için mezarlar üzerine dikilen heykeller vardır ki bunlara "sın", "sıntaş", "taşnine" ve "balbal" ismi verilmektedir.80 Balbal dikme adeti VII. yüzyılda Bulgar Türkleri tarafından Balkanlara kadar götürülmüştür.81 Rubrouck, XIII. yüzyılda Deşti Kıpçak'ta yaşayan Kıpçak Türkler arasında mezar üzerine "balbal" yapma geleneğinin yaygın olduğunu belirtmektedir.82 Mezarlar üzerine yapılan bu "balbal"ların başlarında serpuşlar, kulaklarında küpeler, ellerinde silahlar bulunurdu. Ayrıca heykellerin kemerleri de dikkate değer niteliktedir. Bu kemerkuşakların çoğu dört köşeli madeni levhacıklardan yapılmıştır. Balbalların kuşaklarında ufak eşya (çakmakkavmuska) taşımak için bir kese bağlanmıştır. Bazı balbalların bir eline testiye benzer bir kap yapıldığı anlaşılmaktadır.83 Balbalların yüzünün doğuya dönük olduğu kaydedilmektedir.84
XIII. yüzyılda Kıpçak Memlûklerin önderliğinde kurulan Mısır Türk Sultanlığı döneminde de önemli eserler yaptırıldığı ve bunların bayındırlık açısından bu gün bile kendilerini hissettirdikleri görülmektedir. Kahire'de bulunan yapıların çoğu Memlûkler devrinden kalmadır. Bu eserler arasında ön planda türbeleri görüyoruz.
Memlûklere kadar yapılan binalar, daha çok İran üslûbunda yapılırken bu devir türbeleri yüksek kubbeleriyle, Türk üslubunun Mısır'a girdiğini gösterir. Türk üslubu sadece türbelerde değil, camilerde de etkisini göstermiştir. Genellikle mihrabın etrafındaki süslemeler Türk tarzı olduğu gibi, yapıların ön tarafları da Anadolu Selçukluları yapıları örnek alınarak yapılmıştır. Gerçi mimarlık üslûbu, Memlûkler zamanında aynı kalmamıştır. Fakat türbeler daima aynı biçimi korumuştur. Bunların Sultan Kalavun'dan sonra yapıların "elMukattan" dağından getirilen sağlam kesme taşlarla, Kuzey Mısır'dan temin edilen porfir ve granit taşlarından yapılmaya başlandığı anlaşılıyor. Bu taşlar sert ve dayanıklı olduklarından, eserler varlıklarını günümüze kadar koruyabilmiştir. Memlûklerin türbe, cami ve sarayın yanı sıra Moğollara karşı büyük şehirlerin kale ve surlarını tamamen yeniden yaptıkları belirtiliyor. Bunlara Kahire, Şam ve Halep kaleleri en iyi örneklik teşkil eder.85
Ekonomik Durum
Gerek Karadeniz kuzeyi Kıpçak sahasında gerekse Mısır Memlûk döneminde tedavülde olan paranın ne olduğunu, aynı dönemlerde komşu ülkelerde kullanılan paralar hakkında bilgi edinmek suretiyle öğrenmek mümkün olabilir.
Türklerin İslâmiyeti kabul döneminden itibaren, gümüş para yani dirhem "akça" olarak altın para da "dinar" olarak isimlendiriliyordu. Orta Asya'da İdil Bulgarları ve Hazarların ticarette deri para kullandıkları belirtiliyor. XI. asırda Uygur hanlarının kumaş parçaları üzerine mühür basarak tedavülde kağıt para gibi kullandıkları naklediliyor. KefeTebriz ticaretinin Kıpçaklar dönemindeki canlılığı göz önüne alınırsa İlhanlı başkentinde uygulanan para politikasının Kıpçakları etkilemediğini düşünmek yanlış olur.86
Codex Cumanicus'da geçen "acca"87 (akça) tabiri muhtemelen dirhem denilen gümüş para için kullanılmaktadır. Bu noktadan hareketle Karadeniz kuzeyindeki Kıpçakların diğer Türk ellerinde kullanılan dirhem ve altın para "dinar"ı kullandıkları tahmin edilebilir.
