25 Kasım 2015 Çarşamba

Kimekler / Prof. Dr. Bolat Kumekov

Kimekler / Prof. Dr. Bolat Kumekov
Batı Göktürk Kağanlığı'nın yıkılışından sonra göçebe ve yarı göçebe Türk kökenli kavimler bugünkü Kazakistan topraklarında üç muazzam devlet kurmuşlardır:
Yedisu Bölgesinde Karluk sosyal etnik birliği,
Sır Derya'nın orta ve aşağı havzasında ve Aral civarı bozkırlarında Oğuz Yabgu Devleti,
Kazakistan'ın kuzey, güney ve merkez bölgelerinde Kimek birliği.

Kimeklerin eski tarihi "İyanmo" kavimi ile alakalıdır.
Bu kavimin adı Çin kaynaklarında, VII. yüzyıl Batı Türk yurdunda vuku bulan olaylarla ilgili olarak geçer. Sinologlar İyanmo kavminin Yemek ya da İmek kavimi olduğunu sanmaktadırlar.
Bir çok araştırmacının da dediği gibi kelimenin ses değişikliği
Kimek olabilir.
Araştırmacıların Kimek ve Kıpçakların tamamen aynı kavim olduğu hakkındaki fikirleri yanlıştır.
Çünkü ortaçağ yazılı kaynaklara bakarak bunların köken akraba ama ayrı ayrı kavim olduklarını kabul etmeliyiz.
İyanmo, topluluğu kuzey-batı Moğolistan'ın Kobdo bölgesinde VII. yüzyılda yaşamıştır.
Onların doğusunda Oğuzlar, güneyinde Türkeşler ile Karluklar yaşamakta idi.
VII. yüzyılın ortalarında İymekler (Kimekler) kuzey Altay dağlarına ve İrtiş ırmağı civarına doğru göç etmişlerdir. 
Bu kavimin güçlenmesi 656 senesinde Batı Göktürk devletinin yıkılışından sonradır. 
Asıl bu zaman Kimek kavim birliğinin esası oluşmuştur. 
Kimek kavimlerinin lideri "Şat-tutuk" ünvanını taşırdı. Şat-tutuk ünvanının Türkler arasında geniş bir şekilde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu unvana birçok defa VII-IX. yüzyıllara ait eski Türk yazıtlarında da rastlanmaktadır.

VIII. yüzyılın ikinci yarısı ve IX. yüzyılın başında Kimek kavminin üç ana istikametteki göçü başlıyor.
Bunlar
Güney Ural'dan kuzey batıya (esas Kıpçaklar);
Güney Kazakistan ve Sır Derya bölgesinin güney-batısına doğru;
güneyde kuzey-doğu Yedisu sınırlarına kadar uzanmakta idi.
766 ve 840 yılları arasında Kimekler Batı Altay, Tarbagatay ve Alagöl'ü içine alan bölgeyi işgal etmişti.
Bu bölge Doğu Türkistan'da hüküm süren Tokuz Oğuzların kuzey sınırlarına kadar uzamakta idi. Onların arasındaki sınır bölgeyi Cungar sıradağları oluşturuyordu.

840 yılında Merkezi Moğolistan bölgesindeki Uygur Kağanlığı'nın yıkılışından sonra dağılan kavimler (Eymur, Bayandur, Tatar) Kimek birliğine katıldılar.
Tam bu sıralarda Kimeklerin yedi kavimden oluşan federasyonu teşekkül etmiştir.
Bundan sonra Kimek kavminin lideri baygu (yabğu) unvanını taşımaya başlar.
Yabgu unvanı şad unvanından daha üstündür. Yabgu unvanının değişik Türk kavimlerinin (Karluk, Oğuz, Uygur) hükümdarları tarafından kullanılmakta olduğu bellidir.

Kimek konfederasyonu siyasi bakımdan Türk kökenli kavimlerle beraber daha sonra Türkleşen Orta Asya'daki Tatar (bunlar daha önce Dokuz-Oğuz'lara dahildi) grupları ile de sıkı siyasi ve kültürel bağlaıda bulunmakta idi.
Kimek kavminin birliği akraba esaslı bir birlik değil; idari-bölgelerin birliği niteliğindeki bir birliktir.
Sosyal bakımdan ise, Kimek birliği akraba kavimler düzeyine göre veya kavimlerin kendi aralarındaki heriarşik veya vassal (tabi) statülerine göre toplumun sıkı düzeninde yer alırlardı.
IX. yüzyılın başlarında Kimekler Sır Derya'ya doğru ilerlediler.
Sonra Karluklarla birleşerek Oğuzlara Kangar-Peçenek kavmini yenmede yardım ederek, onları Sır Derya ve Aral bölgesinden göç etmeye zorladılar.
Kimek Kağanlığı'nın Kuruluşu
VIII. yüzyılın sonu ve IX. yüzyılın ikinci yarısında vuku bulan olaylar sırasında Kimekler Orta İrtiş bölgesinden Cungar sahasına kadar olan topraklara iyice yerleşmişlerdi. Kimeklerin güney Ural (Yayık) ve Sır Derya havzasına kadar ilerlemeleri Kimek devletinin oluşmasında önemli etken oluşturmuştur.
Kimek devleti hakkındaki ilk bilgiler IX. yüzyıl sonu ve X. yüzyıl başlarında yazılan Arapça tarihi-coğrafi eserlerde rastlanmaktadır. Bunların arasında mesalik yazarlarından Yakubî'nin verdiği bilgilerin net ve gerçekçi olmasıyla, eserde geçen Kimek ve diğer Türk kökenli devletler hakkında izah ettiği ifadeler çok büyük önem kazanmaktadır.
Yakubî eserinde: "Türkler çeşitli cinsler ve ülkelere ayrılır.
Bunların bazıları Karluklar, Tuguzguzlar (Dokuz Oğuzlar), Türgişler, Keymaklar ve Oğuzlardır.
Türklerden her cinsin ayrı bir ülkesi vardır. Birbiriyle harbederler" demektedir.

Kimekler hakkında İbn Fadlan'da ilginç bilgiler bulunmaktadır (X.yy). 

Yazar: "Oğuzlar, Dokuz Oğuzlar ve Kimekler Türk kavimlerinin en güçlüleridir ve onların herbirinde birer hükümdar bulunmaktadır" der. 
Arap coğrafyacıları İstahri ile İbn Havkal Türk hükümdarlarının kendi ülkesinin özelliklerini taşıması ile ayırt edildiğini belirtmektedir.

Kimek hükümdarları başkalarından daha kuvvetli idiler.
IX. yüzyılın sonu ve X. yüzyılın başı Kimek Kağanlığı'nın kuruluşundan itibaren hükümdarlar en yüksek unvan olan Kağan (hakan) unvanını taşımaya başlamıştı. 
Hakan Türklerin en büyük hanıdır. Hakan hanların hanı demektir. Yani hükümdarların hükümdarı. 
X. yüzyıl alimi Harezmi'nin belirttiği gibi Farsların şahinşahları gibi kağan unvanı yabgu unvanının iki kat üstünde bir unvandır. Böylece, Kimek toplumunun sosyal ve siyasi gelişmesi ile kavimlerden devlet oluşmasına geçen süreç içerisinde, hükümdarlarının çeşitli unvanlar taşımaları alt kısımdaki şad-tatuk ve yabgulardan başlayarak kağana kadar yükselmekte idi. 
Aynı zamanda Eski Türk soyluları için kullanılan unvanlar: şad (uluğ şad), kiçig, kağan, uluğ kağan gibidir.
Görüldüğü gibi, Kimeklerle eski Türk unvanları arasındaki bağ kopmamıştır.
Bu durum Kimeklerle eski Türklerin vatanı olan bölgeler arasındaki bağı da göstermektedir.

Kimek hükümdarı gerçek bir hakimiyete sahipti.
Kendi ülkesi çerçevesinde, kağan kavmin ileri gelenlerinden hakimler tayın etmektedir.
İktidara miras yolu ile geçme kuralı sadece hakan ve ailesi için geçerli değil aynı zamanda kavim ileri gelenleri için de söz konusu idi.
Bunun için Kimek kağanı tarafından tayın edilen 11 bölgenin hakimliği miras yolu ile onların çocuklarına geçmekte idi.

Kimek Kağanlığı'nın kuruluşunda, kavimler birliği kuruluşunda olduğu gibi askeri birlikler büyük önem taşımakta idi.
Hakimler aynı zamanda asker başı idiler. Hakan onlara hizmetleri için ülke topraklarından bölgeler armağan ederdi. Bölge hakimlerinin Hakan'a belli bir sayıda asker gönderme mecburiyeti vardı.
Bu bölgelerdeki etnik yapı genellikle bir kavime mensup ailelerden oluşmaktadır. Bölgesel kavim sisteminin ortaya çıkması, toplum yapısında verilen büyük araların nedeni idi. Bölge hakimleri anlaşıldığı gibi Hakan'ın hakimiyeti altında idiler.
Bölge hakimliği ve askeri önderliği aynı zamanda elinde bulunduran böyle kalabalık kavimler birliğinin ileri gelen kimseleri, zamanla kendi ekonomik gelişmelerini ve siyasi güçlerinin artmasını sağlamıştı.
Bunlardan bazıları zamanla merkezi hakimiyeti elle geçirmeye çalışan yarı bağlı devletler haline gelmiştir.
Arap coğrafyacısı İdrisi (XII.yy.) Kimekler ülkesini anlatırken kullandığı Kimek Kağanı'nın oğlu Canah İbn Hakan al-Kimeki'nin (X yada XI.yy.) eserinden yola çıkarak Kimeklerdeki bölgeleri ve onların egemen hükümdarları hakkında yazmaktadır.
Onların konakları yüksek duvarlarla çevirili şehirler ve surlarla donatılan yüksek tepelerde yer alan kaleler idi.
Böyle şehir ve kalelerde hakimler çok sayıda asker bulundurmakta idiler.
Onların hazine ve malları ulaşılması zor dağlık bölgelerde hanların emri ile sıkıca korunan kalelerde muhafaza edilmektedir. Kimek kağanının ordası yüksek duvarları ve demir kapıları bulunan İmekya (Kimekiya) şehrindedir.
Şehirde onun çok sayıdaki ordusu ve hazinesi bulunmaktadır.
Aslında Kagan hakimiyeti ile devlet hakimiyeti arasında bir fark yoktu.

Farsça anonim eser Hudud ül-Alam (X.yy.)'da geçen 11 hakim hakkındaki bilgi ve İdrisi'nin Kimek kağanının hacibi, veziri adaletli ve devleti sağlam şeklindeki sözleri, hakimiyetin tek elden sağlandığını gösterir.
Hakimiyet ne kadar iptidai olursa olsun, bu ilk önce toplumun sosyal tabakalara ayrılması sonucudur.
Ortaçağ kaynaklarında belirtildiği gibi Kimeklerde sosyal farklılıklar mevcuttu.
İran tarihçisi Gerdizi (XI.yy.)"Kimeklerde çobanlar kendi sahibinin hayvanlarına bakardı, ayrıca kışa hazırlık olarak herkes kendi varlığına göre koyun, at veya inek etlerini kuruturdu" diye yazmaktadır.
İdrisi'ye göre kırmızı, sarı ipekten yapılan giysileri sadece varlıklı insanlar giyerdi ve böylece kendilerinin sıradan göçebelerden ayrıt edilmesini de sağlıyorlardı.
Aynı müellifin dediklerine göre şehirde atlı askerlerin yanısıra yaya süvariler de bulunmakta idi.
Bu yaya askerlerin iki çeşitten oluştuğu şüphesizdir. Birileri yoksul göçebeler, diğerleri ise tutsaklardır.
Kimek kavimlerine ait arkeolojik buluntularda ölülerle beraber gömülen eşyaların pahası ve diğerinin aynı olmadığını görülmektedir.

Kimek toplumundaki sosyal farkın gittikçe belirgin hale gelmesi bir yandan göçebe aristokrasinin oluşmasını diğer yandan sıradan göçebelerin daha da yoksulluğa düşmesini sağlamıştır.
Bilindiği gibi, hayvanlarının büyük kısmından ayrılan göçebeler mecburen yerleşik (yatuk, catak) hayat tarzına geçmeye başlamıştır. Bu durumu Türk bilgini Mahmud Kaşgari (XI.yy.) de belirtmektedir.
Yatuklar zanaatla, balıkçılıkla uğraşırlardı. Göçebelerin sınırında kışlaklarda yaşamakta idiler.
Bu kışlaklar zamanla şehirlere dönüşüyordu.
Ortaçağ şehirleri artık, sadece birer askeri-idari merkez değil, bunun yanı sıra ticaretin, zanaatın ve ziraatın da merkezi haline gelmişti.
Kimek devletinde vergi toplama işleminin de olduğunu şu kayıta dayanarak söyleyebiliriz: Kimak denizinin sahilinden Türkler tarafından toplanan altından, hükümdar kendi payını alırdı ve kalanı oranın sahibinin olurdu.

Kimeklerdeki yazı hakkındaki bilgimiz Arap seyyah Ebu-Dulafa (X. yy.)'nın "Onlarda kamış yetişiyor, bununla onlar yazıyorlar" demesinden ibarettir. Her halde Kimekler kamış kalemlerle, eski Türk alfabesini kullanarak yazarlardı. Bu düşüncemizi İrtiş nehri ve Tarbagatay dağlarının yakınlarında bulunan IX-X. yüzyıllara ait üzerinde eski Türk alfabesiyle yazılar bulunan tunç aynalar doğrulamaktadır.
IX-XI. yüzyıllarda Kimeklerde eski Türk inancındaki ibadet şekilleri, bunun içinde Tengri'ye ve dedelerinin ruhlarına inanç mevcuttu. İçlerinde bazı gruplar ateşe, güneşe, yıldızlara, nehirlere ve dağlara tapardı. Yaygın inançların biri Şamanizm idi.
Aynı zamanda bazı Kimek boyları Hıristiyan inancındaki Maniliği de benimsemişlerdi.
İslam'ın üst düzey Kimek aristokrasisi arasında yayılmış olması da ihtimal dışı değildir.
En azından "Canah İbn Hakan al-Kimek" ismi buna delalet ediyor gibidir.
Bu konuda bazı Kimek mezarlıklarının Müslümanlara ait olduğunu belirtmeliyiz. Bilindiği gibi, semavi dinlerden (İslam, Hıristiyan) birinin kabul edilmesi toplumun sosyal-ekonomik gelişmesinin göstergesidir.
Sosyal ve kültürel bakımdan Kimekler çoğunlukta VI-IX. yüzyıllardaki Eski Türk geleneklerini geliştirdi ve devam ettirdiler. IX. yüzyılın sonu ve XI. yüzyılın başlarında ise onlar artık gerçek bir devlete sahip olmuşlardı.

