Ankara Üniversitesi
DİL VE TARİH -COĞRAFYA
Fakültesi Dergisi
Cilt V. Sayı: 1 -1947 Ocak - Şubat
Prof. Dr. T. HALASİ KUN
İBRAHİM GÖKBAKAR
Prof. C. A. ALAGÖZ
Doç. NUSRET HIZIR
Asis. Dr. MEHMET TUĞRUL
Dr. HİMMET AKIN
SEYAHAT RAPORLARI
T E B L İ Ğ L E R
YAYINLAR ÜZERİNDE
H A B E R L E R . . . .
— Philologica I.
— Masal ve Türkü.
— Deprem, Seylâplar ve Meteoroloji işleri.
— Mantığın Formelleştirilmesi üzerinde düşünceler.
— Mahmut-gazi Köyünün Halk Edebiyatı (Die volkslitteratur
des Dorfes Mahmut-gazi).
— Aydın Oğulları tarihi hakkında bir Araştırma
(Results of Studies in the Historg of the «Aydın
Oğulları").
— I- İ. BAŞGÖZ, Doğu Anadolu'da Folklor Derlemeleri,
II - Doç. F. SANIR, Coğrafya Enstitüsü'
nün 1945-46 ders yılı Öğretim Gezisi, III - Doç.
Dr, A. İNAN, Ankara - Samsun arasında Tarih
Gezisi.
— No. X. Asis. Dr. N. ÖZGÜÇ, Kültepe'de bulunan
Hayvan Figürleri.
— Prof. Dr. W. EBERHARD, TAHSİN YAZICI.
TÜRK TARİH KURUMU BASIMEVİ - ANKARA
Yazı İşleri Müdürü
Enver Ziya KARAL
Yazı İşleri ve Yönetim Kurulu
Necati AKDER, Kenan AKYÜZ, Nermin AYGEN, Wolfram EBERHARD,
Halil İNALCIK
Fakültenin Profesörleri, Doçentleri ve Asistanları
DERGİ'nin tabiî yazarlarıdır.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ SERBEST DERSLERİ
(Yaz sömestri)
Dersler Fakültemiz konferans salonunda saat 17.45 tedir. Herkes gelebilir.
Prof. N. Halil Onan
Prof. Dr. Marchionini
Prof. Pertev N. Boratav
Prof. Dr. Marchionini
Doç. Kenan Akyüz
Prof, Dr. Melâhat Özgü
Prof. N. Halil Onan
Prof. Pertev N. Boratav
Prof. Dr. Marchionini
Doç. Kenan Akyüz
Prof. Dr. Melâhat Özgü
Prof. N. Halil Onan
Prof. Pertev N. Boratav
Doç. Dr. Faruk Erem
Doç. Kenan Akyüz
Prof. Dr. Melâhat Özgü
Doç. Dr. Halil İnalcık
Şiirimizde eskilik ve yenilik I.
Zührevî hastalıkların tehlikeleri I,
Türk folklorunun tarihçesi, devrimleri
1.
Zührevî hastalıkların tehlikeleri II.
Tanzimat sonrası edebiyatımızda roman
çeşidinin gelişmesine genel bakış
I.
Edebiyat ve estetik I.
Şiirimizde eskilik ve yenilik II.
Türk folklorunun tarihçesi, devrimleri
II.
Zührevî hastalıkların tehlikeleri III.
Tanzimat sonrası edebiyatımızda roman
çeşidinin gelişmesine genel bakış
II.
Edebiyat ve estetik II.
Şiirimizde eskilik ve yenilik III.
Türk folklorunun tarihçesi, devrimleri
III.
Adalet psikolojisi 1.
Tanzimat sonrası edebiyatımızda roman
çeşidinin gelişmesine genel bakış
III.
Edebiyat ve estetik III.
Osmanlı müesseseleri tarihi I : Devlet
idaresi.
3.III.1947 Pazartesi
4.III.1947 Salı
S.III.1947 Çarşamba
6.III.1947 Perşembe
7.III.1947 Cuma
10.III.1947 Pazartesi
11.III.1947 Sah
12.III.1947 Çarşamba
13.III.1947 Perşembe
14.III.1947 Cuma
17.III.1947 Pazartesi
18.III.1947 Sah
19.III.1947 Çarşamba
20.III.1947 Perşembe
21.III.1947 Cuma
24.III.1947 Pazartesi
25.III.1947 Salı
Kumanlarla (Macarcadaki adiyle Kunlarla), veya daha umumi olarak
Kıpçak adiyle anılan halkla meşgul olmak Macar tarihçilerinin ve
türkologlarının eski geleneklerinden biridir. Bu gelenek pek tabiidir,
çünkü Kumanlar, Macarlarla tarihleri boyunca pek sıkı olan münasebetlere
girmiş ve böylece Kumanlarla Kıpçakların tarihiyle dilini araştırmak
yalnız Macar türkolojisinin değil, Macar tarihçiliğinin ve hungarolojinin
de daima üzerinde durulması lâzım gelen meselelerinden
biri olmuştur.
Macar türkolojisinin ve hungarolojisinin Macaristan dışında Kumanların
(Kıpçakların) tarihinin veya dilinin çeşitli meseleleriyle meşgul
olan neşriyatını büyük bir titizlikle takibetmesi de bu gelenekle, bu
lüzumla açıklanabilir. Nihayet bu makalemiz de, bazı şahsi mülâhazalardan
sarfınazar, keza bu geleneğin ve bu alâkanın bir mahsulüdür.
Makalemizin başlıca gayesi, Macaristan'daki Kuman tetkikleri nokta-
i nazarından da çok ehemmiyetli, ve Kuman - Kıpçak dil yadigârlarının
belki en ehemmiyetlisi olan 'at-Tuhfat az-zakîya fil-luğat at-turkiya'
adlı yadigârın geçenlerde Besim A t a l a y tarafından çıkarılan neşrinin
Türk ve yabancı mütehassıslarına tanıtılmasıdır.
Makalemizin, dediğimiz gibi, başlıca gayesi böyle bir tanıtma olmakla
beraber tanıtmadan önce pek umumi hatlarla Kumanların (Kıpçakların)
dili ile meşgul olan Macar araştırmalarından, Kumanların
(Kıpçakların) diline ait olan malzemeden, bu malzemenin mahiyetinden,
bu malzemenin bulunduğu sahalardan da kısaca bahsetmemiz lâzımdır.
Ancak böyle bir açıklama sayesindedir ki, Macar türkoloji ve hungarolojisinin
Mısır'daki Kıpçak dil yadigârlarına karşı gösterdiği alâka
ve Macar mütehassıslarınca bu nevi Kıpçak dil yadigârları arasında
bilhassa 'at-Tuhfat'-a verilen büyük önem Türk okuyucuları önünde
aydınlanmış olur.
Demek oluyor ki, bu umumi mülâhazalar birçok bakımdan tanıtmamızın
uzvi kısmını teşkil etmektedir.
Kumanların (Kıpçakların) diliyle meşgul olur ve bu nevi araştırmalar
için lüzumlu malzemenin nereden temin edilebileceğini araştırırken
Kumanların (Kıpçakların) tarihinden mühim bir hâdiseyi, Moğol istilâsı
hâdisesini hiçbir vakit göz önünden ayırmamaklığımız lâzımdır.
PHİLOLOGİCA I.
Dr. T. HALASİ KUN
Hungaroloji Profesörü
2 T. HALASİ KUN
Zira herkesçe malûmdur ki, XIII. yüzyılda Eurasya'yı süpürüp temizliyen
Moğol istilâsı Karadeniz'in kuzey kıyılarında oturan Kumanları
(Kıpçakları) da yerlerinden çıkarmıştı.
Bu istilâ adı geçen ulusun bir kısmını Macaristan'a sürmüş ve orada
Macar kıralları tarafından iyilikle kabul edilerek Büyük Macar Ovası'nın
ortasında yerleşmişlerdi. Bunun içindir ki, bugün hâlâ Macaristan'ın
bu bölgesine Büyük-Kumania ve Küçük-Kumania adı verilir.
Macaristan'da yerleşmiş Kumanlar hakkında şunu da söylemeliyiz ki,
bunlar Macaristan'da yerleşmelerinden takriben XV. yüzyılın sonlarına
kadar dillerini muhafaza etmiş, hattâ siyasi bakımdan 1870-e kadar
muhtar bir bölge teşkil etmişlerdir.
Moğol istilâsı, Kıpçakların diğer bir kısmını, bilhassa köle olarak,
Mısır'a sürmüştü. Buraya sürülmüş olan Kıpçaklar sonraları siyasi hâkimiyeti
ellerine geçirerek Kölemen imparatorluğunu kurmuşlardı.
Tabiatiyle, Altın Orda ile meşgul olan Y a k u b o v s k i y ' i n güzel
eserinde de denildiği gibi, Kıpçakların çoğunluğu, büyük Moğol istilâsına
rağmen, öteden beri vatanı olan Deşt-i Kıpçak'ta kalmış,
hattâ üzerlerine yerleşmiş Moğolları ve aslen Moğol Altın Orda imparatorluğunu
türkleştirmiştir. Bu türkleşmiş imparatorluğun Türk ahalisinin
halefleri sonradan imparatorluğun çözülmesiyle bir sürü küçük
kabileye ve dile parçalanmakla beraber bu küçük kısımlar arasındaki
dil bağları zamanımıza kadar muhafaza edilmiştir; bu sebeple türkoloji
bugün bütün bu dillere, lehçelere, gayet isabetli olarak, Kıpçak
lehçeleri adını vermektedir.
Şu halde Kuman (Kıpçak) diliyle meşgul olmak istediğimiz zaman,
bu işe gerekli malzemeyi, bilhassa üç yerde: 1. Macaristan'da, 2.
Dest - i Kıpçak ve civarında, 3. Mısır'da aramaklığımız icabeder.
Macaristan'daki Kuman dil yadigârlarını en iyi şekilde Gy. Meszaros
toplamıştı. Ancak eserinden kolayca anlaşılır ki, Macaristan'daki
kuman dil yadigârları bütün ehemmiyetlerine rağmen eski Kuman Kıpçak)
dilinin reconstructionu için kâfi malzeme vermemektedirler.1
Kumanların (Kıpçaklarının) XI. yüzyıldan beri vatanları olan Deşt-i
Kıpçak'a gelince bu bölge Kuman (Kıpçak) dil yadigârları bakımından
yukarıkinden daha zengindir. Zira uzun zamanlar en mühim.Kuman dil
yadigârı olarak bilinen ve herkesçe malum olan ve yüzyıllarca bu bölgenin
bu nevi yadigârlardan biricik numunesi olarak sayılan Codex Cumanicus
buralardan çıkmıştır. Bu mühim dil yadigârı kont G. Kuun'un
bugün artık eskimiş neşrinden2 sonra, son zamanlarda, tanınmış Danimarka'lı
türkolog, K. G r ö n b e c h ' i n güzel neşriyle3 herkesin faydala-
1 Gy. M e s z a r o s , Magyarorszagi kun nyelvemlekek [Macaristan'daki Kuman
dil yadigârları]. Buda.pest, 1914.
2 Comes G e z a K u u n, Codex Curaanicus. Budapestini 1880.
3 K. G r ö n b e c h, Codex Cumanicus in Faksimile herausgegeben. Mit einer EinleiPHİLOLOGİCA
I. 3
nabileceği bir hale konmuştur. Uzun zamanlar, dediğimiz gibi, Deşt-i
Kıpçak'tan çıkma tek Kuman (Kıpçak) dil yadigârımız bu idi. Ancak
zamanımızda bu sahada diğer dil yadigârlarımızın da var olduğu anlaşılmıştır.
Çünkü Altın Orda imparatorluğunun çözülmesinden sonra meydana
gelmiş olan küçük birliklerin: Kırım Türklerinin, Kazan Türklerinin
ve saire en eski dil yadigârlarının Kıpçak dili bakımından pek kıymetli
verintiler sakladıkları görülmüştür. Kıpçak dil tarihi bakımından
bu dil yadigârlarının ehemmiyetine büyük Macar müsteşriki S. Körösi
Csoma'nın ölümünün 100. yıldönümü münasebetiyle çıkarılan armağanda
ilk defa tarafımızdan işaret edilmiştir.1
Hattâ burada şunu da kaydetmeliyiz ki, Deşt-i Kıpçak sahasında
elde edilebilen malzeme ne Codex Cumanicus' la, ne de yukarıda işaret
edilen dil yadigârlariyle bitmemektedir, çünkü Eski-Kıpçak dil tarihinin
tetkiki için bugünkü Kıpçak lehçelerinin de büyük malzeme verebileceği
hatırdan çıkarılmamalıdır. Bugünkü Kıpçak lehçeleri üzerine oldukça
etraflı bir bilgiye sahip bulunmamız itibariyle bu bilgimizi sırf Eski
-Kıpçak dil malzemesini tamamlamak için değil, daha ziyade bir mihenk
gibi kullanmamız ve bu malzemenin Kıpçak dil yadigârları üzerindeki
araştırmalarda en esaslı yardımcılardan biri olduğunu unutmamamız
gerekmektedir.
Kıpçak dil yadigârlarının üçüncü bulunuş yeri Mısır'dır. Mısır'da
Kölemen sülâlesinin teessüsü, bu sülâlenin hâkimiyeti altında bulunan
Arap halkın birçoğunu hâkim sınıfın dilini öğrenmeğe teşvik etmiştir.
Bunun için Araplara mahsus olmak üzere Mısır Kıpçak ağzının kelime
haznesini ihtiva eden birçok dil kitabı hazırlanmıştır. Hattâ bu dil kitaplarından
maada Kölemen sülâlesi devrinden birçok oradaki Araplar
için değil, fakat doğrudan doğruya hâkim sınıf için Kıpçak dilinde hazırlanmış,
bilhassa bediî mahiyetteki eserlerden de haberdarız. Bittabi
bu nevi eserler Mısır Kıpçak ağzının araştırılmasında büyük bir önem
taşımaktadır. Bütün bu dil kitapları ve diğer dil yadigârları vaktiyle
'Die mameluk - kiptschakischen Sprachstudien und die Handschriften in
Stambul' adlı makalemizde (KCsA. III, 77-83) tarafımızdan toplanmıştı
ve onun için burada sözü fazla uzatmamak maksadiyle okuyucunun bu
makaleye müracaat etmesini rica ederiz.
Kuman (Kıpçak) dil malzemesinin çıktığı sahaların yukarıda tanıtılmasından
sonra Kumanlara karşı alâka gösteren Macar ilminin Kuman
dilini araştırırken sırf Macaristan'daki malzemeyle çalışmamış,
Deşt-i Kıpçak ve Mısır'da bulunan malzemeyi de dikkat nazarına altung.
Monumenta Linguarum Asiae Maioris I. Kopenhagfen, 1936; K. G r ö n h e c h ,
Komanisches Wörterbuch, Monumenta Linguarum Asiae Maioris. Subsidia volumen I.
Kopenhagen, 1942.
1 T. H a l a s i Kun, Monuments de la iangue tâtare de Kazan. Analecta Orientalia
memoriae Alexandri Csoma de Körös dıcata. Vol. 1, 138-155. (Bibliotheca Orientalis
Hungarica (V
4 T. HALASİ KUN
mış ve hattâ bu malzemeyi birkaç defa neşretmiş olduğunu herkesin
tabiî bulacağını sanırız.
Bu çeşit neşirlerden burada meselâ kont G. Kuun'un veya Zs.
T e l e g d i ' nin neşirlerini1 zikretmekle yetiniriz.
Bizi, Küçük - Kumania'lı oluşumuzdan maada Macar ilminin sözü
geçen bu geleneği bundan on yıl kadar önce, Macar türkoloji ve
hungarolojisinin mühim bir kısmını teşkil eden Kuman-Macar münasebetleriyle
ve bu münasebetler içinde Kumanların diliyle daha etraflı
bir surette meşgul olmağa teşvik etmiştir.
O zamandan beri de pek değişmiyen asıl gayemiz, mevcut dil
yadigârlarına göre, Kuman dilinin taslağının hazırlanması ve henüz
meçhul dil yadigârlarının meydana çıkanlmasiyle Kuman - Kıpçak diliyle
ilgili bilgilerimizi imkân nispetinde genişletmek olmuştur.
Macaristan'daki malzemenin kifayetsizliğinden dolayı araştırmalarımızda
Deşt-i Kıpçak ve bilhassa Mısır sahasına önem verilmiştir.
Mısır Kıpçak dil malzemesinin en büyük kısmı bugün İstanbul
kütüphanelerinde bulunduğundan 1938/9 yıllarında Macar Eğitim Bakanlığının
yardımiyle İstanbul kütüphanelerindeki Kıpçak el yazmalarını
gözden geçirmiştik ki yukarıda 4. sahifede sözü geçen makalemiz o
yazmalar üzerindeki araştırmalarımızın bir hülâsasıdır.
