7 Kasım 2008 Cuma

AHISKANIN KISA TARİHİ

ahıskanın kısa tarihi

Ahiska'nin Kisa Tarihi

Yunus ZEYREK

1. Eski çağlar: Ahıska ve çevresi, çok eski devirlerden beri, insanların topluluk hâlinde yaşadığı bir bölgedir. Milâttan önceki çağlarda Hurriler, onları takiben Urartular, Kimmerler ve Sakalar buralara hakim olmuşlardır.

Yukarı Kür ve Çoruh boylarıyla Ahıska bölgesinin Türklük tarihi, çok eski asırlara dayanmaktadır. Son Kıpçakların, Gürcü Kralının davetiyle gelip yerleşmesinden yüzyıllarca evvel buralarda Kıpçak ve Bun-Türklerin yaşadığına dair ciddî haberler vardır. Doğu seferine çıkan Makedonların ünlü kralı İskender, MÖ. IV. yüzyıl sonlarında Kafkasya'ya geldiğinde, ona karşı çıkan kuvvetli bir Türk varlığının olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar, Kıpçak ve Bun-Türk adıyla anılmaktadır.[1]

Kun akınları sırasında batıya doğru sürülen Alan unsurları, bu bölgeye gelmişlerdir. Romalıların Güney Kafkasya'ya hakim olmasıyla, Alanlar da geldikleri ülkeye, Kuzey Kafkasya'ya dönmüşlerdir.[2]

Bölge, VI. yüzyılda İranlılar, Hazarlar ve Bizanslılar arasında el değiştirdi. Hazarlar, Kafkasya coğrafyasında çok büyük rol oynamışlardır. XX, yüzyıl başlarına kadar varlığından haberdar olduğumuz anadili Türkçe olan, aralarından âşıklar yetişen ve halk tarafından çufut denilen Musevî unsurunun, Hazar hatırası Karaimler olduğu söylenebilir.

Bugün Rus ve Gürcü kaynaklarında Mesketya adıyla anılan Ahıska bölgesinin eski sakinleri kimlerdi? Bu soruya çok net cevap bulmak zor olsa da, milâttan önce İskender'in seferinde buralarda Türk unsurlarının yaşadığına dair kuvvetli haberler vardır. Mesketya adının da, buralarda yaşamış eski bir kavim olan Meshlerden kalmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu kavmin menşeini kesin olarak belirlemek zordur. Bununla birlikte şu görüşler ileri sürülebilir: Meshler, Nuh Nebi oğlu Yafes'in oğlu ve Oğuz'un pederi Mesek'ten gelen Masagetlere dayanır.[3] Meskler, Kartvel (Gürcistan) güneyinde yaşamış Gogarlı (İskit) ve Turanî yerli Hristiyan halktır.[4]

Meshlerin Gürcü olduğunu iddia edenlerin de kesin kaynağı yoktur. Ahıska'nın Rustav köyünde dünyaya gelmiş olan ünlü şair Şota Rustaveli, "Üstadım Genceli Nizamî'dir" demiş ve eserinde tamamen İslâmî motifler kullanmıştır. Şair Rustaveli'nin ad ve soyadının Gürcü isim kalıplarında görülen -vili, -dze gibi ekleri almaması da dikkat çekici bir husustur. Dilinden başka Gürcü kültürüyle ortak noktaları bulunmamaktadır.[5] Bu kavim, muhtemelen Hitit, Asur ve Sümerler gibi kayıp bir topluluktur.

Ahıska bölgesinden sürgün edilen Türk unsuru, Mesh değildir. Bu topluluğun, Kıpçak hâtırası olduğu artık kesinleşmiştir.[6] Eski çağlarda Kıpçak Türkleriyle birlikte bu bölgede yaşadığı anlaşılan Meshler, Kıpçakların yahut Kartvellerin arasında erimiş olmalıdır. Zira Kartvel/Gürcüler, küçük bir millet olmasına rağmen, dünyada emsali az görülecek derecede ırkçı bir yapıya sahiptirler. Ele geçirdikleri yerde ilk başvurdukları yol, yerli halkın isimlerini değiştirmektir. Bunun en son örneği, 1919 yılında işgal ettikleri Posof'ta görülmüştür.[7]

Makedonyalı İskender'in, Kafkasya'ya geldiği sıralarda buralarda Kıpçak ve Bun-Türk unsurları yaşamaktaydı. Bu bilgi, batılı kaynaklarla birlikte Gürcü kaynaklarında da geçmektedir.[8]

Fransız bilgini Brosset, Bun-Türklerin Turanlı olduğunu bildirmektedir.[9] Gürcü dil bilgini Marr ise, Bun-Türk'ün "otokton/yerli Türk" anlamına geldiğini yazmaktadır.[10] Bu bilgiler, Çoruh ve Kür boylarında, dolayısıyla Kafkasya'da, Türklük tarihinin, ne kadar eskilere gittiği konusunda kesin bir fikir vermektedir.

2. Kıpçaklar ve Atabek Hükûmeti: Kıpçaklar, 1068'de Rus knezlerinin müttefik kuvvetlerini yenerek güney Rusya sahasına yerleştiler. 1080'lerde Balkaş gölünden Tuna nehrine kadar uzanan topraklara Kıpçak Eli/Komania deniliyordu.

Kıpçakların bir kısmı Kırım'da yerleşirken diğer bir kısmı da daha güneye, Kafkaslara doğru indiler. Kıpçak Eli'nde daha sonraları Altunordu devleti kurulmuştur.

Gürcü Kralı II. David, Selçuklulara ve İranlılara karşı savaşacak ordusu olmadığından, Kıpçak Türklerini ülkesine davet etti (1118-1120). Azak Denizi doğusu ve Kafkaslar kuzeyinden gelen 45.000 Kıpçak ailesi, Çoruh-Kür ırmakları boylarına yerleştiler ve güçlü bir ordu kurdular.[11] Gürcistan, bu ordu sayesinde canlandı hatta Tiflis'i Selçuklulardan geri alarak topraklarını Erzurum yakınlarına kadar genişletti.

Zamanla Gürcistan'da Kıpçak/Kuman unsuru arttı. Bu topraklara yerleşen ve Gürcülerle din birliği bulunan Kıpçak Türkleri, devletin ordu, siyaset ve maliyesinde çok etkili konuma geldiler. Zamanla güçlenen Kıpçak Atabekleri, 1267 yılında Tiflis'e baş kaldırarak bağımsızlık mücadelesi verdiler. Onların bu faaliyeti İlhanlı Hükümdarı Abaka Han tarafından da desteklendi. Bugün Posof'ta kalıntıları bulunan Cak/Caksu kalesi onların hatırasıdır.

Atabek Ailesinin siyasî faaliyetlerinden Gürcü kaynakları bahsetmektedir: Gürcistan'a gelen Moğollara karşı savaşmak üzere 1266 tarihinde Tiflis'e giden Kıpçak Beyi Caklı Sargis, Gürcü Kralı David tarafından tutuklandı. İlhanlı Kağanı Abaka Han, David'den Sargis Beyi serbest bırakıp kendi yanına göndermesini istedi. Sargis Bey, Abaka Hana, artık Gürcü yönetiminde yaşayamayacaklarını ve bağımsız olmak istediklerini bildirdi. Böylece Abaka Hanın desteğini alan Atabek ailesi, Gürcistan'dan ayrı bir hükûmet oldu.[12]

Ahıska Atabekleri hükûmet olduktan sonra Osmanlı Devleti ile iyi münasebetler kurmuşlardır. 1500/1516 yıllarında Artvin, Ardahan, Ahıska Beyi olan Kıpçak Atabeki Mirza Çabuk, 1508'de Trabzon Sancak Beyi Şehzade Yavuz Selim'e kendi askeriyle öncülük etmiş; Batı Gürcistan'ın Osmanlı'ya itaatini sağlamıştır. 1514'te Çaldıran Seferi'nde de Osmanlı ordusuna sefer sırasında, sürülerle etlik koyun, yüzlerce yük yağ, bal ve un vererek yardımcı olmuştur. Onun bu siyaseti, Gürcü kaynakları tarafından eleştirilmektedir.

Atabek Hükûmeti, 310 yıl yaşamış, Anadolu'nun en uzun ömürlü Türk Beyliğidir.

Osmanlı fethinden sonra 1595 yılında yapılan sayım sonucu hazırlanan Ahıska Tahrir Defteri'ndeki vergi mükellefi köylü isimlerinden bölge halkının Türklüğü açıkça anlaşılmaktadır: Arslan, Ayvaz, Bayındır, Bekâr, Çabuk, Devletyar, Elaldı, Elalmaz, Emirhan, Gökçe, Kanturalı, Korkut, Murat, Nuraziz, Pirali, Şahmurat, Temür, Ülkmez, Yaralı, Yusuf...[13]

MÖ. VIII. ve VI. yüzyıllarda Kafkasların kuzeyinden güneye geçip Yukarı Kür ve Çoruh boylarına yerleşerek 300 yılında Hristiyan olan Kıpçaklara İlk Kıpçaklar; bu bölgeye XII. yüzyılda gelenlere de Son Kıpçaklar denilmektedir.[14]

Bu bilgiler, Ahıska ve çevresinin, ne kadar eski bir Türklük tarihine sahip olduğunu göstermesi bakımından fevkalâde önemlidir.

XVI. yüzyılın başlarında Ahıska Atabekleri Hükûmetinin sınırları Azgur'dan Kars, Artvin, Tortum, İspir ve Erzurum'a kadar uzanıyordu. Bugünkü halk kültüründen de anlaşılıyor ki, Ahıska Türkleri ile Posof, Ardahan, Artvin, Ardanuç, Şavşat, Yusufeli, Tortum, Narman ve Oltu halkı aynı köktendir.[15]

Bu bölgede Ortodoks-Hristiyan Kıpçak Atabeklerinden kalan dinî yapılara Gürcüler sahip çıkmakta, bölgeyi de eski toprakları olarak tanıtmaktadırlar.[16]

3. Osmanlı fethi: Osmanlı padişahı III. Murad Çağı'nda, Dağıstan, Gürcistan ve Şirvan'ın fethine karar verildi. 1 Ocak 1578'de Şeyhülislâmın fetvasını alan Serdar Lala Mustafa Paşa, Safevîler üzerine sefere çıktı.

5 Ağustos 1578'de Ardahan kalesi güneyindeki ovada konan Serdar Lala Mustafa Paşa, buradan yolu üzerindeki beylere ve hakimlere birer mektup göndererek Osmanlı ordusuna bağlılık bildirmelerini istedi. Bununla ilgili olarak eski bir kaynakta şu ifadeler vardır:

"Altunkala nâm hisâra bir Hatun (Kıpçak Atabekleri Melikesi Dedis İmedi) zabt u tasarruf ederdi. Yarar yiğit oğulları varidi. Ol vilâyetlerin Küffârlarını, anlar zapt ederlerdi. Küffâr-ı hâkisârın Beylerine Serdâr Mustafa Paşa, Kal'a-i Ardahan'dan kalkmazdan mukaddem bir âdem gönderüp, dimişler idi ki, "Sen ki Altunkala sâhibi olan Manuçahr'sın. Sana ma'lûm ola ki: Ben ki Rûm Pâdişâhı'nın bir ednâ Vezîriyim. Üşde yüz elli bin İslâm 'askeriyle üzerüne geldim. Eger gelüp, Dîn-i İslâm Pâdişâhı'nın çerisine istikbâl edüp, mütâba'at ve mürâca'at edersen, biz dahi, senin hâline münâsib ve şânına mülâyim ri'âyet edelim. Eger 'inâd ve muhâlefet edüp, serkeşlik edersen, üş üzerine varurum. Ve Ellerüni, Vilâyetlerüni yıkup, yakup, harâb ederim. Ve 'Asker-i İslâm, üzerüne varup, bir mıkdâr emek ve zahmet harc edüp, nâ-çâr olduğın vakit, havfa gelüp mütâba'at edersen, kat'â özrün ve bahânen makbûlüm degildir. Hemân seni sene gerek ise, ta'cîl gelüp, Dîn-i İslâm'a tâbi' olasın. Ve Elüni ve Vilâyetlerüni bize teslîm edesin." deyü (haber)gönderildi."[17]

Ordu Ardahan'dan hareket ederken, Ardahan Sancak Beyi Abdurrahman ile Bayburt Alaybeyi Bekir Beyler, kendi askerleriyle Ulgar dağını aşıp Posof merkezi Mere ve Ahıska yolundaki Vale kalelerini teslim aldılar. Ertesi günü (9 Ağustos 1578) Ahıska, Tümük, Hırtız, Çıldır ve Ahılkelek kaleleri de fethedildi.