Kıpçak sahasındaki ticarette önemli bir paydaya sahip olan Cenevizlilerin Kırım'ın Kefe şehrinde bastıkları ön tarafında Janus'un arka tarafında da Tatar Hanı'nın damgası bulunan gümüş sikkelere "asper", altın sikkelere de "livre" denildiği ve ticarî önemi haiz Kıpçak şehirlerinde bu paraların geçerli olduğu belirtilmektedir.88 Kıpçakların yoğun olarak bulunduğu Mısır Memlûk Sultanlığı'nda esas para biriminin daima dinar olduğu, diğer paraların da ona göre ayarlandığı anlaşılmaktadır.89
Kıpçaklarca bilinen ve çeşitli yer ve şekillerde kullanılan bazı kıymetli maddelerin başında altın90 gelmekte idi. Diğer bir kıymetli maden olan gümüş de91 para olarak kullanıldığı gibi süs eşyası yapımında da kullanılıyordu.
XIXIV. yüzyıllarda faaliyette bulunan önemli ticaret yolları içinde Kuman/Kıpçak iskân sahasının önemli bir yere sahip olduğu vurgulanmaktadır.
Hazarlardan başlayarak Altınordu devrinin sonuna, yani VIII. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar Güneydoğu Avrupa'nın hayatında önemli rol oynayan Volga ticaret yolu, İtil'in Svyatoslav tarafından 965'te tahrip edilmesiyle kısmen zarar görmüş ise de, önemini Kıpçaklar döneminde de sürdürmüştür.92
Hazar devletinin merkezinin, Ruslar tarafından imha edilmesinden sonra, Saksın bu bölgenin birinci derecede önemli şehri olmuştur. Volga nehrinin ağzında, bugünkü Ejderhan civarında bulunması muhtemel olan bu şehir Kıpçakların bir nevi başşehri idi. Güney Rusya ticaretini elinde tutan Saksın, kuzeydeki Bulgar şehrine rekabet ediyordu. Bu bölgede Kıpçakların diğer önemli bir şehri de Suğdak idi. Yakın doğu ve Anadolu ile yapılan bütün ticaret buradan yapılırdı.93
Görülüyor ki, Bulgar'ı Volga yoluyla Saksın'a ve Hazar Denizi'ne bağlayan yol tamamıyla Kıpçakların elinde bulunuyordu. Bunlar Hazarların yaptıkları gibi ticaret gemilerinden ve kervanlardan vergi alırlardı.94 Bu yolla Kıpçak hanlarının büyük gelir sağladıkları anlaşılmaktadır.
Kıpçaklar için önemli olan bir diğer ticaret yolu da Kırım yarımadası vasıtasıyla Kıpçaklara gelen Karadeniz yoludur. Kırım'a giden bu yol uzun bozkırlar içerisinden geçtiği için önemi Volga ticaret yolundan daha az idi. Yine de bu bozkır yolunda geniş bir alım satım faaliyeti olurdu. Kırım ile bir yandan Trabzon bir yandan da İstanbul arasında büyük ticaret gerçekleştirilirdi. Rus prenslikleri ile de ticaret kurulmuştu.95
XIII. yüzyılda bir yandan Anadolu'nun, Suriye ve Musul'un Müslüman halkı ile Güney Rusya Kıpçak sakinleri arasında yoğun mübadele faaliyetinin olduğu anlaşılıyor. Sivas'ta bulunan kervanlar buradan Selçuklu Sultanları'nın arazisinden geçerek veya Trabzon yoluyla, Karadeniz'den Deşti Kıpçak'a varıyordu. Kırım ve Kıpçak halkı da çoğu zaman denizi geçerek Anadolu'ya güzel kürklerini götürüyorlardı.
Eğer Kırım veya Anadolu'da ortaya çıkan bir savaş olayı bunların ihracını geciktirecek olsa, bu her iki tarafta gerçek bir şikayet konusu oluyordu. Aynı asırda bir Kıpçak şehri olan Suğdak, Müslüman ve Avrupalı tüccarların şarkta önemli bir ticaret merkezi idi. Anadolu, Suriye ve Mezopotamya ile Deşti Kıpçak arasında büyük bir ticarî mübadele olduğunu, Sinop'tan gemiye binen Türk tüccarlarının Suğdak'a vardıklarını, pamuklu ve ipekli kumaşlar, baharat götürüp kuzeyden kürk, köle ve cariye aldıklarını kaynaklardan öğreniyoruz.
XIV. yüzyılın ortalarında, Florentinalı bir tüccar olan Francesso Balducci Pegolotti'nin yazdığı "La Pratica della Mercatura" adlı eserde Deşti Kıpçak sahasındaki ticarî faaliyetler hakkında geniş bilgiler verilmektedir. Pegolotti'nin kaydettiği Kırım bölgesine dışarıdan gelen ve buradan diğer ülkelere giden ticarî mallar Codex Cumanicus'ta da geçmektedir.