Mevzuubahis makalede bugün tanınmış veya işlenmiş Kıpçak dil
yadigârlarını kısaca tanıttıktan sonra bu dil yadigârları arasında 'at-Tuhfat
az-zakîya fil-luğat at-turkiya' adlı bir dil kitabının bulunuşuna ve bu
dil kitabının literatürde birçok defa zikredilmiş olmakla beraber ehemmiyeti
hiç kimse tarafından kâfi derecede takdir edilmemiş ve böylece
neşir maksadiyle kimsece ele alınmamış olduğuna işaret etmiştik.
Bu eserin, daha etraflı bir tetkikinden sonra Kıpçak dil yadigârları
arasında en ehemmiyetlisi olduğu, hattâ Arap zihniyetiyle yazılmış Türkçe
dil kitapları arasında hemen Kaşgarlı'nın meşhur sözlüğünden sonra
geldiği de tesbit edilmiştir.
Tabiatiyle bu tesbitten sonra o vakitler Beyazit Umumi Kütüphanesinin
müdürü olan rahmetli İsmail Saip'in yardımiyle ve neşir maksadiyle
hemen mevzuubahis el yazmanın fotoğrafı çektirilmiş ve hattâ
yukarıda sözü geçen makalemizle (4.s.) beynelmilel türkoloji dünyası
bu tasarladığımız neşirden derhal haberdar edilmişti.
İmdi, beynelmilel türkolojinin kaydedilmemiş geleneği gereğince
araştırıcıların böyle önceden bildirilmiş olan neşir hakları umumiyetle
mahfuz tutulmakta, ve bu haktan ancak pek nadir vaziyetlerde sarfınazar
edilmektedir.
Biz bu geleneğe güvenerek 1938-den beri 'at-Tuhfat'-ın araştırmasiyle
rahat rahat meşgul olmuştuk. 1942-de mevzuubahis eserin tıpkı-
1 2. ve 8. sahifelerin notlarına bakınız.
PHİLOLOGİCA I. 3
basımını neşretmiş,1 1943-te eserin işlenmesini tamamladıktan sonra
onun neşri için ilk adımları atmış bulunuyorduk. Aynı sene yazında
Ankara Üniversitesi hungaroloji kürsüsüne çağrıldığımızdan ve Macaristan'daki
siyasi vaziyetin pek müşkül olmasından dolayı neşrimizin yapılmasına
imkân bulunamadı. Esasen neşrin pek ince teknik işleri Budapeşte'de
uzunca bir kalışı icabettirmekte olup böyle bir vaziyet ise o
zamandan beri maalesef ele geçmemiştir.
Tasarlamış olduğumuz eserin gecikmesi tabiatiyle birçok problemin
ortaya çıkmasına yol açmıştır, çünkü eserle Leh türkologlarından
A. Z a j a c z k o w s k i , sonra Besim A t al ay gibi başkaları da
meşgul olmağa başlamıştı. A. Z a j a c z k o w s k i yukarıda bahsi geçen
makalemiz yoliyle 'at-Tuhfat'-ın tasarladığımız neşrinden haberdar
olunca 'Note complementari sulla lessicografia arabo-turca nell'epoca
dello Stato Mamelucco' makalesinden2 maada bu mesele ile artık meşgul
olmamıştır. - .
Maalesef diğer türkolog, yani Besim Atalay, 'at-Tuhfat'-ın
tasarladığımız ve 1942-de kısmen kuvveden fiile çıkardığımız neşrini
dikkat nazarına almıyarak bu alandaki çalışmalarına devam etmiş,
hattâ 1945-te beynelmilel türkoloji geleneklerini birkaç beylik sözle
baştan savarak bütün 'at-Tuhfat'-ı neşretmiştir.3
Biz bu vaziyette tabiatiyle Besim A t a l a y ' ı n neşrini büyük bir
alâkayla elimize aldık. 'at-Tuhfat'-ın birçok yerinde gayet nazik meseleler
arz etmesi bu alâkamızı bir kat daha artırıyordu. Dünya ahvalinin
düzelmesi sayesinde pek yakında çıkacağını umduğumuz 'at-
Tuhfat' neşrimizin mütehassısları önüne mümkün olduğu kadar kusursuz
bir şekilde çıkabilmesi için bu nazik noktaların araştırılmasında
Besim A t a l a y ' ı n neşrinden de faydalanacağımızı sanmıştık. Aşağıdaki
sahifeler bu umutlarımızın neden aşırı olduğunu, hattâ birçok
defa neden büsbütün boşa çıktığını açıklıyacaktır.
'at-Tuhfat' gibi bir dil yadigârının neşrinde tabiatiyle naşirin her
şeyden önce neşrinin ne gibi prensipler üzerine dayandığını ve bu çeşit
dil yadigârlarının ne şekilde işlenmesi, yani yadigârdaki bütün malzemenin
neşre dahil olması aynı zamanda neşrin kullanışlı hem de bugünkü
türkoloji ihtiyaçlarını karşılıyabilecek tarzda meydana getirilmesi
gerektiğini bilmesi lâzımdır.
1 T. H a l a s i K u n , La langue des Kiptchaks d'apres un manuscrit arabe
d' İstanboul. Partie II. Reproduction phototypique. Budapest, 1942. (Bibliotheca Orientalis
Hungarica, IV)
2 Estratto dagli Annali del R. İstituto Superiore Orientale di Napoli. Nouva Serie,
volume I. Roma, 1940.
3 B e s i m A t a l a y , Ettuhfet-üz - zekiyye fil - lügat - it - Türkiyye. İstanbul, 1945
6 T. HALASİ KUN
Bu mühim prensip meselesini biraz aydınlatmak için bir-iki cümlede
şimdiye kadar neşir olunan Kıpçak dil yadigârlarının işleme tarzı
ve neşir şekli ile de meşgul olmamız yerinde olur.
Bilindiği gibi en eski Kıpçak dil yadigârı, yani Leiden el yazmasının
işlenmesi ve neşri H o u t s m a ismine bağlıdır.1 H o u t ş m a Leiden
el yazmasını neşrettiği zaman neşrinde ilkin bu yadigâra göre —
tabiatiyle Arapça gramerlerin değil, Avrupa gramerlerinin taksim ve
ıstılahlarını dikkat nazarına alarak — bir gramer taslağı vermiştir. Bu
gramer taslağından sonra bahis mevzuu yadigârdaki bütün kelimeleri
ihtiva eden bir sözlük, bundan sonra da Arap harfleriyle ve Houtsma
okuyuşunda yadigârın kendisi verilmiştir. H o u t s m a neşir tarzının
bütün teferruatını tamamen kabul etmemekle beraber yine de şimdiye
kadar tamamen neşredilmiş Mısır Kıpçak dil yadigârı arasında onun
neşrinin en iyi, metot bakımından en mükemmel olduğunu ve bunun
için bütün bu gibi neşirlerde örnek olarak kullanılabileceğini söyliyebiliriz.
H o u t s m a ' y a uyarak Kıpçak dil yadigârlarının işlenmesinde
ve neşrinde bizce de en doğru metot naşirin ilkin neşredilecek dil
yadigârını tanıtması ve diğer Kıpçak yadigârları arasında işgal ettiği
yeri tâyin eylemesidir. Bundan sonra naşir Avrupa gramerlerinin sınıflarına
göre vazıh bir şekilde yadigârın gramerle ilgili malzemesini,
sonra yalnız sözlükte değil, yadigârda geçen bütün kelimelerin de Lâtin
alfabesine göre hazırlanmış bir listesini vermeli,2 bundan sonrada
yadigârın tıpkıbasımına geçmelidir. (Houtsma'-nın neşri 1894- te
çıktığından tabiî bunda tıpkıbasım yoktur.)
Her hangi bir Kıpçak dil yadigârının naşiri yukarıda verilen prensipleri
dikkat nazarına almazsa neşri metot bakımından kusurlu sayılır.
Bu prensipler nispeten basit olmakla beraber yine de kaydetmeliyiz
ki, bunlar Kıpçak dil yadigârlarının neşrinde umumiyetle dikkat nazarına
alınmamışlardır. Tabiî bu hareket tarzının neticesi olarak daima aynı
yadigârla birçok naşir meşgul olmak zorunda kalmıştır. Yukarıda arz
edilen prensiplere göre şimdiye kadar neşredilmiş Kıpçak dil yadigârlarını
birer birer gözden geçirdiğimiz zaman, 'Kitâb al-idrâk'-ın umumiyetle
pek kullanışlı olan ikinci neşrinde3 ilkin el yazmanın gramerle ilgili
malzemesinin Avrupa gramerlerinin sınıflarına göre işlenmemiş olduğunu ,4
sonra neşrin sözlüğüne el yazmanın gramer kısmında bulunan kelime
haznesinin girmemiş bulunduğunu ve nihayet yazmadaki sözlüğün
haşiyelerinin de neşre girmediğini5 görmekteyiz.
1 M. T h. H o u t s m a , Ein türkisch - arabisches Glossar. Leiden, 1894.
2 H o u t s m a neşrine karşı yapılacak tek bir itiraz noktası o neşirde kelimelerin
Lâtin alfabesine değil, daha az kullanışlı olan Arap alfabesine göre sıralanmış
olmasıdır.
3 A h m e t C a f e r o ğ l u , Kitâb al-İdrâk li-lisân al-Atrâk. İstanbul, 1931.
4 Kitâb al-idrâk'ın gramerle ilgili malzemesini Avrupa gramerlerinin -tasnifine
göre hazırlanmış bir işlenmesini yakında neşredeceğimizi ummaktayız.
5 Haşiyeleri R i f a t B i 1 g e'nin yardımiyle V e l e t İ z b u d a k neşretmiştir:
El-İdrâk haşiyesi. İstanbul, 1936.
PHİLOLOGİCA I. 7
Şuna da itiraz olunabilir ki,'Kitâb al-idrâk'-ın değerli naşiri A h m e t
C a f e r o ğ l u teknik güçlüklerden dolayı el yazmayı tıpkıbasımlarla değil,
ancak kendi okuyuşuna göre vermiştir.
Tabiî yukarıda arz edilen prensipleri dikkat nazarına alırsak
Caferoğlu'nun neşrinde de bizce lüzumlu olmıyan kısımlar vardır. Böyle
lüzumlu olmıyan kısımlar arasında el yazmanın gramer kısmının
Türkçeye tercüme edilişini zikredebiliriz. Arap gramerlerinin tasnifine
göre hazırlanmış olan bu gramer kısmının Türkçeye çevrilmesiyle
elde olunan fayda sade mevzuubahis olan kısmın Arapça nüshası
yanında şimdi bir Türkçe nüshasına da sahip oluşumuzdan ibarettir.
Bizce gramer kısmının tercümesi ancak naşirin şahsi istifadesi için,
lüzumlu olabilir ve eğer bu kısmı herhalde tercüme etmek lazımsa, bu
iş mevzuubahis yazma içindeki gramer malzemesinin Avrupa gramerlerinin
tasnifine göre işlenebilmesi için yapılmalıdır, yoksa bu nevi
pro domo notların neşri tamamiyle faydasızdır.
Üçüncü Kıpçak dil yadigârına, 'aI-Kavânîn al-kullîya li-dabt al-luğat
at-turkîya'-ya ve onun naşirine, Türkiye türkolojisinin saygıdeğer ve
bütün Avrupa mütehassıslarınca tanınmış Rifat Bilge'sine gelince,
şunu söylemeliyiz ki, kendisi yadigârın ancak metnini neşretmiş1 (teknik
güçlükler dolayısiyle bunu da kendi okuyuşiyle) ve böylece daha
ziyade bu metnin işlenmesine türkologları teşvik eylemiştir. Onun
hareket tarzının doğru olduğunu ve böyle bir işlenmenin Macar
müsteşriklerinden Z s. T e 1 e g d i'nin kaleminden Almanca olarak
1937-de çıkmış olduğu 2 ispat etmektedir. T e 1 e g di yukarıda arz ettiğimiz
prensiplere uygun şekilde yadigâra göre 'al-Kavanîn' gramerinin
bütün malzemesini ve yadigârın bütün kelime haznesini vermiş, tıpkıbasım
olarak da R i f a t Bilge'nin neşrine işaret etmiştir.
Dördüncü yadigâr olarak A . Z a j a c z k o w s k i tarafından neşredilen
'Kitâb bulğat al - mustâk fî luğat at-turk val - kifcâk'adlı eseri3 tetkik
ettiğimizde, bu eserin neşri natamam olmakla beraber (çünkü şimdiye
kadar sade isim kısmı neşredilmiştir) onun yukarıda işaret edilen prensiplere
uygun olduğunu veya olacağını görürüz.
En yeni, beşinci Kıpçak dil yadigârının, yanı 'at-Tuhfat'- ın B e s im
A t a 1 a y tarafından yapılmış neşrine gelince maalesef sözü geçen prensiplere
yine pek uzakta kalınmış olduğunu tesbit etmek zorundayız.
Besim A t a 1 a y, neşrinin başında mevzuubahis yadigârın tanıtmasını
yapmış ve sonuna da tıpkıbasımlar ilâve etmiş olmakla beraber neşri-
1 R i f a t B i l g e , al-Kavânın al-kullîya li-dabt al-luğat a t t u r k î y a . İstanbul.
1928.
2 Eine türkisehe Grammatik in arabiseher Sprache aus dem XV. Jhdt. KCsA. I.
Ergânzungsband, 282-326.
3 A n a n i a s z Z a j a e z k o w s k i , Manuel arabe de la langue des Turcs et des
Kiptchaks, Warşzawa, 1938.
8 T. HALASİ KUN
nin büyük bir kısmında sözü geçen prensipleri hiç dikkat nazarına
almamıştır. Besim A t a l a y neşrinin "Önsöz,, ve "Bibliyografya,, adlı
bölümlerinden sonra eserinin belkemiği olarak bütün 'at-Tuhfat' yazmasının,
yani sözlükle gramer kısmının tercümesini vermektedir. Bu iki
kısmın tercümesi yukarıda söylenenlere göre lüzumsuzdur ve eğer
Besim A t a l a y bu tercümeler yerine'at-Tuhfat'-a göre Avrupa
gramer tasnifine dayanan bir gramer taslağını veya neşrinin dizimini
daha teferruatlı bir şekilde işlenmiş çeşidini yahut da yazmada geçen
bütün kelimelerin tam bir listesini vermiş olsaydı, herhalde eseri türkoloji
için daha faydalı olurdu.
Bu prensip meselelerinden bu kadar konuşmamızın başlıca sebebi
bunların bütün basitliklerine rağmen şimdiye kadarki açıklayışımızdan
da görüldüğü gibi umumiyetle dikkat nazarına alınmayışı, hattâ birçok
defa anlaşılmayışı keyfiyetidir. Bu vaziyetin en bariz bir delili şudur ki,
B e s im A t a l a y Zs. T e l e g d i'nin eserinden bahsederken bu eseri
sanki 'al-Kavânîn'-in Almanca tercümesinden başka bir şey değilmiş
gibi göstermektedir (XXIV. s .) Yazımızda bu prensipleri kaydedişimizin
başka bir sebebi de gelecekte belki neşredilecek yeni Kıpçak dil yadigârlarının
neşrinin yukarıda zikredilen prensiplere göre hazırlanmasını
teşvik etmek ve birçok fedakârlık ve emekle vücut bulan eserlerin sırf
metot kusurlarından dolayı ikinci veya üçüncü bir türkoloğa eserin
baştan sonuna kadar yeni bir neşrini yapmağa mecbur etmemesi
dileğimizdir.
Beşinci Kıpçak dil yadigârını, yani 'at-Tuhfat' neşrini umumi
prensipler bakımından değil de, küçük teferruatlar bakımından inceliyecek
olursak, neticede Besim A t a l a y neşrinin diğer Kıpçak neşirleri
arasında daha az tatmin edici olduğunu görürüz. 'at-Tahfat'-ın neşri
sade metot bakımından bugünkü türkolojinin seviyesine erişemediği gibi
muhteviyat bakımından da birçok ihmal, hattâ eksiklik arz etmektedir.
Besim A t a l a y neşrinin eksikliklerinden, ihmallerinden okuyucuya
vazıh bir fikir verebilmek için bu nevi itirazlarımızın B e s im
A t a l a y neşrinin bölüm ve altbölümlerine göre sıralanmasını uygun
bulduk. Tanıtmamızın bu şekilde verilmesi vuzuhtan maada daha toplu
olma düşüncesine de dayanmaktadır. Çünkü böylece, eseri tanıtan kimse
uzun mukaddemelere ve üslûpla ilgili mülâhazalara baş vurmaksızın,
tanıtılacak eserin bölümlerine, altbölümlerine, notlarına, hattâ çok defa,
tek tük cümlesine, âdeta birer haşiye şeklinde açıklamalarını ilâve
edebilir. Bu usulün neticesi olarak haşiyelerimiz tabiî çok kere telgraf
üslûbunda verilmiştir. Hattâ bu üslûp yüzünden haşiyelerimizin ancak
tanıtılan eserle bir bütün teşkil ettiğini ve böylece bu haşiyelerin
ancak Besim Atalay neşriyle birlikte okunabileceğini hatırdan çıkarmamalıdır.