Ordu, Tiflis istikametinde yürürken, Safevî Tokmak Han, büyük bir kuvvetle birlikte gelip, Çıldır Gölü kuzeybatısında Osmanlı ordusunu pusuda bekledi. İki ordu arasında yapılan savaşta, Safevî ordusu büyük kayıplar vererek geri çekildi. Tarihe Çıldır Meydan Muharebesi adıyla geçen bu savaş, Osmanlı ordusunun zaferiyle sonuçlandı.[18]

Zaferin ertesi günü (10 Ağustos 1578), beş altı bin askeriyle Atabek Manuçahr Bey, Serdar'ın otağına törenle gelerek itaatini arz ve Altunkala'nın anahtarlarını teslim etti. Müslümanlığı kabul ederek II. Atabekli Mustafa Paşa adını aldı. Önce Sancakbeyi sonra da Çıldır/Ahıska Beylerbeyi oldu. Çevredeki 32 kale de Osmanlı ülkesine katıldı. Manuçahr'ın Yusuf Paşa adını alan kardeşi Greguvar/Gorgor'a da Oltu Sancakbeyliği verildi.[19]

Hammer, bu tarihî olayı anlatırken, "Manuçahr, itaatnâme göndererek hükûmetinin kabul edilmesini diledi. Bununla ilgili taahhütnâme istedi. Lala Mustafa Paşa, onun isteklerinin bir kısmını kabul etti. Kendisine Azgur'u, kardeşi Greguvar'a Oltu sancağını ve annesiyle diğer kardeşine de timar ve köyler verdi." demektedir.[20]

Böylece Altunkala Atabekliği topraklarının fethi tamamlanarak tahririne başlandı. 1578 güzünde merkezi Ahıska şehri olan ve adını Lala Paşanın zafer yerinden alan Çıldır Eyaleti kuruldu. Kür ırmağı başlarında ve Çoruh boyundaki eski Atabek Yurdu bölgeleri de buraya bağlandı.[21]

Zaman zaman Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî nüfuzu altında kalan Ahıska Atabeklerinin toprakları, Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşanın Kafkasya Seferi sırasında, Safevîlerden alınarak Osmanlı ülkesine katıldı (1578). Ahıska şehri, yeni kurulan Çıldır Eyaleti'nin başkenti oldu.

Bütün Türk boyları gibi bu bölgenin Türk ahalisi de, Osmanlı fethini müteakip gönüllü Müslüman oldu. Bu tarihî gerçeği kabul etmeyen bazı Gürcü kalemleri, her fırsatta "zorla İslâmlaştırma"dan bahsederler. Bunlardan birisinin kullandığı ifadeler şöyledir: "17. yüzyılda Muhammed'in dininin zorla kabul ettirilmesinin yanı sıra, bölgeye yoğun bir şekilde Türkler ve diğer milletler zorla ya da isteyerek yerleştirilmiştir. 19. yüzyılda Rus imparatorluğunun sınırlarına ve ilgi alanına giren bu topraklara, Türkler tarafından Erzurum'dan acımasızca göç ettirilen Ermeniler, Cavakheti yaylasına yerleştirildiler."[22]

İslâm dininin zorla kabul ettirilmesi iddiası, tarihî gerçeklere uymamaktadır.[23]

4. Rus işgali: Ruslar, devlet hâline geldikten sonra, bilhassa Altunordu Devleti'nin yıkılmasıyla daima genişleyen bir siyaset takip etmişlerdir. Bu genişleme siyasetinin ana hedeflerinden biri de Kafkasya idi. Genişleme düşüncesi içinde Kafkasya'nın önemini kavrayan Ruslar, yüzyıllar boyunca bu bölgeden elini çekmemiş, mağlûbiyetlerden yılmayarak sayısız savaşları göze almışlardır.

X. asırdan itibaren Kafkasya'yı ele geçirme mücadelesine devam eden Ruslar, Kafkasya ve Karadeniz kuzeyindeki Türk devletlerinin zeval zamanlarını değerlendirmişler, hatta birtakım iç karışıklıklar çıkararak, buna zemin hazırlamışlardır.

Kafkasya'daki insan topluluklarının çeşitlilik arz etmesi, Rusların işini kolaylaştırmıştır. Bu bölgede kırk çeşit dil konuşulduğu söylenir. Bu durum, bölgede siyasî birlik kurmanın ne kadar zor olduğunu gösterir.

Ruslar için Kafkasya, Orta Asya ve Uzak Doğu'daki sömürgelerden daha önemliydi. Onlara göre dağların zirvesinde bayraklarının dalgalanması, üstünlük sembolü ve büyük devlet olmanın belirtisiydi. Gerçekte bu, bir Türkiye kompleksinden başka bir şey değildi. Bu kompleksledir ki, Ruslar, üçüncü Roma hayaliyle yüzyıllarca Türk kanının dökülmesine sebep olmuşlardır. Ruslardaki bu aşağılık duygusu, Çarlık devrinden Sovyet devrine de sirayet etmiştir.[24] Sovyet ideolojisinde "Azınlıklar, dünyanın en büyük ülkesinde köle olarak yaşamaktan gurur duymalıdırlar!" şeklinde ifade edilen anlayış bunun ürünü olsa gerek.[25]

1800'lü yılların başlarında Avaristan, Bakü, Kuba, Derbend, Karabağ Hanlıkları Rusların eline geçti. Sıcak denizlere inmek, Rusların tarihî ülküsüdür. Bunun için de hedef Osmanlı toprakları idi. Osmanlı ülkesine giden yol, Ahıska'dan geçiyordu. Bu bakımdan Ahıska, çok önemli bir stratejik noktada bulunuyordu.

Ahıska'nın düşüşünden sonra Rusların, İstanbul'a doğru, çok kısa zamanda 500 kilometrelik yol kat etmeleri de Ahıska'nın kilit nokta olduğunu ortaya koyuyor.

Rus kuvvetlerinin 1807, 1810 ve 1811'de Kafkasya'daki vahşiyane faaliyeti bilinmektedir. Onların bu faaliyeti sırasındaki Ahıska kuşatmaları sonuç vermemiş, kuşatmadan vazgeçerek geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

II. Mahmut devrinde 1826'da Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasıyla talimli asker yokluğu başlamış; Navarin Olayı ile de Osmanlı donanması tamamen yok edilmişti. Osmanlı Devleti'nin askerî gücü çok zayıftı; hatta yoktu denebilir. Bu fırsatı kaçırmayan Ruslar, tekrar Ahıska üzerine yürüdüler.

1827'de Paskeviç, Kafkasya Rus orduları başkumandanlığına tayin edildi. Paskeviç, "Eğer elinden gelirse ayağının altında ot bitmesine izin vermeyecek kadar zâlim birisiydi."[26]

Ahıska, ekseriyeti Müslüman Türk olan 50.000 nüfuslu, zengin ve tabiî güzellikleriyle meşhur bir şehirdi. Üç kat suru, kudretli bir iç kalesiyle birlikte her evi âdeta bir kale gibiydi. Doğu Türkiye'nin Erzurum ve Trabzon'dan sonra en önemli şehriydi.[27]

"Kendi mahallî liderleri tarafından yönetilen Ahıskalılar, çok savaşçı ve korkusuz, enerjik insanlar olarak ün salmışlardır. 17 Ağustosta Rus ordusu Ahıska şehri önlerine geldi. Şehirden beş altı kilometre uzaktaki garnizon, Ruslarla iki gün süren kanlı çarpışmalar yaptı. Burada üstün gelen Rus kuvvetleri, Ahıska'yı kuşatmaya başladılar. Rusların gelmesini dört gözle bekleyen Yahudi ve Ermeni azınlığı saymazsak geriye kalan Müslüman halk, cesur ve savaşçı insanlardan oluşuyordu. Bunlar, kadınları da dahil olmak üzere, hayatlarını, evlerini ve mallarını sonuna kadar savunmaya kararlıydılar. Bu insanlar, Ruslara gülerek kendilerine olan güvenlerini şu şekilde açığa vuruyorlardı: "Siz gök yüzündeki ay'ı Ahıska'nın câmisindeki hilâlden çok daha kolaylıkla sökebilirsiniz!"

"Ruslar, 28 Ağustosta sabaha karşı ânî bir hücuma geçtiler. Şehir toplarla dövüldü. Çevredeki binalar ateşe verildi. Her tarafa yangın paçavraları atarak şehrin evlerini yakmaya başladılar. Genç ihtiyar şehir halkı büyük bir cesaretle savaştılar. Kadınlar canlı olarak Rusların eline geçmektense yanan binalara dalarak canlı canlı yanmayı tercih ediyorlardı. Bir câmide toplanan yüzlerce insan diri diri yakıldı. Rus askerleri bu kahramanca mücadeleyi sindiremiyor, ele geçirdikleri insanı çocuk dahi olsa acımasızca öldürüyorlardı."[28]

Bu çetin muharebeler sonucunda Ahıska şehri, 28 Ağustos 1828 sabahı Rusların eline düştü. Paskieviç'in adı, halk arasında lanetle anıldı. Şehir yağmalandı. Kütüphaneleri Tiflis ve Petersburg'a taşındı. Bu kanlı savaşta Gürcüler de aktif olarak Rusların safında yer almaktaydı. Hatta Doğubayazıt Rusların eline geçince, şehrin kütüphanesini yağmalayan Gürcü asıllı Rus kumandanı Çavçavadze idi.[29]

Ahıska'dan sonra Ardahan ve Azgur da alındı. Eylül ayında Ahıska/Çıldır Eyaleti toprakları Rusların eline geçmiş oluyordu.

1829 yılı kışında Acaralılar, büyük bir kuvvetle Ahıska üzerine yürüyerek şehri kuşattılar. Diğer bir Acara kuvveti de Karadeniz sahili taraflarında Ruslara karşı harekâta girişti ve bozguna uğrattı. Tekrar güç toplayarak birkaç koldan saldırıya geçen Ruslar, Acara'da Hula civarında birkaç köyü ateşe vererek geri çekildiler. Ahıska'ya giden yolu bekleyen Acaralılar, Rus kuvvetlerini çevirdiler. Ruslar, burada büyük kayıplar vererek kaçtılar. Ne yazık ki Acaralılar düşmanı takip işini gevşetip, elde edilen ganimeti paylaşma derdine düşünce, fırsatı iyi değerlendiren Ruslar, Koblıyan yolu ile Ahıska'ya ulaştılar. Böylece Acaralıların Ahıska'yı kurtarma girişimi sonuçsuz kaldı.[30]

1828 yılında Rus esaretine düşünceye kadar tam 250 sene boyunca, Osmanlı'nın Çıldır Eyaleti merkezi olan Ahıska şehrine, birer sancak olarak şu yerler bağlı idi:

Bedre, Azgur, Ahılkelek, Hırtız, Cecerek, Ahıska, Altunkale (Koblıyan), Acara (Bu sekiz sancak 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması'yla Ruslara bırakılmıştır, bugün Gürcistan'dadır); Maçahel (Bugün bir kısmı Acara'da), Livana (Artvin), Yusufeli, Ardanuç, İmerhev, Şavşat (Bu sancaklar bugün Artvin ilimizdedir), Oltu, Narman, Kamhıs (Bunlar şimdi Erzurum'da); Posof, Ardahan, Çıldır, Göle (Bunlar da şimdi Ardahan ilimizdedir).

Çıldır Eyaletinin merkezi Ahıska halkının bir kısmı Anadolu'ya göç etmiş, göç etmeyenler de 1944 sürgününe kadar bu bölgede yaşamışlardır.

1828 Osmanlı-Rus savaşlarında, Osmanlı tebaası olan Ermeniler, Rus kuvvetlerinin yanında, eski komşularına karşı savaşmışlardır. Ruslar, tarih boyunca bu kandırılmaya müsait halkı, kendi emelleri uğrunda kullanmıştır. Şu ifadeler, batılı bir tarihçiye aittir: "Tamamen politik sebepler yüzünden Paskieviç, Türkiye'de yaşayan Ermenilerin umut ve hırslarını en üst dereceye kadar cesaretlendirerek teşvik etti. Sonunda öyle bir durum ortaya çıktı ki, daha önceleri Türk komşuları ve yöneticileriyle uyum içinde bulunan bu insanlar, onlara karşı cephe aldılar. Türklere karşı yaptıklarından sonra onlardan korkan Ermeniler, kitleler hâlinde Ruslarla birlikte gitmek istiyorlardı. 1829 Edirne Antlaşması gereğince Rus ordusu geri çekilirken, 90.000 kadar Ermeni de onu izliyordu."[31]

14 Eylül 1829 tarihinde Ruslarla imzalanan Edirne Antlaşması gereğince -savaş tazminatı yerine- Ahıska ve Ahılkelek Ruslara verilmiş; Kars ve Ardahan'dan itibaren diğer topraklar Osmanlılara bırakılmıştı. Böylece Ahıska'nın karanlık devri de başlamış oluyordu.

5. Esaret yılları: Kudüs'teki kutsal yerler meselesini bahane eden Rusların, 3 Temmuz 1853 tarihinde, Osmanlı topraklarına saldırmasıyla yeni bir Osmanlı-Rus savaşı başladı. Tarihe Kırım Harbi adıyla geçen bu savaş sırasında Osmanlı Devleti, Rumeli, Anadolu ve Batum cephelerinde Ruslarla savaştı.[32]

Batum cephesinde, yerli ahalinin de desteğiyle Ruslara karşı açık bir üstünlük sağlandı. Ardahan Kumandanı Ali Rıza Paşa, Posof'ta yerleşmiş olan Ahıskalı muhacir öncülerin de desteğini alarak Ahıska üzerine yürüdü. 5 Kasım 1853 tarihinde Türk kuvvetleri, Rusları püskürttü. Türk askeri, Vale'de ahali tarafından sevinçle karşılandı. Ne yazık ki, bu cephedeki savaş, başlangıçtaki gibi devam etmedi. 19 Kasımda, Azgur Boğazı'nı tutmaya çalışan kuvvetlerimiz bozuldu. Ahıska'ya doğru ilerleyen Rus kuvvetleri, 26 Kasımda Suhlis köyü yakınında Ardahan tümenini de bozdu. Ahıska Bozgunu diye anılan bu mağlûbiyetten sonra askerlerimiz dağınık hâlde Ardahan'a çekildi.

Sonu hüsranla biten ve kısa süren bu Ahıska sevincinden sonra Ruslar, "Türklerin gelişine sevinip yardımda bulundunuz!" diye katliâmlar yaptı, ahalinin mallarını yağmaladılar. Ruslar, aynı sebeple, böyle bir vahşeti 1915 yılında Ardahan'da da gerçekleştireceklerdi.[33]

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra imzalanan Ayastefanos/Yeşilköy Antlaşması'yla Kars, Ardahan ve Batum, savaş tazminatı yerine Ruslara bırakılınca, Ahıska da, bizden uzaklarda kalmış oldu.

Ahıska ve çevresinin Çarlık Rusya'sı işgalinde geçen doksan yıllık hayatı, zulümlerle doludur. Halkın bir kısmı Türkiye'ye göç etmiş, Ağrı, Muş, Çorum, Hatay ve Bursa yörelerinde yerleşmiştir. Onların yerlerine ise Rus, Gürcü, Ermeni ve Yahudiler iskân edilmiştir. Orada kalanlar, Rus mezâlimi altında yaşamaya devam etmişler, her yönden geri bırakılmış hatta askere bile alınmamışlardır.

Rus işgal yıllarında halkın eğitim ihtiyaçlarına önem verilmiyordu. Köy mollalarının, sadece yüzünden Kur'an okumayı öğretmesine müsaade ediliyordu. Asgâri dîni bilgiler seviyesinde eğitim yapılıyordu. Böylece, kitap, gazete gibi iletişim araçlarından habersiz kalan halk, dünyada olup bitenleri, Sibirya'ya sürgüne gidip gelenlerden öğreniyordu.

Çar hükûmeti, Müslüman halkı askere almıyor, onun yerine 40 manat para alıyordu. Silâh kullanmasını ve askerlik mesleğini bilmeyen insanlar, sonraki yıllarda vuku bulan savaşlarda, bunun acısını çok çekmiştir. Çar idaresi, halktan az vergi alır, askere götürmez ve iyi davranır görünürdü. Diğer yandan dinî ve etnik farklılıkları daima canlı tutarak, çağdaş gelişmelerden uzak tuttuğu bölge halkını birbirine düşman etmiştir. Günümüze kadar sürüp giden Türk-Ermeni, Gürcü ve diğer kavimlerin devamlı sürtüşmeleri, Rusların iki yüz yıldan beri yürüttükleri faaliyetin neticesidir.

Ruslar, 1915 yılında, Türk ordusuna yardım ettikleri gerekçesiyle, Ardahan ve çevresindeki halkı büyük bir katliâma tâbi tuttular. Ahıskalı ünlü gazeteci Ömer Faik'in çabasıyla harekete geçen Bakü Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi, bölgeye bir hey'et gönderdi. Bu hey'ete Dr. Hüsrev Sultanoğlu başkanlık ediyordu. O, Ardahan'dan Bakü'ye gönderdiği yazıda: "Müslüman memleketinde insan oğlu görünmüyor. Yalnız birkaç köyden beş altı yüz kadın ve çocuk yığıldı. Bunların içinde altı adam vardı ki, onlar da elden ayaktan düşmüş ihtiyarlardı."[34]

Bölgede 1914-1918 yıllarında cereyan eden Ermeni Taşnaksutyon hareketini anlatan kitabın yazarı A. Lalayan, "Taşnak kuvvetleri tarafından ele geçirilen Türk köyleri, bütün canlı insanlardan temizleniyor ve harabeye çevriliyordu." demektedir. Ardahan ve Kars civarında yaşanan olayların gayriinsanî bir karakter taşıdığı ve bu hareketin bir Haçlı yürüyüşüne çevrildiği ifade edilmektedir.[35]

15 Kasım 1917 tarihinde, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan'ın iştirakiyle Tiflis'te Maverayi Kafkas/Seym Hükûmeti kuruldu. Bu hükûmetin bakanlarının çoğu, Gürcü ve Ermenilerden meydana geliyordu.

Birinci Dünya Savaşı, Ahıska Türklerinin ana vatana kavuşma umutlarını güçlendirmiştir. Bu ümitler halk şairlerini de coşturmuş, bu savaşın kurtuluş olması dileğiyle destanlar yazmışlardır.

Rusya'daki 1917 Komünist ihtilâlinin getirdiği "oto determinasyon" hakkından yararlanan Ahıska Türkleri, 1918 nisanında Türkiye'ye katılma kararı aldılar ve bu kararı resmî bir müracaatla Osmanlı Devleti'ne ilettiler. Bu müracat, 4 Haziran 198'de yapılan Batum Antlaşması'nda Gürcistan Cumhuriyeti tarafından kabul edildi. Böylece Türkiye, daha önce kaybedilen topraklarına kavuşarak 1828'deki sınırına ulaştı.

Halit Paşa kumandasındaki Türk askeri Ahıska'ya girdi. Halk teşkilâtlandı ve Ömer Faik Bey başkanlığında geçici idare teşkil edildi.

30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesiyle ordumuz 1914 sınırına çekilince bölge, Ermeni ve Gürcülerin işgaline uğradı. Ahıska ve Posof köylerinde katliamlar yapıldı.

Ahıska ve çevresi, Kars'ta kurulan Millî Şura Hükûmeti'ne katıldı. Bölge halkı, bir yandan da, mahallî önder -Kıpçak Atabekleri neslinden- Osman Server Atabek'in önderliğinde, işgalci Gürcü kuvvetleriyle mücadeleye başladı. General Kvinitatze komutasındaki nizamî Gürcü ordusu, Azgur Boğazı doğusuna (asıl Gürcistan'a) sürüldü.

Kars'tan hareketle Batum üzerinden İstanbul'a gitmekte olan Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir, 6 Kasım 1918'de Ahıska'ya geldi. Hatıralarında, Gürcülerin düşmanlığından endişe eden halkın yeis ve teessür içinde olduğunu anlatarak onları tesellî ettiğinden bahseder. Karabekir, Ahıska'yı ve Ahıskalıları şöyle anlatır: "Eşraftan bir Türk'ün hanesinde kaldık. Bütün bu havali eşrafı tahsil görmüş, evleri, kendileri medenî bir hâlde."[36]

Kars'taki Şura Hükûmetinin İngilizler tarafından yıkılmasıyla Ermeniler ve Gürcüler de işgale giriştiler.

Ne yazık ki 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması, Batum'la birlikte Ahıska'yı da yeniden anayurttan ayırdı.

Bugün, Gürcistan siyasî yapısı içinde muhtar bir cumhuriyet olarak yer alan Acara'nın tarihi, Ruslara ve Gürcülere karşı verilen şanlı mücadelelerle doludur. Hiçbir zaman askerî güçle buraları ele geçiremeyen Ruslar, 1878 yılında yapılan Berlin Antlaşmasıyla Osmanlı Devletinden savaş tazminatı yerine, buraları koparmıştır. 1918'de tekrar anavatana kavuşan, Misak-ı Millî sınırları içinde alan ve ilk TBMM'ye beş mebus gönderen Batum-Acara, 1921 tarihinde yapılan Moskova Antlaşması'yla tekrar sınırlarımızın dışında kalmıştır. Buradaki asimilasyonun tarihi hayli eskiye gider.

Batum-Acara bölgesine en azından muhtariyet verilirken, Ahıska ve çevresine böyle bir imtiyaz dahi verilmeyerek Sovyet Gürcistan'ına terk edilmiştir.[37]

Devam eden mücadelede Bolşevik kuvvetler galip geldi ve 25 Şubat 1921'de Gürcistan da Sovyetler Birliği'ne katıldı.

[1] M. Brosset, Histoire de la Géorgie-1 Partie, S.-Pétersbourg 1849, s. 33-34

(Tafsilât için bkz.: Yunus Zeyrek, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara 2001, s. 9-12).

[2] İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, İstanbul 1958, s. 157-158.

[3] A. Zeki Velidî Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 410.

[4] M. Fahrettin Kırzıoğlu, Yukarı Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar, s. 113.

[5] Mehmet Emin Resulzade, Azerbaycan Şairi Nizamî, s. 189.

[6] Togan, Giriş; Akdes Nimet Kurat, Türk Kavimleri ve Devletleri; Kırzıoğlu, Kıpçaklar.

[7] Yunus Zeyrek, Posof'un Çizgileri (Baskıya hazır kitap).

[8] Brosset, M., Histoire de la Georgie, s. 33.[9] Brosset, age. s. 33.[10] Marr N. et Briere, M., La Langue Georgienne, s. 615.

[11] N. Berdzenişvili- S. Canaşia, Gürcüstan Tarihi (Çev. H. Hayrioğlu), s. 142 vd.

[12] N. Berdzenişvili -S. Canaşia, age. s. 180; Kırzıoğlu, Kıpçaklar, s. 148 vd.

[13] S. Cikia, Defter-i Mufassal-i Vilâyet-i Gürcistan.

[14] M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kıpçaklar, s. X.