Buna göre Deşti Kıpçak sahasında ihraç edilen ticarî mallar arasında balaban (şahin, doğan), baluç (balık), chrsak (tilki kürkü), bugday (buğday), teri (deri), bal (bal), tein (sincap kürkü), chaten (keten), arpa (arpa), catlauc (fındık), tari (darı), caman (kimyon), eltiri (kuzu kürkü), cumis (gümüş), balaux (balmumu), börü (kurt pöstekisi), bager (bakır), savsar (sansar kürkü), choy suruchi (koyun derisi), kul (köle) chis (samur) ve cager (şarap gibi eşyaları saymak mümkündür.96 Bu bölgeden ihraç edilen malların ağırlıklı olarak ziraat, hayvancılık ve avcılığa dayandığı göze çarpmaktadır. Kürke dayalı ihracat maddelerinin diğerlerine nazaran daha fazla olduğu gözlenmektedir.
Deşti Kıpçak bölgesinin dışarıdan aldığı mallara gelince, bunlar genellikle mamuh (pamuk), acitas (şap), şabur (sarısabır), charabar (kehribar), corgasin (kurşun), nac (ipekli kumaş), yalmas (elmas), fil tisi (fil dişi), raxiana (rezenereçine), grandul (karanfil), nardan (nar), castana (kestane), ketanj (keten), noghuc (nohut), ghorma (hurma), temir (demir, ingir (incir), sarmisoc (sarımsak), maajun (macunilaç), badam (badem), caun (kavun), ypar (misk), chageth (kağıt), chonasuj (civa), last (ham ipek), samurut (zümrüt), ypac (ipek), ymsiri (mumya), zeytinyağ (zeytin yağı), ingcu (inci), brinc (pirinç), catifa (kadife), choux (keçekilim) ve yung (yün)dür.97 İthal edilen bu malların bir kısmının transit ticaret yoluyla Kıpçak sahasına geldiği ve bu bölgeden de başka ülkelere nakledildiği gerçeğini göz önünde bulundurmak gerekir.
Aşağı Volga Havzası'nı ve Volga ile Dnepr arasındaki bozkır alanlarını işgal eden Kıpçakların Hazarların mirasına kondukları ve Hazarlarda yaygın olan ziraat ve çiftçilikle uğraştıkları anlaşılmaktadır.98 Kırım bölgesinde de aynı sosyal ve kültürel durum müşahede edilmektedir. Karadeniz'in kuzey sahasına gelen Kıpçaklar, buralarda çok eskiden beri yaşamış olan ve birbirlerini takip eden kültür ve medeniyetlerin kalıntılarını benimsemişler ve bazılarını da devam ettirmişlerdir. Kırım'ın özellikle güney sahillerinin bahçeciliğe ve sebzeciliğe elverişli olması da yerleşik hayata geçen Kıpçakların bunları kolaylıkla benimsemelerinde âmil olmuştur.99 Bunlardan da anlaşılıyor ki, Deşti Kıpçak'ın coğrafi yapı itibariyle tarıma elverişli bölgelerinde yaşayan Kıpçakların buralarda ziraatle meşgul oldukları ve geçim kaynaklarından biri olan toprağı hububat, sebzecilik ve meyvecilik ile değerlendirmeye çalıştıkları muhakkaktır.
Macaristan'a göç eden Kıpçakların özellikle bahçecilik olmak üzere zirai konularda öncülük ettikleri ve XV.XVI. yüzyıllarda Türklerin bu konularda örnek alındığı kaydedilmektedir.100
Plano Carpini ve İbn Batuta'dan nakledilen ifadelerden,101 Deşti Kıpçak'ta büyük çapta hayvancılık yapıldığı görülmektedir. Öte yandan Kıpçakların at'ı sürüler halinde besledikleri ve bu sürülere diğer Türk illerinde olduğu gibi "yılkı"102 dedikleri anlaşılıyor. At'ı günlük hayatın birçok bölümünde kullanan Kıpçakların onun sütünden kımız yaparak içtikleri, ayrıca spor ve eğlencelerde de attan çeşitli şekillerde yararlandıkları bildirilmektedir.