Bütün bunlardan sonra B e s i m A t a l a y ' ı n 'at-Tuhfat' neşrinin kenarına
yazdığımız haşiyeleri sırasiyle kaydedelim:
PHİLOLOGİCA I. 9
Naşir,1 eserinin VII. sahifesinde başlıyan "Kıpçaklar ve Dilleri,, altbölümünün
bir yerinde: "Kıpçaklardan bir bölük — belki hıristiyan-
Iığa girmiş olanlardan bir çoğunluk — Macaristana girdiler" demektedir.
Bu fikir yanlıştır, çünkü Macaristan'a gelen Kumanların hıristiyanlıkları
hakkında kayıtlarımız yoktur. Fazla tafsilât için Györffy'nin
'A kunok megterese [Kumanlarda hıristiyan dininin kabulü]' adlı Protestans
Szemle [Protestan Haberleri] mecmuasının 34. cildinde (669-681.
sahif eler) çıkmış olan makalesine bakınız.
BA. "Eseri İlk Tanıtma,, adlı altbölümde, XI. sahifede, esere karşı
gösterilen ilgisizlikten bahsederken başlıca sebep olarak "batı bilginlerinin
daha çok siyasal etkilere dayanmalarından ileri gelmekte,, olduğu
iddiasında bulunmaktadır. Bizce ilmî bir eserde bu nevi iddiaların
yeri olamaz, hele bu iddialar doğru da değilse.
Aynı altbölümün diğer bir garibesi de şudur ki, B A. 'at-Tuhfat'-tan
ilk bahsedenin F u a t K ö p r ü l ü olduğunu, hattâ bu yadigârla bizim
de meşgul olduğumuzu kaydetmekle beraber, mevzubahis yadigârla
gerçekten teferruatiyle meşgul olan b i r i c i k makaleyi, Z a j a c z k o w-.]
s k i 'nin makalesini ne burada, ne de eserinin "Bibliografya,, kısmında
zikretmemektedir (6. sahifeye bakınız).
"Eserin Aslı Nerededir? Nasıldır?» adlı altbölümünde "Bütün kelimelerde
şeddeden başka harekeler hemen pek kıt olarak kullanılmıştır,,
cümlesini "Bütün Arapça kelimelerde... "şeklinde tashih etmeliyiz, çünkü
Türkçe kelimeler bütün eserde harekelenmiştir. Aynı bölüm dolayısiyle
şunu da kaydedelim ki, B A. bizce bilinmiyen sebeplerden dolayı yazmanın
asıl sahife numaralarını muhafaza etmemiştir . Halbuki asıl nüshanın
sahife numaraları tıpkıbasımda bile gayet okunaklıdır, aynı
zamanda bugünkü ihtiyacı tamamiyle karşılamaktadır.
"Yazandaki Özellikler ve Eksiklikler,, adlı altbölümün aşağı yukarı
bütün cümlelerine en kesin şekilde itiraz ederiz. B A. bu altbölümü:
"Kitabın bir çok yerlerinde görülen yanlışlıklardan, yazanın Türkçeyi
iyi bilmediği veya pek az bildiği, Arapça ile Farsçayı da iyice bilmediği
anlaşılmaktadır,, diye başlıyor. Doğrusu bu büyük bir hatadan başka
bir şey değildir. 'at-Tuhfat' ile birkaç yıl meşgul olmamız itibariyle cesaretle
söyliyebiliriz ki, bu kitabın müellifinin Türk dilini ta köklerine
kadar kavramış olması şöyle dursun, aynı zamanda Arap bilgisi de o
kadar mükemmel, o kadar derindir ki, onun derinliklerine ancak en
büyük Arapça sözlüklerle (L a n e, D o z y) ve en son zamanlarda çıkmış,
çeşitli Arap ağızlariyle lehçelerini tetkik eden eserlerle nüfuz edilebilir.
Birkaç istisnadan sarfınazar şunları tesbit etmiş bulunuyoruz ki,
'at-Tuhfat'-in ilk anda müphem görünen bütün verintileri, sonraları,
uzun ve teferruatlı tetkikler sırasında daima müellife hak verdirmiştir.
Zaten Arap dilinde, Araplar için bir Türk dil kitabı hazırlıyan bir kimse
1 Haşiyelerimizde B e s im A t a l a y ismi her yerde BA. işaretiyle kısaltılmıştır.
10 T. HALASİ KUN
hakkında onun ne Arapça, ne de Türkçe bilmediğini farz etmek hiç
de yerinde bir faraziye olamaz.
B A. bu faraziyesini iki delille ispat etmeğe çalışıyor. Delillerinden
birinin değeri pek büyük olmadığı gibi diğerinin de talihin tuhaf bir
cilvesi dolayısiyle yanlış olduğunu tesbit'-etmek zorundayız.
B A. ilk delil diye Arapça karşılığı olarak Türkçe kaya kelimesini
verdiğini, aynı zamanda kelimesinin 'sahra, ova' mânasında
geçtiğinin herkesçe malûm olduğunu ve böylece kaya kelimesinin
tek karşılığı olarak ancak 'rocher, roc' mânasında olan kelimesi
olabildiğini 'at-Tuhfat' sahibinin yüzüne vurmaktadır. BA'ın dediği
bu şekilde doğru olmakla beraber şunu unutmamalıyız ki, 'at-Tuhfat'
sahibi eserinde yerinde elifi klâsik Arap mektebinden daha bol olarak
kullanmaktadır. Aynı zamanda şunu da unutmamalıyız ki, eski
metinlerde bulunan bir -nın noktası kaybolursa bu yüzden bir eser
sahibine karşı bu kadar ağır ithamda bulunmak doğru olmasa gerektir.
B A' ın melik, melek kelimeleri dolayısiyle söylemiş olduğu ikinci
delile gelince, bu delilini büsbütün reddederiz, çünkü 'at-Tuhfat'-ın müellifi
Arapça kelimelerde hiçbir yerde hareke kullanmaz ve kelimesini
melik ve melek olarak pekâlâ okuyabiliriz.
"Eserin içinde Ne Var ?„ adlı altbölümde "Kitapta sözü geçen
Tatar diyeleğinden dileği, Kazanca olsa gerektir,, cümlesinin doğruluğunu
tamamiyle şüpheli olarak karşılamaktayız.
Aynı altbölümde güya 'at-Tuhfat'-ta ancak 3.000-e yakın kelime vardır
denmesine de itiraz ederiz. Bizim neşir için hazırladığımız yazmada
'at-Tuhfat' kelimelerinin sayısı 3.500-ü çok aşmaktadır. BA. neşri ve
bizim çıkardığımız kelimelerin sayısı arasındaki bu büyük fark hakkında
fazla tafsilât için BA. neşrindeki "Sözlük,, tercümesi ve "Dizim,,
dolayısiyle söylediklerimize bakınız.
"Eserin Özellikleri,, adlı altbölümde B A' ın yerinde biz 'at-Tuhfat'
sahibinin kelime haznesini yalnız Arapça alfebesine göre verdiğini ve
bazı Arapça kelimelerin birçok Türk sinonimasını kaydettiğini zikretmekle
kalmıyarak Arapça kelimelerin alfabe dahilinde birçok defa bir
semantik grup içinde verilmiş oldukları üzerinde de etraflıca dururduk.
Birçok kelimenin 'at-Tuhfat' sahibi tarafından böyle semantik grupta
verilmesi gayet mühimdir ve eğer BA. eserin bu hususiyetine dikkat
etmiş olsaydı, neşrinin birçok hatasını önlemek mümkün olurdu. Bu
hususiyeti 'at-Tuhfat' naşiri dikkat nazarına alsaydı 'satın' mânasında
geçen kakaç kelimesinin 'eskimiş, eski' mânası, 'chauve' mânasında
geçen kel kelimesinin 'çorak' mânası v. s. çıkmazdı.
B A. o altbölümde Arapça bir kelime altında çok defa birçok homonimanın
saklandığını ve bu nevi kelimelerin Türkçe karşılıklarını bu mülâhazayı
göz önünde tutarak mânalandırmak lâzım olduğunu da kayPHİLOLOGİCA
I. !î
detmeliydi. Arapça homonimalar bakımından meselâ 'voix' ve 'rouille'
mânasına olan kelimesinin ün ve tat, pas; 'cheval rapide' ve' boutons'
mânasında olan kelimesinin ve qurd karşılıkları-.
nını; 'partie de la criniere' ve 'garrot' mânasında olan kelimesinin
ve qoiqa karşılıklarını v.s. misalleri dikkat nazarına alınız. B A., eserin
bu hususiyetine dikkat etmiş olsaydı dizimde 'voix'-dan (?) işaretiyle
verilen 'tat, pas'; 'cheval rapide'-den'bir çeşit hastalık', iq ve qoiqa
kelimesi arasındaki semantik hudutlar tamamen silik olmamış olurdu.
"Mısır-Kıpçak Diyeleği ve Özellikleri,, adlı altbölümündeki mütalâaları
da kabul etmemekteyiz ç >s değişmesi hakkında olan itirazlarımız için
"Sözlük,, tercümesini tahlil ettiğimiz kısmın 12. maddesine bakınız.
"Bibliyografya,, adlı bölüm dolayısiyle yukarıda da kaydettiğimiz
gibi şunu söylemeliyiz ki, 'at-Tuhfat' hakkında en mühim makale olan
A . Z a j a c z k o w s k i ' nin makalesi buraya alınmamıştır.
B A. neşrinin belkemiğine, yani 'at-Tuhfat' sözlüğünün tercümesine
ve bu tercüme dolayısiyle verilmiş dizimin tahliline gelince, biz bu hususta
mevzuubahis kısmın tamamını değil, ancak bir kısmını ele
almayı, fakat ele alınan bu kısmın tam bir tanıtmasını vermeyi en
doğru yol bulduk. Böylece konu dışında bulunan biri de B A' ın çalışma
tarzı hakkında pek kolayca vazih bir fikir elde ederek bütün eseri
değerlendirebilir düşüncesindeyiz.
Tahlilimizde tamamiyle tarafsız kalmak için yaptığımız bu tenkitte
"Sözlük,, tercümesinin ilk harfini, "Hemze Ayrımını,, seçmiştik. Bu harf
diğerlerinden daha zor değildir, hattâ diğerlerinden daha az mesele
arz eder ve sözlük yazanlarla sözlük tercüme edenlerin psikolojisini
bilerek şunu da tahmin edebiliriz ki, mevzuubahis olan yer B A 'ın tercümesinde
en iyi işlenmiş yerlerden ve en iyi işlenmiş harflerden biridir.
Sözü geçen yerin tahlili dolayısiyle keza kaydedelim ki, biz hemze
ayrımında bulunan kelimeleri B A 'ca verilen sıraya göre incelemiştik.
Şunu da ilâve edelim ki, bir mesele arz etmiyen veya haklarındaki
itirazımız pek hafif olan kelimelerden bahis bile etmedik. Okuyuculara
kolaylık olsun diye ve kelimelere kolayca işaret edebilmek için tahlil
ettiğimiz kelimelere yazımızda birer de sayı koyduk.
Hemze ayrımından, aşağıda göreceğimiz gibi 141 kelime hakkında
not almak mecburiyetinde kaldık ki, bu notlar madde madde şunlardır:
1. tanğrı 'tanrı' — Bu kelime herkesçe malûm olduğundan dolayı
kelimenin yirmi iki yerden verilen karşılıklarını lüzumsuz telâkki etmekteyiz.
Ayrıca şunu da söylemeliyiz ki, 'at-Tuhfat'-ın naşiri Türkçe kelimelerin
karşılıklarını "Dizim„-inde birçok defa bizce tamamiyle meçhul
prensiplere dayanarak kâh vermekte, kâh vermemektedir. Eski bir
dil yadigârının neşrinde umumiyetle bazı güçlükler arz eden, meselâ
birçok şekilde okunması mümkün olan kelimelerin yanına karşılıklar
konulur. Böylece şekli şüpheli olan birçok kelimeyi, daha kesin olarak
12 T. HALASİ KUN
okumak mümkündür. Yani bu prensibe göre, eğer 'at-Tuhfat' naşiri
6. sahifenin 2. sütununda geçen ve kendisince yılmagay, solagây, tamak
sav, keşel, kılçır v. s. şeklinde okunan kelimelerin başka dillerde veya
yadigârlarda geçen karşılıklarını vermiş olsaydı, kayıtlarını memnunlukla
okuyacaktık. Ancak tanğrı, sonğ ( 6 . s . ) ; aksak, kulak, koltuk
( 7.s.); arslan, kıyan 'tavşan', imdi, ıydı 'gönderdi' (8. s.) v. s., v. s. gibi
kelimelerin yirmi iki, on sekiz, on iki, on dört v. s. yerden verilmiş karşılıklarının
lüzumsuzluğuna işaret etmemiz lâzım gelmektedir. Naşirin
bu gibi hareketleri eserinin şişirilmesinden başka hiçbir şeye yaramamakta,
aynı zamanda, eserin konudan anlamıyanlar için yazılmış
olduğu intibaını uyandırmaktadır.
2. sonğ 'son' — Kelimenin "Dizim„-de verilen bir yığın karşılığı hakkında
1. maddeye bakınız.
3. kiçi 'kişi' — Kelimenin okunuşu 'at -Tuhfat' -taki yazı şekillerine
rağmen kişi olsa gerek. Kıpçak dil yadigârlarında hep kişi olarak
geçmektedir (H o u t s m a, C a f e r o ğ l u , T e l e g d i , Z a j a c z k o w s k i
ve G r ö n b e c h 'in sözü geçen eserlerine bakınız).
4. epçi 'kadın' — Naşir kelimeyi doğru olarak kapalı (başka tabirle:
dar) e ile okumaktadır. Kelime hakkında ancak şunu ilâve edelim ki,
naşirin 12. notunda geçen şekli burada değil, asıl nüshanın başka
bir yerinde geçmektedir.
5. karayovuz terkibinin sinoniması olarak 'at -Tuhfat'-ın satırlarının
arasına kaydedilen qara yağız 'brun' terkibi B A'ın kitabına girmemiştir.
Terkibin Türkçe karşılıklarından meselâ Kıpçak dil yadigârının qara yağız
terkiplerini (ed. H o u t s m a, 103.S.; ed. C a f e r o ğ 1 u, 70. s.; T e 1 e g d i,
sözü geçen eser, 317. s.) zikredebiliriz.
6. yaşıl 'yeşil' — Kelimenin "Dizim,,-de geçen bir yığın karşılıklarından
tam en mühimmi olan ve Codex Cumanicus'ta geçen (bk. G r ö n -
bech, Wb. 118.s.) yasıl karşılığını görmemekteyiz.
7. yılmagay 'yalabık' — Bu kelime hakkında ilk itirazımız, mânasının
naşir tarafından bir neologisme ile verilmesidir. Yalabık kelimesi
vaktiyle belki 'sakalsız' mânasında da geçerdi, ancak bu kelimenin
böyle bir mâna da ifade etmiş olduğu mütehassıslardan başka bugün
hiç kimse tarafından bilinmemektedir. Neologismeler filolojik bir eserde
birçok anlaşmazlıklardan başka hiçbir şeye yaramaz. Bu meselede
başkalarının da bizim gibi düşündükleri hakkında A b d u l l a h Ta y -
mas'în Türkiyat Mecmuasının VII-VIII. cildinde çıkmış makalesine
bakınız (213.s.). ikinci itiraz olarak 'imberbe' mânasında olan bu kelimenin
karşılıklarını "Dizim„-de bulamadığımızı kaydedebiliriz. Bilhassa
Tobol Türklerinin dilinde geçen y'ilmağai 'glatt' kelimesi zikre değer
(bk. Radloff, Wb. IV, 493).
8. yılmanık (düzeltmelerde: yılmanuk) 'yalabık' — Kelimenin ,
Çağataycada 'glânzend' mânasında bir kısa yılman karşılığının mevcudiyeti
(Radloff, Wb. III, 523) zikredilseydi, faydalı olurdu.
PHİLOLOGİCA I. 13
9. solagay 'solak' — Kelimenin Türkçe ve Moğolca karşılıklarım
"Dizim„-de nafile aramaktayız. Karşılıklardan en ehemmiyetli olarak Kumancadan
solağay'Link shânder' (G r ö n b e c h, Wb.222.s.); Kazakçadan,
Tarançı ve Turki lehçelerinden solaqai 'die Linkhand' (R a d 1 o f f, Wb.
IV, 551); Turki lehçesinden solağai 'die Linkhand' (Radloff, Wb. IV,
551) ve Çuvaşçadan sulaxay 'sol, solak' kelimelerini zikretmeliyiz. Çuvaşçadaki
kayıt hakkında L. L i g e t i ' nin "Nyelvtudomanyi Közlemenyek,,
[Lisaniyat Haberleri] mecmuasının XLIX. cildinde çıkmış olan makalesine
(264 . s.) bakınız. Aynı yerde kelimemizin Moğol karşılıkları hakkında
da malzeme bulmak mümkündür.