Ortaçağ kaynakları Kimeklerin dış politikasında komşuları ile olan münasebetlerinden bize haber vermektedir. Dış politikasında Kimek kağanı başkalarına nazaran teşebüskar idi.
Bu yüzden İdrisi onun hakkında: "Kimek hükümdarı şerefi ile tanınan en yüce hükümdarlardan biridir...
Türk hükümdarları Kimek Hakan'ının hakimiyetinden çekinmektedirler. Onun intikamından korkarlar, gücünden çekinirler ve akın yapmasından sakınırlar. Çünkü bunları geçmişte yaşamışlardı" demektedir.

Kimek hükümdarları güneye yaptıkları askeri akınları sayesinde Tokuz-oguzların topraklarının bir kısmını ele geçirdi.
Bu durum bize Gagan (Ala Göl'ün kuzeyi) nehrinin güney doğusundaki Kimek şehri Karantiya'nın hiçbir zaman Tokuz-oguzlara ait olmadığını göstermektedir.
Kimekler Tokuz-oguzların sınır şehri olan Doğu Türkistan'daki Camlekes'e akınlar yapmıştır. Tokuz-oguzlar X. yüzyılda bu bölgenin sadece bir kısmını ellerinde tutabildiler.

Bununla beraber kaynaklar bazı mühim durumlardan söz etmektedir.
Mesela, barış zamanlarında Oğuzlar Kimeklerin, Kimekler de Oğuzların sınır topakları içerisinde göç edebiliyorlardı.
Bunun içindir ki, Kimek, Kıpçak ve Oğuz kavimleri arasındaki sıkı bağ onların diline ve kültürüne kendi damgasını vurmuştur.

İdrisi'nin kayıtlarına dayanarak Kimek kağanının Yenisey Kırgızlarına da akınlar yaptığı anlaşılmaktadır:
"Kırgız ülkesi tüm şehirleri ile üç günlük mesafededir. Bunlar dört şehirdir. Yüksek duvarlarla çevirili bu şehirlerde çalışkan ve mert halklar yaşamaktadır".
En başta göze alınması gereken şey komşuları ile her zaman önderlik mücadelesi halinde bulunan Kimek hakanı idi.
Diğer taraftan Kimekler ile Kırgızlar arasındaki benzerlik sıkı etno-kültürel bağların nedeniyle açıklanabilir.
Kırkırhan isimli Kimek şehri Kırgız geleneklerine çok benzeyen geleneğe sahip nüfuzu ile tanınmıştır.

Bunun yanı sıra diğer sülale ve halklar da Kimeklerin topraklarına saldırmakta idiler. Karahanlıların Kimek topraklarına, bazen İrtiş'e kadar uzanan saldırıları olduğunu biliyoruz.
X. yüzyılın başlarında Kimek topraklarının sınırları iyice belirlenmişti. Dış münasebetlerindeki Kimeklerin komşularına yaptığı askeri akınlar artık daha çok barış münasebetlerine dönüşüyordu.
Buna Bulgaristan'dan İtil'e, Orta Asya'daki Samanilerden, Oğuzlar, Karluklar, Tokuz-oguzlar ve Kırgızlardan Kimeklere giden çok sayıdaki ticaret yolları dalalet eder.
Ulu İpek Yolu'ndan ayrılan kervan yolları Kimek hakanının İrtiş'teki ordasına uğruyordu.

Kimek Kağanlığı'nın Yıkılışı

X. yüzyılın sonu ve XI. yüzyılın başlarında Kimek devleti yıkılmaya yüz tutmuştu.
Devletin yıkılışının iki nedeni vardır:
İç siyasetinde merkeze bağlı olmak istemeyen Kıpçak hanlarının kendi, özel devlet kurma hareketlerinin güçlenmesi,
dış siyasette ise, X. yüzyılın başlarında vuku bulan Orta Asya'ya olan kavimler göçü idi.
Araştırmacılar bu göçün asıl nedeni olarak Kuzey Çin'de 916 yılında kurulan Loo devletini gösterirler.
Bu devletin aslını Kidanlar oluşturmakta idi.
Devletin genişlemesi ile göçebe kavimler batıya doğru göç etmeye başladılar.
Bu muazzam kavimler göçü kaynaklarda da anlatılmaktadır.
Mesela, Arap-Farsı, Rus, Ermeni, Macar, Bizans ve Suriye kaynaklarında bilgiler bulunmaktadır.
Bunların içinde Arap bilgini Mervazi (XII.yy)'nin eserinde bu olaylar hakkında kafi derecede bilgiler bulunmaktadır.
Eserinde onların arasında (Türklerin) Kun isimli gruplar vardır.
Onlar Çin topraklarından Çin Hakan'ının şiddetinden korkarak göç etmiştir.
Onlar Nesturi Hıristiyanlarıdır.
Onlar kendi ülkelerinden otlak sıkıntısı yüzünden göç etmişler.
İbn Koçkar Harezmşah ta bu gruptandır.
Onları (Kunları) Kay ismindeki diğer kavim takip etmekte idi.
Onlar kalabalık ve güçlüydü.
Kayalar Kunları otlaklarından kovdular.
Bu yüzden Kunlar Sarıların topraklarına yerleşti,
Sarılar ise Türkmen topraklarına göç etti.
Türkmenler Doğu Oğuzların topraklarına kaydı.
Oğuzlar ise Ermeni denizinin yakınlarına Peçenek topraklarına göç etti.
Ermeni denizi dedikleri Karadeniz'dir. Bu kavimler göçü Çin'den Karadeniz'e kadarki halkı etkilemiştir.

Bütün bunlardan şöyle sonuç çıkartabiliriz:
Kun ve Kay kavimleri Kuzey-doğu Yedisu ve İrtiş civarındaki Kimek-Kıpçak kavimlerini sıkıştırarak Kimek devletine darbe vurmuştur. Kay kavimi Kıpçakların Sır Derya bölgesi ile batı Aral ve Kuzey Hazar denizi bölgesindeki Oğuzları sıkıştırarak, onların güney Rusya ve Karadeniz civarına göç etmelerine neden olmuştur.

Kıpçakların Oğuz topraklarını ele geçirmesi, onları eski Kimek-Kıpçak bölgesindeki en güçlü duruma getirmişti. 
Bu olaylar sırasında Kimekler sadece siyasi hakimiyetlerini kaybetmedi aynı zamanda Kıpçaklara tabi olmuşlardır. 
Kimeklerin bir kısmı İrtiş'te kaldı, ikinci kısmı Orta Asya'da Türkistan bölgesine yerleşti. Üçüncü kısmı ise, Kıpçaklarla beraber batıya Güney Rus bozkırlarına doğru göç etti. 
Kıpçaklar Kimek devletinin mirasçısı olmuştur.

Kavim ve Etnik Yapı

Kaynaklarda Kimeklerin Türk kökenli olmadığı konusunda hiçbir bilgi yoktur.
Tam tersine kaynaklar onların eski Türk kavimlerinden olduğunu söylemektedirler.
Kimek adının yazılara geçmesi VIII. yüzyıla aittir.
İbn Hordabih (X. yy.)'in yaptığı büyük Türk kavimlerinin siyasi ve sosyal listesinde Kimekler, Toğuz-oguzlar, Oğuzlar, Peçenek, Karluk, Kıpçak, Azkişami ve Türgeşlerle aynı sırada yer almaktadır.

İlk Kimek federasiyonunun yapısı Gerdizi'nin eserinde anlatılmaktadır. 
Bu birliğe yedi kavim dahildi: Eymür, İmek, Tatar, Kıpçak, Bayandur, Lanikaz, Aclar. 
Bu kavimlerin hiç biri hakkında Gerdizi ayrıca bilgi vermiyor. 
Gerdizi bunların hepsini var oldukları bilinen ve tanılan kavimler olarak algılamaktadır. 
Aynı zamanda Gerdizi onların kökeni hakkında da her hangi bilgi vermiyor. 
Kimek birliğine giren kavimlerin tarihini incelersek, bu onların Kazakistan topraklarına İç Asya'dan geldiklerini göstermektedir. Kimek kavimlerinden ilki olan "Eymür" Oğuzlar arasında da görülmektedir. 
Bir de bu kavime VIII. yüzyılda 12 Uygur boyu arasında da rastlanır. 
Eymürlerin Kimek kavimleri birliğinde ve Sır Derya Oğuzları arasında rastlanması, onların batı ve kuzey-batı istikametlerindeki göçüne dalalet etmektedir. 
Eymürlar ya Kimeklerle ya da Oğuzlarla asimle olmamış, onların birliğine bir kavim olarak katılmıştır.

Gerdizi'de geçen İmek ismi VII. yüzyıl Çin ve kayinamelerinde Türk Yanmo kavmi ile özdeşleşmektedir. 
İslam kaynaklarında bu kavim Hudud ül-Alem'da Kimeklerin baş şehri İmekiya'dan dolaylı zikredilmektedir. 
Diğer kaynaklarda da Kimek kağanının ordası Kimekya olarak geçer. 
Kimek kavimler birliğinin başkanının ünvanı Gerdizi'ye göre "İmek-baygu", Mesudi'ye göre "Kimek-baygu"dur. 
Mahmud Kaşgari'de Kimeklere İmek denmektedir.

Kimek kavimlerinden üçüncüsü Tatarlar VIII. yüzyıl eski Türk yazıtlarında VI. yüzyıl olaylarıyla ilgili Otuz-tatar adıyla zikredilir. Diğer Türk yazıtlarında onlar "Tokuz-Tatar" adıyla meşhurdur.
Tokuz Tatarlarla Oğuzların esas kavimleri arasındaki devamlı siyasi münasebet bize VIII. yüzyılda Tatar kavmine dahil bu grupların Moğolistan'ın kuzey-doğu bölgesinde yaşamakta olduğunu düşünmemizi sağlamaktadır.
740-780 yıllar arasında Tatarlar Uygur kağınlığına dahil oldular.
Uygur kağınlığının yıkılışından sonra Tatarlar Oğuz-Uygur kavimleri ile beraber Doğu Türkistan'a göç ettiler.
Hudud ül-Alem anonim eserinde Tatarlar kesin olarak Tokuz-oguzlara dahil edilmektedir.
Mahmud Kaşgari de Türkçe konuşan kavimler arasında Tatarları göstermektedir.

Kimeklerin akrabası olan Kıpçaklara VIII. yüzyıl ortalarına ait runik yazılarda rastlanmaktadır. 
İslam kaynaklarında Kıpçak ismi ilk olarak İbn Hordadbih'in Türk kavimler listesinde zikredilmektedir. 
S.G. Klyaştorni'ye göre VIII. yüzyıla ait Kıpçakların eski tarihi Çin kaynaklarında geçen Sir (veya Se) kavim adı ile bağlantılıdır. VI. yüzyılın ortalarında Si (Sir) kavmi komşularını kendine tabi etmiştir. 
Hakim boylar diğerlerini kullanarak yeni birlik kurmuştu. 
IV. yüzyıldan VII. yüzyıla kadarki Çin tarih namesinde onlar "Seyanto adı ile meşhur idiler. 
VI. yüzyılın ortalarında Syanto Türk kağanının siyasi hakimiyeti altında idi. 
Onların önemli bir kısmı Hangay'da yaşamakta olup diğer kısmı ise Doğu Tyan-Şan (Tanrı Dağları) bölgesine yerleşmişti. VII. yüzyılın başlarında Syanto Kuzey Moğolistan'da On Tele kavim birliğine hüküm etmekte idi. 
630 yılında bu birlikten ayrılan Syanto Ötüken'in merkezinde kendi Sir devletini kurmuştur. 
Onun sınırları Altay ile Hingan, Gobi ile Kerulenle çevrilmişti. 
Syanto kağanı kuzeyde Yenisey Kırgızlarını hakimiyeti altına almıştır. 
648 yılında Tokuz-oguzlar Syanto'ya büyük bir darbe vurmuşlar, böylece Sir devleti yıkılmıştır. 
Fakat çok geçmeden Sir'ler Göktürklerle birleşerek Merkezi Asya'da en kudretli güç haline gelmişlerdir. 
691 yılında onlar Göktürklerle beraber Tokuz-oguzların birliğini yöneten Uygurları yenerek Ötüken bozkırını ele geçirmiştir. Türkler Sirlerle beraber 742 yılı, Merkezi Asya ve batı Moğolistandaki devletleri yıkılıncaya kadar 50 yıl Tokuz-oguzları yönetmiştir. 
VIII. yüzyıldan itibaren Eski Türk abidelerinde ve İslam kaynaklarında Kıpçak ismine rastlanmaya başlıyor.

İbn Hordadbih artık Kıpçakları Kimeklerden ayrı zikretmektedir. 
Hudud ül-Alam ise Kıpçakları Kimeklerden ayrılmış ve daha iptidai bir hayat şeklini benimseyen halk olarak gösteriyor. 
Kimeklerin batı bölgesine yerleşen Kıpçaklar hala Kimeklerle siyasi bağlılıkların devam ettirmektedirler.
Kıpçak hakimi Kimek kağanı tarafından tayın edilirdi. 
Kıpçaklarla Kimekler arasındaki yakınlığı belirten Mahmud Kaşgari, Kıpçakların kendilerini İmek olarak görmediklerine, onları İmeklerle sadece köken olarak bağlı olduklarına dikkat çekmektedir. 
Böylece tüm eski kaynaklar Kıpçakların VI11 -XI yüzyıllarda Kimek kavimler birliğine (daha sonra devletine) bağlı olduğunu gösteriyorsa da, bu bağın değişik etnik bölgelerde aynı olmadığını ve ekonomik ve hayat tarzı bakımından da bu iki kavim arasındaki farklı bulunduğu ortaya koymaktadır. 
Bu iki kavmin tamamen aynı olduğunu düşünmek yanlıştır. 
Ortaçağ İslam kaynakları bu iki kavmi sadece akraba kavimler olarak algılamamızı sağlamaktadır.

VIII-XI. yüzyıllarda Kazakistan topraklarındaki Kıpçak etnik toplumunun teşekkülü esasen iki etap üzerinde uzun ve karmaşık bir zaman sürecinde vuku bulmuştur. 
Birinci süreç eski Göktürk yurdu olan Kuzey Moğolistan'ın Tokuz-oguzların eline geçmesiyle onlara karşı Türklerle beraber yaptığı savaşta yenilgiye uğramalarıyla Kıpçakların büyük bir kısmı İç Asya'dan 742 yılında İrtiş bölgesine doğru göç etmesi ile başlamıştır. İrtiş'in orta sahasına ve Altay bölgelerine gelmekle Kıpçaklar kendilerini Kimek federasyonunun merkezinde buldular. 
Esas Kıpçak boylarının egemenlik hareketleri VIII. yüzyılda onların Kimeklerden ayrılmalarıyla sonuçlanmıştır.

İkinci süreç VIII. yüzyılın sonu ve XI. yüzyılın başlarına kadarki dönemi içermektedir.
Esas etnik toplulukların kendi aralarındaki münasebet Kimek kavminin pekişmesi sürecinde yürütülüyordu.
Bu dönemde Kıpçaklar eski Başkurt, Peçenek, Karluk ve esasen Oğuz kavimleri ile etnokültürel ilişki içerisinde bulunmuşlardır. Bununla beraber Kıpçak etnik gelişmesinin iç düzeni eski yerliler olan Oğuz, Ugor-Fin, Sarmat ve Alan etnik grupları ile asimile olma istikametinde idi.
Eski kaynaklar her ne kadar Kıpçakları Kimek kavimler birliğine dahil olarak gösteriyorlarsa da, bu bağın değişik etnik topluluklarda farklı olduğunu ve ekonomik yaşam tarzında da belli farklılıkların mevcudiyetini yok saymıyorlar.

Bayandur ismi ilk olarak Gerdizi'de Kimek kavimi olarak zikredilmektedir.
Daha sonra Mahmud Kaşgari ile Reşidüddin bunları Oğuz kavimleriyle beraber göstermektedir.
Bilindiği gibi Bayandurların bir kısmı Kimeklere diğerleri Oğuz kavmine dahil idi.

Altıncı ve yedinci kavimler Lanikaz (V. Minorski bunlara Nilkaz der) ve Aclardır.

840 yılında Uygur kağınlığının Yenisey Kırgızları tarafından yıkılması nedeni ile Kimek birliğinin kavimsel yapısının bir hayli değişikliğe uğradığını görüyoruz.
Göründüğü gibi bu dönemde Eymürlerin ve Bayandurlar Kimek kavimler birliğine dahil idiler ama Sır Derya Oğuzları arasında da görülmekte idiler.
Tatarların Kimeklere katılmaları da bu zaman zarfında gerçekleşmiştir.

Kimek devletinin oluşması sırasında Kimek kavminin içeriği değişikliğe uğramıştır. 
Hudud ül-Alem ile İdrisi'ye göre Kimek devletinin esasını 12 kavim oluşturmaktadır. 
Kimek hakimiyeti altındaki topraklarda Kıpçak birlikleri dışında Kumanlardan da bahsedilmektedir. 
Bu kavimden bazı gruplar XI-XII. yüzyıllarda Kıpçak kavim birliğine dahil olmuştur. 
Ortaçağ İslam coğrafyacıları Kumanları ayrı bir etnonim (isim) olarak zikretmektedir.
Fakat milli ve yabancı tarihnamelerde Kıpçaklarla Kumanların aynı kavim olduğu fikri yaygındır. 
IX-X. yüzyıllara ait yazılı kaynaklarda Kumanlar batı Kazakistan'da yaşamakta ve Kıpçak, Kimek ve Kuman üçlü birliğinin batı kısmını oluşturmakta idi. 
Kumanların esas yaşadığı bölge olarak kuzey Altay bölgesi ve güney Sibirya topraklarını görmeliyiz. 
VII. yüzyılın ortalarında Batı Türk Kağanlığının yıkılması ile, birçok Türkçe konuşan kavim içinde ayrılma olayı gerçekleşir ve aynı zamanda aralarında yavaş yavaş takviye süreci başlamıştır.
Kuzey-batı Altay ve Doğu Kazakistan topraklarında Kimeklerle Kıpçakların etnokültürel birliği oluşmuştur. 
VIII. yüzyıl sonuna doğru Kıpçakların büyük bir kısmı Kumanlarla beraber Kimeklerden ayrılarak Batı İrtiş'ten güney Yayık bölgesine kadar olan topraklara yerleşmiştir. 
X. yüzyıl sonuna kadar Kıpçaklar Kumanlarla beraber, İrtiş'ten Yayık'a kadar uzanan topraklarda varlığını sürdüren Kimek devletinin siyasi hegemonyası altında yaşamışlardır. 
Bu iyeliğin Kıpçak hanlarının eline geçmesi ile, Kimek ve Kumanlar diğer kavimlerle beraber Kıpçakların siyasi hakimiyeti alanına girmişlerdir.

Kimek, Kıpçak ve Kumanların Yerleşim Alanları

VIII. yüzyılın ortalarına kadar Kimek, Kıpçak ve Kumanlar Altay bozkırları, Altay dağları ve İrtiş bölgesinde otururlardı.
Kimeklerin güneyde İrtiş'le güney Altay ve Tarbagatay bölgelerinde yaşayan Karluklarla, doğuda ise Kırgızlarla komşu idiler. VIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kimekler güney istikamette ilerleyerek Karluk topraklarında yayılmaya başlamıştır.
IX. yüzyılın başlarında bazı Kimek grupları güney-doğu Yedisu bölgesine geçerek Tokuz-oguzlarla komşu olmuşlardır. Onlar arasındaki sınır bölgesini Cungar sıradağları oluşturmakta idi. Cungar sıradağlarının güneyinde ise Tokuz-oguzların devleti bulunuyordu.

VIII. yüzyılın ikinci yarısında Kimeklerin güneye doğru kayması ile Kıpçakların İrtiş'ten batıya yönelen göçü gerçekleşmiştir. İdrisi'nin eseri ve diğer bazımalzemeden Kıpçak gruplarının İrtiş ile Tobul nehirleri arasındaki bölgede yaşamakta olduğu sonucuna varılabilir.
VIII-IX. yüzyıllarda Kıpçakların batı sınırı Peçeneklerin kuzey cephesine kadar uzanırdı. Bilindiği gibi Peçenekler VIII-IX. yüzyıllın ilk yarısında Aral havzası ve Sır Derya bozkırlarında yaşamakta idiler.

Buna göre Yayık'ın güney doğu kısmı ile Aral bozkırının kuzey bölgesi Kıpçaklarla Peçenekler arasındaki tabii bir sınırı oluşturmaktadır.
IX. yüzyılın başlarında Kimek kavimi Sır Derya'nın orta sahasına gelmiştir.
IX. yüzyıllın ortalarında Peçenekler Oğuz, Kimek ve Kıpçak birliği tarafından yenilmiştir.
Bunun sonucunda Oğuzlar Peçeneklerin Sır Derya'dan Aral bölgesine kadarki topraklarını eline geçirmiştir.
Peçenek birliğine dahil olan kavimler bu olaylar sonrası Yayık ve İtil arasındaki meralara yerleşmiştir.
Fakat IX. yüzyılın sonunda Oğuzlar Hazarlarla beraber Peçenekleri yenerek, bu sefer Yayık ile İtil arasındaki topraklarını ele geçirmiştir.
Peçeneklerin büyük bir kısmı güney doğu Avrupa'ya göç etmek zorunda kalırken, diğer kısmı da Oğuz, Kimek-Kıpçak birliğine dahil olmuşlardır.
İdrisi'nin vermekte olduğu Kumanların yerleşimi hakkındaki bilgileri bu döneme (IX. yüzyıllın sonu X. yüzyılın başı) aittir.
İdrisi'nin haritasında Surat ül-ard'da Hazar (bahar ül-Hazar) ve Aral'ın (Buhayrat ül-Havarizm) denizinden kuzeyine doğru Askasiya dağları yer almaktadır.
Onlar meridyen yönünü ile kuzeyden güneye, birazcık doğu istikameti doğrultusunda yerleştirilmektedir.
Bu dağlardan birkaç nehirler akmakta idi. Bunların arasında topografik bölgelerin incelenmesi bakımından önem taşıyan İtil'de Hazar denizine dökülüyordu.
Tasvir ediliş şekline bakılırsa bu dağın (Askasiya) Ural dağı olabileceği ortaya çıkar.
Arap coğrafyacıları İbn Said ile Ebu'l-Fida Askasiya dağının ön kısmında güneye doğru Kumanların yaşadıklarına işaret ederler. Haritada Askasiya'nın doğusunda Tağur dağlarına yer verilmektedir.
Bu bölgede Kumanların baş şehri Kumaniye ve Kuman hükümdarı bulunmakta idi.
Togura, günümüzdeki Mugacar dağları olmalıdır.
Ortaçağ kaynaklarında geçen bilgilere dayanarak Mugacar havzasında Kumanların kalabalık olduğunu söyleyebiliriz. Aynı kaynaklardan Kumanların kuzey Aral bozkırları ile güney Ural dağları arasındaki geniş bölgede yaşadığını öğreniyoruz.
Kumanların güneyinde (İdrisi'ye göre) Oğuzlar ve Kimekler, batısında Peçenekler, kuzey-batısında Bulgarlar, kuzey-doğusunda da Kıpçaklar bulunmakta idiler.
Metin ve katalog incelemeleri Ortaçağ müelliflerinin Kumanlar hakkında vermekte olduğu bilgilerin IX-X. yüzyıllara ait olduğunu ortaya koymaktadır.
Kumanlar Kimek-Kıpçak birliğinin batı cephesini oluşturmakta idi.

X. yüzyılın başlarında Kimekler, Kıpçaklar ve Oğuzlarla beraber Yayık bölgesinde, Aral ve Hazar denizi civarında göç ediyorlardı. Bu kavimlerin yaşadıkları bölge ortaçağ Arap coğrafyacılarının haritalarında da belirtilmiştir.
Mesela, İstahri'nin Dünya haritasında Kimekler Aral denizinin kuzey ve kuzey batı bölgelerinde yer almaktadır.

Yayık'ın güney sınırı içerisinde Kimekler Başkurt kavimleriyle hemhuduttur.
Arap seyyahı İbn Fadlan (X.yy.) Başkurtların bu bölgede yaşadıkları ve onların Bagnad nehri (eski adı Yavındı olmalı) civarında da bulunduğu hakkında bilgi vermektedir.
Kıpçaklarla Başkurtlar arasındaki sıkı temas zamanla iki kavim arasındaki kültür ve dil yakınlığını doğurmuştur.
Efsane ve hikayelere bakılırsa batı Başkurt kavmi Moğol istilasından çok önce Kıpçaklardan ayrılmış ve Aral bölgesine yerleşmiştir.

Kimek ve Oğuz kavimlerinin kışlak ve yaylaları tarihçi Mesudi'nin (X. yy.) işaret ettiğine göre Embia ve Yayık nehri arasındaki bölgede idi. 
Kimek gruplarının Embia ve Yayık bölgesine göç etmesi hakkında Mesudi bilgi vermektedir. 
Hazar denizine dökülen Ak ve Kara İrtiş hakkında Mesudi: "Bu iki nehir kenarları arası on günlük yoldur. Bu bölgede Kimek ve Kıpçakların göçebe kavimleri yaşamaktadır" der. 
Bu nehirler Yayık ve Emba olmalıdır. 
Bu güne dek Ak ve Kara İrtiş isimlerinin ortaya çıkışı kafi şekilde cevaplanmamıştır. 
Bu iki nehrin esas İrtiş'ten uzakta olmaları da soruya gizemlik katmaktadır. 
Bize göre yukarıdaki bilgiler erken ortaçağa ait coğrafi bilginin toplumların hafızasında muhafaza olması hakkındaki önemli kuralları açıklıyor. Bu yüzden toplumun hatırında vatanı simgeleyen kutsal yerler kalırdı. Başka yere göç eden topluluklar, kutsal saydıkları dağ, nehir, göl isimlerini beraberlerinde götürürdü. 
Bu konuda Gerdizi'nin dediklerini hatırlayalım "İrtiş nehri Kimeklerin tanrısıdır (onlar için kutsaldır)". 
Kimekler Yayık ile Emba'ya eski mekanlarındaki İrtiş dolayı Ak ve Kara İrtiş ismini vermiş olmalıdırlar.
Kimeklerin Yayık'a doğru göç ettiklerini Hudud ül-Alam'ın anonim müellifi de doğrulamaktadır. 
Bu kaynağa göre Artuş nehri Kimeklerle Oğuzların yurdundan geçmektedir. 
Artuş Minorski'nin fikrine göre Yayık nehridir. 
X. yüzyıl anonim eserlerinden Müslüman dünyasından uzak bölgelerin yer-su adlarının anlaşılmaz ve hatalı olarak yazıldığı görülmektedir. 
Kimeklerle Kıpçaklarla Oğuzlar arasındaki sıkı bağ ve etnokültürel ilişkiler, etnik ve sosyal oluşmalarda, maddi ve manevi hayata kendi damgasını vurmuştur. 
Fars kökenli kaynakların bilgilerine göre, bazı Kimek grupları gelenekleri bakımından Oğuzlara benziyorlardı.

Anonim Arap coğrafyacısının yaptığı Yuvarlak Dünya haritasına dayanarak, Kimeklerin batı hudutları hakkında kesin fikir sahibi olabiliriz:
bu bölge Hazar denizi bozkırının kuzey-doğu kısmı, Yayık ve Emba nehirleri, Aral denizinin kuzeyinden güney Yayık'a kadarki bölgeyi kapsamaktadır.
Harita Kimeklerin X. yüzyılda yaşadığı bölgeyi gösteriyor. Bu döneme ait önemli bilgiler Hudud ül-Alam'ın Kimekler hakkındaki kısmında bulunmaktadır. Burada Kimeklerin üçlü-bölgesel birliğinden bahsedilmektedir.
Birincisi, "Andak al-hifçak"-batıda Kimek topraklarına komşu bazı Kıpçak gruplarının yerleştiği bölgedir. Bu Kıpçak grupları gelenekleri açısından Oğuzlara benziyorlardı. Andak al-hifçak bölgesi herhalde Merkezi Kazakistan'ın kuzey-batı ve batı kısmını, Aral bozkırı civarını ve Oğuz kavimleri ile en yakın sınır bölgesini oluşturan toprakları kapsamaktadır.
Kıpçaklarla Oğuzlar arasında yüzyıllar boyunca oluşan sıkı münasebet onların dili, kültürü ve yaşam tarzına damgasını vurmuştur. Mahmud Kaşgari'nin dediğine göre Kıpçak dili lehçesi Oğuz lehçesindeki aynı ses özelliklerine sahiptir.
Kıpçaklarla Oğuzlar arasındaki etnik kültürel ilişkiler eski Kazak hikayesine de konu olmuştur.
Kimeklerin diğer bölgesi "İagsun-iasu" İtil ve Yayık nehirleri arasındaki yerleşik bölgedir. Buranın hava durumu başka yerlere nazaran daha yumuşak ve iyidir. Batıya doğru hareketlerinde Kimek kavimleri yeni topraklara kendilerinin taptıkları yer su adlarını da götürmüştür.
Kırkırhan-Kimeklerin üçüncü bölgesi ve bu bölgede yaşayanların örf adetleri biraz da Kırgızlarınkine benzemektedir. Her halde bu bölge diğer Türk kavimlerine nazaran Kırgız gruplarına yakın olmalıdır. Bu tarihçi ve coğrafyacıların bu gibi akıla yatkın incelemeleri ve diğer yazılı kaynakların vermekte olduğu bilgiler Kırkırhan bölgesinin Tarbağatay'dan Kalbin sıradağları ve Cengiz sıradağlarına kadarki toprakları ihtiva ettiğini göstermektedir.

Kimek kavminin bazı grupları Hazar'ın kıyılarına kadar ulaşmıştır.
Hemen-hemen her bir şehrin, nehrin veya çölün bu tarihi süreç içerisinde birkaç ismi mevcuttur.
Bu isimler genel topoğrafik kurallar esasında oluşmakta idi: deniz adı onun yakınlarında oluşan ülke adıyla, onun civarındaki şehirler ona dökülen nehir adıyla ve nehirlerde onun kenarında, sahilinde yaşayan halk adıyla anılırdı.
Kimeklerin Hazar denizi bölgesine girmeleri ile Hazar denizinin kısa bir süre için olsa da Kimek denizi olarak anıldığı Şahnameden anlaşılmaktadır.
X. yüzyılın ikinci yarısında Kimek ve Kıpçak kavimlerinin bazı grupları Müslüman bölgesi Türkistan'a yakın sınır bölgelerine gelmiştir. Savran şehri Makdisi'nin (X.yy.) dediklerine göre Kimek ve Oğuzların sınır kalesi idi.
Müellif aynı zaman da daha büyük şehir olan Şaglcan'ı Kimeklere karşı savunma kalesi olarak göstermektedir.
Bu şehir Türkistan'dan kuzeye 26 km. uzaklıkta bulunmaktadır. Güney'de Balkaş gölü Kimeklerle Karluklar arasındaki Yedisu bölgesindeki doğal sınırı oluşturmakta idi.

Kimeklerin İktisadi Hayatı

Hayvancılık: Kimeklerin iktisadi hayatının esasını hayvancılık oluşturmaktadır. Göçebeler mevsimlere göre devamlı olarak otlak yerlerini değiştirmektedir. Göç yolu yerin özelliklerine göre nehir kenarlarından, dağ geçitleri, zengin otlak ve suyu bol yerlerden seçilerek tercih edilirdi. Otlakların seçilmesi o bölgenin mevsime göre otlu olup olmamasına bağlıdır. Düzenli göç istikametleri önemli siyasi veya ekonomik durumlar engel olmadıkça değiştirilmiyordu.

Bazı Kimek gruplarının kışlığı Yayık ve Emba nehirleri arasındaki bölgede, yaylası ise İrtiş havzasında geçerdi. Ortaçağ müellifleri Kimeklerin koyun, at, inek, öküz ve deve yetiştirdiklerini yazmaktadır.

Onların hayvancılığında koyun yetiştirmek büyük önem taşımaktadır. Koyun yağı güncel mutfak hayatında sıvı yağ yerine kullanılmaktadır. Hayvancılıkta önemli yeri olan diğer hayvan attır. Atların süratlı oluşu ve dayanıklılığı sayesinde uzakta bulunan otlakları keşfedebiliyorlardı. Atlar savaşta ve avcılıkta da kullanılmakta idi. Cahiz'in dediği gibi "Türkler atın sırtında, yerde yürümekten daha çok zaman geçiriyorlardı". İbn Fadlan ile Gerdizi de X. yüzyılda Kimeklerde kalabalık at sürülerinin bulunduğunu yazmaktadır. Türk atları yerli hava şartlarına alışık olması sayesinde yaylalarda sene sürecince kalarak bol süt ve et temin etmekte idi. Göçebe Türk kavimleri et olarak atın ve koyun etini tercih ederlerdi. Kısrak sütünden "kımız" dedikleri içeceği hazırlarlardı.

Kimekler iki çeşit at yetiştirmekte idiler.
Biri büyük kafalı, kilolu ve kısa boyunlu,
diğeri de binilen at, kafası çok büyük olmayan ve ayakları ince yapılı atlar.
Tamim İbn Bahr Kimek hükümdarının ve ordusunun atları küçük tırnaklı olduklarına dikkat çekerken, herhalde (süratle koşan) tulparları kast etmiş olmalıdır.

Bazı kaynaklarda Kimeklerin inek ve öküz yetiştirdikleri hakkında da bilgi bulunmaktadır.
Büyük baş hayvanların daha çok yarı göçebe kavimler tarafından yetiştirdiğini düşünmek doğru olur, ama öküzlerin göçebe kavimler tarafından da taşıma işleri için kullanıldığını biliyoruz.
Aynı zamanda keçiler de yetiştirilmekte idi, fakat bunların Kimeklerin iktisadi hayatında pek önemli yeri yoktur. Bunların eti ve sütü yemekte kullanılıyor, yününden sıcak giysiler, keçe ve halı yapılıyordu. Hayvancılık ürünleri sadece iç ihtiyaçları temin etmek için kullanılmıyor aynı zamanda ziraatla uğraşan komşulara da satılıyordu.
Avcılık Sanatı

Kimekler arasında var olduğunu bildiğimiz diğer bir iktisadi kaynak avcılıktır.
IX. yüzyılda Yakubi göçebe Türklerin daha çok av etleri ile beslendiklerini yazmaktadır.
Türklerin ilginç avcılık usulleri Cahiz'in eserinde bulunmaktadır.
Onun ifadesine göre onlar avlanmayı severler ve hatta düşmanından kaçış sırasında bile hayvan avlarlar.
Onlar at sırtında ava çıkarlar ve ceylan ile geyik takip sırasına çok dayanıklılar". Ava ayrı-ayrı çıktıkları gibi, grup halinde de çıkarlardı.

Avcılığın faydası sadece iktisadi yönden değil savaş taktiklerinin öğrenilmesinde de büyük önemi vardır.

Kimekler arasında kürklü hayvanlar: tilki, ağaç sansarı (zerdeva), kunduz, samur ve büyük yırtıcı hayvanlar: kaplan ve parsların avcılarına da rastlanırdı. İrtiş bölgesinden bulunan tunç plakede süngüsü ile kaplanı öldürmekte olan at sırtındaki bir Kimek avcısının resmi çizilmiştir. Kürk meselesi bu kavimleri bazen başka yerlere sürüklemeye neden olmuştur.

Bazı Kimek grupları, bunlar daha çok orta gelirli aileler, İrtiş ve diğer nehirlerde balıkçılıkla uğraşırlardı.
Divan-ı Lugat it-Türk ve diğer Arapça-Kıpçakça sözlüklerde Kimek-Kıpçak balıkçılık terimleri ve balık avcılığında kullanılan aletlerin adları verilmektedir: "argak"-çengel; "ag"-örgüağ; "ucaan"-küçük sandal; "kemi (karab)" büyük kayık, gemi.
Kaynaklarda geçen bilgiler İrtiş bölgesinden bulunan arkeolojik buluntularla da doğrulanmaktadır. VIII-IX. yüzyıllara ait mezarlıklardan balık resmi heykel bulunmuştur.

Yerleşik ve Yarı Göçebe Kimek Grupları

Kimeklerin arasında göçebe ve yarı göçebe gruplar bulunmakta idi.
Türk kavimlerini tasvir eden İdrisî: "göçebe insanlar toprak işliyorlar, ekiyor ve biçiyorlar."
Kimekler'in yerleşik grupları Arap ve Fars müellifleri tarafından eserlere konu edilmiştir.
Tamim bin Bahr, Kimek Hakanını gördüğünü, onun konağı yakınlarında yerleşik bölgenin ve işlenmiş toprakların olduğunu yazmaktadır.
Hudud ül-Alam'ın Kimekler hakkındaki kısmında Kimek ülkesi ile şehirlerinden, Hakan'ın yazlık konağı olan İmekiye (bazı kaynaklarda Kimekya) ve Cubin mekanı hakkında bahsedilmektedir.
Göçebe hayat tarzına uygun taşınabilen evlerin aksine Kimeklerde toprak damların (zeminlik) mevcudiyeti hakkında İshak ibn ül-Huseyn ve Mervazî haber vermektedir.

Kimeklerin şehir hayatı konusunda İdrisî'de kısa bir bilgi bulunmaktadır.
Kimek prensi Canah ibn Hakan al-Kimekî'nin eserini kaynak olarak alan İdrisî, Kimeklerin nehir, göl sahilleri, ulaşımı zor dağ bölgelerinde ve yer altı zenginlikleri bulunan bölgelerde kurulan 16 şehrinden bahsetmektedir.
Onların büyük bir kısmı ticaret yolları yakınlarında kurulmuştur.
Kimek şehirleri sıkı korunmakta idi.
Kaynaklarda civarı su ile doldurulmuş hendeklerle çevirili dağ tepelerindeki kalelerden bahsedilmektedir.
Merkezi Kazakistan'da duvarları tuğla ile yapılmış, iç kısmı çimli ot ve hasırla örülmüş evler bulunmuştur.
Bu bölgede çok sayıda şehir yerleri ve sulama sistemleri bulunmuştur.

Yarı göçebe ve yerleşik hayat süren Kimek grupları ziraatla uğraşırlardı.
Darı ziraat ürünlerinin en önemlisiydi.
Ebu Dulafa eserlerinde Kimeklerin yemeklerinde fasulye (bakliye) ve arpa kullandıklarını yazmaktadır.
İdrisî de Kimeklerin buğday, arpa ektikleri ve biçtikleri bölgelerden ve hatta yetiştirilmesi zor olan pirinç gibi bol su talep eden hububat çeşitlerini bile yetiştirdikleri hakkında yazmaktadır.

Kimek-Kıpçak kavimlerinin kullandıkları terimler ve sözlüklere geçen kelimeler bu kültürün onların hayatında ne kadar etkili olduğunun göstergesidir.
Bu kelimelerin hepsi Türkçedir: ekin-ekin; bugday-buğday; taru-darı; arpa-arpa; tutargan-pirinç; mercamek-mercimek; irdan-harman gibi.
Kimekler ziraat ürünlerini kendilerine yetecek kadar miktarda yetiştirmişlerdir.
Onların ziraat ürünlerini komşularına sattığı veya tekas ettikleri konusunda kaynaklarda her hangi bir bilgi yoktur.
Gördüğümüz gibi Kimeklerde değişik iktisadî kültürel yaşam tarzları mevcuttu.
Onların arasında göçebe veya yarı göçebe hayvancılıkla, yerleşik gruplarda ziraat veya balıkçılık, avcılıkla uğraşan gruplar mevcuttu.

Kimek şehirleri Kazakistan ve Orta Asya'daki Türk yurtlarının iktisadî-kültürel sentezi esasında ekonomik ve siyasi merkez olarak kuruldular ve yükseldiler.

Ev Ekonomisi

Kimekler ev işlerinde daha çok hayvan ürünleri ve ham maddelerinin işlenmesi ile meşgul olurlardı.
Deriden çeşitli ayakkabılar, bulaşık eşyaları, ok kılıfları, yaylar, eyer, çuvallar yapardı.
Keçelerle elbiseler ve evlerini örten kilemler yaparlardı.
Yakubî Türklerin keçe yapmakta usta halk olduğunu ve bu yüzden giysilerinin de keçeden yapıldığını belirtmektedir.
Giysiler için yabani hayvanların derileri ve kürkleri de kullanılırdı.
Sıradan insanlar çoğunlukta kendi silahlarını ve ev eşyalarını kendileri yapardı.
Bu konuda Cahiz'ın verdikleri bilgiler dikkate değerdir:
"Türkler tüm sanat işlerini başkalardan yardım ve akıl sormadan kendileri yaparlar.
Onlar (Türkler) silah, ok, eyer, ok kılıfların vs. yaparlar.

Günlük işlerinde ağaçtan yapılan eşyalar da yaygındır.
Mesela, eyer, ev eşyaları, sandal ve keçe evin ağaç kısımları ve hatta kayaklar da yapılırdı.
Kimeklere ait bölgelerde çömlek ocakları bulunmuştur.
Bununla beraber bu bölgelerde demir, gümüş, altın, bakır ve değerli taşlar da üretiliyordu.
İdrisî demirden Kimeklerin çok güzel eşyalar yaptıklarını yazmaktadır.
Altın ile gümüşten süs eşyaları yapılırdı.
İdrisî Kimek Hakan'ının altın işlemeli elbiseler ve altın taç giydiğini yazmaktadır.
Altın üretimi ve işlemini anlatan müellif, "Kimeklerin geleneklerine göre altını su ile yıkarlar sonra altın tanelerin civa ile karıştırarak onu inek gübresinde (tezek) eritirdi. Böylece altın elde edilirdi" der.
Kimeklerde zanaatın olduğu arkeoloji buluntularla da doğrulanmaktadır.
Kimeklere ait surlarda ve yerleşim mekanlarında yapılan kazı sonucunda demir eşyalar, altın, gümüş ve tunçtan yapılmış süs eşyaları, deri kalıntıları, ağaç bulaşıklar, silahlar ve değişik çömlek eşyaları bulunmuştur.
Bu eşyaların çoğunun yerli zanaat hanelerde yapılmış olması dikkate değerdir.

Zanaat ustalarının yavaş çoğalması ev işleri ile sanatın iktisadi hayatın belli bir ölçüde önemli kısmı oluştursa bile henüz zanaatın tek başına iktisadi hayat türü olarak gelişmediğini göstermektedir.


Bartol'd V. V. Kimaki. Soçineniya, t.5. Moskva, 1968;
Minorsky V. Hudud al-Alam. The Region of the World. London, 1937 (Gms,XI);
Kumekov B. E. Gosudarstvo kimakov IKH-XIvv. po arabskim istoçnikam. Alma-Ata, 1972; Golden P.B. Introduction to the History the Turkic Peoples. Wiesbaden, 1992;
Klyaştornıy S. G., Savinov D. G. Stepnıe imperii Evrazii. Sankt-Peterburg, 1994.

KİMEKLER yüzyıllarda

Ortaçağ'da Türk Anayurdu'nun batı kesiminde yaşayan Kimekler (Kimegler), eski ve büyük bir Türk ulusudur. VIII. yüzyıl ortalarından, XI. yüzyıl ortalarına değin süren bir devlet de kurmuşlardı.
Kimekler'in yaşamış olduğu bölgenin yerli tarih kaynakları, son derece kıttır. Orada yürütülen arkeoloji araştırmaları, pek yetersiz bulunduğu gibi, yazılı tarih kaynakları da henüz ele geçmediğinden, Kimek ülkesinin iç haberleri yoktur. Göktürk çağı yazıtlarında (VIII. yy.) Kimekler veya bu boy birliğinde bulunan öteki boylar üzerinde bilgi verilmemektedir.

Komşu bölgelere ait yabancı kaynaklar da titizlikle taranarak, incelenmemiştir. Çinlilerin kuzeybatı yönünde ve oldukça uzakta bulunmalarına rağmen, onların Kimekler'i bildikleri, Saray Yıllıkları'ndaki kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bazı eski kayıtlar da, IX. ve X. yüzyıla ait İslâm coğrafya eserlerinde bulunuyor. Bunlar, düzenli ve etraflı değil, tüccar ve gezginlerden derlenmiş, küçük bilgilerden ibarettir.

Kimek (Kimäk) boy adı, Kime (kéme) “gemi” sözcüğünün ilk şekli olan “Kimeg”den alınmış olabilir. Bilindiği gibi onlar İrtiş (Ertiş) ırmağının iki yanında yaşamışlardı. Bu büyük akarsuyu geçmek için, onların kullandıkları bir tür gemiden alarak komşularınca verilmiş olabilir. Türk boy biliminde böyle kullanılan hayvan veya eşyanın adının, boya ad olarak verildiğini biliyoruz. Nitekim biçimce buna benzeyen “Kanglı” ve “Kayıg” adlı boylar da, eski kaynaklarda geçmektedir.

Kimekler, tarih sahnesinde, İrtiş'in orta boyunun iki yanında ve daha çok doğu yöresinde iken görünmüşlerdir. Burası, Türk Anayurdu'nun batı kesimidir. Kimekler'in ilk yurtları, belki yine burası idi. Belki de İrtiş'in doğusundaki Altaylar'dan yayılarak, buraya indiler. Türk ilkçağı başlarında, İrtiş boyunda, başka Türk boyları bulunduğuna göre, bu ikinci ihtimal daha mümkün görünüyor.

Kimekler, yakın komşuları Farsların, destanî tarihinde yer almıştır. Gerçekten, Kimekler'in Turan ötesi komşusu olan Farslar'ın eski destanlarında bu ulusun adı geçmektedir.
Fars söylentilerini derleyerek “Şehname” adlı büyük eserini ortaya koyan ünlü şair Tus'lu Firdevsî (935?-1020?), Turan'ın büyük hükümdarı Afrasyab'ın (Alp Er Tunga), İran Hükümdarı Keyhusrev'e yenilip, geri çekildiğinde, Kimek ülkesine ve “Derya-yi Kimek”e gittiğini anlatır.

VII. Yüzyılda

Bu yüzyılda Kimekler'in, Altay dağlarının kuzey batısında ve İrtiş ırmağının orta kıyılarında yaşadıkları anlaşılıyor. Bu durumda, Batı Göktürk Kağanlığı'nın sınırları içinde ve onların hakimiyeti altında olmalıdırlar. Yüzyıl boyunca, Batı Göktürk Kağanlığı zayıfladığı ölçüde, onun idaresi altında bulunan boylar, bağımsızlığa doğru gidecekler ve kendi idarelerini kazanacaklardır.
Yine bu arada, yüzyılın sonlarına doğru, Çu havzası merkez olmak üzere Türgiş Devleti de kurulacaktır.

VIII. Yüzyılda

Yüzyılın ortalarına değin İli havzası, Batı Türklerinden bir bölük olan Türgişler eline geçmiş bulunuyordu. Geçen yüzyılın sonlarına doğru kurulan bu Türgiş Kağanlığı'nın hâkimiyet alanı, İrtiş'in orta havzalarına uzanmış olsa gerektir. Bununla birlikte, Türgiş-Kimek münasebetleri üzerinde hiç bir bilgimiz yoktur. Öte yandan, Gök Türk çağı yerli kaynaklarından olan ve yüzyılın ilk yarısına ait yazıtlarda, “İrtiş” adı birkaç kere anılır ise de, onun kayıtlarında hangi boyların yaşadığı belirtilmemiştir.

Yüzyılın ortasında, doğu ve batıdan uzanmış iki istila ordusu, Arap ve Çin orduları, karşı karşıya geldi. Her ikisi de, bölge için hakimiyet mücadelesinde idi. Kimekler'in güneyinde yaşayan Karluklar'ın, 751 yılı yazında yapılan Talas Savaşı'nda, Araplar yanında yer almasıyla, Çinliler, büyük bir yenilgiye uğrayıp çekildiler. Bununla birlikte, Arap kumandanı da, bölgedeki hakimiyetini kuramadı. Böylece Isık Göl'ün batısında uzanan Talas yöresi, adı geçen Karluklar'ın idaresi altına girdi. Oradaki bazı boylar, otlaklarını bu yeni hakime bırakarak kuzeybatıya doğru çekilmek zorunda kaldı. Karluklar'ın gittikçe güçlenmesi sonucu, 765 sıralarında Türgiş Devleti de artık kesin olarak dağıldı. Bununla, Çu havzası, onların sınırı içine giriyordu. Öte yandan daha 745'lerde Uygur, Karluk ve Basmıllar'ın akınlarıyla, doğudaki Göktürk Kağanlığı da çökmüş bulunuyordu.

Doğu ve Batı Türkistan'da arka-arkaya gelen bu olaylar sonucu, Orta Asya'daki siyasî durumun değişmesi sırasında, Kimekler de VIII. yüzyıl ortalarında bağımsızlıklarını almış ve devletlerini kurmuş olmalıdırlar. Onların bir çok boydan kurulmuş bir ulus olduğunu biliyoruz. İşte gerek bununla ilgili sonraki haberler, gerek çağın benzer Türk devletleri göz önünde tutulduğunda, bu devletin göçer evli büyük boylardan kurulu birlik niteliğinde olduğu anlaşılıyor. Devlet idaresinde “Hakanlı” derecesinde bir teşkilat kurmuş olan boy birliğinin en kalabalık boyu, belki daha başta Kıpçaklar idi.

Kimek Devleti ile ilgili en eski bilgi, Arap elçisindendir. Emeviler'in yıkılışı ve Abbasîler'in çıkışı sıralarında, Halife tarafından Tokuz-Oğuz Hakanı'na elçi olarak gönderilmiş Bahroğlu Temim (Temim b. Bahr el-Muttavvi'î), raporunda Kimekler'i de gördüğünü, hükümdarlarını ve göçer evli hayatlarını anlatarak belirtilmiştir (760-800?).

Bu yüzyılın son çeyreğinde Oğuzlar'ın Doğu Türkistan'ın Selenge bölgesindeki yerlerinden, batıya doğru hareketle, bir aralık Kara ve Ak Ertiş'de Kimekler'in güneyinde komşu kaldıklarını, Arap kaynaklarının Abbasî halifesi Mehdî çağına (775-785) ait haberlerinden öğreniyoruz. Arap tarihçisi Ali el-Mes'ûdî, Oğuz, Karluk ve Kimekler'in birleşerek Peçenekler'e karşı mücadeleye giriştiklerini anlatır.

Ona göre adı geçen boylar, Aral Gölü kuzeyi ile Hazar arasında yaşayan Peçenekler ile Peçni, Bacgırd (Başkurd) ve Nugerde adlı boylar üzerine saldırmışlardır.
Bu Peçeneklerin doğusunda, Kıpçaklar ile Oğuzlar bulunuyordu. Amansız bozkır mücadelesi sonunda Peçenekler, yenilmeleri sonucu otlaklarını (ve yurtlarını) onlara bırakıp batıya doğru çekilmeye başlayacaklardır.
Böylece Peçenekler'i biz, daha sonra doğu Avrupa'da, Kuzey Kafkaslar'da ve Hazarlar arasında yer almış göreceğiz.
Bu haberlerden anlaşılıyor ki, batıya gelen Oğuzlar, eski yakınları olan boylar ile birleşerek, kendilerine yurt bulmak üzere adları geçen boylara karşı mücadeleye girmişlerdir.
Bu bozkır mücadelesi, VIII. yüzyıl sonları veya IX. yüzyılın başlarında Oğuzlar'ın yeni yerlerine yerleşmesiyle bitmiştir. Büyük bir kısmı Avrupa'ya doğru göçe başlayan Peçenekler'den, eski yerlerinde kalan az sayıdaki uruklar ise, yeni gelen Oğuz ulusu içine gireceklerdir. Bunları, Oğuzlar'ın, sonraki 24'lü boy düzeninde buluyoruz.

IX. Yüzyılda

Bu yüzyıl sırasında, yine İrtiş ırmağı boyunda ve bugünkü Kazakistan'ın kuzeydoğu illerinde, fakat çok daha yayılmış olarak, büyük Kimek Devleti, varlığını sürdürdü. İslâm coğrafyacılarının Orta Asya'dan ilk bilgileri derlediği sırada, Batı Türkistan'ın kuzeydoğusunda, henüz İslâm'ı kabul etmemiş bir çok Türk boyu göçerevli yaşıyordu.
Coğrafyacılar, Oğuzlar'ın (Guz) kuzey doğusundaki çok geniş bozkırda ve İrtiş ırmağı boyunda, Kimek adlı büyük bir Türk ulusunun bulunduğunu, onların batıda İtil veya Kama Irmağına değin uzanan yerleri, idareleri altında tuttuklarım belirtiyorlar.
Bu durumda, Türkistan'ın kuzeyinde, batıdan doğuya, sırasıyla Oğuz devleti, Kimek devleti ve Kırgız Beyliği'nin bulunduğu anlaşılıyor.

Kuman-Kıpçak meselesi üzerine eğilenlerden Çek bilgini D. A. Rasovsky, bu IX. ve X. yüzyılda İrtiş ile Ural arasında yaşayan Kimek boyunun aslında Kuman olduğunu, bunların bir oymağını Kıpçaklar'ın teşkil ettiğini, X. yüzyıldan başlayarak bu Kıpçak adının yavaş yavaş bütün Kimekler'e ad olduğunu ileri sürmüştü.

X. Yüzyılda

Onuncu yüzyılda, Batı Sibirya'nın Güney yarısında Kimek Hakanlığı, büyük bir ulus halinde hayatına devam ediyordu.
Ülkenin batı kesiminde Yayık (Ural) ırmağına değin uzanan yörede, birlikten bir boy olan Kıpçaklar yayılmışlardı. Komşuları olarak doğuda Kırgızlar, güneydoğuda Karluklar, güneybatıda Oğuzlar bulunuyordu.
Kimek devletinin sınırları, yüzyılın ikinci yarısında, güneyde Seyhun boyundaki Savran kasabasına, batıda ise Ak İtil ırmağı kaynaklarına dayanmıştı.

Yüzyılın başında kuzeydoğu Çin'den çıkmış olan bir Moğol boyu olan Kıtanlar (K'itan, Kıtay, Khitay) bir devlet kurdular (916). Bunun sonucu olarak, oradaki bazı Türk boyları, batıya çekilmeye başlamıştır. Kıtan sürüleri, 924 yılında Selenge havzasını işgal ettiler ve Karabalık (Kara-Balasagun) kentine de girdiler. Onların akınları sırasında, 840 yılından beri oralarda bulunan Kırgızlar da sürülüp atıldı. Yukarı Kem (Yenisey) ve Kobdo yöresi bozkırına geçen Kırgızlar ise, oradaki Türk boylarını batıya sürdüler.

Yüzyılın ortalarında, Kimekler'in batıya doğru yayılması sürüp gitti. Batı kesimindeki boylar, Ural sıradağlarının güneybatı yöresine, Çim (Emba) ve Yayık (Ural) ırmakları vadilerine hakim oldular. Bu arada Hazar denizi kıyısına da ulaştılar. Coğrafyacı Istahrî'ye (933-51) göre, Kimek ile Guz (Oğuz) arasındaki sınırı İsil (Atıl, İtil?) ırmağı çizer.

Son araştırmalara bakılırsa, X. yüzyılda Orta Asya'daki Türk boyları şöyle dağılıyordu: En doğuda, Nanşan yöresinde Sarılar (Uygurlar), onların batısında Kaşgar'a değin uzanan alanda Karahanlılar Hakanlığı, Isık göl havzasında Türkmenler ve Karluklar, kuzeyde Altaylar'a varan yörede Kimekler, bunların doğusunda Kırgızlar, Kimekler'in batı kesiminde Tobol-İşim havzasında Kıpçaklar, onların güneyinde Ertiş-Seyhun-Yayık arasında Oğuzlar.

Kimekler için bir bölüm ayrılmış bulunan Hudûdü'l-Âlem'de (982), onların hükümdarlarına “Hakan” denildiği belirtilir. Bu kayıt, Kimekler'in bağımsız devletini ve bu devletin niteliğini açıkça göstermektedir.

XI. Yüzyılda

Güneybatıya sarkmaya devam eden Kimekler ve Kıpçaklar, yüzyılın başlarında Seyhun'un orta ve aşağı kıyılarına da hakim oldular. Aşağı İrtiş-İşim Tobol havzasında bulunan Kıpçaklar, çoğalarak daha geniş bir alana yayılmışlardır. Bu sıralarda batı komşuları Hazarlar içine girdikleri de düşünülebilir.

Yüzyılın başlarında, Kıtanlar'ın batıya doğru akınları gelişmeye başlamıştır. Bu sıralarda Kumanlar'ın ilk yurtlarından batıya doğru göçleri de, Kuzey Çin'deki Kıtan devleti'nin bu baskısına bağlanmaktadır. Şerefüzzemân Tâhir Mervezî'nin (1120?) aktardığına göre, Kunlar, Kıtay (Kıtan)'dan korkarak göçtüler. Arkadan gelen Kaylar, onları daha ileriye sürdü. Onlar Sarı'yı (Uygur), onlar Türkmenler'i, onlar Oğuzlar'ı, onlar Peçenekler'i iterek yurtlarını aldılar, işte bu sıralarda, Aral Hazar bölgesindeki Peçenekler'in kuzeyinde Hazarlar, doğusunda Kıpçaklar, güneyinde Oğuzlar bulunuyordu. İbnül-Esîr'de anlatılan, 1012-13'de Türklerin Çin'den çıkışı haberi de, yine bu Kun ve Sarıların (Uygur), Türkmen yurduna gelişi olmalıdır.

Gerçekten, 1004 yılında Çin ile barış yapan Kıtanlar, önce Kore ve sonra Gobi üzerine döndüler. Bu sonuncu bölgeden de, 1009 yılında Uygurlar üzerine yürüdüler ve onlardan Batı Kansu ile Kan-çou ve Su-çou kentlerini aldılar. 1017 sırasında Kıtan sürüleri, Karahanlı Devleti sınırları içindeki Kaşgar bölgesi ile Isık Köl yöresine de girmişlerdir. Çağın kaynaklarına bakılırsa, Kıtanlar, 300 bin çadır halkı halinde (toplamı belki iki milyona yakın nüfus) Karahanlı ülkesini istilaya başlamış oluyordu. Bazı öncüleri ise, Isık Göl'ün batısında bulunan başkent Balasagun'a sekiz günlük yere yaklaşmışlardır, işte bu ağır akın ve istila, Orta Asya'daki Türk boyları arasında, yeniden büyük bir boylar göçü doğurdu. Göçebe Kıtanlar'ın bütün varlıklarıyla, Türk boyları yurtlarına saldırışı, gerçekten ağır bunalıma yol açmış ve Türk boyları da birbirini yerlerinden sürerek, büyük bir göçe başlamışlardır.

XI. yüzyılın ilk yarısındaki büyük boylar göçü, Kimek ulusu üzerinde de kötü tesir bıraktı. Boy birliğinde ağır bir bunalım doğdu ve birlik bozuldu. Öyle anlaşılıyor ki, yüzyılın ortalarına doğru ülke içindeki karışıklıklar çoğaldı ve zayıflamış bulunan merkezî idareye karşı baş kaldırmalar arttı. Öte yandan, büyük nüfusa sahip Kıpçaklar'ın, çevredeki boylar üzerinde hakimiyet kurmaya girişmesi, ayrıca bunlardan bir kısmının batıya doğru göçe başlaması, Kimek Devleti'ni çözmüş olmalıdır. Boy birliğinin dağılışı ve merkezî idarenin çöküşü, o derecede anî ve kesin olmuştur ki, yüzyılın ikinci yarısında Kimek Devleti ve ulusunun adı bile unutulmaya başlamıştır. Onun yerini, en kalabalık boy olarak Kıpçaklar aldı. Bu son husus, yurtta kalan Kıpçakların, üstün sayılarıyla, belki de boy birliği idaresini ellerine geçirmeleri demek olabilir. Kimek ülkesindeki bütün boylar da bu Kıpçaklara bağlanmıştır.

Değerli eseri Dîvanü Lügati't-Türk'ü yüzyılın ikinci yarısı ortalarında bitiren, Karahanlı ülkesinden Kaşgarlı Mahmud, Kimeklerden hiç söz etmez. Bu eserde, sadece, Kimek boy birliğinden olan ve yine İrtiş boyunda yaşayan Yimekler (Yemekler) tanıtılmış ve onların da Kıpçakların bir cifi (oymağı) olduğu belirtilmiştir. Ancak Kaşgarlı, bu bilgiye hemen şunu da katmıştır: “Bizce onlar Kıfçak'tır, ama Kıfçak Türkleri, kendilerini ayrı sayarlar”. Bu küçük açıklama, bazı mühim hususları akla getirmektedir: Kimek boy birliği, artık iyice dağılmış ve o toplayıcı ad unutulmuştur. Birlikten belki sadece Kıpçaklar ile Yimekler yerlerinde kalmışlardır. Pek kalabalık olan Kıpçaklar ise, kendilerini ayrı, belki de üstün saymaktadırlar.

Kimek ulusu, benzerlerinde olduğu gibi, bir çok Türk boyunun birleşmesinden ortaya çıkmış idi. XI. yüzyılın ortalarında olan dağılma sonunda, bu birliğin boylarından bazılarını, ya tek başına kalmış veya başka boy birlikleri içine girmiş bulmaktayız.

Birliğin en kalabalık boyu olan Kıpçaklar, Batı Sibirya bozkırı ile Hazar Denizi kuzeyinde yayılmışlardı. Bunlardan bir kısmı, Kumanlar ile birlikte orta Avrupa'ya doğru uzandı. Ve orada yeni bir boy birliği devleti kurdu. Kendi alanlarında kalanlar ise, XV. yüzyılda yeni etnik toplumlar kurulana değin, varlıklarını sürdürdüler.

Kimeklerin durumu da, Kıpçaklarınki gibi oldu. Bir kısmı yerlerinde kalırken, bir kısmı Kıpçaklar yanında Doğu Avrupa'ya geçti. Muhammed Nesevî'nin (1241) verdiği bir malumatta, Yimeklerin XII. yüzyılda Seyhun boyuna indiklerini ve oralarda Harezmşahlar Devleti hizmetine girdiklerini öğreniyoruz. Bu devletin bazı askerî sefer ve başarılarında, büyük rol oynamışlardır. Avrupa'ya giden Yimeklerden bir bölüğünü daha sonra, XIV. yüzyıl başlarına ait bir başka bilgiye göre, Altınordu Devleti'ndeki Kıpçaklar arasında buluyoruz.

Birlikten başka bir boy olan Bayandurlar, galiba çok kalabalık ve yaygın değil idiler. Bunlar, sadece Oğuz ulusu içine girdiler. Daha sonra Türkiye'ye doğru akan Oğuzlar arasındaki Bayandurlardan Akkoyunlu soyu, XV. yüzyıl başlarında, Doğu Anadolu ve Azerbaycan'ı içine alan bir devlet kuracaktır.

Kimek boy birliğinin öteki boylarının, dağılıştan sonraki durumu üzerinde şimdilik bilgimiz yoktur. XIX. yüzyıl ile XX. yüzyıl başında Orta Asya'da yaşayan Türk boyları ve urukları arasında, Kimek boy adına rastlamıyoruz.

Kaynaklarımızdan anlaşıldığına göre Kimek ülkesi, Batı Sibirya ovası içinde kalan, geniş bir bozkır alanı idi.

Ülkenin asıl merkezini, İrtiş'in orta boyu teşkil etmekteydi. Birlikteki boyların nüfusu arttıkça ve bunlar da yayıldıkça, sınırlar genişlemiştir. Bu Türk ülkesinin sınırlarını belirleyen bazı bilgileri, İslâm coğrafyacılarının küçük kayıtlarında buluyoruz. Coğrafyacı Muhammed el-Mukaddesî, X. yüzyılda Güneybatı sınırının Seyhun havzasındaki Sabrân ile Şağlcan kasabaları yakınlarından geçtiğini söyler. Bunlardan Savran (Sabran), Oğuz (Guz) ve Kimek yurtları sınırına bakan bir kasabadır. Şağlcan ise, Kimek ülkesi sınırında, etrafı sur ile çevrili büyük ve zengin bir kasabadır. İbn Havkal'ın kayıtlarından da, bu sınırın, Batıda Ak-İtil ırmağı başlarına uzandığı sanılıyor.

Kaynaklarımızın çeşitli haberlerinden, Kimek ülkesinin komşularını da öğrenebiliyoruz. Bunlara göre, ülkenin doğusunda Kırgızlar (Kırgız Begliği) vardı. Onların bugünkü Altaylar ile daha doğusunda bulundukları biliniyor. Batıda Peçenekler yaşıyordu. Hudhüdü'l-Alem'de (982), bu Peçenek yurdunun her haliyle Kimeklerinkine benzediği belirtilmiştir. Peçeneklerin yerini, sonradan Oğuzlar (Oğuz Devleti) aldılar.

Güneydoğudaki Tokuz-Oğuzlar ile aralarında, bir bozkır (sahra) uzanırdı. Yine güneyde Kara İrtiş yöresinde, muhtemelen Oğraklar bulunmaktaydı. Güneybatı yönündeki alanda ise, Karluklar, Türkmenler ve Oğuzlar yayılmışlardı.

Kimek ulusunu, kaynakların açıkça anlattığı gibi, bir boy birliği teşkil ediyordu. Bu kuruluşta, onların bir çok boy ve uruktan meydana geldiği muhakkaktır. Ancak, Kimek ulusundaki boy düzenini, bütün bölüntülerin adlarını ve sayısını hiç bir kaynakta bulamıyoruz. Hudûd'a (982) göre, Kimek ülkesi, on bir (bir de Hakan bölgesi varsa, on iki) bölge (İl)'den kurulmuş idi. Bunların her biri, ulusu meydana getiren boylara ait ise, düzende o sayıda büyük boy bulunuyor demek olmalıdır. Halbuki, Gerdizî (1050), muhakkak daha eski bir kaynaktan aktardığı Kimek destanında, yedi boyun adını vermiştir. Bu iki kaydı birleştirirsek, Kimek boy birliğinin, başlangıçta yedi boy ile kurulduğunu, sonraki katılmalar ile bunun on ikiye çıktığını düşünebiliriz.

Gerdizî'nin aktardığı destana göre, hepsi kişi adı kökünden olan boy adları şöyledir: İmi-Eymi-İmey, İmek-Emek (Yimek), Tatar, Balandur (Bayandur), Khıfçak (Kıpçak), Lankaz-Lanıkaz, Aclad (?).

Uzun süre birlik içinde kalan Kıpçaklar, sonraları Batı Sibirya'dan Orta Avrupa'ya uzanan pek geniş bozkırların hakimi olmuşlardır. Onların Kumanlar ile ayrı bir boy birliği devleti de kurduklarını biliyoruz. Altınordu öncesi ve sonrası etnik kuruluşların içinde bu boyun büyük yeri vardır.

Haklarında az bilgimiz olan Yimekleri, Kaşgarlı Mahmud Beg tanıyordu. Birlik dağıldıktan sonra bir kısmı Seyhun boyuna inmişler, bir kısmı da Altınordu'daki Kıpçaklar içinde görülmüşlerdir.

Kimek boy birliğine, sonradan hangi boyların katılmış olabileceğini açıkça bilemiyoruz. Bununla birlikte, Kimek ülkesindeki üç bölgeden birinin adı olan “Kırkızhan” dikkate alınırsa, birliğe bir Kırgız boyunun da katılmış olduğu anlaşılıyor. Oğuzlar'a komşu bölgede yaşayan ve sonraları Kıpçaklar ile birlikte bulunduğu görülen Kanglı boyu da, bu birliğe katılmış olabilir. Nitekim yurtları, Kıpçaklarınkine pek yakın idi.

Kimeklerin, VIII. yüzyılın ortalarında, Doğu Göktürk ve Türgiş devletlerinin tarih sahnesinden çekilmeleri üzerine bağımsızlıklarını ilân eden öteki Türk boyları gibi, bir devlet kurduklarını biliyoruz. Ancak, bu devlet ne nitelikte idi? Çünkü Türk ilk çağı boyunca, Türkler'de iki türde devlet yapısı görülmüştür.

Bunlardan birincisi, bir-iki boydan kurulan “boy begliği”; ötekisi, büyük boylar birliğiyle oluşan “hakanlı devlet” yüksekliğinde idi. Bu ikincisi, pek çok büyük boyun katılmasıyla, geniş bir alana hükmeden ve idaresi aristokrat nitelikte tek bir soya dayalı devlettir. Devlet özelliği bakımından daha köklü, daha geniş teşkilatlı ve daha büyüktür.

Kaynaklarımızdan Ali el-Mes'ûdî, “Murûc” (943) ile “Tenbîh” (956) adlı eserlerinde, onlardan “Kimek Yabguluğu” olarak söz etmiştir. Aynı yüzyılda ve bu devlete daha yakın yerde yazılmış “Hudûd”da (982), Kimek hükümdarının unvanı, “Hakan” olarak verilmiştir. Gerdîzî (1050) ise, herhalde eski bir kaynaktan alarak, başbuğlarına “Baygu” (Yabgu) unvanını veriyor. Bu kayıtlara bakılırsa, ister Yabgu, ister Hakan olsun, ikisi de Kimekler'in Hakanlı devlet düzenine sahip bulunduğunu ortaya koymaktadır.

O halde, özet olarak, Kimek devlet yapısı, Hakanlık derecesindedir. Bir çok büyük boyun birliğinden kurulmuştur. Devlet idaresi aristokrat nitelikte ve Hakan soyu elindedir. Bu büyük devlet, göçerevli, hayvan besleyici boyların iktisadını ve hukukunu ön planda tutar. Bölgelerde, Hakan soyundan kişiler veya birliği oluşturan boyların beyleri hakimdir.

Kimek Devleti'nin devlet teşkilatını, bize, kısaca Hudûd tanıtıyor. Verdiği bilgiye göre, ülkenin başında “Hakan” unvanlı bir hükümdar bulunuyordu. Onun idaresi altındaki ülke, on bir (belki kendisininki ile on iki) il'e ayrılmıştır. Her ili kendi hâkimi idare etmesiyle, illerde on bir “âmil” vardır. Bu orun, idarecinin kendi soyuna mahsustur. Yeri, çocuklarına veraset yoluyla verilir. Her il'in de kendi içinde boy ve uruklara ayrılmış bulunacağı da düşünülebilir.

Kaynaklarda geçen bazı unvanlardan, Kimek Devleti'nin üst orunları hakkında bilgi edinebiliyoruz. Bu unvanları, zaten ilk ortaçağdaki Türk devletlerinde de bulmaktayız. Unvanların başında “Hakan” geliyor. Eski ve asıl şekli “Kağan” olan bu unvan, bağımsız devlet başkanına verilirdi. Hakan'ın saraydaki eşi olan kadın (hatun, katun), ilk çağlardan beri, bütün Türk devletlerinde kullanılmıştır. “Yabgu” (Kimek destanı vb.) ve “Şad” (Kimek destanı) unvanları, oldukça eski bir geçmişin eseri olarak, Hakan'ın yakınlarına, kendi idaresindeki ülkenin bir bölümünü idare etmek üzere verdiği bir vazife unvanı idi. Ancak bunlar, yer ve zamana göre, biri önde, öteki arkada tutulmuştur. Yüksek seviyedeki başka bir unvan da “Tutug”dur (bir okuyuşa göre: Totok) (Kimek destanı ve Mücmelü't-Tevarih). Bu, bir bölgenin askerî-mülkî idarecisine verilirdi.

Kimekler, gerek kaynaklarındaki bilgilerden ve gerek günümüze kalan dil kalıntılarından açıkça anlaşıldığı üzere, Türk diliyle konuşuyorlardı.
Elimizdeki dil kalıntıları dikkatle incelenince, Kimek Türkçesi'nde iki ağız bulunduğu da ortaya çıkıyor.
Ülke nüfusunun büyük kısmı, komşu Oğuzlar ile birlikte Ana-Türkçe (Y-Türkçesi) konuşmakta idi. 
En kuzey batıda bulunan bir kısım Kıpçaklar ile bir kısım Yimekler ise, Bulgar Türçesi (S-Türkçesi) tesirinde bir ağza sahip idiler.

İlk çağlar boyunca, bütün Türk devlet ve boylarında olduğu gibi, Kimekler'de de Kamlık (Şamanizm) dini hakim bulunuyordu. Onların Gök'e (Tanrı'ya) taptıkları, atalar ruhuna ve ateşe de büyük saygı gösterdikleri biliniyor. Kimeklerde “Su kültü” bulunduğu, Gerdizî'nin aktardığı Kimek destanından ortaya çıkıyor. İshak ibn el-Hüseyin'in (XI. yy) yazdığına göre de Kimekler, ölen kişilerin cesetlerini yakarlar ve küllerini büyük akarsulara (İrtiş ırmağına) dökerlermiş. Ünlü Arap gezgini, Ebu Dulaf (Mis'ar b. Muhalhil, 941) Kimeklerde bir Yada taşı bulunduğunu haber veriyor.

Kimek ocaklarında (âile), ataerkil hakimiyet vardı. Bu, ilk çağdan gelen bütün Türk boylarında böyledir.

Onlarda, hayat tarzlarından, başlıca iki unsurun hakim bulunduğu anlaşılıyor. Nüfusun büyük çoğunluğu, göçerevli bir hayat tarzı sürdürürdü. Kuzey kesimindeki ormanlık yerlerde yaşayan Kimekler, oldukça yerleşik bir yaşayışa sahip idiler. Sayıca çok az olan bu oturaklar, daha çok, avcılık ile geçinirlerdi. Bu oturaklar dışındakiler, hayvan besleyiciliği (çobanlık) ile meşgul olurlar, geçimlerini bunların ürünleriyle sağlarlardı. O halde Kimek Devleti'nin asıl iktisadî yapısı, bu hayvan besleyiciliğine ve onlardan alınmış ürünlere dayanmaktaydı. Geçimlerinin bir yolunun da avcılık olduğu bilinmektedir. Kimekler samur (semmûr), kakım ve sincap gibi kürklü hayvanları avlarlardı. Onların kışın karlı günlerinde, kürk hayvanı avına çıktıklarını,
Mervezî anlatır. Avcılık, yerleşik Kimeklerde asıl geçim, göçer evlilerde ise yardımcı meşguliyet olarak kabul edilmişti. Ocakların bütün servetlerini, büyük hayvan sürüleri teşkil ederdi. Besledikleri ve ürettikleri hayvanların başında, at, sığır ve koyun gelirdi. Gerdîzî'nin anlattığına göre, İrtiş ırmağının yukarı boyunda, binlerce vahşi at bulunuyordu. Kimekler, kementler ile bu atlardan yakalar ve ehlileştirirlerdi. Yine bu kaynak, onlarda deve bulunmadığını, getirilse bile çok yaşamadığını belirtir.

Göçerevli Kimeklerin besledikleri büyük sayıdaki hayvanları, kışın, kendi sert iklimlerinde korumaları çok güç olurdu. Oğuzlar ile iyi anlaştıkları yıllarda, kış şiddetli olunca,hayvan sürülerini alır, Oğuzların yaylalarına geçerlerdi. Sert soğuklarda bineklerini götürdükleri bir bölge, Oğuz yurduna yakın Ak tag (Ök tag) idi.

Göçerevli Kimekler, hayvan besleyicisi olmaları dolayısıyla, yılı, yaylak ve kışlak denilen belli iki yöre arasında, yarı göçebe geçirirlerdi. Yazın yaylakta otlaklarda, sulak yerlerde ve çayırlarda dolaşırlardı. Bu hayat tarzının bir gereği olarak, büyük çadırlar altında barınırlardı. Keçeden yapılmış büyük otağlardan, küçük çadırlara kadar, değişik barınakları vardı. Kışın karlı günlerini, soğuktan korunabilen vadi ve su kenarlarındaki kışlaklarında geçirirlerdi. Orada toprak altında, ağaçtan su hazneleri yapmışlardı. Soğuğun şiddetlendiği günlerde sular donunca, kendileri ve hayvanlar, bunlardan yararlanırdı.

Hudûd yazarı, Kimekler ile Kırgızlarda giyimin tamamen aynı olduğunu belirtir. Bu tarz giyimin, zaten göçerevli yaşayışın gerektirdiği hususlara uygun birimlerden oluştuğuna göre, eş olması çok tabiidir.
Karda, Kimeklerin kayak kullandıkları da belirtilir.

Kimeklerin yiyeceklerinin başında, hayvanlardan elde ettikleri besinler gelirdi. Bol miktarda koyun, sığır ve at eti yerler, sütlerini de içerlerdi. Yaylakta semirmiş hayvanların eti ve sütü, en iyi gıdadır. Etler kurutulup saklanarak kışın da yenirdi. Bu et kurutma usulü, bugün bizde de yapılan “pastırma” biçiminde olmalıdır. İçecekleri arasında süt ve bundan yapılmış olan besinler vardı. Kimekler, at sütü de içerler ve bundan hazırladıkları mayalı içkiye de “kımız” derlerdi. Kımız, besin değeri yüksek bir içkidir.

Kimekler'in, başta komşuları olmak üzere, birçok millet ile alış-veriş yaptıkları anlaşılıyor. Çevre ülkeler ile canlı hayvan ve ürünleri (et, deri, yapağı, halı, dokuma vb.) üzerine ticaret yapılırdı. Ayrıca, avladıkları kürklü hayvanların postlarını da ihraç ederlerdi. Bunlara karşılık, dışarıdan, başka ihtiyaç maddeleri alırlardı. Ticarette paradan çok, değiş-tokuşun esas alındığı düşünülebilir. İslâm tüccarlarının Oğuz, Kimek ve Kırgız illeri gibi ana yollar dışında kalmış olan Türk yurtlarında, toplu halde, çetin yollarda aylarca dolaşarak ticaret yaptıklarını, pazar açtıklarını biliyoruz. İslâm coğrafyacılarının haber kaynağı olan bu tacirlerin, güvenlik içinde dolaşmaları da ayrıca dikkate değer bir husustur. Gerdizî ile Mervezî, Kimek ülkesinde tuz bulunmadığını, bunu dışarıdan temin ettiklerini belirtirler. Bu madde, onlar için o derecede değerli idi ki, samur kürk ile değiştirmeye razı oluyorlardı.

KİMEKLER

Kimekler veya Yemek, (Çince: 基马克/基馬克, pinyin: jīmǎkè), İrtiş ırmağı kıyıları ve Altay Dağları arasında 7. yy. da çeşitli boylarla birlikte federasyon şeklinde yaşamış olan bir Türk ulusudur. 8. yy. da bağımsız oldular.
10. yy. da Kitanların baskıları sonucu Ural Dağları nın güneyine göç ettiler.
11. yy. da Asya nın doğusundan batısına doğru sürekli göç ettiklerinden boy birliğine dayalı yapıları bozulmuştur. Birlikleri bozulunca Kıpçaklar'ın egemenliğine girdiler.

Bu zamana kadar, Kimekler'in Moğol kökenli olduğu görüşü ağır basıyordu.
Yapılan araştırmalar sonucu Kimekler'in de Türk kökenli olduğu sonucuna ulaşıldı.
Kıpçaklar'ın Kimekler'in devamı olduğu görüşü yaygındır.
[kaynak belirtilmeli]


Ortaçağa özgü Çin coğrafyacılardan Yemek (Kimek), ayrıca Chumuhun ve Üeban ( Pinyin: Yueban) gibi etnik grupların kim oldukları bilinmiyordu,
Arap ve Fars coğrafyacıları; bütün bu adların Yemek (Kimek) boyu olduğunu yazmışlardır.[1].

Uygur döneminde, Çu boylarının içinde çekirdek boyu oluşturan Yemekleri (Kimek) Arap ve Fars kaynaklarından tanınmışlardır.[2]

Kaşgarlı Mahmut, Divân-ı Lügati't-Türk adındaki eserinde; "Rûm ülkesine en yakın olan boy Beçenek'dir; sonra Kıpçak, Oğuz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay(Kayı), Yabaku, Tatar, Kırkız(Kırgız) gelir. Kırgızlar Çin ülkesine yakındırlar.".[3]
Ayrıca "Çomul boyunun kendilerinden bulunduğu çöl halkı ayrı bir dile sahiptir, Türkçeyi iyi bilirler. Kay, Yabaku, Tatar, Basmıl boyları da böyledir. Her boyun ayrı bir ağzı vardır; bununla beraber Türkçeyi de iyi konuşurlar.

Kırgız, Kıpçak, Oğuz, Toxsi(Tuhsi), Yağma, Çiğil, Uğrak, Çaruk boylarının öztürkçe olarak yalnız bir dilleri vardır.
Yemeklerle Başgırtların dilleri bunlara yakındır.

 .... Dillerin en yeğnisi Oğuzların, en doğrusu da Toxsi ile Yağmaların dilidir.
"[4] diye bahseder.

Ayrıca " آرتِس Ertiş: "Yemek" kırlarında bulunan bir ırmağın adı........"[5]

".... Bunun gibi Çiğiller ve başka Türklerce ﺫ‎ (Dhāl) olarak söylenen bu harfi "Rus" ve "Rum" ülkelerine kadar uzanan Bulgar, Suvar, Yemek, Kıfçak boyları, hep birden ( ز z ) olarak söylerler. Öbür Türkler "ayak"a " اَذَق adhak ", bunlar " اَزَق azak " derler."[6]

KİMEKLER
Ortaçağ'da Türk Anayurdu'nun batı kesiminde yaşayan Kimekler (Kimegler), eski ve büyük bir Türk ulusudur. VIII. yüzyıl ortalarından XI. yüzyıl ortalarına değin süren bir devlet de kurmuşlardı.
Kaynaklar
Kimekler'in yaşamış olduğu bölgenin yerli tarih kaynakları son derece kıttır. Orada yürütülen arkeoloji araştırmaları pek yetersiz bulunduğu gibi, yazılı tarih kaynakları da henüz ele geçmediğinden, Kimek Ülkesi'nin iç haberleri yoktur. Kök-Türk çağı yazıtlarında (VIII. yy.) Kimekler veya bu boybirliğinde bulunan öteki boylar üzerinde bilgi verilmemektedir.
Komşu bölgelere ait yabancı kaynaklar da titizlikle taranarak, incelenmemiştir. Çinlilerin kuzeybatı yönünde ve oldukça uzakta bulunmalarına rağmen onların Kimekler'i bildiklerini Saray Yıllıkları'ndaki kayıtlardan anlaşılmatadır. Bazı eski kayıtlarda, IX. ve X. yüzyıla ait İslâm coğrafya eserlerinde bulunuyor. Bunlar düzenli ve etraflı değil, tüccar ve gezginlerden derlenmiş küçük bilgilerden ibarettir.
KİMEK ADI
Kimek (Kimäk) boy adı, Kime (kéme) �gemi� sözcüğünün ilk şekli olan�Kimeg�den alınmış olabilir. Bilindiği gibi onlar Ertiş (Irtış) ırmağı'nın iki yanında yaşamışlardı. İşte bu büyük akarsuyu geçmek için, onların kullandıkları bir tür gemiden alarak komşularınca verilmiş olabilir. Türk boybiliminde böyle kullanılan hayvan veya eşyanın boya ad olarak verildiğini biliyoruz. Nitekim biçimce buna benzeyen �Kanglı� ve �Kayıg� adlı boylar da eski kaynaklarda geçmektedir.
TARİH
Kimekler tarih sahnesinde Ertiş'in orta boyunun iki yanında ve daha çok doğu yöresinde iken görünmüşlerdir. Burası Türk Anayurdu'nun batı kesimidir. Kimekler'in ilk yurtları, belki yine burası idi. Belki de Ertiş'in doğusundaki Altaylar'dan yayılarak, buraya indiler. Türk ilkçağı başlarında Ertiş boyunda başka Türk boyları bulunduğuna göre, bu ikinci ihtimal daha mümkün görünüyor. Kimekler, yakın komşuları Fars destanı tarihinde yer almıştır. Gerçekten Kimekler'in Turan ötesi komşusu olan Farslar'ın eski destanlarında bu ulusun adı geçmektedir. Fars söylentilerini derleyerek �Şehname� adlı büyük eserini ortaya koyan ünlü şair Tus'lu Firdevsî (935?-1020?) Turan'ın büyük hükümdarı Afrasyab (Alp Er Tunga)'ın İran Hükümdarı Keyhusrev'e yenilip, geri çekildiğinde, Kimek ülkesine ve �Derya-yi Kimek�e gittiğini anlatır.

DAĞILMA
Kimek ulusu, benzerlerinde olduğu gibi, bir çok Türk boyunun birleşmesinden ortaya çıkmış idi. XI. yüzyılın ortalarında olan dağılma sonunda, bu birliğin boylarından bazılarını ya tek başına kalmış veya başka boybirlikleri içine girmiş bulmaktayız.
Birliğin en kalabalık boyu olan Kıpçaklar, batı Sibirya bozkırı ile Hazar Denizi kuzeyinde yayılmışlardı. Bunlardan bir kısmı Kumanlar ile birlikte orta Avrupa'ya doğru uzandı. Ve orada yeni bir boybirliği devleti kurdu. Kendi alanlarında kalanlar ise, XV. yüzyılda yeni etnik toplumlar kurulana değin varlıklarını sürdürdüler.
Yimekler'in durumu da Kıpçaklar'ınki gibi oldu. Bir kısmı yerlerinde kalırken, bir kısmı Kıpçaklar yanında Doğu Avrupa'ya geçti. Muhammed Nesevî (1241)'nin verdiği bir malumatta, Yimekler'in XII. yüzyılda Seyhun boyuna indiklerini ve oralarda Harizmşahlar devleti hizmetine girdiklerini öğreniyoruz. Bu devletin bazı askerî sefer ve başarılarında büyük rol oynamışlardır. Avrupa'ya giden Yimekler'den bir bölüğünü daha sonra, XIV. yüzyıl başlarına ait bir başka bilgiye göre, Altınordu Devletindeki Kıpçaklar arasında buluyoruz.
Birlikten başka bir boy olan Bayandurlar, galiba çok kalabalık ve yaygın değil idiler. Bunlar sadece Oğuz ulusu içine girdiler. Daha sonra Türkiye'ye doğru akan Oğuzlar arasındaki Bayandurlar'dan Akkoyunlu soyu XV. yüzyıl başlarında Doğu Anadolu ve Azerbaycan'ı içine alan bir devlet kuracaktır.
Kimek boybirliğinin öteki boylarının dağılıştan sonraki durumu üzerinde şimdilik bilgimiz yoktur. XIX. yüzyıl ile XX. yüzyıl başında Ortaasya'da yaşayan Türk boyları ve uruğları arasında Kimek boy adına rastlamıyoruz.
ÜLKE
Kaynaklarımızdan anlaşıldığına göre Kimek ülkesi, Batı Sibirya ovasında içinde kalan geniş bir bozkır alanı idi.
Ülkenin asıl merkezini Ertiş'in orta boyu teşkil etmekteydi. Birlikteki boyların nüfusu arttıkça ve bunlar da yayıldıkça sınırlar genişlemiştir. Bu Türk ülkesinin sınırlarını belirleyen bazı bilgileri İslâm coğrafyacılarının küçük kayıtlarında buluyoruz. Coğrafyacı Muhammed el-Mukaddesî, X. yüzyılda Güneybatı sınırının Seyhun havzasındaki Sabrân ile Şağlcan kasabaları yakınlarından geçtiğini söyler. Bunlardan Savran (Sabran), Oğuz (Güz) ve Kimek yurtları sınırına bakan bir kasabadır. Şağlcan ise, Kimek ülkesi sınırında, etrafı sur ile çevrili büyük ve zengin bir kasabadır. İbn Havkal'ın kayıtlarından da bu sınırın Batıda Ak-İtil ırmağı başlarına uzandığı sanılıyor.
Kaynaklarımızın çeşitli haberlerinden Kimek ülkesinin komşularını da öğrenebiliyoruz. Bunlara göre, ülkenin doğusunda Kırgızlar (Kırgız Begliği) vardı. Onların bugünkü Altaylar ile daha doğusunda bulundukları biliniyor. Batıda Peçenekler yaşıyordu. Hudhüdü'l-Alem (982)'de bu Peçenek yurdunun her haliyle Kimekler'inkine benzediği belirtilmiştir. Peçenekler'in yerini sonradan Oğuzlar (Oğuz Devleti) aldılar.
Güneydoğudaki Tokuz-Oğuzlar ile aralarında bir bozkır (sahra) uzanırdı. Yine güneyde Kara Ertiş yöresinde, muhtemelen Oğraklar bulunmaktaydı. Güneybatı yönündeki alanda ise, Karluklar, Türkmenler ve Oğuzlar yayılmışlardı.
BOY DÜZENİ
Kimek ulusu, kaynakların açıkça anlattığı gibi, bir boy birliği teşkil ediyordu. Bu kuruluşta onların bir çok boy ve uruktan meydana geldiği muhakkaktır. Ancak Kimek ulusundaki boy düzenini, bütün bölüntülerin adlarını ve sayısını hiç bir kaynakta bulamıyoruz. Hudûd (982)'a göre, Kimek ülkesi on bir (bir de Hakan bölgesi varsa, on iki) bölge (İl)'den kurulmuş idi. Bunların her biri ulusu meydana getiren boylara ait ise, düzende o sayıda büyük boy bulunuyor demek olmalıdır. Halbuki Gerdizî (1050), muhakkak daha eski bir kaynaktan aktardığı Kimek destanında yedi boyun adını vermiştir. Bu iki kaydı birleştirirsek, Kimek boy birliğinin başlangıçta yedi boy ile kurulduğunu, sonraki katılmalar ile bunun on ikiye çıktığını düşünebiliriz.
Gerdizî'nin aktardığı destân'a göre, hepsi kişi adı kökünden olan boy adları şöyledir: İmi-Eymi-İmey, İmek-Emek (Yimek), Tatar, Balandur (Bayandur), Khıfçak (Kıpçak), Lankaz-Lanıkaz, Aclad (?),
Uzun süre birlik içinde kalan Kıpçaklar, sonraları Batı Sibirya'dan Orta Avrupa'ya uzanan pek geniş bozkırların hakimi olmuşlardır. Onların Kumanlar ile ayrı bir boybirliği devleti de kurduklarını biliyoruz. Altınordu öncesi ve sonrası etnik kuruluşların içinde bu boyun büyük yeri vardır.
Haklarında az bilgimiz olan Yimekler'i Kaşgarlı Mahmud Beg tanıyordu. Birlik dağıldıktan sonra bir kısmı Seyhun boyuna inmişler, bir kısmı da Altınordu'dak i Kıpçaklar içinde görülmüşlerdir.
Kimek boy birliğine sonradan hangi boyların katılmış olabileceğini açıkça bilemiyoruz. Bununla birlikte Kimek ülkesindeki üç bölgeden birinin adı olan �Kırkızhan� dikkate alınırsa, birliğe bir Kırgız boyunun da katılmış olduğu anlaşılıyor. Oğuzlar'a komşu bölgede yaşayan ve sonraları Kıpçaklar ile birlikte bulunduğu görülen Kanglı boyu da bu birliğe katılmış olabilir. Nitekim yurtları Kıpçaklar'ınkine pek yakın idi.
DEVLET YAPISI
Kimekler'in VIII. yüzyılın ortalarında, Doğu Gök-Türk ve Türgiş devletlerinin tarih sahnesinden çekilmeleri üzerine bağımsızlıklarını ilân eden öteki Türk boyları gibi, bir devlet kurduklarını biliyoruz. Ancak bu devlet ne nitelikte idi? Çünkü Türk ilk çağı boyunca Türkler'de iki türde devlet yapısı görülmüştür.
Bunlardan birincisi derecesi bir-iki boydan kurulan �Boy begliği�, ötekisi büyük boylar birliğiyle oluşan �Hakanlı devlet� yüksekliğinde idi. Bu ikincisi, pek çok büyük boyun katılmasıyla geniş bir alana hükmeden ve idaresi aristokrat nitelikte tek bir soya dayalı devlettir. Devlet özelliği bakımından daha köklü, daha geniş teşkilatlı ve daha büyüktür.
Kaynaklarımızdan Ali el-Mes'ûdî, �Murûc� (943) ile �Tenbîh� (956) adlı eserlerinde, onlardan �Kimek Yabguluğu� olarak söz etmiştir. Aynı yüzyılda ve bu devlete daha yakın yerde yazılmış �Hudûd� (982)'da Kimek hükümdarının unvanı �Hakan� olarak verilmiştir. Gerdîzî (1050) ise, herhalde eski bir kaynaktan alarak başbuğlarına �Baygu (Yabgu)� unvanını veriyor. Bu kayıtlara bakılırsa, ister Yabgu, ister Hakan olsun, ikisi de Kimekler'in Hakanlı devlet düzenine sahip bulunduğunu ortaya koymaktadır.
O halde özet olarak, Kimek devlet yapısı Hakanlık derecesindedir. Bir çok büyük boyun birliğinden kurulmuştur. Devlet idaresi aristokrat nitelikte ve Hakan soyu elindedir. Bu büyük devlet göçerevli hayvan besleyici boyların iktisadını ve hukukunu ön planda tutar. Bölgelerde Hakan soyundan kişiler veya birliği oluşturan boyların beğleri hakimdir.
Kimek Devleti'nin devlet teşkilatını bize kısaca Hudûd tanıtıyor. Verdiği bilgiye göre, ülkenin başında �Hakan� unvanlı bir hükümdar bulunuyordu. Onun idaresi altındaki ülke on bir (belki kendisininki ile on iki) İl'e ayrılmıştır. Her ili kendi hâkimi idare etmesiyle, illerde on bir �âmil� vardır. Bu orun, idarecinin kendi soyuna mahsustur. Yeri, çocuklarına veraset yoluyla verilir. Her il'in de kendi içinde boy ve uruğlara ayrılmış bulunacağı da düşünülebilir.
Kaynaklarda geçen bazı unvanlardan Kimek Devleti'nin üst orunları hakkında bilgi edinebiliyoruz. Bu unvanları zaten ilk ortaçağ'daki Türk devletlerinde de bulmaktayız. Unvanların başında �Hakan� geliyor. Eski ve asıl şekli �Kağan� olan bu unvan, bağımsız devlet başkanına verilirdi. Hakan'ın saraydaki eşi olan kadın �Hatun� ilk çağlardan beri bütün Türk devletlerinde kullanılmıştır. �Yabgu� (Kimek destanı vb.) ve �Şad� (Kimek destanı) unvanları, oldukça eski bir geçmişin eseri olarak, Hakan'ın yakınlarına, kendi idaresindeki ülkenin bir bölümünü idare etmek üzere verdiği bir vazife unvanı idi. Ancak bunlar yer ve zamana göre, biri önde öteki arkada tutulmuştur. Yüksek seviyedeki başka bir unvan da �Tutug� (bir okuyuşa göre: Totok)'dur (Kimek destanı ve Mücmelü't- Tevarih). Bu, bir bölgenin askerî-mülkî idarecisine verilirdi.
KÜLTÜR
Kimekler, gerek kaynaklarındaki bilgilerden ve gerek günümüze kalan dil kalıntılarından açıkça anlaşıldığı üzere, Türk diliyle konuşuyorlardı. Elimizdeki dil kalıntıları dikkatle incelenince, Kimek Türkçesinde iki ağız bulunduğu da ortaya çıkıyor. Ülke nüfusunun büyük kısmı, komşu Oğuzlar ile birlikte Ana-Türkçe (Y-Türkçesi) konuşmakta idi. En kuzey batıda bulunan bir kısım Kıpçaklar ile bir kısım Yimekler ise, Bulgar Türçesi (S-Türkçesi) tesirinde bir ağıza sahip idiler.
İlk çağlar boyunca bütün Türk devlet ve boylarında olduğu gibi, Kimekler'de de Kamlık (Şamanizm) dini hakim bulunuyordu. Onların Gök'e (Tanrı'ya) taptıkları, Atalar ruhu'na ve Ateş'e de büyük saygı gösterdikleri biliniyor. Kimekler'de �Su kültü� bulunduğu Gerdizî'nin aktardığı Kimek destanından ortaya çıkıyor. Orada belirtildiği üzre, onlar Ertiş ırmağı'nı ulu Tanrısı sayarlarmış. İshak ibn el-Hüseyin (XI. yy)' in yazdığına göre de Kimekler ölen kişilerin cesetlerini yakarlar ve küllerini büyük akarsulara (Ertiş ırmağına) dökerlermiş. Ünlü Arap gezgini, Ebu Dulaf (Mis'ar b. Muhalhil, 941) Kimekler'de bir Yada taşı bulunduğunu haber veriyor.
Kimek ocakları (âile)'nda ataerkil hakimiyet vardı. Bu, ilk çağdan gelen bütün Türk boylarında böyledir.
Onlarda hayat tarzlarından başlıca iki unsurun hakim bulunduğu anlaşılıyor. Nüfusun büyük çoğunluğu, göçerevli bir hayat tarzı sürdürürdü. Kuzey kesimindeki ormanlık yerlerde yaşayan Kimekler, oldukça yerleşik bir yaşayışa sahip idiler. Sayıca çok az olan bu oturaklar, daha çok avcılık ile geçinirlerdi. Bu oturaklar dışındakiler, hayvan besleyiciliği (çobanlık) ile meşgul olurlar, geçimlerini bunların ürünleriyle sağlarlardı. O halde Kimek Devleti'nin asıl iktisadî yapısı bu hayvan besleyiciliğine ve onlardan alınmış ürünlere dayanmaktaydı. Geçimlerinin bir yolunun da avcılık olduğu bilinmektedir. Kimekler samur (semmûr) kakım ve sincap gibi kürklü hayvanları avlarlardı. Onların kışın karlı günlerinde kürk hayvanı avına çıktıklarını Mervezî anlatır. Avcılık, yerleşik Kimekler'de asıl geçim, göçerevlilerde ise yardımcı meşguliyet olarak kabul edilmişti. Ocakların bütün servetlerini büyük hayvan sürüleri teşkil ederdi. Besledikleri ve ürettikleri hayvanların başında at, sığır ve koyun gelirdi. Gerdîzî'nin anlattığına göre, Ertiş ırmağının yukarı boyunda binlerce vahşi at bulunuyordu. Kimekler, kementler ile bu atlardan yakalar ve ehlileştirirlerdi. Yine bu kaynak, onlarda deve bulunmadığını, getirilse bile çok yaşamadığını belirtir.
Göçerevli Kimekler'in besledikleri büyük sayıda ki hayvanları kışın kendi sert iklimlerinde korumaları çok güç olurdu. Oğuzlar ile iyi anlaştıkları yıllarda kış şiddetli olunca hayvan sürülerini alır, Oğuzların yaylalarına geçerlerdi. Sert soğuklarda bineklerini götürdükleri bir bölge Oğuz yurduna yakın Ak tag (Ök tag) idi.
Göçerevli Kimekler, hayvan besleyicisi olmaları dolayısıyla yılı yaylak ve kışlak denilen belli iki yöre arasında yarı göçebe geçirirlerdi. Yazın yaylakta otlaklarda, sulak yerlerde ve çayırlarda dolaşırlardı. Bu hayat tarzının bir gereği olarak büyük çadırlar altında barınırlardı. Keçeden yapılmış büyük otağlardan küçük çadırlara kadar değişik barınakları vardı. Kışın karlı günlerini soğuktan korunabilen vadi ve su kenarlarındaki kışlaklarında geçirirlerdi. Orada toprak altında ağaçtan su hazineleri yapmışlardı. Soğuğun şiddetlendiği günlerde sular donunca, kendileri ve hayvanlar bunlardan yararlanırdı.
Hudûd yazarı, Kimekler ile Kırgızlar'da giyimin tamamen aynı olduğunu belirtir. Bu tarz giyimin, zaten göçerevli yaşayışın gerektirdiği hususlara uygun birimlerden oluştuğuna göre, eş olması çok tabiidir Karda Kimekler'in kayak kullandıkları da belirtilir.
Kimekler'in yiyeceklerinin başında hayvanlardan elde ettikleri besinler gelirdi. Bol miktarda koyun, sığır ve at eti yerler, sütlerini de içerlerdi. Yaylakta semirtilmiş hayvanların eti ve sütü en iyi gıdadır. Etler kurutulup saklanarak kışın da yenirdi. Bu et kurutma usulü, bugün bizde de yapılan �pastırma� biçiminde olmalıdır, içecekleri arasında süt ve bundan yapılmış olan besinler vardı. Kimekler, at sütü de içerler ve bundan hazırladıkları mayalı içkiye de �kımız� derlerdi. Kımız, besin değeri yüksek bir içkidir.
Kimekler'in başta komşuları olmak üzere, birçok millet ile alış-veriş yaptıkları anlaşılıyor. Çevre ülkeler ile canlı hayvan ve ürünleri (et, deri, yapağı, halı, dokuma vb) üzerine ticaret yapılırdı. Ayrıca, avladıkları kürklü hayvanların postlarını da ihraç ederlerdi. Bunlara karşılık dışarıdan başka ihtiyaç maddeleri alırlardı. Ticarette paradan çok, değiş-tokuş'un esas alındığı düşünülebilir, İslâm tüccarlarının Oğuz, Kimek ve Kırgız illeri gibi ana yollar dışında kalmış olan Türk yurtlarında toplu halde çetin yollarda aylarca dolaşarak ticaret yaptıklarını, pazar açtıklarını biliyoruz. İslâm coğrafyacılarının haber kaynağı olan bu tacirlerin güvenlik içinde dolaşmaları da ayrıca dikkate değer bir husustur. Gerdizî ile Mervezî, Kimek ülkesinde tuz bulunmadığını, bunu dışarıdan temin ettiklerini belirtirler. Bu madde onlar için o derecede değerli idi ki, samur kürk ile değiştirmeye razı oluyorlardı.