Atın dışında et, süt, yün ve derisinden faydalanmak üzere koyunculuk yaptıkları, yine et, süt ve gücünden yararlanmak için öküz ve inek, yük taşıma ve binit olarak kullanmak için de deve besledikleri kaydedilmektedir.103
Dinî Durum
Kaynaklar, Kıpçakların geleneksel Türk dini içerisinde önemli bir yere sahip olduklarını ve eski Türk dini içerisinde bulunan inanç ve uygulamaların çoğunun bu Türk kavminde de geçerli olduğunu kaydetmektedir. Örneğin Eski Türk dininde yer alan Tanrı inancı'nın Kıpçaklarda da yer aldığı, evrensel dinlere girdiklerinde kendi Tanrı anlayışlarını yeni girdikleri evrensel dinin Tanrısı ile kolayca özdeşleştirdikleri ve Tanrı adını yeni dinlerin Tanrısı için de kullanmakta tereddüt etmedikleri belirtilmektedir. 104
Evrensel dinlerle karşılaşmadan önce Tanrı inancının yanı sıra diğer Türk kavimlerinde kutsal olarak kabul edilen şeylerin Kıpçaklar arasında da kutsal olarak görüldüğü vurgulanmaktadır. Örneğin ay ve güneş kültünün yanı sıra Kıpçaklar arasında yıldızların takdis edilip kutsal kabul edilmesinin yaygın olduğu, YerSu kültleri dediğimiz dağ kültü, ağaç ve orman kültü, su kültü, toprak, taş ve kaya kültü ve ateş kültünün de o dönemde canlı olarak yaşadığı kaydedilmektedir.105
Geleneksel Türk dinî tarihinin en önemli unsurlarından birini oluşturan atalar kültü, yani ölmüş ataları tazim, onlar için kurbanlar sunma inanç ve adetleri ile ilgili örneklere Kıpçaklar arasında da rastlanılmaktadır. Hatta Kıpçaklarla iç içe olan Kimeklerin 80 yaşına giren ancak bunamayan suçsuz yaşlılara ibadet ettikleri nakledilmektedir.106
Eski Türklerin icra ettikleri ayin ve törenlerin Kıpçaklar arasında da görüldüğü, Gök Tanrı için, evrensel dinlerde görülen kurumsallaşmış ve yaygın ibadethanelerin olmadığı, Kıpçaklar da dahil olmak üzere Türk topluluklarının, ecdat mağaralarını, mukaddes dağları, YerSu'ları, hakanın otağı ve obaları önemli dinî merasimlerin yerine getirdikleri mekanlar olarak gördükleri kaydedilmektedir. Türk topluluklarında geçerli olan ayin ve törenlerin belirli zamanlarda yapılanlar ve tesadüfî olaylar nedeniyle yapılanlar şeklindeki durumun Kıpçaklar için de geçerli olduğu ve Kıpçaklar arasında ilkbaharda yapılan bayramın büyük önem arz ettiği belirtilmektedir. Kıpçaklar arasında "and içme" ve "kan kardeşliği" için yapılan törenler de çok önemli olduğu görülmektedir. Ayrıca Kıpçakların dinî hayatında görülen bu tip ayin ve törenlerin dışında genel olarak Türk topluluklarında icra edilen birçok özel ve küçük ayinlerin bu Türk boyu için de geçerli olduğu verilen bilgiler arasındadır.107
Eski Türk dininde en önemli ibadet olan Kurban Kıpçaklar için de geçerli olup bunun kanlı ve kansız kurban şeklinde uygulandığı görülmektedir. Diğer Türk kavimlerinden farklı olarak Kıpçakların at, koyun, sığır ve devenin yanı sıra geyik ve köpeği de kurban olarak sundukları tespit edilmiştir.