10. tamak sav 'obur' — Bu kelimenin okunuşu: tamaqsau. Kelime
Kazakçanın tamaqsau 1. 'gefrâssig' ; 2. ' (Beamter) der sich bestechen
lâsst' (Radloff, Wb. III, 994) kelimesiyle karşılaştırılmalıdır.
11. tamak sav kelimesinin yanıbaşında BA'ın eserinin 16. notunda
: "metinde sahife kenarında aynı yazı ile bir de yeğen (düzeltmelerde:
) şeklinde iki kelime görülmekte ve ikinci kelime iyice
okunamamaktadır,, kaydını koymuştur. Bu kaydını B A. kitabın basımı
bittikten sonra esere ilâve etmiş olduğu "Birkaç düzeltme„-sinde şu
şekilde tashih etmiştir: "Yazmada s.4.a.-5. te satırın sağ kenarında
görülen ibarenin (yeğen ve Türkmenler yeyci derler) şeklinde
okunacağını Bay Atıf bildirmektedir,,. — Biz bu iki kelime hakkında
şunu kaydetmeliyiz ki, Atıf T ü z ü n e r mevzuubahis olan kelimelerin
yeğen, yeyci okunuşiyle doğru yoldan yürümeğe başlamış ve hakikate
oldukça yaklaşmıştır. Oldukça yaklaşmış olduğunu söylüyoruz, çünkü
iki kelimenin doğru okunuşu yeğen, yeyci değil, yeyâgân, yeyicidir.
Yeyâgân okunuşun başlıca ispat edici delili 'grand mangeur' mânasında
geçen bu kelimenin -ağan, -âgân augmentativus ekiyle şekillendirilmiş
olduğudur. Bu ek Eski - Kıpçakçada pek sık bulunur ve 'at-Tuhfat' içinde
de birçok defa, meselâ gâlâgân, gitâgân, içâgân v.s. kelimelerinde
olduğu gibi, geçmektedir. 'Kitâb al-idrâk'-ta (ed. Caf e r o ğ l u , 138.s. :
kâlâkân 'çok geliri', barağan 'çok gidici'), bugünkü Kıpçak dillerinden
Kumükçede, Kazakçada ( M e l i o r a n s k i j , Arab filolog, LIX.s. v.s.),
hattâ Anadolu Türkçesinin ağızlarında bile (meselâ küseğen 'daima küsen
çocuk veya kadın' Söz Derleme Dergisi, 1015.S.) mevcuttur ve
mânası daima augmentativus veya frequentativustur.
Bütün bunlara nazaran kelimemiz ancak yeyâgân şeklinde okunabilir
ve mânası 'çok yiyen' yani 'obur' olmalıdır.
İkinci kelimeye, yeyciye gelince, bunun doğru okunuşu, yukarda
da söylediğimiz gibi, yeyici olacaktır ve böyle okunan kelime Anadolu
Türkçesinin şu kelimeleriyle karşılaştırılmalıdır: yâyici 'Esser'; çok yâyici
'Jemand, der viel zu Essen liebt, ein Feinschmecker, Schlemmer,
Gourmand'; yâyicilik 'die Feinschmeckerei, die Schlemmerei' (Radloff,
Wb. III, 327).
14 T. HALASİ KUN
12. keşel 'saçı dökülmüş' — Kelimenin keşel okunuşunu kabul
edemiyoruz. Kabul etmeyişimizin başlıca sebebi Ana-Türkçe ç sesinin
Kıpçak dil yadigârlarında henüz bir s sesine doğru değişmediği düşüncesidir.
Kıpçak lehçelerinin bazılarında, meselâ Nogaycada (Baskakov,
Nogayskiy yazık i ego dialektı) ve sairede bu değişme vuku bulmuşsa
da, bu, Kıpçak dil yadigârlarından sonraki devre aittir. Zaten Kıpçak
dil yadigârlarını toplu bir şekilde tetkik edersek eski p-nin bu yadigârlarda
eski değerini muhafaza etmiş olduğu ve bugünkü Kıpçak lehçelerinin
bazılarında olduğu gibi s-e doğru henüz değişmediği kendiliğinden
meydana çıkmaktadır.
Malûm olduğu gibi Araplar ç sesini bilmezler ve bu sebepten
dolayı diğer dillerin bu sesini ya ile veya ile işaretlendirirler. Mademki
bu vaziyeti Kıpçak dil yadigârlarında da tesbit etmek mümkündür
ve bu yadigârlarda aynı kelimeyi bazan ile, bazan da ile
bulmaktayız, o halde Kıpçak dil yadigârlarının -leri, -leri Ana-
Türkçede ç ile geçen bütün kelimelerde ç ile okunmalıdır.
Ana-Türkçenin bu gibi ç sesleri 'at - Tuhfat'-ta harfiyle işaretlenmiş
olmakla beraber yukarıda söylediklerimizi dikkat nazarına alarak
ve bu işaretlenmeye fazla bir kıymet vermiyerek B A. tarafından bu
gi')i kelimelerin ş-lerini BA'ın kitabının başından sonuna kadar ç ile
değiştirmelidir ki buna göre bittabi keşel kelimesinin doğru okunuşu
kâçâl olacaktır. Kâçâl kelimesinin Türkçe karşılıklarından Anadolu
Türkçesinden ve Çağataycadan kâçâl 'kahlköpfig, grindköpfig' ( R a dloff,
Wb. II, 1145) kelimelerini zikredebiliriz.
13. kâçâl kelimesinin yanında, sahife kenarında, B A 'ın kitabına
girmemiş olan bir kelimesi de vardır. Bu kelime kâl olarak okunmalıdır.
Mânası 'chauve, chauve sur les tempes' olup herkesçe tanınan
kel kelimesinin Kıpçakça karşılığından başka bir şey değildir.
14. BA., tercümesinde kel kelimesi dolayısiyle 17. notunda
şunu kaydetmektedir: "bu kelime 'çorak' anlamına olsa gerektir.
Nasıl ki 'bitek olmıyan yer'-e bugün bile 'kel yer' denir,,. — Biz
bu notta söylenenleri kabul etmemekteyiz. 'at-Tuhfat', Arap elifbesine
göre hazırlanmış sözlüğü birer harf içinde birçok defa kelimeleri
mefhum dairelerine göre de vermektedir. kelimesi de böyle bir
mefhum dairesinin kinde bulunuyor ve kelimemizden evvel veya sonra
hep vücut sakatlıklarının, hastalıkların ismi geçiyor (bk. kâçâl, taz,
kel, kör, soqur). Buna göre kelimesinde de bir hastalığın,
sakatlığın ismini aramalıyız. Maalesef kesin bir neticeyi elde etmek pek
güç gibi görünür, çünkü kelimesi Arapça sözlüklerde meçhul bir
kelimedir ve bu sözlüklerde ancak 'chauve' mânasında geçen
kelimesi hakkında bazı kayıtlara Taşlanmaktadır.
15. kılçır 'şaşı'- Kelimenin Teleut ve Lebed lehçelerinde mevcut
olan tam karşılıklarını zikretmeliyiz: Teleutçada gilçar 'schief,
PHİLOLOGİCA I. 15
krumm, schielerid' (Radloff, Wb. 11,783); Lebedcede qîlcır 'idem'
(Radloff, Wb. II, 784).
16. şapaklı 'çapaklı'— Kelimenin doğru okunuşu: çabaqlîd\r.
Kelimenin ç sesi hakkında 12. maddede söylediklerimize bakınız.
Kelimenin vokaller arası b-sine gelince, bu ses hakkında şunları
söylemeliyiz:
Kıpçak dillerinde Ana-Türkçenin vokaller arası -k- ve -p- sesi
birçok defa, hattâ bazen tamamen, yumuşar (sonorisatio). Kıpçak dillerinin
bu hususiyeti o kadar göze çarpan bir mahiyet arz eder ki, L.
Ligeti Türk dillerinin yumuşama (sonorisatio) criterei üzerine kurduğu
taksiminde Kıpçak dillerin öteki Türk dillerinden ayıran critereini
tam vokaller arası -k- ve -p- seslerinin yumuşamasında, yani -g- ve bsesi
vermesinde tesbit etmiştir. Aynı zamanda bu yumuşama hâdisesinin
pek eski zamanlarda vuku bulmuş olması da mütehassıslarca malûmdur,
nitekim XIII-XIV. yüzyıllarda Kumançadan Macarcaya geçmiş olan
müstear kelimelerde (meselâ: Macarca koboz 'kopuz' kelimesinde olduğu
gibi), Codex Cumanicus'ta ve diğer kaynaklarda da bu yumuşama
hakkında birçok misal bulmak kabildir. . -
Eğer yukarda söylediklerimize Arap yazısının Kıpçak dil yadigârında
p ve b sesleri arasında hiçbir fark yapmadığını da katarsak,
bu yadigârlarda nin ne zaman p olarak ve ne zaman b olarak
okunması lâzım geldiğinin ancak karşılaştırma yoliyle tesbit etmek mümkün
olduğu meydana çıkar.
Yani kelimemizi çapaql'i olarak değil de, çabaql'i olarak okuduğumuz
zaman, bizi bu okunuşa mecbur eden sebep, mevzuubahis kelimenin
'at-Tuhfat'-ta ile yazılmış olması değil, Kıpçak dilinin diğer kaynaklara
göre tesbit edilmiş hususiyetleridir.
17. sanğrav 'sağır'— Kelimenin Kazakçada, Kazan Türkçesinde,
Turki ve Çağatay lehçelerinde mevcut olan tam karşılıklarını: sanrau
'taub'; sanrağu 'idem'; sağrağu 'idem' (R a d 1 o f f, Wb. IV, 276 ve 288)
eserin diziminde görmemekteyiz.
18. sağır 'sağır' — Asıl nüshanın satırları arasında bulunan bu
kelimenin 19. not yerine sözlük sütunlarının arasına girmesini doğru
görmemekteyiz, çünkü B A. eserin sonraki kısımlarında sağır kelimesinde
yapmış olduğunu bile yapmamakta ve asıl nüshanın sahife
kenarında bulunan kelimeleri okuyucusunu haberdar etmeden tamamen
keyfî bir şekilde kâh asıl sözlük kelimeleri, kâh notlar arasına koymaktadır.
Bu hareket tarzı birçok anlaşmazlıklara yol açmaktadır.
19. BA. tercümesinde tilsiz kelimesi dolayısiyle 20. notunda şunu
kaydetmektedir: "sahife kenarında' 'şeklinde "bir çıkartma
vardır ; 'kekeme' demek olsa gerektir. „ — Mevzuubahis kelimenin
okunuşu: kâlâgü veya kâlögâiâir. Kelimenin 'muet' v. s. mânasında olan
karşılıklarını bugünkü Moğolcada ve bir yığın Moğol dil yadigârında
18 T. HALASİ KUN
Kıpçak dil yadigârlarının çeşitli neşrinde veya işlenmesinde (ed.
Houtsma, ed. C a f e r o ğ l u , T e l e g d i 'nin sözü geçen eseri)
barmaq şeklinde geçmektedir.
32. kotak 'taşak' — Kelimenin diğer Türk dillerindeki karşılıkları
hem 'testiculus', hem 'penis' mânalarında da geçmekte olduğunu kaydetmemiz
lâzımdır. (Tafsilât için R a d 1 o f f sözlüğünün qotaq, qottoq, qodaq
maddelerine bakınız.) B A 'ın tercümesinin doğruluğunu kelimenin
Arapça karşılığından başka tasaq kelimesinin bazı dillerde aynı mâna
değişmesini arz eden misalleri de göstermektedir. tasaq kelimesi
meselâ K a ş g a r l ı sözlüğünde hem 'testiculus', hem 'penis' mânasında
geçmektedir (B r o ek e 1 m a n n, Mw.).
33. kuyruk 'kuyruk' — Kelimenin mânalandırılması tam bir
şekilde yapılmamıştır, çünkü kelimesinin Arapçadaki mânası ancak
'queue grasse de certains moutons' dur ve 'at-Tuhfat'-ın el yazmasına
bir zamanlar sahip olmuş bulunan kimseler de kelimesini ancak bu
mânada tanımışlardır. Sonradan, bu zatların birisi, Arapça kelimenin
Türkçe karşılığı olan quyruq kelimesinin tesiri altında, pek dar mânada
geçen kelimesinin yanında bir kaydını da
koymuştur.
34.boz 'boz renk' — Arapça karşılığına bakılırsa kelimenin
'gris, grisâtre' mânası yanında bir de 'blanc' mânası vardı, boz
kelimesinin bu çifte mânası Kıpçak dilinin diğer yadigârlarında da mevcuttur.
Hattâ bu yadigârların bazılarında boz kelimesi yanında ancak onun
'blanc' mânası geçmektedir. Meselâ T e l e g d i , eserinde boz kelimesinin
mânasını 'weiss (Pferd, Maulesel, Eser)' olarak vermiştir.
35. temir boz 'demir kır, boz', kır at 'demir kır, boz' — Arapça
kelimesinin mânası 'louvet'dir.Bu mâna B A. tarafından verilen
mânalandırmanın tam karşılığı değilse bile, BA'ın tercümesinin doğru
olduğunu Leiden dil yadigârının (ed. Houtsma) temir boz yanında
verdiği kaydı göstermektedir.
36. —• Kelimeyi B A. çözememiştir. Kesin bir neticeye
maalesef biz de varamadık, yine bu yoldan yaptığımız çözüm denemesi
hiç yoktan daha iyidir.
Kelime hakkında ilkin şunu bilmeliyiz ki, kendinden evvel ve sonra
hep at renkleri geçmektedir, yani bu kelimede de bir at rengi aranmalıdır.
İmdi kelimesinin Arapça karşılığı olarak geçen kelimesini
Arapça sözlüklerde böyle bir nokta-i nazarla araştırırsak, maalesef
bu sözlüklerde böyle bir mânanın geçmediğini ve kelimesinin bütün
Arap sözlüklerinde ancak bir bitkinin, bir bitki kökünün adı olarak
geçtiğini tesbit edebiliriz. (Meselâ: Dozy, Sappl. 'acore; racine
de I'Iris faux acore'; Kamus tercümesi I, 488 'idem'.)
PHİLOLOGİCA I. 19
Müphem olan kelimesinin Türkçe karşılığına gelince bunun
izahı daha kolaydır. Türkçe kelimesinin karşılığı olarak Kıpçak
dil yadigârlarının birisinde herhalde yanlış bir şekilde geçen köz
kelimesini (ed. C a f e r o ğ 1 u, 53.s: maddesine bakınız) ve Kazakçada
'ein dunkelbraunes Pferd mit weissem Maule' mânasında olan ker kelimesini
(R a d 1 o f f, Wb. II, 1084) gösterebiliriz.
Bütün bunlara göre bizce kelimenin okunuşu kör, mânası ise 'une
sorte de couleur de cheval' olacak.
37. al 'al renk' — Bu kelime BA. tarafından tam bir şekilde
mânalandırılmamıştır. BA. 'alezan; roux' mânasında geçen Arapça
kelimesini dikkat nazarına alarak al kelimesini 'açık doru, doru' ile
tercüme etmiş olsaydı, herhalde daha iyi bir tercüme vermiş olurdu.
Zaten Kıpçakça al kelimesinin ne mânada geçtiği Houtsma ve
C a f e r o ğ l u 'nun adı geçen neşirlerinde (52. s. ve 3. s.) BA' dan
evvel tesbit edilmiştir.
38. yovurluk 'teğelti' — Kelimenin Arapça karşılığı olarak verilen
kelimesinin Arapça sözlüklerde geçmediğini ve bu şekli ancak
'a folded felt, used as a saddle or pillion; a telt cloth placed under a
saddle, or over a saddle as a housing' mâaasında olan Farsça
kelimesinin bir Arapça tahrifi olarak izah edilebileceğini naşir kaydetmemektedir.
Keza tam mânası 'panneau de selle (du feutre)' olan bu yovurluq
kelimesinin Türkçe karşılıklarını, meselâ Karaçaycadaki ca'urluç 'dicke
Satteldecke, Schweissdecke' (KSz.X.147.s.) kelimesini "Dizim,,-de nafile
aramaktayız.
39. teğelti 'teğelti — Kelimenin sinoniması olarak "Dizim„-de yanlışla
yovurluk yerinde yovuzluk şekli verilmiştir.
40. toga 'toka' — 'Boucle (de harnais)' mânasında olan kelimenin
yanında, sahife kenarında, ikinci bir mâna da kaydediliyor. Sahife
kenarında bulunan kaydına göre 'boucle (de harnais)'
mânasına daha 'boucle, agraffe' mânasını da ilâve etmeliyiz. Böylece
elde ettiğimiz iki mâna aynı kelimenin Codex Cumanicus'ta verilen
mânalarının tam karşılığıdır. (Bk. Gr ö n bech, Wb. 247. s.: toğa
'Schnalle; Ring am Zaumzeug'.)
Tabiî buna göre B A'm eserinde verilen 25. not hem . Arapça, hem
Türkçe bakımından yersizdir.
41. mort 'temel' — Bizce kelimenin okunuşu kuvvetli bir ihtimalle
yurt olsa gerek. Bu okunuş kelimenin bulunduğu mefhum dairesinde,
Türk dillerinde meçhul olan mort kelimesinden daha uygun görülmekte
ve böyle bir izaha kelimenin Arapça karşılığı da müsait bulunmaktadır.
42. arslan 'arslan' — Bu kelimenin "Dizim„-de verilen bir yığın
lüzumsuz karşılığı hakkında 1. maddeye bakınız.
20 T. HALASİ KUN
43. kıyan 'tavşan'- Bu kelimenin "Dizim„-de verilen bir yığın
lüzumsuz karşılığı hakkında 1. maddeye bakınız.
44. — Bu kelimeyi tatmin edici bir surette biz de halledemedik.
45. ıtlakaz 'bir çeşit kuş' — Bu kelimenin bugünkü Türkçe karşılıklarından
Kazakçada geçen it ala qaz 'tine Vogelart, welche ihre
Neşter auf der Erde baut' (Radloff, Wb. I, 1498); it ala qaz 'verschiedene
Arten wilder Gânse' (Radloff, Wb. II, 360) kelimelerini
zikredebiliriz. Kelimemiz galiba Kıpçak dil yadigârlarında da geçmektedir,
çünkü Z a j a c z k o w s k i ' n i n sözü geçen neşrinde yanlışlıkla
"qulaqaz (?) „ şeklinde verilen kelimeyi îtlaqaz, atlaqaz olarak
okuyup 'at-Tuhfat'-ın itlaqaziyle karşılaştırmalıyız.
Bu kelimenin mânasına gelince bunu Z a j a c z k o w s k i 'at-Tuhfat'-ta
da karşılık olarak geçen Arapça kelimesine göre, bizce malûm
olmıyan kaynaklara dayanarak, 'flamant' olarak tesbit etmiştir. Biz
kelimesinin ancak 'pie' mânasını tanımakla beraber (meselâ Bibers
t e i n - K a z i m i r s k i sözlüğüne bakınız) bilhassa coğrafi mülâhazalar
sebebiyle Z a j a c z k o w s k i 'nin açıklamasını yine de kabul etmekteyiz.
46. apraş '?' — Kelimenin Arapça karşılığı olan bir bayağı
ve gri renginde olan kuşun, 'bergeronette'-in ismidir. Kelimemizin okunuşuna
gelince, bizce kelime abras olarak okunmalı ve Rumeli Türkçesinin
ağızlarından Vidin ağzında geçen, beyaz ve kahverenginde
olan bir çeşit güvercinin abras ismiyle karşılaştırmalıdır. .
Ayrıca şunu da zikredelim ki, apraş kelimesi BA'ın eserinin diziminde
geçmemektedir.
47. sagsagan 'saksağan' — Bu kelimenin mânası tam bir şekilde
verilmemiştir. Kelime Arap karşılığına göre 'pie' mânasından
başka 'geai' mânasını da taşımaktadır (Bel o t).
48. yap ak '?' — Kelime yabbaq olarak okunmalıdır ve mânası
Dozy Supplement'ının maddesine göre böyle olacaktır: 'oiseau
tout blanc, sur deux pieds hauts et noirs, ressemblant fort â une
petite grue, excepte la tete, sur le derriere de laquelle est une espece
d'aigrette comme en a le heron; son bec est long et large, et au bout
forme comme une spatule'. Kelime yukarıda verilmiş mânasına nazaran
Türk dillerinin 'bembeyaz' mânasında geçen ve Kıpçak dil yadigârlarında
da birçok defa kaydedilmiş olan appaq kelimesiyle (ed. Caferoğlu,
4. s.: appak 'bembeyaz'; ed. H o u t s m a, 50. s.: apak 'idem')
karşılaştırılmalıdır.
yabbaq kelimesinin başında bulunan y sesine gelince, bu ses ciddi
bir mesele teşkil etmez, çünkü Türk dillerinin birçoğunda vokalle
başlıyan kelimelerin başında sonradan bir y inkişaf etmiştir. Misaller
için 120. ve 74. maddelere bakınız.
PHİLOLOGİCA I. 21
49. tübe kaz 'evcil kar, kaz' - Kelimenin Arapça karşılığı BA'ın
eserinin 27. notunda şüphesiz doğru mânâlandırılmıştı. Böyle olmakla
beraber kelimenin Türk dillerinin veya yadigârlarının birisinde bir
karşılığı bulununcaya kadar tübe kaz kelimesini şüpheliler arasına sıralamalıyız.
50. iyne 'iğne' — Bu kelime hakkında yazılan 28. nottan "Türkmenler
buna iğne ("Düzeltme!er„-de: iğne) derler,, ibaresi yerine "buna
iğne de derler,, konmalıdır, çünkü Arapça metin Türkmenlerden hiç
bahsetmemektedir.
51. kakaç 'eskimiş, eski' — Kelimenin mânası doğru tesbit edilmemiştir,
çünkü Arapça kelimesi yalnız 'use, râpe' mânasında
değil, 'satin', yani bir nevi mensucat ismi olarak da geçmektedir, 'at-
Tuhfat'-ın mevzuubahis olan yerinde qaqaç ismi de bir çeşit mensucatın
ismi olacak. Kelimemizden evvel iğne kelimesi, ondan sonra, yine ev
eşyasına ait, 'yaşmak' mânasında olan bir kelime bulunması bize bu
kelimenin muhtemel olarak bir nevi mensucat mânasına delâlet ettiğini
göstermektedir. Ayrıca şunu da zikretmeliyiz ki, kakaç 'eskimiş, eski'
kelimesinin Türkçe karşılığı olmadığı gibi, bir nevi mensucat mânasında
geçen qaqaçın da çok güzel bir karşılığı vardır (B r o c k e 1 m a n n,
MW. : qaçaç < qaqaç 'chinesischer Brokat').
52. ösek 'ateş küreği'— Kelimeyi tatmin edici şekilde biz de çöze-
' memekle beraber BA' ın mayalandırmasını, tashihlerini ve bütün 29.
notunu kabul etmemekteyiz. 'at-Tuhfat' sahibi tarafından 'örtü' ve
'kadınların yüzlerine sürdükleri düzgün' mânasını taşıyan kelimelerin
arasına bir 'ateş küreği' mânasında geçen kelimenin konulmuş olması
hiç de muhtemel değildir.
53. öbe (düzeltmelerde: opa) 'kadınların yüzlerine sürdükleri düzgün'
— Kelime "Dizim„-de ve "Düzeltmeler„-de doğru olmıyan bir opa şeklinde
geçmektedir. 16. maddede söylediklerimizi ve kelimenin Türkçe
karşılıklarını (meselâ: B r o c k e l m a n n , M W.: ubu 'Bleiweiss') dikkat
nazarına alarak bu kelimeyi oba olarak okumaktayız.
54. kükevür 'ibrik' — Kelimenin okunuşu kökâvürdür ve karşılığı
olarak Tarançı lehçesinde mevcut olan kökür 'die Lederflasche.der
Schlauch' kelimesini (Radloff, Wb. II, 1224) zikretmeliyiz.
55. Sahife kenarında BA 'in kitabına girmemiş bir nügi 'poids;
once' kelimesi de vardır. Kelime karşılıkları olarak Z a j a c z k o w s k i ' -
nin sözü geçen eserinin nügad 'poids; once' (35. s.) kelimesini ve
orada bulunan karşılıklarını, bir de Hüsnü'nün "Kayseri sözlüğü„-nde
geçen (68. s.) nüğü 'yarım okkalık' kelimesini zikredebiliriz.
56. butka 'pirinçle pişmiş süt, sütlaç'— Kelimenin Kazakçadaki
butqa 'der Brei' (R a d 1 o f f, Wb. IV, 1857); yine Kazakçadaki botqa 'gekochte
Grütze, Grützbrei'(R a d 1 o f f, Wb. IV, 1676); Tobol Türkçesindeki
ve Çağataycadaki poiqa 'der Brei' (Radloff, Wb. IV, 1284)
karşılıklarını zikretmek gerekildi.
22 T. HALASİ KUN
57. pışlak 'kurutulmuş yoğurt' — Kelimenin mânası titiz bir şekilde
verilmemiştir. Kelimenin Şorcadaki pislaq 'Kâse aus Quark' Radloff,
Wb. IV, 1323), Sagaycadaki pislaç 'Kâse aus Quark' (Radloff, Wb.
IV, 1320) karşılıklarını ve kelimemizin Arapça karşılığı olarak geçen
şeklini dikkat nazarına alarak bizce pislaqın mânası 'une sorte
de fromage (fait de lait aigre)' olmalıdır.
58. yumur 'hazırlanmış maya' — Kelime bir yığın mesele arz
etmektedir. İlkin şunu kaydetmeliyiz ki, kelimenin BA'ca verilen mânalandırılması
pek muhtemel olmasa gerek. Kelimenin Arapça karşılığı
olarak 'ventricule d'agneau qui tette, caillette; presure qu'on en extrait'
(Belot) mânasında olan kelimesi geçmektedir. Bu mâna 'at-
Tuhfat'-ın eski sahiplerinden birini tatmin etmiyerek bu kelimesinin
üstüne veya şeklinde ikinci bir Arapça karşılığı koymağa
sevk etmiştir.
Bu haşiyeyi şeklinde okursak, haşiye Arapça sözlüklere göre
burada iki türlü mânada geçebilir. Onu ya olarak okuyup haşiyeye
bir 'prepare' mânasını (BA. bu okunuşu kabul etmektedir), veya
gibi okuyarak ona 'ventre' ve saire mânasını (B i b e r s t e i n-K a z im
i r s k i) vermeliyiz: Fakat haşiye — yukarıda da söylediğimiz gibi — •
olarak da okunabilir. Bu okunuşu kabul ettiğimiz takdirde haşiyenin
mânası sadece 'estomac' (Belot) olacak. Bizce haşiyenin bu ikinci
izahı daha muhtemel görülür, çünkü asıl nüshanın 29. sahifesinde
(sahifeleri BA'a göre sayarak) BA. tarafından dikkat nazarına alınmıyan
ve Arapça karşılığı olan ikinci bir kelimesi geçmektedir,
malûm olduğu gibi Arapçada birçok başka mâna da
taşımakla beraber 'estomac chez les oiseaux' mânasında geçmektedir.
İmdi bütün bunları, yani kelimesinin 'caillette; presure' yanında
'ventricule d'agneau' mânasında geçtiğini, bir de iki türlü mânada
geçen kelimesinin şeklinde de okunması mümkün olduğunu,
hem de <^Ji kelimesinin ne gibi bir mâna arz ettiğini dikkat nazarına
alırsak yumur kelimesinin 'ventricule d'agneau; jabot; estomac' ve
belki ilâveten 'caillette; presure' şeklinde mânalandırmalıyız.
Zaten yumur kelimesinin bu mânalandırılmasını eski ve bugünkü
Türk dillerinde geçen karşılıkları ve Türk diline mensup olmıyan başka
dillere girmiş şekilleri de teyidetmektedir.
Kelimenin Türkçe karşılığı olarak Afganistan Üzbeklerinin dilinde
cumür, cumar 'mide' (L. L i g e t i : Magyar Nyelv [Macar Dili] ,XXXIII.
c. 221. s. v.s.), Kırgızların dilinde ise cumur 'der zweite Magen des
Wiederkauers' (Radloff, Wb. IV, 177) şeklinde geçen kelimeleri zikretmeliyiz,
Kelimenin karşılıkları yumur şeklinde K a ş g a r lı sözlüğünde,
PHİLOLOGİCA I. 23
hattâ Kıpçak dil yadigârlarının birisinde, 'Kitâb al-idrâk' - ta da mevcuttur.
Mevzuubahis olan kelime bu dil yadigârlarının neşrinin ikisinde
de yanlış bir şekilde mânalandırılmış olduğundan ve bu yanlışların ne
şekilde doğrulanması bu tanıtma çerçevesini aştığından dolayı fazla
tafsilât almak istiyen okuyucularımıza Ligeti'nin yukarda adı geçen
makalesinin okunmasını tavsiye ederiz.
Aynı makalede Türkçe yumur kelimesinin Batı-Türklerin dilinden
Macarcaya girmiş gyomor (oku: d'omor) 'mide' kelimesi hakkında da
fazla malûmat verilmiştir.
59. tüne 'dün' — Kelimenin Çağataycada, Luck Karaimcasında,
Kumancada, Sagaycada, Koybalcada, Kaç lehçesinde 'gestern; früher'
mânasında geçen tünü karşılığının (R a d lof f, Wb. III, 1549) "Dizim„-de
kaydedilmeyişini noksan saymaktayız.
63. asra kün 'evvelki gün' — 'at-Tuhfat'-ta şeklinde
kaydedilen bu kelimenin okunuşu, Türk dillerindeki karşılıklarını dâ
dikkat nazarına alarak, âsrâkün olmalıdır.
61. imdi 'şimdi' — Kelimenin "Dizim„-de verilen bir yığın lüzumsuz
karşılığı hakkında 1. maddeye bakınız.
62. ıydı 'gönderdi' — Kelimenin "Dizim„-de verilen bir yığın
lüzumsuz karşılığı hakkında 1. maddeye bakınız.
63. öyüş boldı 'nemlendi, ıslandı' — Kelimenin okunuşu BA. tarafından
iyi tesbit edilmemiştir. Türkçe karşılıkları dikkat nazarına alarak
kelimenin okunuşu üyüs bold'i olacaktır. Kelimemizin karşılıklarından
Lebedcedeki üyüs 'nass, feucht' (R a d 1 o f f, Wb. 1, 1818); Şorca ve
Altaycadaki ülüs 'feucht, nass' (R a d 1 o f f, Wb. I, 1855); Kumancadaki
us 'nass, feucht' (Gr ön be eh, Wb. 267. s.) ve saire kelimelerini zikredebiliriz.
64. ulaktı 'anlaşmazlık etti' — Kelime karşılıklarının "Dizim„-de kaydetmeyişini
noksan saymaktayız. Kelimenin karşılıklarından 'Kitâb alidrâk'-
ta geçen alaqdilar 'fikirleri ayrıldı' (ed. Cafer oğlu, 3. s.) ve
bir soru işaretiyle Anadolu Türkçesinin ağızlarında geçen alakmak 'ihtilâf
etmek ' (Tarama Dergisi: Der: C. A. kaydiyle) kelimelerini zikredebiliriz.
65. sendi endi 'sendi' — Kelimenin ilkin okunuşu tamamen yanlıştır,
çünkü mevzuubahis olan yerde bir oku indi kelimesi geçiyor.
Aynı zamanda kelimenin mânalandırılmasına da itiraz etmemiz gerekir.
senmek gibi nadir bir fiilin filolojik bir eserde mâna olarak yeri
olmayıp ayrıca bu fiil Arapça karşılığı olan ve şeklinde tesbit
edilen inmek fiilinin de mânasından tamamen uzak kalmaktadır.
senmek fiilinin: 1. 'To subside and be absorbed'; 2. 'To be swallovyed,
to go down the gullet; to be digested-; 3. 'To slink and
crouch into the smallest possible space' (Redhouse) mânası 'descen24
T. HALASİ KUN
dre (d'un lieu eleve)' (B e 1 o t) mânasında olan veya kökünün
V. şeklinde birçok diğerleri arasında 'se laisser descendre' (Dozy,
Sûppl.) mânasında da geçen ve Türkçe inmek fiilinin mânaca tam
karşılığı olan şekilleriyle bir araya getirmek imkânsız gibi görünmektedir.
66. avurladı 'ağırladı' — Kelimenin avurladı altına yazılan ağırladı
çeşidi notlar arasında zikredilmemiştir. (Haşiye değil, olarak
okunmalıdır. )
67. sıladı 'düğün şöleni verdi' — Kelimenin okunuşu 'at-Tuhfat'-ta
verilen yazı şekline ve Türk dillerinde bulunan karşılıklarına göre
s'iyla- olmalıdır. Kelimenin karşılıklarından Troki Karaimcasımn siyla-
'ehren, verehren, hochschâtzen, (den Gast) bewirten' . ( K o w a l s k i ,
Karaimische Texte im Dialekt von Troki, 253. s.);' Tobol, Tura ve
Kazan Türkçesinin siyla- 'schenken, bewirthen' (Radloff, Wb. IV,
634); Altaycanın, Teleutçanın, Lebedcenin, Şorcanın, Küerikçenin,
Sagaycanın, Koybalcanın, Kaç lehçesinin, Kazakçanın sila- 'schenken,
beschenken, bewirthen' (Radloff, Wb. IV, 709) fiillerini zikredebiliriz.
Ayrıca şunu da kaydetmeliyiz ki, siyla- fiilinin mânası B A' ca tam
bir şekilde verilmemiştir. Arapçada 'düğün şöleni vermek' -i değil,
fakat sadece 'donner un repas'-yi ifade etmektedir.
68. konakladı 'şölen verdi' — Kelimenin mânası tamamen yanlış
şekilde verilmiştir. Arapçanın kelimesi 'donner l'hospitalite â quelqu'un
'(Belot) mânasında geçiyor ve bu mâna kelimenin Kıpçak dil
yadigârlarında mevcut olan karşılıklarının mânasiyle güzelce birleşmektedir.
Kıpçak dili yadigârlarında geçen karşılıklardan 'Kitâb al-idrâk'-
taki qonuqladi 'misafir etti' (ed. C a f e r o ğ 1 u, 78. s.); Leiden el yazmasındaki
qonaqla- 'bewirthen' (ed. Houtsma, 93. s.); 'al-Kavânın'-
deki qonaqla- 'bewirten' ( T e l e ğ d i , sözü geçen eser, 318. s.) ve Codex
Cumanicus' taki qonaqla- 'beherbergen' ve saire kelimelere bakınız.
69. yedi 'yedi' — Bu kelime dolayısiyle yazılmış 33. not tamamen
silinmelidir, çünkü sahife kenarında "ağza yiletdi,, terkibi değil de, okunuşu
yeliddi sic) olan bir Türkçe kelime ve bu kelimenin
okunuşu olan Arapça karşılığı bulunmaktadır. 'Pousser, exciter
quelqu'un â . . . ' mânasında olan Arapça fiili yeltâ- fiilimizin Anadolu
Türkçesinde bulunan ve 'erregen, anregen, zu Etwas bewegen'
mânasında geçen (Radloff, Wb. III, 354) karşılığiyle mânaca güzel
bir şekilde birleşmektedir.
70. karıldı l.'boğazda bir şey kaldı, boğaza durdu, boğaz tıkandı';
2.'karıştı' — Kelimenin Arapça karşılıklarını dikkat nazarına alarak
PHİLOLOGİCA I. 85
'karışmak' mânasını herhalde silmeliyiz. şekillerine göre
qaril fiilinin mânası: 'etre suffoque par quelque chose qui s'arrete dans
le gosier ou par süite de quelque infirmite dans le canal respiratoire;
prendre une mauvaise direction, en parlant d'un morceau d'aliment
qu'on avale de travers' olmalıdır.
71. keçikti (düzeltmelerde: kecikti) 'gecikti' —Kelime "Dizim„-de ve
"Düzeltmeler„-de yanlışlıkla gecikti, kecikti şeklinde geçmektedir.
72. sıyındı 'sığındı' — Kelimenin "Dizim„-de hiç olmazsa bir karşılığı,
Troki Karaimcasında geçen ve 'sich flüchten, seine Zuflucht
nehmen' mânasında olan siyin- (Kowalski'nin sözü geçen eseri,
253. s.) kelimesi zikredilmeli idi.
73. buluşladı 'yardım etti, taziye ve teselli etti' — Kelimenin okunuşu,
Türk lehçelerinden Troki Karaimcasindaki bolus- 'helfen' (Kow
a l s k i ' n in sözü geçen eseri, 172. s.) ve saire karşılıklarını dikkat
nazarına alarak, herhalde bolusla- olacaktır. 35. notta buluştı yerine
keza bolust'i okunmalıdır.
74. iliklâdi 'kınadı, ayıpladı' — Kelimenin "Dizim„-de emendatio ile
verilmiş iyiklâ- şeklini, bundan başka, kelime dolayısiyle 36. notta bulunan
açıklamaları muhtemel olmadıklarından dolayı kabul etmemekteyiz.
Mânası 'blâmer, desapprouver' olan bu kelime iliklâ- olarak okunmalıdır.
Bu okunuşu ilkin kelimenin 'at-Tuhfat'-taki yazı şekli
teyidediyor. Bundan başka aynı kökten gelen ve 'at-Tuhfat'-ta birçok
defa geçen 'vice' (24 r 4), 'entachâ d'un vice' (34r 2)
kelimeleri de hareket noktası olarak ancak bir ilik kökünün mümkün
olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda şunu da zikretmeliyiz ki, kelimemiz
yalnız 'at-Tuhfat'-ta değil, fakat — hiç olmazsa kökleri—bugünkü
Çuvasçada da yaşamaktadır 'entache d'un vice';
P a a s ö n e n , Csuvas szojegyzek [Çuvaşça sözlük], 138. s.).
İliklâ- fiilinin BA'câ bürkledi şeklinde okunan sinonimasına gelince
bu fiilin sağlam bir okunuşunun yapmasından, ve karşılıklarının verilmesinde!
aciz olduğumuzu itiraf etmeliyiz. Faute de mieux biz kelimeyi
yür'âkla okuyup bir istifham işaretiyle Troki Karaimcasında mevcut olan
yür'ekl'en- 'zornig werden, unwillig werden' gibi fiilin ailesiyle (R ad 1 o f f,
Wb. III, 631) karşılaştırmaktayız.
75. arlandı 'kasaldı' — 'Etre fier, etre bouffi' mânasında olan bu
fiilin mânası BA'ca nadir bir kelime ile izah edilmiştir. Fazla tafsilât
için 7. maddeye bakınız.
76. kara tanık bildi 'tanımak, anlamak' — Bu alâka verici terkibin
tarafımızdan da halledilemiyen izah güçlüklerini B A. sükûtla geçmiştir.
Terkibin Arapça karşılığı olarak geçen fiilinin burada 'comprendre,
saisir quelque chose' (F a g n a n), 'dechiffrer' (B e a u s s i e r ) ,
26 T. HALASİ KUN
'tirer, extraire, faire sortir; tirer comme resultat par le calcul' (Bel o t)
ve buna benzer mânaları olabilir.
Terkibin haşiyede bulunan ve BA'ca kaydedilmiyen * (oku:
tanıdı) sinoniması da bazı mülâhazalarla terkibin yukarıdaki mânalarda
olduğunu teyidediyor.
Böyle olmakla beraber terkipte geçen kelimesi, terkibi müphem
kılıyor.
Eğer kelimesini emendatio ile qarap şeklinde okumak mümkünse,
terkipte geçen tanîq kelimesini onun meselâ Kazakçada geçen 'bekannt,
wissend' mânasiyle (R a d 1 o f f, Wb. III, 826) mânalandırarak, bizce
terkibin 'bakıp malûm [olarak] bildi' yani 'tanıdı' gibi tercümesini farz
etmek kabildir.
* [B A'ın tercümesinde geçmiyen tanıdı kelimesi dolayısiyle şunu
da kaydetmeliyiz ki, B A. bunun yerine 37. notunda tındı şeklinde geçen
ve tinç boldî terkibine bağlanan bir kelime vermiştir. Tındı okunuşu
imkânsız olduğundan ve böyle okunan bir kelimenin tinç boldî
terkibiyle münasebette bulunmasının hiçbir esasa dayanmadığından
dolayı 37. not tamamen silinmelidir.]
77. finiş boldi 'dinlemek' — Bu kelimenin Türkçe karşılıkları dikkat
nazarına alınarak okunuşu tînç olsa gerek. Karşılıklardan meselâ
Troki Karaimcasında tînç 'Ruhe' (K o w a 1 s k i'nin sözü geçen eseri), Kazan
Türkçesinde tinîç 'ruhig, friedlich, stili' (R a d 1 o f f, Wb. III, 1316)
veya Kıpçak dil yadigârlarından 'Kitâb al - idrâk' -ta tınç 'sabit, dinç'
(ed. C a f e r oğlu, 104. s.) şeklinde geçen kelimelere bakınız.
78. soklandı 'isteği arttı' — Kelimenin okunuşu Çodex Cumanicus'-
ta suxlan- 'gierig sein' ( G r ö n b e c h , Wb. 225. s.), Troki Karaimcasında
suklan- 'Gefallen finden (an etw.), lüstern (jemandem), gefal
len' (K o w al s k i'nin sözü geçen eseri, 252. s.) şeklinde geçen karşılıklarına
nazaran: suçlan- olmalıdır.
79. sıyındı, sığındı 'yayıldı' — Kelimenin Anadolu Türkçesinde sün-
'sich strecken, sich ausdehnen ' (Radloff, Wb. IV, 804) şeklinde olan
muhtemel karşılığının, hattâ fiilimizin mensup olduğu kelime ailesinden
Sagaycada geçen 'die Lânge' (Radloff, Wb. IV, 566) kelimesinin
zikredilmesi faydalı olurdu.
80. sezgendi 'deprendi' — Kelimenin mânası tam bir şekilde verilmemiştir.
Kelimenin Arapça karşılığı olarak geçen fiili 'etre
agite, trembler' (Belot) mânasındadır ve malûm olduğu gibi sâzgânfiilinin
Çagataycada, Kumancada, Kırım Türkçesinde, Luck Karaimcasında
mevcut olan sâskân- karşılıkları (Radloff, Wb. IV,„488) da tam
fiilinin mânasında: 'erschrecken, aufschrecken' olarak geçmektedir.
81. açıktı ve tezledi fiillerinin yanında, satırlar arasında, BA'ın
kitabına girmemiş bir i-, iv (?) 'se hâter' kelimesi de vardır.
PHİLOLOGİCA 1. 27
82.önğüdi 'yüzünü buruşturdu, ekşitti'; sırınsıdı 'idem' — İki fiilin
B A'ca verilen mânasını kabul etmemekteyiz.
Bu iki fiilin Arapça karşılığı olarak geçen şeklini, eldeki
Arapça sözlüklerde (Belot; B i b e r s t e i n - K a z i m i r s k i ; Dozy,
Suppl.; F a g n a n , H a l im Dammous; D u r s ü k i vesaire)görmüyoruz.
kökünün diğer şekilleri ise, bu şekillerden mâna bakımından
bazı faraziyeler kurmak mümkün olmakla beraber, bu gibi faraziyelerin
kıymeti, izah edilmesi lâzım gelen Türkçe kelime, Türk dillerinde mevcut
olan karşılıkları tarafından teyidedilmedikçe, pek cüzidir. Bunun için
BA'a hareket noktasını teşkil eden kökünü I. şeklinde verilen
'avoir les traits du visage severes, avoir un air austere et sombre'
( B i b e r s t e i n - K a z i m i r s k i ) mânasına ancak, önğüdi ve sırınsıdı fiillerinin
karşılıkları da böyle bir mânaya geldikleri zaman, bir kıymet
verebiliriz.
Bu iki fiilin Türkçe karşılıklarına gelince, bunlar hep 'inadetmek,
inatlaşmak' mânasında geçtiklerinden dolayı 'avoir les traits du visage
severes, etc.' mânasını kabul etmiyerek iki sinonima fiilin mânasını
'inadetmek, inatlaşmak' olarak tesbit etmemiz gerekir.
Bu fiillerin Türkçe karşılıkları için fazla tafsilâti Tarama Dergisinde
geçen (370. s.) misallerde bulmak kabildir: inat etmek — 20. önemek
(Bab.),- 21. öngülenmek (id.); 22. öngüllenmek (Der: Düzce "Bolu,,); 23.
öngûlük etmek (Ah.); 25. sırıncımak, sırınsımak [inatlaşmak mân.] (Der:
Çankırı).
83. önğdi 'doğruldu' — Kelimenin doğru okunuşu ondi, mânası ise
'doğruldu' yanında 'se mettre en bon etat' (bk. La ne, olsa
gerek. Kelimenin bu ikinci mânasının mevcudiyetini yalnız onun
Arapça karşılığı değil, fakat Türk dillerinde geçen karşılıklar da teyidetmektedir.
Bu karşılıklardan meselâ Anadolu Türkçesinin ağızlarında'
geçen onmaq fiilinin 'felah bulmak, refah görmek' (Kütahya), 'mesut,
berhudar olmak' (O. A., Ankara) mânalarına (Anadilden Derlemeler,
294. s.) veya Uygur dil yadigârlarında geçen onmaq fiilinin 'sağalmak,
şifa bulmak' ( C a f e r o ğ l u , Uygur sözlüğü, 112. s.) mânasına bakınız.
Demek oluyor ki, bizce kelimenin okunuşu on-, mânası ise 'devenir
droit, se mettre en bon etat' olmalıdır.
84. toğrıldı 'doğruldu' — Türkçe karşılıklarına nazaran kelimenin
okunuşu toğrul-, mânası ise 'devenir droit,se mettre en bon etat'
olmalıdır. Fiilin mânası hakkında fazla tafsilât için 83. maddeye bakınız.
85. kayırladı 'kayırdı, iltifat etti' — 'Prendre soin de quelque
chose' mânasında olan qay'irla- fiilinin Türkçe karşılıklarını "Dizim„-de
nafile aramaktayız. Hiç olmazsa Tanıklariyle Tarama Sözlüğünün 437.
sahifesinde kaydedilmiş kayırmak (kayurmak) 1.' mukayyet olmak,
bir işi birisi için fayda verecek şekilde yapmak' kaydı zikredilmeli
idi.
28 T. HALASİ KUN
86. kayırdı 'kayırdı, iltifat etti' — 'Prendre soin de que]que chose'
mânasında olan qayîq- fiilinin Türkçe karşılıklarını "Dizim„-de nafile
aramaktayız. Hiç olmazsa Tanıklariyle Tarama Sözlüğünün 437. sahifesinde
kaydedilmiş kayıkmak 'temayül göstermek' karşılığı ile karşılığın
bulunduğu beyit zikredilmeli idi:
Yürü, var, sür çü devlet var başında
Kayıkma bu işe oğlan yaşında.
87. sürtüdi 'kaşıdı, sürttü' — Kelimenin mânalandırılmasında çıkan
güçlükleri B A. sükûtla geçmiştir. Halbuki bu güçlükler oldukça büyüktür,
çünkü fiilin Arapça karşılığı olarak geçen kökünün VIII.
şekli reflexiv bir mânada olmakla beraber (Biber s t e i n - Kaz im
i r s k i ; Dozy, Sappl.) Türk dillerinde muhtemel karşılıkları transitiv
bir mânada geçmektedir. (Meselâ: sürt- 'reiben; einschmieren, şaiben'
G r ö n b e c h , Wb.'227. s.)
88. Sahife kenarında BA'ın kitabına girmemiş 'se frotter, se frictionner'
mânasında olan bir süyfcân- fiili de vardır. Bu fiilin Arapça
karşılığı olan şekli için Dozy Supplement'ına, Türkçe karşılıkları
için ise Radloff sözlüğünün Turki lehçesinde zikredilen misallerine
bakınız. (Radloff, Wb. IV, 795: süykâ-ı- 'sich schmieren, sich einreîben';
Radloff, Wb. IV, 796: süykâ- 'schmieren, einreiben'.)
89. söykendi 'dayandı' — İbnü Mühenna kaydının ed." M e 1 i o r a n sk
i j 'de söykenmek şeklinde geçtiğinin zikri faydalı olurdu.
90. toktadı 'sabit kıldı, sabit oldu' (tercüme kısmında ise:' sabit
kaldı') — Kelimenin mânalarıdırılması dolayısiyle şeklinin satırlar
arasında bir haşiye olarak geçtiğini ve kelimenin 'at-Tuhfat' 23 v sahifesinde
geçen bir Arapça karşılığına nazaran 'supporter' mânasına
da (bk. Dozy, Suppl.) geldiğini B A. zikretmeliydi.
.91. toqta- fiilinin sinoniması olarak geçen asra , (üsrâ-) kelimesi
BA'ın kitabına girmemiştir. Kelimenin Türkçe karşılığı bizce malûm
olmadığından dolayı bu fiil hakkında fazla malûmat verememekteyiz.
92. 'at-Tuhfat'-ın diğer yerlerinde geçen Arapça karşılıklarını da
dikkat nazarına alarak 'supporter, supporter quelque chose avec patience;
etre ferme, constant, perseverer dans quelque chose; attendre,
patienter' mânasında olan töz- fiili BA'ın kitabına girmemiştir.
Ayrıca şunu da zikretmeliyiz ki, töz- fiilinin 22. b - 11 ve 24. a-2
sahifede bulunan kayıtlarını BA. 268. notunda olmıyacak bir faraziye
ile tardı şeklinde okumaktadır.
Biz töz- fiilinin Türkçe karşılıklarından Çağataycada, Kazakçada,
Kumancada, Troki Karaimcasında geçen töz- 'ertragen, erdulden; ausdauern,
sich fügan; ausharren, dauern, erwarten' (Radloff, Wb. III,
1266); Troki Karaimcasında geçen toz'- 'warten, harren' ( K o w a l -
k i 'nin sözü geçen eseri, 267. s.); ve Kıpçak dil yadigârlarında tözdü
PHİLOLOGİGA I. 29
'sabretti, tahammül etti' (ed. Cafer oğlu, 107. s.) şeklinde geçen
kelimelerin zikriyle iktifa ederek, bu kelimelerin taşıdığı mânaları tözfiilinin
Arapça karşılıklarının yukarda gösterilen mânalariyle birleştirmekteyiz.
93. yalşıdı 'onmak — BA. bu fiilin okunuşunu ve mânasını yanlış
bir şekilde vermiştir. Arapça karşılığını dikkat nazarına alırsak
fiilimizin mânası 'avoir du succes, reussir' (Belot), okunuşu ise yalçiolmalıdır
ve Türkçe karşılığı olarak meselâ Troki Karaimcasında geçen
yalçi- 'glücklich sein, sich erfreuen' (Radloff, Wb. III, 185) fiilini zikretmek
lâzımdır.
94. onğdt 'ondı' — B A. kelimenin mânasını yanlış bir şekilde vermiştir.
Arapça karşılığını dikkat nazarına alırsak fiilin mânası
'avoir du succes, reussir' olmalıdır ve Türkçe karşılığı olarak meselâ
Kazakçada geçen on- 'gelingen, gerathen' (Radloff, Wb. I, 1026)
kelimesi zikredilmelidir.
95. borş berdi 'borç para verdi'— Terkibin doğru okunuşu borç
berdi olacak. Borç kelimesinin ç sesi hakkında 12. maddeye bakınız.
Aynı zamanda şunu da zikretmeliyiz ki, ber- fiili asıl nüshada acayip
şekilde geçmektedir.
96. koştu (düzeltmelerde: koşti) 'koştu, attı' — Kelime yanlış mânalandırılmıştır.
Fiilin Arapça karşılığı olan kökünün IV. şekli
Arapça sözlüklerde 'ccmmuniquer une chose â quelqu'un' (Dozy,
Suppl.) mânasında geçmektedir. Bundan başka qos- fiilinin 'at- Tuhfat'-
ın diğer yerlerinde kaydedilen misallerine göre, fiilimiz 'prescrire, ordonner'
mânalarını da haizdir. Fiilimizin yukarıda verilen mânalarını,
onun Türk dillerinde mevcut olan karşılıkları da teyidetmektedir. Fiilin
Türkçe karşılıklarından Çağataycada, Turki ve Tarançı lehçelerinde qos-
'befehlen' (Radloff, Wb. II, 637); Ufa Türkçesinde qus- 'emir etmek,
emir vermek' (P r ö h 1 e, Nyelvtudomanyi Közlemenyek [Lisaniyat Haberleri],
XXXVIII. c. 350. s.) ve K a ş g a r l ı sözlüğünde qosmaq 'ordnen'
( B r o c k e l m a n n , MW.) şeklinde geçen kelimeleri zikredebiliriz.
Bütün bunlara göre bizce qos- fiilinin mânası: 'communiquer une
chose â quelqu'un; prescrire, ordonner' dir ve bittabi BA'ın kitabının
basımı bittikten sonra ilâve edilmiş "Birkaç düzeltme,, arasında geçen
3. not tamamen yersizdir.
97.'at-Tuhfat'- ın asıl nüshasının kenarına kaydedilen ve 'joindre
une chose â une autre' mânasında geçen qos- fiili BA'ın kitabına girmemiştir.
Kelimenin Arapça karşılığı olarak geçen fiilinin 'joîndre
une chose â une autre' mânası kelimemizin Türk lehçelerinden Teleutçada,
Lebedcede, Altaycada , Şorcada, Çağataycada, Turki lehçesinde
Ve Anadolu Türkçesinde mevcut olaıı qos- karşılığının 'zusammenthun,
30 T. HALASİ KUN
hinzufügen, hinzuthun, anfügen, beimischen' (Radloff, Wb. II, 637)
mânalariyle, veya Kıpçak dil yadigârlarında geçen qoştı fiilinin 'birleştirdi,
yanyana getirdi' (ed. C a f e r o ğ l u , 79. s.) mânasiyle güzelce
birleşmektedir.
98. 'at-Tuhfat'-ın haşiyelerinde geçen üsrâ- fiilinin onğdı fiiline,
veya anğdı fiiline mi ait olduğunu araştıran 44. not tamamen lüzumsuzdur.
'at-Tuhfat'-ın kaydını dikkat nazarına
alırsak üsrâ nin toqta- fiilinin bir sinonimasından başka bir şey
olmadığı aşikârdır. Fazla tafsilât için 90. maddeye bakınız.
99. manğladı 'bağırdı, ezan okudu' — Kelimenin mânası B A'ca
tam bir şekilde verilmemiştir. Kelimenin Arapça karşılığı olarak geçen
fiilinin mânası 'appeler â la priere (chez les musulmans)' dır ve
kelimenin Kıpçak dil yadigârlarında geçen karşılıkları da kelimeyi
ancak bu mânada tanımaktadır. Meselâ: manla- 'das âdân verrichten'
( T e l e ğ d i , sözü geçen eser, 319. s.).
100. deşildi 'deşildi' — Kelimenin karşılığı olarak Uygurcadaki
tasilmaq 'taşmak, dışarı fırlamak' ( C a f e r o ğ l u , Uygur sözlüğü, 175.
s.) fiilinin zikri herhalde iyi olurdu.
101. 'at-Tuhfat'-ın asıl nüshasının kenarında haşiyede qoruqfiilinin
sinoniması olarak kaydedilen kâykirlâ- 'craindre' fiili BA'ın
kitabına girmemiştir. Fiilin Türkçe karşılığı olarak Kıpçak dil
yadigârlarının birisinde geçen geykirledi 'korktu, dehşetlendi, kemikleri
birbirine girdi, tüyleri ürperdi' fiilini ( V e l e t , sözü geçen eser, 20. s.)
zikredebiliriz.
102. tüş kördi 'düşü azdı, ihtilâm oldu' - BA'ca bu terkibin
mânası yanlış bir şekilde tesbit edilmiştir. Terkibin Arapça karşılığı
olarak geçen fiilinin başlıca mânası 'rever quelque chose' olup
'avoir une pollution nocturne' ( B i b e r s t e i n - K a z i m i r s k i ) mânası
ancak ikinci sırada gelmektedir. Mademki tüş kör- terkibinin Türkçe
karşılıkları bilhassa 'rüya görmek' mânasında geçmektedir, bizce terkibin
tam tercümesi: 'avoir des reves, rever quelque chose' olmalıdır.
103. su koyundı 'yıykandı' — Bu terkip, K a ş g a r l ı sözlüğünde bulunan
sî(u)qunmaq 'sich (den Kopf) waschen' karşılığını da (Brockelmann,
MW. 179. s.) dikkat nazarına alarak, herhalde bir tek kelime
olarak okunmalıdır.
104. katıdı 'katıdı'— 52. notta geçen bu kelimenin okunuşu BA'ca
yanlış bir şekilde tesbit edilmiştir. Ayrıca kelimenin mânası da başka
yerde hiç geçmiyen ve herhalde bir neologisme olan bir kelime ile
ifade edilmiştir. Bizce kelimenin okunuşu qat-, mânası ise Arapça
şekline göre ( B e a u s s i e r ; Dozy, Suppl.) 'se raidir, devenir epais'
olmalıdır. Kelimenin böyle bir okunuşu ve böyle bir mânası, onun Tarançı
lehçesinde, Kazakçada, Teleutçada, Şorcada, Sagaycada, Anadolu
PHİLOLOGİCA I. 31
Türkçesinde, Turki lehçesinde qat- şeklinde ve 1. 'fest werden, hart
werden, gefrieren, trocknen',2. 'fest bleiben, auf etwas bestehen' mânasında
geçen karşılıklarına güzelce Uymaktadır.
105. sızaldı 'inceldi' — Bu kelime büyük güçlükler arz etmektedir.
Kelimenin Arapça karşılığına elimizde bulunan sözlükler (Dozy, Suppl.;
B e a u s s i e r; B a r t h e l e m y ) türlü türlü mânalar verdiklerinden sızalfiilinin
Türkçe karşılıklarının tesbiti elzem olurdu. Maalesef bizce hem
bu Türkçe karşılıkların olup olmadığ, hem BA'ca verilen 'inceldi'
mânasının ne gibi esaslara dayandığı meçhuldür.
106. yanğırdı 'öfkelendi, kızdı' — Bu kelimenin BA' ca yanlış bir
şekilde verilen okunuşu yâkir- olmalı ve Kıpçak dil yadigârlarının
yâkirdi 'kızdı' (ed. C a f e r o ğ l u , 124. s.), yikir- 'zürnen' ( T e l e g d i ,
sözü geçen eser, 312. s.) fiilleriyle karşılaştırılmalıdır.
Ayrıca şunu da kaydetmeliyiz ki, yâkir- fiilinin iki sinoniması olarak
geçen qaq- ve qaqı- fiillerinin yanına BA'ca konulmuş "Türkmenlerde,,
kaydı 'at - Tuhfat' - ta geçmediğinden dolayı kabul edilemez.
107. yimrildi 'yarıldı, ayrıldı' — Kelimenin mânalandırılması pek
büyük güçlükler arz etmektedir. Kelimenin Arapça karşılığı olarak geçen
şeklinin mânası aşağı yukarı B A. tarafından iyice tesbit edilmiştir.
Böyle olmakla beraber bu mânayı kelimemizin Türkçe karşılıklarının
mânalariyle bir türlü birleştirememekteyiz. Kelimemizin Türkçe karşılıkları
şu mânaları veriyor: Kıpçak dil yadigârlarında yimrilmek 'toprak
çökmek, obrulamak' (V e 1 e t, sözü geçen eser, 53, s.); Altaycada yâmiril-
'einstürzen, zerschmettern, zerstört werden' (R a d 1 o f f, Wb. III, 392);
Kazan Türkçesinde yimerel- 'einfallen, einstürzen, zusammenstürzen'
(B a 1 i n t, sözü geçen eser, II. 84. s.); Çuvaşçada 'zerbrechen'
intr. ( P a a s o n e n ) ; Çağataycada idem (Kunos); Uygurcada idem
( C a f e r o ğ l u , Uygur sözlüğü) ve saire.
Türkçe karşılıklardan Arapça karşılığın mânasına aşağı yukarı
uyan tek kelime Tarama Dergisinin 379. sahifesinde inşikak [etmek]
maddesinde geçen ve Tarama Dergisine göte Kamus-u Turkî'den
alınan yimrilmek kelimesi olsa gerek. Ancak bu kelimeyi de Kamus-u
Turkî'de bir türlü bulamadık.
108. sındı 'kırıldı' — Kelimenin "Dizim»-de verilen bir yığın lüzumsuz
karşılığı hakkında 1. maddeye bakınız.
109. kertindi 'kertildi' fiilinin yanında bu fiilin homoniması olan
kartın- 'etre brise' fiili BA'ın kitabına girmemiştir. Kelimenin Arapça
karşılığı olarak geçen şeklinin 'etre brise, casse; etre emiette'
( B i b e r s t e i n - K a z i m i r s k i ; Belot) mânasını'at-Tuhfat'-ın eski
sahiplerinden birisi bilmiyerek veya sırf bu mâna ile iktifa etmiyerek
yanına daha bir şeklini da kaydetmiştir. (Bu sonuncu şeklin
mânası hakkında kökünün 'tailler, faire des entailles sur quelque
chose' Belot mânasını dikkat nazarına alınız.) İmdi BA. eserinde
32 T. HALASİ KUN
ancak sonradan ilâve edilen şeklinin mânasını verip asıl ve ilk
defa olarak kaydedilen şekliyle hiç meşgul olmamıştır. Hareket
tarzının doğru olmadığını ve kartın- fiilinin yalnız değil, fakat
mânasının da dikkat nazarına almak lâzım olduğunu kârtinfiilinin
Türkçe karşılıkları da teyidetmektedir. Nitekim K a ş g a d ı ' n ı n
sözlüğünde kârtiln.âk fiili 'eingeschnitten werden' yanında 'erschüttert
werden' ( B r o c k e l m a n n , MW.) veya Kumancada, Altaycada, Teleutçada,
Ltbedcede, Şorcada, Küerikçede, Anadolu Türkçesinde, Çağataycada
geçen kart- fiili 'einkerben' yanında Altaycada 'nagen, zernagen',
hattâ Teleutçada 'Fleisch in kleine Stücke zerhacken' mânalarında
da geçmektedir (Radloff, Wb. II, 1102).
Bittabi bütün bunlara göre BA'ın eserinde geçen 54. not tamamen
lüzumsuzdur.
110. sorundı 'sündü' — Arapça karşılığına göre mukakkak 's'etirer,
s'etendre' mânasında olan bu kelimeyi Türkçe karşılıkları buiununcaya
kadar "müphemler,, arasına koymalıyız. Galiba kelime 'at-
Tuhfat'-ın eski sahiplerince de meçhuldü. Kelimenin yanına Türk
dillerinin en çoğunda mevcut olan sün- fiilinin kaydı herhalde böyle
bir ihtiyaçtan doğmuş olsa gerek.
111. uyaldı 'utandı' — Kelimenin "Dizim„-de verilen bir yığın lüzumsuz
karşılığı hakkında 1. maddeye bakınız.
112. utandı 'utandı' — Kelimenin "Dizim„-de verilen bir yığın lüzumsuz
karşılığı hakkında 1. maddeye bakınız.
113. tişikti 'şekketti, işkillendi' — Kelimenin BA'ca verilen mânasını
kabul etmemekteyiz. Çünkü bunun Arapça karşılığı olan
şekli L a n e ' i n veya Belot'nun sözlüklerine göre tamamen başka
mânalarda geçmektedir. Böyle olmakla beraber kelimemizin Türkçe
karşılığı bizce meçhul oluşundan dolayı tisik- fiilini bu Türkçe karşılıklar
çıkıncaya kadar halledilmemiş kelimeler arasına koymak gerektir.
114. ilindi 'birbirine girdi, karıştı' — Kelimenin BA'ca verilen
mânasını kabul etmemekteyiz. Kelimenin Arapça karşılığı olarak geçen
şeklin mânası 'se piquer; s'enferrer; ete' (Dozy, Suppl.) dır
ve bu mâna fiilimizin Tarançı lehçesinde ve Sagaycada geçen il- fiiliyle
karşılaştırılmalıdır. il- fiilinin Tarançı lehçesinde ne gibi mânalarda
geçtiği hakkında Radloff sözlüğünün şu misaline bakınız: maldi
müs-mınâ ilip aq talaiğa tastap çadır 'das Maral spiesste das Vieh auf
seine Hörner auf und warf dasselbe in's weisse Meer' (I, 1473).
115. kurdı 'kurdı' - Kelimenin BA'ca verilen mânasını kabul
etmemekteyiz. Kelimenin Arapça karşılığı olarak geçen şeklinin mânası
'mettre la corde â (un arc)' ( B e l o t ) dır ve bu mânada- olan
fiilimiz Kıpçak dil yadigârlarının qurdu 'yaya veterini bağladı' (ed.
C a f e r o ğ i u, 82. s.); qur- 'den Bogen spannen (ed. H o u t s m a, 88.
s.) şeklinde geçen fiillerle karşılaştırmalıdır.
116. kirişledi 'kirişledi, kurdı' - Kelimenin mânası ve okunuşu
kısmen yanlış, kısmen pek sathî bir surette tesbit edilmiştir. Okunuşu
kirslâ- olan bu kelimenin Arapça karşılığı olarak geçen şeklinin
mânası 'mettre la corde â (un arc)' ( B e l o t ) dır ve kelimemiz Anadolu
Türkçesinde kirislâ- 'mit einer Saite oder Sehne versehen' (Rad-
Ioff, Wb, II, 1360) kelimesiyle karşılaştırılmalıdır.
117. azdı 'yarıldı' - Kelimenin "Dizim„-de verilen bir yığın lüzumsuz
karşılığı hakkında 1. maddeye bakınız.
118. kırdı 'kırdı' — Kelimenin bütün mânaları BA'ca verilmemiştir,
çünkü mevzüubahis kelimenin altına daha bir 'couper' mânasında
olan Arap fiili de kaydedilmiştir. qîr- fiilinin bu ikinci mânası
Altayea ve Teleutçada geçen qir- fiilinin 'rasieren (den Bart)' (Rad 1 of f,
Wb. II, 734) ve İbnü Mühenna'nın eserinde mevcut olan kır- fiilinin
'kırkmak' A b d u l l a h T a y m a s [ B a t t a l ] , İbnü-Mühennâ Lügati,
43, s.) mânasiyle karşılaştırılmalıdır.
119. — Maalesef burada satırlar pek siliktir. Bizce bu silik
yerde, B A' ın dediği gibi bir değil, iki silik Türkçe kelime olsa gerek.
120.yiglendi 'hastalandı' - Kelimenin B A', ca verilen okunuşunu
şüpheli görmekteyiz. Kelimenin asıl nüshada geçen yazı
şekli yiyiklân- olarak okunmalıdır. K a ş g a r l ı ' n ı n sözlüğünde geçen
yiklâmâk, Iklamak 'krank sein'; iklânmâk 'ein wenig krank werden
(Mann)' ( B r o c k e l m a n n , MW. 65. s.) misalleri dikkat nazarına alınırsa
kelimenin muhtemel okunuşu yine de yiklân- olmalıdır.
121. başladı 'başladı' — Kelimenin "Dizim„-de verilen bir yığın lüzumsuz
karşılığı hakkında 1. maddeye bakınız.
122. kaldıradı 'kalkıdı' — Kelimenin B A' ca verilen mânasını ve
"Birkaç düzeltme„-de geçen 4. notunu kabul etmemekteyiz.
Kelimenin Arapça karşılığı olarak verilen şeklinin mânası
'kalkıdı' değil, 'trembler' (Belot) dir ve bu mânada olan qaldîra- fiilimiz
Troki Karaimcasının galtra- 'zittern, sich zurückziehen' (Kowa1-
ski, sözü geçen eser, 210. s.); Altaycanın, Teleutçanın, Lebedcenin,
Şorcanın, Kazan Türkçesinin, Sagaycanın, Koybalcanın, Kaç lehçesinin,
Küerikçeain galtra- 'zittern, knarren, klappern' (Radlo ff, Wb. II, 261);
Kazakçanın, Altaycanın, Sagaycanın, Koybalcanın qalt'ira- 'zittern, erzittern,
klappern'(Radloff,Wb.II, 263) ve saire şekilleriyle karşılaştırılmalıdır.
"Birkaç düzeltme„-nin 4. notunda kaydedilmiş olanlara gelince
ilkin şunu söylemeliyiz ki, 'at-Tuhfat' haşiyesinin olarak okunması
imkânsız gibi görünmektedir. Böyle bir okunuşa ne bu Arapça
fiilin yazı şekli, ne de fıilinin mânası müsaade ediyor. Bizce bu
haşiyenin okunuşu 'claquer (dents)' mânasında olan(Dozy, Suppl.)
şeklinden başka bir şey olamaz, nitekim çaldîra- fiilimizin 'at Tuhfat'-ta
geçen bu ikinci mânası qaltîra- fiilinin Kazakçada, Altaycada, Sagay-
A. Ü. D. T. C. F. Dergisi F.3
PHİLOLOGİCA I. 33
34 T. HALASİ KUN
cada, Koybalcada geçen 'klappern' mânasiyle güzelce birleşmektedir.
Netice olarak qald'ira- fiilinin mânası 'at-Tuhfat'-a göre 'trembler,
claquer (dents)' olmalıdır.
123. tirpitildi 'kararsız olda, kararsızlaştı' - Kelimenin B A'ca
verilen mânasını kabul etmemekteyiz. Fiilin Arapça karşılığı olarak
geçen şeklinin mânası 'marcher avec precipitation' ( D o z y, Suppl.
dır ve 'at-Tuhfat'-ın kenarına kaydedilmiş Arapça şeklinin
mânası için kökünün 1. 'battre (des oeufs); 2. 'remuer vivement
des pois chiches bouillis â l'eau puis meles d'huile froide et de jus
de citroa'; 3. 'marcher'les bras ballants'; 4. s'agiter' ( B a r t h e l e m y )
mânalarını dikkat nazarına almalıyız.
İmdi tîrpilda- fiilinin Türkçe karşılıklarından Kazan ve Tobol
Türkçesinin tîrb'ilda- 'sich hin und her bewegen, strampeln' ( R a d 1 o f f,
Wb. III, 1330); Kazan Türkçesinin tîrpilda- 'mit den Beinen strampeln'
(Radloff, Wb. III, 1329), 'zucken (mit dem Fusse)' (Balint, sözü
geçen eser, II. 115. s.) şekillerini de dikkat nazarına alırsak, fiilimizin
'at-Tuhfat'-ta ' s'agiter, se demener' mânalarında geçtiği kendiliğinden
anlaşılır.
114. kavuştı 'kavuştu', düzeltmelerde: 'kavuştu (?)' -Kelimenin
BA'-ca verilen mânasını ve okunuşunu kabul etmemekteyiz. Kelimenin
okunuşu: qos-, mânası ise: 'commüniquer une chose â quelqu'un; pre-
Scrire, ordonner' olacak. .
Fazla tafsilât için 95. maddeye bakınız.
125. söydi 'sevdi' — "Dizim,, - de kelimenin Codex Cumanicus'ta
geçen sev-,söv-, sög- 'lieben' karşılıklarının (G r ö n b e c h, Wb. 218. s.)
zikri faydalı olurdu.
126. bayandı 'beğenmek' — Kelimenin B A 'ca verilen kalın okunuşunu
kabul etmemekteyiz. Kelimenin Türkçe karşılıkları dikkat
nazarına alınınca okunuşu bâyândi olmalıdır.
127.beğendi 'beğendi' — Kelimenin yanına B A'ca kaydedilen
"Türkmenler derler,, kaydı 'at-Tuhfât'-ın aslında mevcut olmadığından
dolayı yersizdir.
128. sovarundı 'sıyrıldı' — Kelimenin "Dizim„-de kaydedilen sovrundı
ve " Sözlük „ tercümesinde geçen sovurundı okunuşunu kabul etmemekteyiz.
Fiilimizin Troki Karaimcasında geçen savur- 'herausziehen, herausreissen'
(Ko w al s ki, sözü geçen eser, 253. s.) veya Çağataycada
geçen suğurun- 'sich oder für sich ausziehen' (Radloff, Wb. IV, 758)
karşılıklarını dikkat nazarına alarak, kelimemizin doğru okunuşu: suvurun-
olsa gerek.
129 suvaran- fiilinin sinoniması olarak 'at-Tuhfat'-ın kenarına kaydedilen
suvurul- 'echapper (de mains)' kelimesi BA'ın kitabına girmemiştir.
PHİLOLOGİCA I. 35
130. yîyîn- fiilinin sinoniması olarak 'at-Tuhfat'-in kenarına kaydedilen
yîğîn- 'etre reuni' kelimesi B A 'ın kitabına girmemiştir. Fiilin
Türkçe karşılıklarından meselâ Lebedcede, Küerikçede ve Anadolu
Türkçesinde geçen yîğîn- 'angehâuft, aufgehâuft seîn, sich anhâufen'
(R a d 1 o f f, Wb. III, 470) kelimelerini zikredebiliriz.
131. aylandı 'çerçevelendi' - Kelimenin BA'ca verilen mânasını
kabul etmemekteyiz. Bunun Arapça karşılığı olarak geçen şeklinin
mânası 'se tourner, se retourner, se tourner dans un autre sens'
(Dozy, Suppl.)dır ve bu mâna fiilimizin Teleutçada, Altaycada, Lebedcede,
Şorcada, Koybalcada, Sagaycada ve sairede mevcut olan aylanfiilinin
1.'sich drehen, umwenden, sich um Etwas herumdrehen, herumgehen
um Etwas, schweben (vom Vogel)'; 2. Vom Wege abweichen,
einen Umweg machen'; 3. 'zurückkehren, nach Hause umwenden';
4, 'sich abwenden, von Etwas abstehen, sich lossagen' ve saire mânalariyle
(Radi off, Wb. I, 36) karşılaştırılmalıdır.
Netice olarak aylan- fiilinin mânası 'at-Tuhfit'-a göre 'se tourner,
se retourner' olmalıdır.
132. değrindi 'değirmi oldu' — Kelimenin B A 'ca verilen mânasını
kabul etmemekteyiz. Ayrıca şuna da itiraz olunabilir ki, BA. 'at-Tuhfat'-
ın aslında, sahife kenarında geçen bu kelimeyi notlar arasına
değil, "Sözlük„-ün tercüme kolonlarr içine koymuştur.
Kelimenin Arapça karşılığı olarak geçen şeklinin mânası 'se
tourner, se retourner, se tourner dans un antre seas' ( D o z y , Suppl.) dır
ve bu mâna fiilimizin Çağataycada mevcut olan tâgrân- fiilinin 'einen Kreis
bilden, sich drehen, sich im Kreise bewegen' (Radloff, Wb. III, 1039)
mânalariyle karşılaştırılmalıdır.
Netice olarak dagrin-, dâgrân- şeklinde okuduğumuz bu kelimenin
mânası: 'se tourner, tournoyer' olacak.
133. kevşendi 'geviş getirdi' — Kelimenin BA'ca verilen okunuşunu
kabul etmemekteyiz. Kelimenin 'at-Tuhfat'-ta geçen yazı
şeklini küsân- olarak okuyup Kumancada küsen- 'wiederholen' (G r ö nbech,
Wb. 161 s.); Karaçaycada k'ühn- 'wiederkauen' (Pröhle,
KSz. X. 112. s.) fiilleriyle karşılaştırmalıyız.
134. savladı 'dâva etti' — Kelimenin B A 'ca verilen okunuşunu ve
kelime dolayısiyle "Dizim„-de kaydedilen notunu kabul etmemekteyiz.
Kelimenin yazı şeklini 'at-Tuhfat'-ta bol bol geçen analogieler
yüzünden davlad'i- olarak okumalıyız. Bu okunuş fiilimizin
Kazan Türkçesinde daula- 'gewalt antun' (Balint, sözü geçen eser,
II. 128. s.); Karaçaycada daula- 'verklagen' ( P r ö h l e , KSz. X. 99. s.);
Balkarcada daula- 'streiten, streitig machen; einen Prozess fuhren'
( P r ö h l e , KSz. XV. 217. s.) karşılıkrariyle güzelce birleşmektedir.
135. tutuktı 'kızardı' - Kelimenin BA'ca verilen okunuşunu kabul
etmemekteyiz. Bu kelimenin Kazan Türkçesindeki tutîg- 'rosten' (Rad36
T. HALASİ KUN
i off, Wb. III, 1482); veya Kırgızcadaki totuq- 'pomnet', 'zagoret ' (o
litse)' (Yudakhin) karşılıkları fiilimizin ilk hecesinde bir o-nun bulunduğunu
teyidetmekledir. Buna göre fiilimizin doğru okunuşu totuqolsa
gerek.
136. sin- fiilinin sinoniması olarak kaydedilen yegi- fiili BA'ın
kitabına gitmemiştir. Kelimenin Türkçe karşılığı bizce de malûm olmadığından
dolayı bu fiil hakkında fazla malûmat verememekteyiz.
137. tınıştı 'rahat etti, dinlendi' — Kelimenin B A 'ca verilen okunuşunu
ve mânasını kabul etmemekteyiz.
Bu kelimenin Arapça karşılığı olarak geçen (okul)
şeklinin mânası 'sentir mauvais (eâu, viande)' (Belot)dır ve bu mâna
fiilimizin K â ş ğ a r l ı ' n ı n sözlüğündeki tü'çimaq: 'faulen (Fleişch)'; tançamaq
(tançğamaq) 'stinkend werden (Fleisch)' (Brock elmann, MW.
194 ve 206. s.) karşılıklarının mânalariyle güzelce birleşmektedir.
Netice olarak tîniç- diye okuduğumuz (12. maddeye bakınız) bu
kelimenin mânası 'sentir mauvais (eau, viande) 'olacak.
138. karangıdı 'karanlık oldu' — 'Devenir sombre. (se dit d'une
nuit) ; s' assombrir, s' obscureir' mânasında olan qaranğ'i- fiilinin Söz
Derleme Dergisi 835. sahifesinde kaydedilen karanğımak 'karanlık basmak,
hava kararmak: Ortalık karanğıdı' ( Genezin 'Avanos - Kırşehir')
karşılığının "Dizim„-de zikri faydalı olurdu;
139. 'Vieillir devenir vieux' mânasında olan qari- fiili B A' ın kitabının
"Sözlük,, tercümesine girmemiştir. B A. tarafından verilen "Birkaç
düzeltme,, -de de ancak Atıf T üz ü n e r 'in himmetiyle sonradan ilâve
edilmiştir.
140. tatandı 'tat aldı' — tatin- fiilinin sinoniması olarak asıl nüshanın
sahife kenarına kaydedilen bu kelimenin notlar arasına değil,
fakat "Sözlük,, kolonları içine konulmasına doğru bulmamaktayız.
141 pisti 'pişti'"-Asıl nüshanın sahife kenarına kaydedilen bu
kelimenin BA' ca notlar arasına konmıyarak "Sözlük,, kolonları içine
konulmasını doğru bulmamaktayız. Ayrıca kelimenin " Dizim„-de geçmeyişini
de noksan sayıyoruz. .".''.'""
Hattâ' şuhu da' söylemeliyiz ki, B A. kelimenin mânasını, Arapça
karşılığını iyi okumamakla beraber, tesadüfen iyi bir şekilde tesbit etmiştir.
B A'a göre fitlimizin Arapça karşılığı olarak okunmalıdır. Eğer bu
okunuşu kabul edersek şeklinin 'rötir, se rötir, etre roti'(Belot)
mânalarını da kabul etmemiz lâzımdır. Asıl güçlükler ise burada başlamaktadır,
çünkü 'rotir, se rôtir, etre rôti' mânalarını bizce okunuşu bisolan
fiilimizin 'cuire, faire cuire' mânasiyle birleştirmek imkânsız gibi görünmektedir.
Fiilimizin Arapça karşılığı olarak değil, fakat asıl nüshada
da mevcut olduğu gibi olarak okuduğumuz takdirde bütün
bu güçlükler ortadan kalkmaktadır, çünkü 'etre cuit â poînt (mets)'
mânasında olan bu şekil (B e i o t) falımızın bis- veya pis- şeklinde olan
Türkçe karşılıkların mânalariyle güzelce birleşmektedir.
PHİLOLOGİCA I. 37
Eğer "Sözlük,, tercümesini ayrıntılarında değil de, kendi bütünlülüğünde
inceliyecek olursak, o zaman yukarıda 141 maddeyi ihtiva
eden listeye göre bir nevi istatistik olarak şunları tesbit edebiliriz:
İlk önce 'at-Tuhfat'-ın el yazmasına göre hemze ayrımında bulunan
289 kelimeden Besim A t a l a y ' ı n kitabına 16 tanesi girmemiştir.
Bundan başka şunu da tesbit etmek mümkündür ki, mevzuubahis kısımda
47 kelimenin mânası ve ayrıca 47 kelimenin okunuşu yanlış
veya şüphelidir. Nihayet bazı meseleler veya mülâhazalar dolayısiyle
ayrıca birer madde halinde üzerinde durmuş olduğumuz kelimelerin
sayısı da 54-tür.
Bu rakamların ifadeleri gayet açıktır. Bunlarla ilgili olarak bir şey
kaydetmemiz lazımsa, "Sözlük„-ün diğer harflerinde bu nispetlerin herhalde
daha kötü olacağını söyliyebiliriz. Besim A t a l a y ' ı n en az
3.000-e yakın olan kelime sayısı ile 'at-Tuhfat'-ın el yazmasında bulunan
bütün kelimeler arasındaki büyük fark bunu göstermektedir. (Fazla
tafsilât için 11. sahifeye bakınız.)
Tanıtmamızın tamam olması için "Sözlük,, tercümesinin ilk harfinin
tahlilinden sonra şimdi "Gramer,, kısmının tercümesiyle, sonra da "Dizim,,
kısmının yapılış şekliyle meşgul olmamız gerekirdi. Fakat tanıtmamızın
bu şekliyle de pek uzun olduğunu ve nihayet mütehassıslarınca Bes
im A t a l a y ' ı n eserinin kıymeti hakkında bu söylenenlerle de yeter
derecede açık bir fikir elde etmek mümkün olduğunu dikkat nazarına
aldıktan sonra bizce zaten lüzumsuz olan "Gramer,, kısmının tercümesiyle
(8, sahifeye bakınız) ayrıca meşgul olmayı fazla bulduk, aynı
sebeple, yani tanıtmamızı uzatmıyalım diye "Dizim„-le de daha yakından
meşgul olmadık.
B e s im A t a l a y ' ın eserinin son, "Tıpkıbasım,, kısmına gelince, bunun
hakkında bu kısmın faydalı olduğunu söylemekle beraber asıl el
yazmayı da tanıdığımız için artık bugünkü ihtiyaçları tamamiyle tatmin
etmediğini söylemek zorundayız. Besim A t a l a y ' ı n eserinin bu
eksikliği büsbütün naşire yükletilemez. Maalesef, bizim de birçok kere
işittiğimiz gibi, Türk Dil Kurumunun bir offset makinesi yoktur ve böylece
bu teknik noksanı telâfi etmek bugün için imkânsızdır. Bununla
beraber son dil kurultayının Türk Dil Kurumuna tıpkıbasım neşriyatı
için bir offset makinesi temin edilmesi hakkındaki kararının pek yakında
gerçekleşeceğini temenni ederiz. Bu gerçekleşmeden sonra hem 'at-Tuhfat'-
ın yeni offset makinesiyle tıpkıbasımlariyle verilmesi, hem de
İstanbul kütüphanelerinin gayet zengin Osmanlı, Kıpçak ve Türkistan
dil yadigârlarını ihtiva eden muazzam bir tıpkıbasım yayın serisi Türk
ve bütün dünya mütehassıslarına sunulabilecektir.
18 Şubat 2011 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)