[15] Kurat, Prof. Dr. Akdes Nimet, Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 83-84.

[16] Yunus Zeyrek, Artvin Üzerine Yayınlar ve Bir Cevap, Ahıska dergisi, S. 3.

[17] Y. Zeyrek, Tarih-i Osman Paşa..

[18] Y. Zeyrek, Tarih-i Osman Paşa.

[19] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. 3, s. 59;İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 3, s . 23, 64.

[20] Joseph-Purgstall Hammer, Geschichte Des Osmanischen Reiches, B. 4, s. 67.

[21] Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, s. 386.

[22] Otar Miminoşvili, Gürcüstan'da Etnografik Yolculuk, Çev. H. Özkan, s. 97.

[23] Tafsilât ve cevaplar için bkz. Yunus Zeyrek, Acaristan ve Acarlar.

[24] Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 4, 249.

[25] Robert Conquest, Stalins Völker Mord (The Nation Killers), s. 42.

[26] John F. Baddeley, Rusların Kafkasya'yı İstilâsı ve Şeyh Şamil, (Çev. S. Özden), s. 197.

[27] W. E. D Allen, Kafkas Harekâtı- 1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi, s. 24; Kırzıoğlu, Kars Tarihi, İstanbul, 1953, s. 549;

[28] Baddeley, age. s. 202-203.

[29] Baddeley, age. s. 204.

[30] Baddeley, age. s. 210.

[31] Baddeley, age. s. 221-222.

[32] Kırzıoğlu, 1855 Kars Zaferi, s. 33.

[33] Kırzıoğlu, 1855 Kars Zaferi, s. 63-70.

[34] Şamil Gurbanov, Ömer Faik Ne'manzade, s. 104-105.

[35] Gurbanov, age. s. 105.

[36] Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 5-6.

[37] Tafsilat için bkz. Yunus Zeyrek, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara 2001.



harun6684 (harun bzkrt) tarafından gönderilen tüm yazılar

kıpçaklarda kültür ve medeniyet

kıpçaklar 4

İKİNCİ BÖLÜM

KIPÇAKLARDA KÜLTÜR VE MEDENİYET

A-Kıpçakların Dili

Kıpçaklarla Türkmenler uzun zaman beraber yaşamaları Kıpçakça ile Türkmencenin birbirine yaklaşmasına neden olmuştur. Genellike kuzey gurubuna giren Kıpçak lehçesi ile batı gurubuna giren Türkmencenin kendine ait özellikleri korumalarına rağmen eserlerde farklı lehçelere ait özellikler yan yana bulunmaktadır.1338 yılında Fransisken rahibi Pascal de Victoria;Kuman dilinin bütün orta Asyaya yayılan, Çine kadar her yerde anlaşılan ve Uygur harfleriyle yazılan bir dil olduğunu söyler.50 Kıpçak şivesi oğuzca ve hakanca arasında bir yer teşkil etmiştir.51

Kıpçakların ses yapısı Codex te geçen yazılış şekillerine göre sekiz sesli harf, kapalı e, uzun vokal bulunmaktadır.


B-Kıpçak Türkçesiyle Yazılmış Eserler


Kıpçak Türkçesiyle yazılmış metinler 14-17. y.y.lardan kalmadır ve üç ayrı bölgede kaleme alınmıştır.-Deşt-i Kıpçak bölgesinde kaleme alınan eserler, -Memluk bölgesinde kaleme alınan Kıpçakça eserler ve –Ermeni Kıpçakçasında Kırım civarında ele alınan eserler.52

Kıpçak Türkçesi ile çeşitli türlerde eserler kaleme alınmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

-Fıkıh kitapları; Kitab fil fıkh, Kitab fil fıkh bil lisan-i Türki, Şerhul Menar.

-Atcılık ve Okculukla İlgili Kitaplar; Kitab fi Riyazatil Hayl, Münyetül Guzat, Baytaratul Vazıh,

Edebi Eser;Gülistan Tercemesi.

-Gramer kitapları; Bu alanda kaleme alınan eserler Mısırda,Suriyede ve Karadenizin kuzeyinde kaleme alınmıştır. En önemli eser CODEX CUMANİCUS tur.53 sözlük-metinler derlemesidir.El yazması özgün örnek İtalya-Venedik San Marko kütüphesinde, Biblioteca Divi Marci – Biblioteca Nazionale di S. Marco – Biblioteca ad templum Divi Marci Venetiarum, Venezia, Mss. latini, Fondo antico, Collocazione 1597, Codex DXLIX / № 549 sayı ile saklanmaktadır. Birçok bilim adamına göre San Marco Kütüphanesi'ndeki elyazması, Alman ve İtalyan kitapları olarak ikiye ayrılmaktadır. Macar Türkolog Lajos Ligeti (1902-1987), kitabın birinci bölümünü Çevirmen kitabı (Interpretor's Book), ikinci bölümünü Misyoner kitabı olarak sınıflandırır.Latin harfleri ile yazılmış ve 81 sayfadan ibaret olan kitabın 13. yüzyıl ortalarından ve 14. yüzyıl ortalarına kadar Hristiyan misyoner ve tacirler tarafından yazıldığı düşünülmektedir. Kıtabin ilk 110 sayfası İtalyanlar, sonraki 52 sayfası ise Almanlar tarafından yazılmıştır.54


C-Kıpçaklarda aile yapısı


Kıpçaklarda babaya ata deniliyordu. Anneye ise hala kullanımda olan ana deniliyordu. Erkek çocuğa oğul , kız a ise kız deniliyordu. Büyükbabaya öbüge, büyük anneye aba veya ebe deniliyordu. Ailenin en büyükleri kabul edilen öbüge ve ebe nin aile fertleri üzerinde büyük bir söz hakkı vardı. Kıpçaklarda düğünler ise günümüz Kıpçak düğünleriyle hemen hemen aynı özellikler taşır. Kıpçaklar kadına büyük önem vermişlerdir. Kadının toplumdaki yeri önemlidir. Erkeklerle eşittirler, hatta erkeklerden bile fazla değer verilmiştir. Tarihçilerin ortak görüşü Kıpçak kadınlarının çok güzel olduklarıdır. Bu güzelliklere aşık olanlar vesilesiyle edebi eserler’de doğmuştur. Günümüzde sarı gelin olarak bilinen türkü de bir Kıpçak kızına yazılmıştır.

D-Kıpçaklarda örf ve adetler

Kıpçaklar çok güzel şarkılar söylerlerdi. Musikiye büyük önem verirlerdi. Kahramanlık destanları söyler kımız içerlerdi.55Ruslar bile Kıpçaklardan destan öğrenmişlerdir.

E-Kıpçaklarda sanat

Kıpçaklarda sanat eserleri genellikle ev, çadır ve balballardan oluşur. Kıpçaklar evlerini taştan, kerpiçten ve keresteden yapmışlardır.

F-Kıpçaklarda ekonomi

Kıpçakların egemen oldukları alanlardan ticaret yollarının geçmesi ve önemli ticaret şehirlerine egmen olmaları Kıpçakları ticarette ilerletmiş ve ekonomik olarak zenginleştirmiştir. Ticaretten başka; ziraat, bahçecilik, çifçilik ve hayvancılıkla’da uğraşmışlardır.


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KIPÇAKLARDA DİNİ HAYAT

A-Türk dinleri arasında Kıpçakların yeri

1-Tanrı İnancı

Kıpçaklar diğer Türk topluluklarında olduğu gibi tek Tanrı inancına sahiptirler. Türkler evrensel dinlerle karşılaştıklarında kendi tanrı inanışlarını girdikleri dindeki tanrılarla kolayca özdeşleştirmişlerdir. Bu anlayış onların tek tanrı inancına sahip olduklarının bir başka göstergesidir.

2-Kutsalları

Diğer Türk topluluklarında olduğu gibi Kıpçaklarda da Gök Tanrı kutsaldır. Türeyiş efsaneleri ve onlardaki BOZKURT, geyik, ağaç, mağara,v.b motifler kutsal kabul edilmiştir.Ay ve güneş, yıldızlar, gezegenler, yer ve su ile alakalı kutsallar, Kıpçakların ve diğer Türklerin kutsalları arasındadır.Burada Kıpçakların totemistik inançlarını gösteren bir örnek verelim:Macarlar ve Kıpçaklar arasında vuku bulan bir savaşta Kıpçak beyi Bönek hucumdan evvel geceleyin kurt ulumasını taklit ederek, kurtlarında karşılıklı ulumasıyla savaşta kendisinin galip geleceğini söylemiştir.56

3-İbadetleri

Kıpçaklarda ibadetler; ayin, tören ve bayramlar adı altında yapılırdı. Gök tanrıya toprak anaya kurbanlar kesildiği belirtilmektedir. Her yılın başında başbuğun karargahındaki tapınakta toplanıp ayinler düzenlendiği tarihi kaynaklarda mevcuttur.

4-Ölümle İlgili İnançları

Eski Türklerde ve Kıpçaklarda ölüm ruhun bedeni kesin olarak terk etmesi olarak algılanırdı.Ölüm bir son değil yeni bir başlangıçtı onlar için. Ahiret inancına sahiptiler.Atları ve silahlarıyla beraber gömülürlerdi.Ölümden sonra matem tutarlardı.Ölünün ardından yemekler verilirdi.Kıpçaklar ölülerine büyük bir tepecik yaparlardı.Tepeciğin üzerine insan heykeli(balbal) dikerlerdi.Heykelin yüzü doğuya bakardı.


B-Kıpçaklar ve İslamiyet


Kıpçakların İslamla tanışması ticaretle birlikte İslam dininin güney ve doğudan Deşt-i Kıpçağa nufusuyla başlamıştır.12.y.y.da başlayıp 13 ve 14 y.y.larda devam eden Ahmet Yesevinin halifelerinin Deşt-i Kıpçaktaki çabalarıyla İslam Kıpçaklar arasında yayılmaya başlamıştır. Diğer Türk devletlerinde olduğu gibi Kıpçaklarda da devlet başkanının Müslüman olmasıyla halkın Müslüman olmasını görüyoruz. Halkının çoğunu Kıpçakların oluşturduğu Altınordu devletinde Berke han’ın Müslüman olmasıyla Müslümanlık Kıpçaklar arasında hızlanarak yayılmıştır.Kıpçakların arasına İslamın yayılmasıyla Deşt-i Kıpçak ta, Balkanlarda, Kafkaslarda Kıpçaklar tarafından İslam yayılmış ve buralarda Müslüman nüfus günümüze kadar ulaşmıştır.



C-Kıpçaklar ve Hıristiyanlık


Hıritiyan olan Kıpçaklar Kafkaslarda, Karedenizin Kuzeyinde ve Balkanlarda yaşamışlardır.11.y.y ın sonlarında Kafkaslarda hıritiyanlığı kabul eden Kıpçaklara rastlanır. Gürcü kralı 2.Davit daha aralarında yeni yayılan Kıpçaklarla iyi ilişkiler kurarak onları Gürcistana davet etmiştir bu davet neticesinde Gürcistana çok sayıda Kıpçak gelmiştir. Bu Hıristiyan Kıpçaklardan Davit bir ordu kurarak Erzurum Otluya kadar ilerlemiş ve buralara Kıpçakları yerleştirmiştir. Buralardaki Hıristiyan Kıpçaklar Atabeg beyliği altında Osmanlının Kafkas ellerini fethine kadar devam etmiştir. Osmanlı bölgeyi ferhedince Hıristiyan olan Atabeg Müslüman olmuştur.Günümüzde Gürcistan ve Ermenistan’da hala Hıristiyan Kıpçakların varlığı devam etmektedir.57 Karadenizin Kuzeyinde Kıpçaklar Hıritiyanlıkla 11.y.y.ın ikinci yarısında tanışmışlardır.Bu bölgede Rusların Kıpçakları Hıristiyanlaştırmak için yoğun çaba harcadığını görmekteyiz.Ruslar her yola başvurarak buradaki Türkleri Hıristiyan yapmak istemiş bunu bazen’de başarmıştır.Kırım çevresinde bulunan Kıpçaklara Avrupalı Hıristiyan misyonerlerde kanca atmışlar ve bazı Kıpçakları Hıristiyanlaştırmışlardır.Balkanlarda ise Romanya, Bulgaistan ve Macaristan topraklarında Hıristiyan Kıpçaklar var olmuştur.Bu bölgelerde Hıristiyanlığı kabul eden Kıpçaklar özlerini kaybetmişler ve çoğu Slavlaşmıştır.


D-Kıpçaklar ve Yahudilik


11.y.y.ın ilk yıllarında Hazar ülkesine gelen Kıpçaklar Hazar ülkesindeki Hazarları eritip Kıpçaklaştırmışlardır. Hazarlar ile karışmadan Kıpçaklar arasına Karai misyonerleri girerek Yahudiliği yaymışlardır. Yahudiliği seçen bu topluğa Karaylar diyoruz. Karaylar 1770 li yıllara kadar Kırımda yaşamışlardır. Bu tarihte Rus işgaline uğrayan Kırımda artan Rus baskılarına dayanamayan Karayların bir kısmı İstanbula göç etmişlerdir.Birinci Dünya savaşından sonra Kırımlı Karayların bir kısmı Avrupa ülkelerine göç etmiştir.1917 li yıllarda Kominist yönetimin Rusyada etkin olmasıyla Karay Türklerine’de büyük baskılar yapılmış ve Sibiryaya sürgüne gönderilmişlerdir.Sürgüne gönderilmekten kurtulanlar Avrupa ve Amerika’ya kaçmıştır.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

KIPÇAKLARA AİT FOTOĞRAFLAR




-Kıpçakların Yayılma Alanı M.s. 1200







-Kırım ve Çevresinde Kıpçaklar





-İgor’un Kıpçaklara karşı yenilgisi..






-Codex - Cumanicus







-Baytan- Çabhan Bölgesindeki Kıpçak Mezarları






Ukrayna'da Bulunmuş Kıpçaklardan Kalan Balballar








KAYNAKÇA

BERKOK İsmail, Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958

RASONYI Laslo., Dünya Tarihinde Türklük, İdeal Matbaa, 1942

SÜMER Faruk, Oğuzlar, (Türkmenler), Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, Türk dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1999

GÜRÜN Kamuran, Türkler ve türk devletleri tarihi, bilgi yayınevi, 1984

TÜRKLER ANSİKLOPEDİSİ, Editörler:hasan celal güzel, kemal çiçek, salim koca, yeni Türkiye yayınları

-kıpçak hanlığı, bolat kumekov, çev. Aydos şalbayev

-kuman/kıpçaklar, mutafa safran,

-gürcistan Kıpçakları, guılı alasanıa,

ÖZTUNA Yılmaz, başlangıcından günümüze kadar BÜYÜK TÜRKİYE TARİHİ, 1.cilt, ötüken yayınevi, İstanbul, 1983

TOGAN A.Zeki Velidi, umumi türk tarihine giriş, cilt 1, İstanbul üniversitesi edebiyat fakultesi yayınları no 1534, İstanbul, 1970

TARİHTE TÜRK DEVLETLERİ ANSİKLOPEDİSİ C.1, Ankara üniversitesi rektörlüğü yayınları, Ankara, 1987,

-kuman/kıpçaklar, Mustafa safran

TÜRK TARİHİ VE KÜLTÜRÜ, Editör:cemil öztürk, pagem yayıncılık, Peçenek-uzlar ve kumanlar, Hüseyin solmaz

ORTAYLI İlber, tarihin sınırlarına yolculuk, timaş yayınları, İstanbul, 2007

T.Diyanet Vakfı ansklopedisi, kıpçaklar maddesi

Ana britanica Kıpçakça ve kıpçaklar maddesi, 13. cilt

GÖKBEL Ahmet, Kıpçak Türkleri, ötüken yayınları, İstanbul, 2000

ADJİ Murat, kaybolan Milet deşti Kıpçak ve medeniyeti, çev.

ZEYREK Yunus, ahıska araştırmaları

AGARA İbrahim

ROUX Jauan paul,


Web adresleri


http://www.gamarcoba.somee.com/Forum.asp?forum=oku&msgid=72&yenilik=4&alfom=&alfomad=, 20.12.2007

http://www.gozlemci.net/2880-kumanlar.html, 20.12.2007

http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=167, 20.12.2007

http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=148

http://tr.wikipedia.org/wiki/Codex_Cumanicus, 20.12.2007

http://www.ozturkler.com/data/0001/0001_14.htm, 20.12.2007

http://www.turan.tc/turktar/pecenek/.. 20.12.2007

http://www.dikab/ okuyoruz.biz., 20.12.2007

1 Kamuran Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, s.258


2http://www.gamarcoba.somee.com/Forum.asp?forum=oku&msgid=72&yenilik=4&alfom=&alfomad=, (Prof. Fahrettin Kırzıoğlu, Kıpçaklar, S.5)



3 L. Rasonyı, Dünya Tarihinde Türklük, s.126


4Ahmet Gökbel, Kıpçak Türkleri, s.30


5 İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, s.204


6 A.Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, c1, s.159


7 İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, s.204


8 A.Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, c1, s.163


9 Türkler Ansiklopedisi, c2, Bolat Kumekov, Kıpçak Hanlığı, s.783


10 T.D.V.İslam Ansiklopedisi. Kıpçaklar mad. S.420


11 Ahmet Gökbel, Kıpçak Türkleri, s.128


12 Oğuzlar, Faruk Sümer, s.85


13 Kamuran Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, s.259; İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, s.204; L.Rasonyı, Dünya Tarihinde Türklük, s.127


14 L.Rasonyı, Dünya Tarihinde Türklük, s.127


15 Mustafa Safran, Tarihte Türk Devletleri, s.273, A.Gökbel , Kıpçak Türkleri, s.129


16 A.Gökbel, Kıpçak Türkleri, s.130


17 Büyük Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c1, s.227


18 TÜRKLER Ansiklopedisi, Gürcistan Kıpçakları,Guılı Alasanıa, c2, s.794


19http://www.gamarcoba.somee.com/Forum.asp?forum=oku&msgid=72&yenilik=4&alfom=&alfomad=,bu sitedeki bilgilere göre; Nikoloz Berdzenişvili, Simon Canaşia, İvane Cavahişvili Gürcüstan Tarihi, , s.141


20 TÜRKLER Ansiklopedisi, Gürcistan Kıpçakları,Guılı Alasanıa, c2, s.795;Kamuran gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi,s.261


21 Fahrettin Kırzıoğlu, Kars Tarihi 1, s.376-381


22 Büyük Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c1, s.225; L.Rasonyı, Dünya Tarihinde Türklük, s.142


23 Büyük Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c1, s.225


24 http://www.ozturkler.com/data/0001/0001_14_03_3.htm, 20.12.2007


25 http://www.ozturkler.com/data/0001/0001_14_03_3.htm, 20.12.2007


26 http://www.turan.tc/turktar/pecenek/.. 20.12.2007


27 http://www.ozturkler.com/data/0001/0001_14_03_2.htm, 20.12.2007


28 A.Gökbel, Kıpçak Türkleri,s.151


29 A.Gökbel, Kıpçak Türkleri, s.152


30 A.Gökbel, Kıpçak Türkleri, s.154


31 Büyük Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c1, s.225; L.Rasonyı, Dünya Tarihinde Türklük, s.142


32 Z.Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine giriş, s.310-312


33 İlber Ortaylı, Tarihin Sınırlarına Yolculuk, s.97


34 L Rasonyı,Dünya Tarihte Türklük, s.133,


35 Ahmet Gökbel,Kıpçak Türkleri,s.43 dipnotuna göre Artamanov,s.520; Togan,’Hazarlar’, İA,(MEB),5,S.402


36 L.Rasonyı, Dünya Tarihinde Türklük, s.128-129


37 L.Rasonyı, Dünya Tarihinde Türklük, s.133


38 Kamuran Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi,s.262



39 L.Rasonyı, Dünya Tarihinde Türklük, s.134


40http://www.gamarcoba.somee.com/Forum.asp?forum=oku&msgid=72&yenilik=4&alfom=&alfomad=, 20.12.2007; TÜRKLER Ansiklopedisi, Gürcistan Kıpçakları,Guılı Alasanıa, c2, s.793


41 http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=167 ,20.12.2007,bu sitedeki bilgilere göre bkz: Gülnisa AYNAKULOVA,BELLETEN Dergisi, 256, Cilt: LXIX - Sayı: 256 - Yıl: 2005 Aralık


42http://www.gamarcoba.somee.com/Forum.asp?forum=oku&msgid=72&yenilik=4&alfom=&alfomad=, bu web sitesindeki bilgilere göre; (Gürcüstan Tarihi, Nikoloz Berdzenişvili, Simon Canaşia, İvane Cavahişvili, s.150, Sorun yayınları)





43 Büyük Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c1, s.229; Kamuran gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi,s.263



44 L.Rasonyı, Dünya Tarihinde Türklük, s.136-137


45 Büyük Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c1, s.225; Kamuran Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi,s.266; L.Rasonyı, Dünya Tarihinde Türklük, s.138



46TÜRKLER Ansiklopedisi, Kuman/Kıpçaklar,Mustafa Safran, c2. s.791 54 nolu dipnota göre: İ.Kafesoğlu;Türk Milli Kültürü, s.184; L.Rasonyı, Tarihte Türklük, s.151; Kamuran Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi,s.265



47 Büyük Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c1, s.225


48 TÜRKLER Ansiklopedisi, Kuman/Kıpçaklar,Mustafa Safran, c2, s.791


49 Kamuran Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi,s.266


50 Büyük Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c1, s.226


51 A.Zeki Velidi Ttogan, Umumi Türk Tarihine Giriş, c1, s.165


52 Ana Brtanica, c.13, s.256, Kıpçakça maddesi; T.D.vakfı İslam Aansiklopedisi Kıpçaklar mad. S.422-423


53 L.Rasonyı, Dünya Tarihinde Türklük, s.142


54 http://tr.wikipedia.org/wiki/Codex_Cumanicus, ve bu web adresindeki dipnota göre; Yabancılara Türkçe Öğretiminin Tarihsel Gelişimi, Yard.Doç.Dr. Nesrin BAYRAKTAR - 1. Uluslarasi Çanakkale Dil Öğretim Sempozyumu, 22 - 25 Haziran 2002 Çanakkale, Türkiye; Kamuran Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi,s.267


55 A.Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, c1, s.164


56 L.Rasonyı, Dünya Tarihinde Türklük, s.129


57 Ahmet Gökbel, Kıpçak Türkleri, s.312




Kategori: Toplum
Kültür - Sanat

kıpçaklar ve gürcistan

Çeşitli yayın ortamlarında Kıpçaklar (veya diğer isimleriyle Kumanlar) hakkında farklı görüşler ve tartışmalara rastlıyoruz. Kıpçakların Kafkasya bölgesinde, özellikle Kartlarla da yakın ilişkileri olduğu tarih kitaplarında yazılıdır. Aşağıda Gürcistan tarih kitabı ile diğer bazı kitap ve belgelerde Kıpçaklarla ilgili birtakım bilgiler bulunmaktadır.

1. Gürcistan Tarih Kitabında Kıpçaklar

(Not: Kitapta kullanılan Gürcistan ifadesi bugünkü Gürcistan topraklarını ifade etmektedir. Ancak esasen anlatılan Kart boyuna ait Kartl-i krallığı ve halkıdır).

Romalılar Gürcistan’a girdikleri zaman Dariali Geçidi’ni Gürcülerin kontrolünde görmüşlerdi. Gürcüler bu geçidi sarp ve kalın duvarlarla kapatmıştı. Bu kalın duvarların anlam ve önemi bir Romalı yazar tarafından şöyle açıklanmıştı: Kafkas geçitleri doğanın oluşturduğu muazzam kaya oyuk ve yarıklarıdır. Geçit noktası Gürcüler tarafından kalın demir direklerle pekiştirilmiştir. Irmağın bir yakasında sağlam bir Kuman kalesi vardır. Kuman kalesi güneylerden gelecek kalabalık düşman ordularını engellemek için yapılmıştır.”

(Gürcüstan Tarihi, Nikoloz Berdzenişvili,Simon Canaşia, İvane Cavahişvili, s.67, Sorun yayınları)


Askeri reformlar

Davit bu çarpışmalarla adım adım Tiflis’e doğru yaklaşıyordu. Tiflis’i kurtarmak (not: Selçuklulardan ve orada Araplar döneminde Müslüman olmuş yönetimden) ve bazı projeler gerçekleştirebilmek için askeri reformlar gerekti. Kralın elinin altındaki ordu eski feodal sisteme dayalı bir orduydu. Bu ordunun içinde henüz kökleri kazınmamış bölgesel Aznaurların ve diğer beylerin ırgatlarından oluşan birlikler de bulunuyordu. Aznaurlar gerektiğinde askerleriyle Krala destek veriyorlardı. Ancak bazı Aznaurlara cephede güvenmek çok safdillik ve tehlikeliydi. Ülkenin ve kralın kaderini Aznaur askerlerine terk etmek olacak iş değildi. Kral Davit, kendi komutası altında sürekli bir nizami ordu kurmaya karar verdi.

Bu maksatla Kuzey Kafkasya’ya gitti. Orada Kıpçak oymaklarıyla anlaşıp asker satın alıp ülkesine getirdi. Kuzey Kafkasya ve güney Rusya steplerinde davar besleyen gezginci Kıpçaklar savaşçı bir toplumdu. Kıpçaklar daha önceki yıllarda da Gürcü ordusunda kiralık asker olarak hizmet görmüşlerdi. Kral Davit Ağmaşenebeli öte yandan Kıpçak Beyinin kızıyla evlenmiş, onlarla dostluk kurmuştu.

1118 Yılında Davit Kıpçaklarla kavgalı bulunan ve onlara Kafkas geçitlerinden yol vermeyen Alanları (Osetyalı)ları yola getirdi. Kalelerini ele geçirdi. Kıpçaklar’dan temin ettiği 45.000 aileyi bu geçitlerden aşırıp Gürcistan’a getirdi. Onlara toprak ve başka mülkler dağıttı. Askerlik hizmetleri için gerekli araç, gereç ve silahlarla donattı. Yan ilkel bu Kıpçakları sıkı bir askeri eğitime tabi tuttu. İki yıl sonra Gürcistan artık iyi yetişmiş 40.000 kişilik süvari ordusuna sahip bir ülke haline geldi. Davit’in bundan başka 5.000 kişilik bir muhafız ordusu daha vardı. Bu orduya ‘Monaspa’ (Köle Sipahiler) adı veriliyordu. Bu askerlerin görevi kral sarayını korumaktı.

(not: devam eden sayfalarda 1122’de Tiflis’in alındığı belirtiliyor)

(Gürcüstan Tarihi, Nikoloz Berdzenişvili, Simon Canaşia, İvane Cavahişvili, s.141, Sorun yayınları)


Giorgi 3’ün feodal aristokrasi karşısında güç kullanması

Soylu Aznaurların ikide birde başkaldırıp ülkeyi kana bulaması ve harap etmesi kolay kolay önlenemeyecekti. Giorgi 3, bu olayı bahane edinerek işi kökünden halletmeye karar verdi. Bu isyana adı karışan tüm rütbeli memurları mevkilerinden aldı. Onların yerine güvenilir kendi adamlarını yerleştirdi. İoane Orbeli’den boşalan Genel Kurmayın başına isyan sırasında kral tarafını tutup büyük yardımlarda bulunan Gürcüleşmiş Kıpçaklı Kubasar’ı tayin etti. Aznaur köleliğinden kurtulup yükselen ve kendini kanıtlayan Apridoni’yi de ‘Msahur tuhutsesi’ (Hazine, Finans ve gelirler bakanı) tayin etti. Bir diğer Gürcüleşmiş Kıpçak Kutlu Arslan’ı ve Tçiaberi’yi de başka yüksek mevkilere getirdi.

(Gürcüstan Tarihi, Nikoloz Berdzenişvili, Simon Canaşia, İvane Cavahişvili, s.146, Sorun yayınları)


Tamar’ın kraliçe olmasında saray kavgaları

Kral Giorgi ölür ölmez sarayda taht kavgaları başladı. Tamar babası tarafından tahta çıkarılmıştı; ancak şimdi onun meşruluğu tartışılmaya başlamıştı. Karşıtları itirazlar edip ona ayakbağı olmaya çalışıyorlardı. Tamar’ın karşıtları şimdi babasının sağlığındakinden daha güçlü hale gelmişlerdi. / Sıra Giorgi 3 tarafından işbaşına getirilen yönetim kadrolarının yasallığına gelmişti. Giorginin’nin yüksek memuriyetlerden soylu Aznaurları alıp halktan iyi insanları tayin etmesi soylular arasında büyük panik yaratmıştı. Bu sıkıntılı durumu o zamanlar bağırlarına gömmekten başka çareleri yoktu. Şimdi ise Gürcistan tahtında oturan taze ve deneyimsiz kadın onların iştahlarını kabartıyordu. Yitirdikleri mevki, rütbe ve servetleri yeniden elde etmenin tam zamanıydı. Tamar karşıtları kraliçeye ültimatom vererek, ‘Bugünden itibaren bakanlıklarda ve yüksek mevkilerde oturan soysuzların emirlerini dinlemeyeceğiz’ diye uyarıda bulundular. İstekleri arasında bundan başka ordunun üst kademelerine getirilen asaletsiz kişilerin ve bunlar arasında Genel Kurmay Başkanı Kubasar’ın, Hazine ve Gelirler (Finans) Bakanı Msahurtuhutsesi Apridoni’nin de görevlerinden alınmasını şart koştular.

Kubasar ve Apridoni Giorgi 3’ün ve kızı Tamar’ın en sadık adamlarıydı. Ancak Tamar bu kişileri görevlerinden almak zorunda bırakıldı. Bu durum bir bakma tahtın yenilgisi anlamındaydı.”
(Gürcüstan Tarihi, Nikoloz Berdzenişvili, Simon Canaşia, İvane Cavahişvili, s.150, Sorun yayınları)


Gürcü devlet düzeninin değiştirilmesi çabaları

Kutlu Arslan grubunun çıkışı

“Henüz soyluların itiraz sesleri dinmişti ki Meçurçletuhutsesi (Finans Bakanı) Kutlu Arslan Tamar’a tamamen yeni ve bugüne değin hiç duyulmamış bir öneri getirdi. Kutlu Arslan bu öneriyle, Bugünkü Avlabari o zamanki İsani’deki kral sarayının giriş kapısı önünde bir ‘Karavi’ (Nizamiye binası) kurulacaktı. Bu binada oluşturulacak bir konsey (Parlamento) saraya gelen tüm devlet işlerini burada görüşüp karara bağlayacak, sonun da onay için kraliçeye gönderecekti. Bu öneri kraliçenin tüm yetkilerini elinden alıp onu tacı ile birlikte kukla bebek gibi bırakacaktı. Bu öneri ile Kutlu Arslan ve arkadaşları ülke yönetiminde ve adalet dağıtımında kraliçeyi monarşik olmaktan çıkarıp onu bir nevi Senato kuruluşuna mahkum edecekti.

Bu sırada ülke yönetim organlarının başında Kutlu Arslan karşıtı soylular bulunuyordu. Bu soylular Kutlu Arslan’ın önerilerini reddedip bastırma kararı aldılar. Tamar’a öneride bulunup Kutlu Arslan ve arkadaşlarını yakalatıp tutuklattılar. Soylular Kutlu Arslan’ın tutuklanmasıyla her şey yoluna girer zannediyorlardı. Ancak böyle olmadı. Kutlu Arslan yandaşları silahlanıp saray kapısına dayandılar. Kutlu Arslan’ın zarar görmeden serbest bırakılmasını istediler.

Tamar, ayaklanan Kutlu Arslan yandaşlarıyla görüşmek üzere ünlü iki kadın politikacı, Kravai Cakeli ile Hvaşak Tsokali’yi görevlendirdi. Karşılıklı taviz ve anlayışla iş tatlıya bağlandı.

Saray yetkilerinin kısıtlanması

Saray kapısı önüne kurulmak istenen nizamiye binası önlenmişti ancak Tamar devlet işlerinin bir bilirkişi heyeti tarafından görüşülüp karara bağlanması için Tanadgoma (Danışma) kurulu oluşturmayı kabul etti. Bu tarihten sonra sarayda alınan tüm önemli kararların altı ‘Özel Danışma Kurulu’nun çoklu tavsiye kararı ve Kraliçe Tamar’ın onayıyla’ sözleriyle bağlandı.

Böylece Gürcistan krallarının sonsuz yetkileri ‘Danışma Kurulu’nun (Senato) araya girmesiyle kısıtlanmış oldu. Gürcistan sarayında yapılan bu önemli yetki paylaşımı 13. yüzyıl başlarında İngiltere’de kurulan ‘Magna Karta Libertatum’un öncüsü ve fikir kaynağı olmuştu. Bu organizasyonla İngiltere krallarının sonsuz yetkileri kısıtlanmıştı.”

(Gürcüstan Tarihi, Nikoloz Berdzenişvili, Simon Canaşia, İvane Cavahişvili, s.150, Sorun yayınları)

2. Diğer Bazı Belgelerde Kıpçaklar

Kral II.David, Kıpçaklar'dan sağladığı büyük bir ordu ile yeni bir istilâ harekâtı başlatıp Gence'ye kadar gelince Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar Gürcistan üzerine yürüdü. Gürcü kuvvetlerini bozguna uğratarak bazı şehirleri tahrip etti (503/1110). Kıpçaklar Gürcistan'ın tarihinde önemli rol oynadılar. XII.yüzyılın sonlarında devletin iktisadî hayatına Kıpçaklar hâkim olmuştu. 580'de (1184-85) Kraliçe Tamara devrinde Kutlu-Arslan devletin kaderine hükmedecek kadar güçlüydü. Müslüman olan Kıpçaklar ise Dağıstan yoluyla Azerbaycan'a girmiş ve buradaki Türkler'le beraber Gürcüler'le mücadele etmiştir.

Kral David'in Tiflis ve Gence gibi Müslümanların hâkimiyetindeki şehirlerden haraç istemesi üzerine Müslümanlar Irak Selçuklu Sultanı Mahmûd b. Muhammed Tapar'dan yardım istediler. O da kardeşi Gence Meliki Tuğrul, Atabeg Gündoğdu. Dübeys b. Sadaka ve Artuklu İlgazı'yı Gürcistan'a sefere memur etti. Ancak Müslümanlar Gürcü, Ermeni ve Kıpçaklar'dan oluşan Gürcistan ordusu karşısında başarı sağlayamadılar. Gürcüler, 12 Ağustos 1121'de Didgori yakınlarında cereyan eden bu savaştan sonra asırlardan beri İslâm hâkimiyetinde bulunan Tiflis ve Ani'yi işgal ettiler. Tiflis Gürcistan'ın başşehri oldu. Şirvan halkının yardım istemesi üzerine Sultan Mahmud Gürcistan'a bir sefer daha düzenledi, fakat kayda değer bir başarı elde edemedi. (517/1123). Kral David aynı yıl Şirvan'ı ilhak etti.

Gürcüler 1161'de Ani'yi,ertesi yıl Kars ve Duvîn'i istila ettiler: çok sayıda Müslümanı öldürüp cami ve evleri yaktıktan sonra Tiflis'e döndüler. Müslüman kadınları çırılçıplak vaziyette götürdüler: Gürcü kadınları bunu yadırgayıp Müslüman kadınları giydirdiler. Bu olay Müslümanlar arasında büyük tepki yarattı. Azerbaycan Atabegi İldeniz. Ahlatşah Sökmen. İzzeddin Saltuk, Merâga Emiri İbn Aksungun, Irak Selçuklu Sultanı Arslanşah ve bazı Anadolu beyleri Nahcıvan üzerinden Gence'ye geldiler. 50.000'i aşkın mücahid doğrudan Gürcü topraklarına saldırdı ve1163'te Gürcistan'ı istila edip çok sayıda esir aldılar. Ardından da XII. Yüzyılın sonlarına kadar Doğu Gürcistan'a hâkim olan Selçuklular. İldenizliler, Mengücüklüler. Saltuklular ve Ahlatşahlar Gürcüler'le mücadeleyi sürdürdüler. Anadolu Selçuklu Sultanı II. Süleyman Şah. Gürcüler'in sürekli olarak Türk topraklarına saldırması üzerine 1202'de Gürcistan seferine çıktı. Ancak ordugâhta istirahat halinde iken Gürcüler'in baskınına uğradı ve ağır kayıplar verdi. Esirler arasında Erzincan Mengücüklü Beyi Behram Şah'da bulunuyordu. Süleyman Şah 1204'te ikinci defa Gürcistan üzerine yürürken yolda öldü. Sultan I.Alâeddin Keykubad devrinde 1232'de Kemâleddin Keykubad devrinde 1232'de Kemâleddin Kâmyâr ile Mübârizüddin Çavlı Gürcistan'a sefer düzenlemiş ve bazı kaleleri ele geçirmişlerdi. Selçuklu ordusuna karşı koyamayan Kraliçe Rusudan barış teklifinde bulundu. Yapılan anlaşmada kraliçe, kızı Tamara'yı Sultan Alâeddin Keykubad'ın oğlu II. Gıyaseddin Kayhusrev'e nikâhlamayı kabul ediyordu. Celâleddin Harizmşah Tebriz'e yerleştikten sonra Gürcistan'a sefer hazırlıklarına başladı. Diplomatik teşebbüslerinden bir sonuç alamayınca 622'de (1225) Duvîn'i zaptetti. Kerbi ve Zün şehirlerini de ele geçirip Azerbaycan'a döndü. Ertesi yıl tekrar Gürcistan seferine çıkan Celâleddin Harizmşah Tiflis'i fethetti (Rebiülâhir 624/Nisan 1227) Aynı yıl Ani'yi ve Kars'ı kuşattı: Gürcistan'ın kuzeyine akınlar yaptı ve pek çok ganimet elde etti. Celâleddin Hârizmşah. Ahlat'ın muhasarasıyla meşgul olduğu sırada Gürcistan'da bıraktığı veziri Şerefülmülk'ten Gürcüler'in Tiflis'i ele geçirme hazırlıkları yaptığını haber aldı. Bunun üzerine Betak gölü civarında Gürcü. Ermeni ve Kıpçaklardan oluşan müttefiklerin karşısına çıktı. Kıpçaklar'ı diplomatik yollarla saf dışı etmeyi başardıktan sonra da Gürcü ordusunu bozguna uğratıp Tiflis'e girdi (1627/1229).

(Gürcistan’ın Tanıtımı-İslami Dönem http://www.muslimgeorgia.org/tr/gurcistan/islami.asp )


Makalede, çeşitli dönemlerde Gürcü krallarının daveti üzerine (Kral II. David, Kraliçe Tamara) Gürcistan'a gelmiş, Gürcü krallarının hizmetine girmiş ve Hıristiyanlığı kabul ederek Yukarı-Aras, Orta-Aras boyları, Orta Kür kesiminde yerleşmiş Hıristiyan Kıpçak-Kumanlardan, -ki bu Kıpçaklar'ın çoğu, Gürcü-Ortodoks kilisesine bağlı olmakla birlikte bir takımı da, 1200' de feth ettikleri Anı-Şeddadlı Emirliği ülkesindeki Gregoryen-Ermeni mezhebine girmişlerdir. XIII. yüzyıldan itibaren adı geçen bölgelere yayılarak bir kısmı Gürcü-Ortodoks kilisesine, diğer bir kısmı da Ermeni-Gregoryan Kilisesine bağlandıkları için Türkçe konuştukları halde sırf "haçperest" olmaları sebebiyle bu Kıpçak-Kumanlara, Osmanlılara, Rum/Rumiyân denilmesi gibi "Gürcü" veya "Ermeni" denilmesi adet olmuştur. Bu Gregoryen Kıpçakların daha Moğollar zamanında Altın Orda döneminde yaklaşık XIV. yüzyılda, Ukrayna'nın Galiç ve Podolya bölgelerinde meydana getirdikleri kolonilerden, onların dinî, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatından, mahkeme işleri ve başvurdukları kendi Kanunlar Mecmuası'ndan (Töre Bitiği), Ermeni alfabesi ile fakat Kıpçak Türkçe’siyle kaleme alınmış ve büyük çoğunluğu 14-16. yüzyıllardan kalmış bulunan metinlerden söz edilmektedir.

Bilindiği gibi, bu metinler gerek Türk Dili Tarihi, gerekse Gregoryen Mezhebini kabul eden Hıristiyan Kıpçakların dinî, sosyal ve kültürel tarihleri açısından çok değerli bilgiler ihtiva etmektedir. Ancak, anılan metinler bu büyük önemlerine rağmen ülkemizde bu güne kadar pek az bilinmiş olup, bilimsel yönden ele alınarak incelenmedikleri gibi, doğru dürüst tanıtımları bile yapılmamıştır. Öte yandan, Kıpçaklardan bir kısmının, Gregoryen Mezhebi yolu ile zamanla Ermenileşmiş olmaları da Türk tarihinin çarpıcı örneklerinden olup, bu hususun aydınlığa çıkarılması, bugünlerde çokça konuşulup-tartışılan Ermeni Sorunu'nun bir başka boyutuna farklı bir aydınlık kazandırmak bakımından çok önem arz etmektedir.(GÜLNİSA AYNAKULOVA: Gregoryen Kıpçaklar'a Dair http://ttk.org.tr/yayinlar/belleten/belleten256d.htm)


Kıpçaklar(ın ataları) kimdir?

“Kıpçaklar bronz çağında Minusin havzasında ve Altaylar’da yaşayan Avrupaoid Dinlinler’den türemişlerdir. Bilahare Kimaklar’la birlikte yaşamaya başlamaları, daha önce ise Hunlar’ın bir kolunu teşkil etmeleri sebebiyle ırkî özelliklerinde değişiklikler olmuş ve dış görünüşlerinde Hun tipinin bazı unsurları belirginleşmiştir.

Hunlar mongoloid ırka mensup olmakla birlikte Kuzey Amerikalı yerlilere birazcık benzeyen yüz hatlarına sahiptiler. 350 yılında Çin’de yaşayan Hunlar öldürülmeye teşebbüs edilince kalkık burunlu ve sakallı birçok Çinli de öldürülmüştü.

Bu yüzdendir ki Kıpçak Kimak karışımı olanlar geniş yüzlü Avrupaoidler arasında farkedilmemektedirler.”

(L.N.Gumilöv, Hazar Çevresinde Bin Yıl, S.290)

Kıpçaklar ne zaman ortaya çıktı?

“Marquart ‘Über das Volkstum der Komanen’ adlı eserinde, Kıpçaklar’ın (Polovcı, Kumanlar) Gürcüler’le birleşerek Kafkasya Müslümanlarına hücum ettikleri sırada, 1120-1121’den itibaren büyük bir siyasi güç olarak ortaya çıktıklarını ispat etmiştir....

Lavrent’evzkaya letopis’e göre, Kumanlar’ın iştirakiyle ilk göçebe akını, 1054’de yapılmıştır. Kimekler’in batı kolunu teşkil eden Kumanlar, Volga ile Dneper arasındaki bozkır bölgesinde Peçenekler’in yerine geçmişlerdir.”

(A.Yu. Yakobivskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, S.3-4)

Kıpçak’ın anlamı nedir?

“Kıpçak kabuk kelimesinden çıkmıştır, Türk dilinde, içi çürümüş ve oyulmuş ağaç’a derler.”

(Prof. Fahrettin Kırzıoğlu, Kıpçaklar, S.5)

Kıpçak Avrupası neresidir?

“...Güneydoğu Avrupa sınırları içinde Dneper’e kadar uzanan topraklar, güneyde Kırım, kuzeydoğuda Bulgar bölgesine kadar Orta Volga havzası, güneydoğuda Volga ağzı ile birlikte Kıpçak topraklarının Avrupa bölümünü teşkil ediyordu.”

(A.Yu. Yakobivskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, S.4)

Sarı saçlı mavi gözlü Avrupaoidler: Kıpçaklar

“Çinliler Kıpçaklar’ı sarı saçlı ve mavi gözlü olarak tavsif eder. Memluk hükümdarı Sonkor bile sarışın fakat Kıpçak orijinliydi. Macaristan’daki Kuman torunlarına parlak, lepiska kıvırcık saçlı ve mavi gözlü oldukları için –aralarında esmerlerine rastlansa da- çango derler.

Ruslar’ın taktıkları Poloves lakabı ise polova kelimesinden gelmektedir ki manası parlak saç rengini andıran ufalanmış saman demektir.

14. yüzyılda yaşayan Arap coğrafyacısına göre Kıpçaklar kendilerine has dindarlıkları, cesaretleri, çeviklikleri, güzel çehreleri ve düzgün yüz hatları ve asaletleriyle diğer Türkler’den ayrılırlar.

Şu halde Kıpçaklar tipik Avrupaoid oluşlarıyla güney komşuları Türkmenler’den ayrılırlar. Ruslar ilk defa 1055’de onlarla çarpışıp barış anlaşması imzaladıkları dönemde ak gözlü ve sarı saçlı halleriyle dikkat çekmişlerdir.”

(L.N.Gumilöv, Hazar Çevresinde Bin Yıl, S.289)

3. Yunus Zeyrek’in Görüşleri

(Not: Yazılarda kullanılan Gürcü ifadesiyle Kart boyu ve/veya kartveller kastedilmektedir).

Kim bu prensler?

“Gürcü prensleri, aralarında savaşıyorlardı. Çünkü bu prenslerden bazıları Muhammed Peygamber’in dinine girmişlerdi.” cümlesinde sözü edilen “Gürcü prensleri” Hıristiyan Kıpçak Atabekleriydi. Çıldır Atabekleri de denilen bu beyler, İlhanlı hükümdarının desteği ile Tiflis’e karşı bağımsızlık kazandılar(1267). Tiflis de dâhil, bu bölge Safevî Türkmenlerin hâkimiyetindeydi. Ahıska, Tiflis ve Şirvan, 1578 yılında yapılan Şark Seferleri sırasında Osmanlı Devleti’ne katıldı (Y. Zeyrek, Tarih-i Osman Paşa, Ankara 2001.).

Bu Kıpçak Atabekleri Hükûmeti’nin tarihçesini ve sahip oldukları toprakların haritası da bir kitabımda verildi (Y. Zeyrek, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara 2001).

Kartli’nin kızıl profesörleri tarafından yazılan kitapta da Atabekler hakkında bilgi vardır. Onlar, hep kınanarak anılmaktadırlar! Çünkü onlar, Tiflis’e kafa tutuyorlardı. Ne var ki Kartli’yi, İran ve Selçuklu akınlarına karşı koruyan da onlardı. Zaten bu amaçla Kuzey Kafkasya’dan davet edilerek getirilmiş ve bu bölgeye yerleştirilmişlerdi. Zira Kartli, hiçbir zaman kendi ayakları üzerinde hâkimiyet kuramamıştır. Bu küçük krallık/lar, tarih boyunca Arap, Hazar, Selçuklu, Safevî, Osmanlı ve Rus hâkimiyetlerinden birini tercih etmek zorunda kalmıştır.

Hâlâ bakarak övündükleri, Pasinlere kadar uzanan Kartli sınırları, bu Kıpçak Atabeklerinin kuvvetiyle gelinen noktadır.

Kıpçaklar nerede?” sorusu, aslında cevap aramıyor! Maksat cevap olsaydı, Kızıl Profesörlerin kitabında hatta Çelebi’nin mübarek kitabında bile bulunabilirdi. Yalnız “Mübarek kitap(!)”ın dediğine göre, onlar erimiş ve Gürcüleşmişler! 50.000 kişilik muharip bir ordu çıkaran Kıpçak topluluğunun, kendini koruyacak bir ordu bile çıkaramayan bir avuç Kartvel arasında, eridiğini iddia ediyorsunuz! Öyleyse, varlığımız Kartli’nin varlığına armağan olsun!

Ama bilim öyle demiyor: Bir yazınızda, bugünkü Türkiye Gürcülerinin ataları olarak ifade ettiğiniz Çıldır Atabekleri, işte bu Kıpçaklardır. Yani Oltu, Tortum, Ardanuç, Artvin, Şavşat, Posof, Ardahan ve Ahıska ahalisiyle büyük bir ihtimal Acara halkı... Zeki Velidî Togan başta olmak üzere, Akdes Nimet Kurat ve M. Adil Özder’in kitaplarına da bakınız!

Tarih ilmi, belge ister. Hiçbir belge ve bilgiyi kullanmadan sadece Tiflis ekseninde teoriler üretmek, hem bilime hem de içinde yaşadığınız ülkeye saygısızlık olur.

Kıpçak Atabekleri Ailesinin şeceresi, Yusufelili Adil Özder tarafından hazırlanmış, bu aileye mensup General Fahir Atabek’in takdimiyle birlikte basılmıştır (Mustafa Adil Özder, Tarihte Çıldır Atabeğleri ve Torunları, Erzurum 1971).

Ahıska ve çevresindeki Ermeni ve Gürcü mezalimi hakkında Fransızca bir rapor yazıp 1919’da Batum’da broşür hâlinde bastırarak dünya kamuoyuna ve basına gönderen, sonradan Ardahan Milletvekili olan, Yüksek Mühendis/Hukukçu Osman Server Atabek, bu raporun altına şu ibareyi koymuştur: “Güneybatı Kafkas Ahalisinin Haklarını Koruma Merkez Komitesi Başkanı Adına Koblıyan Beği (Prince de Koblıyan) Atabek Server Feyzullah” (Kırzıoğlu, M. Fahrettin, Kars İli ve Çevresinde Ermeni Mezalimi, Ankara 1999, s. 77).

Osman Server Atabek, bu “Gürcü Prensleri”nden(!) biriydi ve 1919-1920 yılında, Kurtuluş Savaşı’mızın Ahıska-Posof cephesinde Kartli/Gürcü kuvvetlerine karşı kahramanca savaşmış, İstiklâl Madalyası’yla taltif edilmişti.

“Tarihî Gürcü toprakları” ne demektir?

Tarihî Türkiye topraklarından hiç bahsedilmezken, Artvin, Ardahan ve Erzurum’un kuzey ilçelerinden “Tarihsel Gürcü toprakları” olarak bahsedilmektedir (Çveneburi, 40/13). Bunu nasıl açıklarsınız? Meselâ şöyle bir ifade tarafınızdan sadır olabilir mi? “Türk Millî Mücadelesi’nin ana programı ve imparatorluğu yıkılmış Türkiye’nin millî/etnik sınırlarını belirten Millî Misak/Millî Ant, Ankara’da kurulan Millî Hükûmet’in de programıydı. Altı maddelik Misak-ı Millî’nin ikinci maddesinde, İngilizler tarafından Gürcülere verilen Ardahan, Artvin ve Batum’un geri alınması dile getiriliyordu. Zira yapılan halk oylamasıyla bu bölgelerin ahalisi Türkiye’ye katılma kararı almıştı.”

Bu tür tarih gerçeklerini yazmıyorsunuz. Kıpçakların Gürcistan’da aktif rol oynadıkları dönemlerde Kartli Krallığına katılmış, ama sonradan Kıpçak Atabeklerinin kendi hükûmetleri idaresine alınmış toprakları, “Tarihsel Gürcü toprakları” şeklinde ifade ediyorsunuz.

(Yunus ZEYREK, Çveneburi’de çıkan “Mesele Ne?” başlıklı yazıya (Fevzi Çelebi, Mesele Ne? Çveneburi dergisi, S. 42, 2001, s. 2-10) cevap, Mesele Türk’e Düşmanlık mı?)


Eski kaynaklarda Kolhidya ismiyle anılan Acara, milâdın üç yüz yıl sonrasına kadar Roma ve sonra da Bizans nüfuzunda kaldı. V. yüzyılda Bizans’ın çekilmesiyle bölgede Lazistan, Kılarçetya ve Meshetya adlarında üç devlet ortaya çıktı. Hazreti Osman zamanında (M. VI. yüzyılın başlarında) İslâm ordusunun egemenliğine girdi. Bu devirde İslâmiyet yayıldı. Bölge, Araplardan sonra Selçuklu Türklerinin idaresine geçti. 1064 yılında Kars’ı zapt eden Selçuklu Türkleri, 1080 yılında, Batum ve Acara’yı da topraklarına kattılar. Kıpçakların, Kür ve Çoruh boylarına gelişlerine kadar (1124), buralar Selçukluların elinde kaldı.

1508 yılı baharında Ahıska Kıpçak Atabeğinin kılavuzluğunda Kutayıs üzerine bir sefer yapan Yavuz Selim, bölgeyi Osmanlı Devleti’ne tâbi kıldı; Batum’u da Trabzon Sancağına bağladı.

(Yunus Zeyrek, Acaristan ve Acarlar, Acaristan hakkında kısa bilgi)


Bagratlıların Oğuz, Ermeni ve Gürcü menşeli olduğu söylenmektedir. Biz, yaptığımız araştırma ve incelemelerden, bu hanedanın Hıristiyan Oğuz oldukları yolundaki tarih haberlerini dikkatlere sunuyoruz. Bunda alınacak ne var? Tarih, bağırıp çağırmakla yazılmıyor; bilgi ve belgeyle yazılıyor. Sizin elinizde bir belge varsa açıklayınız, öğrenelim. Bagratlıların Gürcü asıllı olduğunun delili nedir? Türklüğün en önemli tarihî destanlarından biri olan Dede Korkut Destanları coğrafyasında tarih sahnesine çıkmış olmaları, onların Türk olabilecekleri tezini kuvvetlendirmektedir. Sonraki asırlarda Kıpçaklarla akrabalık da kurarak onları getirip Kür ve Çoruh ırmakları boylarına yerleştirmeleri de kayda değer bir husustur. 40.000 Kıpçak ailesinin geldiğini kabul ediyorsunuz, fakat bu sayının o devirde nasıl bir kudreti temsil ettiğini hesaba katmadan, bu kadar insanın bir avuç Kartvel içinde tamamen eriyip gittiğini söylüyorsunuz! İdrakin bu kadar dibe vurması, dehşet bir şey!

İşte Atabekler de, Bagratlı hanedanının davetiyle bölgeye gelen Kıpçaklardan çıkmıştır.

Kartlis Çhovreba’daki Bun-Türk ve Kıpçak bahislerini niçin zikretmiyorsunuz. Bu kaynağa göre, Kıpçakların bölgedeki mevcudiyeti, Kral David zamanında gelenlerden çok öncelere dayanıyor. Bunu nasıl açıklayacaksınız? İşte size Kartlis Çhovreba!

Cakeliler asla ve asla Kıpçak değillerdi.” diyorsunuz. Şeceresi elimizde olan ve Gürcü bilim adamları tarafından da açıkça bilinen Caklı ailesine niçin Gürcü kimliği yakıştırıyorsunuz? Neden böyle bir ihtiyaç duyuyorsunuz? Önce Hıristiyan, XIII. yüzyıldan beri de Müslüman olarak bölgede ve Osmanlı Devleti’nin genelinde hizmetler veren birçok Caklı Atabek bulunmaktadır.

Eğer bu ailenin Osmanlılar tarafından Türkleştirildiğini iddia ediyorsanız, şu soruya da cevap bulmalısınız: Madem Osmanlı, herkesi Türkleştiriyordu da, sizi niçin Türkleştirmedi Ramaz/an? Gücü mü yetmedi? Kaldı ki Osmanlı’nın Türkleştirme politikası olmamıştır. O bir dünya devletiydi. Caklılar, Hıristiyan fakat Türk’tü. Bu aile mensupları, Osmanlı zamanında büyük Türk kitlesine uyarak Müslüman olmuştur.

Selçuklularla yapılan Pasinler/Basian savaşını Kartveller değil, komutanından erine kadar Kıpçak olan Hıristiyan Türkler kazandı.

Bölgede Tamar adının önemli bir yeri olduğunu herkes kabul eder. Zira o, Bagratlı bir babadan ve Kıpçak bir anadan gelen güzelliğe sahipti. Devrinde devlet ve ordu yönetimi tamamen Kıpçakların elindeydi. Macar bilgini L. Rasonyı, “Gürcistan’ın parlak çağının büyük başbuğu Kubasar, Kıpçaklıdır. Kraliçe Tamar’ın damarlarında da Kıpçak kanı vardır.” diyor. Gürcistan, Tamar devrinde biraz ayağa kalktı. Dolayısıyla, her kaleye, kiliseye veya güzel bir yapıya bağlı efsaneler, Tamar Dodopal adıyla birlikte anlatıldı. Yüzyıllarca aynı coğrafyada yaşayan insanların böyle güzel bir kraliçenin adını ortak kullanmalarından daha tabii ne olabilir? Sizin bahsettiğiniz Tamar’ın Köprüsü de bunlardan biridir. Bu köprü Tamar tarafından yaptırılmış olsa da olmasa da önemli değil.

Bulgarların, Türk menşeli değil, Fars menşeli olduğunu iddia ediyorsunuz! Yazdıklarımızı okumayan, okuduğu birkaç satırı anlamayan ve muhtemelen kendisine sufle edilmiş birtakım sivri sözleri bağıran birine ne söylemeli ki... Şimdi önceki verdiklerimizden başka bir kaynak zikrediyoruz: Prof. Ebrar Kerimullin, TATARLAR-İsmimiz ve Kimliğimiz. Bu kitap diyor ki, “Altın Orda devrinde Bulgar kültürü önceki dönemin yerli kültürünün temelinde meydana gelmiştir. Kazan Tatarlarının kültürünün temeli Bulgar kültürüdür. Tatarlar, Bulgarların varisleridir. Tatar etnonimi tarihî bir hatadır. Altın Orda halkının asıl bölümü Kıpçaklardan, yani Bulgarlara yakın kardeş halktan oluşuyordu. Ruslar, Kazan Hanlığını Bulgar Hanlığının devamı olarak görmüşler, halkını da Tatar değil Bulgar saymışlardır.

Bulgarlarla Kıpçakları, bir milletin türlü kavimleri olarak değerlendiren Kazanlı bilgin kitabında, “Proishojdeniye Kazanski Tatar, Voljskiye Bulgarı” ve daha birçok Rus kaynağını da zikrediyor. Bunların tamamını siz de okuyup anlayasınız diye veriyorum!

İşte Sovyet Ansiklopedisi! Bulgarlardan bahsederken, “Volga-Kama Bolgarları, VII. yüzyılda Azak bölgesinde yaşayan Türk dilli kabileler birliğidir. Bir kısmı Orta Volga Bölgesine göç etmiş, X-XIV. yüzyıllar arasında Volga-Kama Bolgar Devletini kurmuşlardır. Bugünkü Kazan Tatarlarıyla Çuvaşlar onların torunlarıdır.

Volga kelimesinin de Rusça değil, Bulgar Türklerinin lisanından kalma olduğunu hatırlatalım. Bu ırmağın eski adı Kıpçak Türkçesiyle İtil/İdil’di. Anadolu’daki Barhal, Ulgar ve Bolkar dağlarının ismi de onlardan kalmıştır.

(Yunus Zeyrek, Zaruri Bir Cevap: Ramaz Surmanidze Neler Söylüyor)