Ayrıca diğer Türk kavimlerinde görülmediği halde Proto Bulgarlar ile Kıpçaklarda insan kurbanının varlığına dair önemli rivayetler vardır. 108
Eski Türklerde görülen ölüm ve ölü gömme ile ilgili inanç ve adetler büyük ölçüde Kıpçaklarda da bulunmaktadır. Örneğin eski Türk dininde var olan "yug törenleri"nin bütün canlılığı ile bunlarda da uygulandığı ve diğer bazı Türk topluluklarında görülmeyen mezarlar üzerine "balbal" dikme geleneğinin Kıpçaklarda çok yaygın olduğu belirtilmektedir. 109
Evrensel dinlerden İslâmiyet, Hıristiyanlık ve Yahudiliği benimseme açısından diğer Türk toplulukları içerisinde Kıpçaklar özel bir yere sahiptir. Bazı Türk toplulukları VII. yüzyılın birinci yarısının sonlarında İslâmla temas kurmaya başlarken Kıpçakların İslâmla tanışmalarının ve peyderpey Müslüman olmaya başlamalarının X. yüzyılın ilk yarısında başladığı, ancak bu Türk kavminden İslâmı seçenlerin büyük çoğunluğunun İslâm medeniyetini kabul edip gönülden bağlanmalarının XIII. ve XIV. yüzyıllarda gerçekleştiği görülmektedir. Kıpçaklara İslâmiyetin Volga havzasına gelen Müslüman tüccarlar vasıtasıyla girdiği ve XIIXIV. yüzyıllarda Yesevi tarikatının etkisiyle hızla yayıldığı anlaşılmaktadır. Kıpçaklarda Gök Tanrı inancının varlığı, ibadetlerinde kurbanın önemli bir yer tutması, ruhun ölmezliği ve ahiret inancının bulunması gibi inançlar ile fütuhat ve savaş düşüncesinin ön plana çıkması, İslâm dinini kabullerinde önemli rol oynamıştır.110
Nüfus itibariyle Kıpçakların çoğunluğunun İslâmı kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Müslüman olan Kıpçakların İdilUral, Kafkaslar, Türkistan, Balkanlar, Anadolu, Mısır ve Hindistan bölgelerinde bulundukları ve kendi bölgelerinin şartlarına göre bu dine hizmet ettikleri görülmektedir.111
Kıpçakların İslâmiyetten sonra, çoğunluk bakımından ikinci sırada kabul ettikleri din, Hıristiyanlık olmuştur. İlk Hıristiyan Kıpçaklara XI. yüzyıldan itibaren Kafkaslar, Karadenizin kuzeyi ve Balkanlarda rastlanmaktadır. Kaynaklar, Don ve Kuban bölgesinde yaşayan Kıpçakların Gürcüler vasıtasıyla Kafkaslara gelip orada Hıristiyanlığı kabul ettiklerini, XVI. yüzyılın sonlarına kadar Doğu Anadolu'nun bir kısmının da içinde bulunduğu Ortodoks Atabekler hükümetini kurduklarını, Osmanlıların hakimiyetine girinceye kadar Hıristiyanlıklarının devam ettiğini ve Osmanlı hakimiyetinden sonra da İslâmı kabul ettiklerini kaydederler. Karadenizin kuzeyinde ve Balkanlardaki Kıpçakların Hıristiyanlığa girişini, XI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren başlatmanın doğru olacağı kanaatindeyiz. Uzun süre Karadenizin kuzeyindeki steplerin tek hakimi olan Kıpçakların, Moğol istilasından çok önce Rusların yanı sıra özellikle Kırım'da Cenovalı ve Venedikli Katolik misyonerler ile Fransiskan rahiplerinin gayretleriyle Hıristiyanlık telkinlerine maruz kaldıkları, bunların bir kısmı Katolik olurken, diğer bir kısmının Rusların etkisiyle Ortodoksluğu kabul ettiği belirlenmiştir. Öte yandan XI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Balkanlara inen bazı Kıpçak kabilelerinin de Bizanslıların etkisiyle Hıristiyanlığı benimsemeye başladıkları belirtilmektedir. XIII. yüzyıla gelince bu bölgedeki Hıristiyan Kıpçakların çoğalmasıyla 12271228 yıllarında Boğdan vilayetinin Bacau şehrinde Kıpçaklar için bir "Piskoposluk" kurulduğu nakledilmektedir. Ayrıca Doğu Avrupa ve Balkanlar'da o dönemlerde Hıristiyanlığı kabul eden Kıpçak menşeli insanların torunlarının günümüzde Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Çekoslavakya gibi ülkelerde yaşadığı, ancak Polonya, Dobruca ve Yunanistan'da (Pomak Türkleri) İslâmı kabul edenlerin dışındakilerin tamamının milli kimliklerini kaybettikleri anlaşılmaktadır.112
Kıpçaklar arasında, İslâmiyet ve Hıristiyanlığa nazaran çok az da olsa Yahudiliği de benimseyenler olmuştur. Bunun da X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren daha Hazarlarla karışmadan önce Karai misyonerleri tarafından sokulduğu anlaşılmaktadır. XI. yüzyılın ilk yarısından sonra Hazar topraklarına giren Kıpçaklar arasında Yahudi Hazarların etkisiyle bu dine girenlerin fazlalaştığı belirtilmektedir.113
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder